Bülent Katarcı

Güneş ve D vitamini

14 Haziran 2021
GÜNEŞ olmadan, güneşlenmeden, cildi güneşle buluşturmadan yeteri kadar D vitaminine sahip olmamız mümkün değil. Cildin D vitamini üretmesini sağlayan UVB ışınları kapalı, güneşsiz, bulutlu havalarda cildimize yeterince ulaşamaz. Pencere veya araba camı gibi bir engelle temas ettiğinde de o engelleri yeteri kadar aşamaz. Bu nedenle D vitamini üretmek için açık havada güneşlenmek zorundayız. DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevgi Akarsu, bakın neler söylüyor:

 


Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalarda güneş ışınlarının yararlarından faydalanma ve zararlarından korunma yollarıyla ilişkili olarak bazı toplumsal çelişkiler ve yanlış inanışlar var. Güneş ışınları öncelikle D vitamini yapımı yoluyla bağışıklığı artırarak enfeksiyonlara ve çok sayıda kronik sistemik hastalıklara yatkınlığı azaltıyor. Metabolizma hızını artıran D vitamini, insulin direnci, şeker hastalığı, karaciğer yağlanması ve obeziteye karşı koruyucu. Kemiklerin daha uzun ve güçlü olmasını sağlayarak bebek ve çocukların gelişimine katkıda bulunuyor. Doğal gün ışığına düzenli olarak maruz kalmak melatonin hormonu aracılığıyla uyku-uyanıklık döngüsünü korumaya ve daha iyi bir gece uykusu için günlük ritimlerin düzenlenmesinde rol oynuyor.

KANSERDE BİLE ETKİLİ
Ayrıca; doğal stresi ve mevsimsel duygu bozukluğunu azaltmaya yardımcı olurken, hafif depresyonla baş etmek için vücuttaki serotonin hormonunun düzeyini artırabilir. Güneşe maruziyet vücuttaki miktarı yükselen D vitamini ve nitrikoksitler aracılığıyla kan dolaşımını artırarak kan basıncını ve kolesterol düzeylerini düşürerek kalp sağlığını geliştirir, inme riskini azaltır. Yine son yıllardaki araştırmalarda güneş ışığı sayesinde vücudumuzda sentezlediğimiz D vitamininin başta kolon kanseri olmak üzere, böbrek ve göğüs kanseri gibi belirli kanserlerin oluşumunu önlediği gösterilmiş, hatta diğer kanser tedavileriyle birlikte verilen D vitamini takviyesinin kanser seyrini olumlu şekilde değiştirdiği gözlenmiştir. Ek olarak D vitaminin yaşlılarda körlüğün en yaygın nedeni olan yaşa bağlı sarı nokta oluşumunu önleyebildiği bildirilmiştir.

KONTROLSÜZ GÜNEŞLENME
Güneş ışınlarının bu faydalarının yanında zararları da var. Ülkemiz güneş ışığı açısından son derece zengin. Bu nedenle güneş ışınlarının hem kısa, hem de uzun dönemde zararlı etkilerinin farkında olup bunlardan kaçınmak gerekir. ‘Sağlıklı bronzlaşma’ diye bir kavram yoktur ve bronzlaşmak güneş yanıklarına karşı koruyucu değildir. Kısa süreli ciddi güneş yanıkları ve uzun süreli kontrolsüz ve korumasız güneş maruziyeti foto yaşlanma ve deri kanseri gelişimine katkıda bulunmaktadır. Dış kökenli deri yaşlanmasının yüzde 90’ından fazlası uzun süreli güneş hasarına bağlı oluştuğu için, doğal sürecin dışında gözlenen yaşlılık belirtilerine ‘foto yaşlanma’denilmektedir. UV’nin fazlası hücrede hasara yol açan kimyasal reaksiyonları başlatarak DNA mutasyonlarına ve sonuçta bazal hücreli kanser, yassı hücreli kanser ve melanom gibi deri kanserlerinin oluşumuna neden olur.

DAHA ÇOK D VİTAMİNİ DEĞİL

Yazının Devamını Oku

Erkekler de, kadınlar da risk altında

7 Haziran 2021
EĞER yediğinize, içtiğinize, aktivite düzeyinize, uyku kalitenize ve stres yönetiminize dikkat ederseniz kanserlerin pek çoğunu önlemeniz mümkün. Kanserde erken tanı çok önemli. Teşhis erken konulduğunda tecrübeli tıbbi bir ekip ve güçlü teknolojik altyapıyla mükemmele yakın sonuçlar alınabiliyor. Tınaztepe Hastanesi Genel Cerrahi Profesörü Mehmet Füzün, kısa ama öz kolorektal kanseri anlattı.


Kalınbağırsak, sindirim sistemimizin son 150 santimetresini oluşturan tüp şeklinde bir organdır. Tıp dilinde bunun son 15-20 santimetresini oluşturan bölümüne rektum, onun üzerindeki bölümüne ise kolon adı veriliyor. Bu yüzden kalınbağırsak kanserlerine tıp dilinde, kısa adı KRK olan ‘kolorektal kanser’ deniliyor. Prof. Dr. Füzün, erkeklerde akciğer ve prostat, kadınlarda ise meme ve akciğer kanserinden sonra üçüncü sıklıkta rastlanan KRK’nin sık görülen bir kanser türü olduğunu söyledi. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişide KRK ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Mehmet Füzün, bunların yüzde 90’dan fazlasının 50 yaşından sonra görüldüğünü ifade etti. En sık da 60’lı, 70’li yaşlarda ortaya çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Füzün, son yıllarda görülme sıklığında artış olmakla birlikte KRK’den ölümlerde azalma tespit edildiğini, bunun da koruyucu önlemlerin etkin kullanılması sonucunda olduğunu kaydetti.
KRK NASIL OLUŞUR?
Hangi şekilde olursa olsun sonunda KRK’nin genlerdeki değişim veya bozulma (tıp dilinde mutasyon) sonucu ortaya çıktığını dile getiren Prof. Dr. Mehmet Füzün, şu bilgileri verdi: “Yani genlerdeki bozulma, polipozis sendromları, kanser ailesi sendromu gibi kalıtsal olarak doğuştan mevcut olabileceği gibi, sonradan diyet gibi çevresel faktörlerin etkileriyle de olmaktadır. KRK’lerin yüzde 70’i genlerde sonradan oluşan değişim veya bozulma, mutasyon sonucu ortaya çıkar. Yani yaşam tarzımızın ve çevresel faktörlerin etkisiyle olur. Doğuştan genetik bozukluğa bağlı olanlara az rastlanır. Bunlarda da her aile bireyinde kanser görülecek diye bir şey yok. Şöyle ki, ailesinde KRK hiç çıkmamış bir şahsın hayatı boyunca KRK olma ihtimali binde 6’dır.”
RİSK FAKTÖRLERİ NELER?
KRK’nin genetik ve çevresel faktörlerin etkileri altında uzun bir süreç sonrasında geliştiğini ifade eden Prof. Dr. Füzün, genel olarak risk faktörlerini şöyle sıraladı: Yaş (50’den ileri), uygunsuz beslenme (yağdan zengin, posadan fakir diyet gibi), sendanter hayat ve hareketsizlik, sigara-aşırı alkol tüketimi, iltihabi bağırsak hastalıkları (ülseratif kolit, chron hastalığı), bireysel veya ailesel genetik yatkınlık (kişide polip veya kanser geçmişi olması, polipozis sendromu, ailesel kanser sendromları gibi).


Yazının Devamını Oku

Yaza formda girmenin sırları

31 Mayıs 2021
 UZUN kış dönemi ve pandemi süreci ile birlikte evde geçirilen süre arttı. Bu dönemde alınan fazla kilolar rahatsızlık vermeye başladı. Sağlıklı ve formda bir yaz geçirmek ise herkesin isteği. Bu dönemde bağışıklığınızı güçlendirerek pratik çözümlerle yazı formda karşılayabilirsiniz. Diyetisyen Berna Danacı, hem sağlıklı, hem de formda olmak için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı.


1. Aç kalmadan forma girin! Popüler diyetlerden, tek tip beslenmekten uzak durun. Metabolizmanızı hızlandıran size özel hazırlanmış bir beslenme programı ile besin çeşitliliğini artırın.
2. Bedeninizin ihtiyaçlarını ve tokluk hissinizi değerlendirerek size özel öğün sayısını belirleyin. 6 öğünlü bir beslenme programı, 2 öğünlü aralıklı oruç sistemi veya 3-4 öğünlü bir sistem uygulayabilirsiniz. Temel nokta, iştah kontrolü sağlayabiliyor olmanız ve düzeninize sadık kalmanız. Kan şekeriniz dengede olduğu sürece otokontrol mekanizmanız devrede olacaktır. Kahvaltınızı güçlendirip, sizi tok tutacak bir beslenme planı ile diyetinize uyumunuz artacaktır. Örneğin; yumurta, tahıllı ekmekler, mevsim sebzeleri, ceviz gibi yiyeceklerle tüm gün enerjik olabilirsiniz.
3. Yeterli protein alımına özen gösterin! Düşük yağlı protein kaynaklarıyla tokluk hissiniz artacak, ayrıca besinleri harcarken kullandığınız enerji artacaktır. Ancak bu konuda dikkatli olmalı, fazla protein almaktan kaçınmalısınız.
4. Gece yemelerinden uzak durun! Yatmadan 2-3 saat önce yeme işlemini tamamlayın. Alınması gereken toplam kalori gün içinde sağlanmalıdır. Gece yemeleri melatonin hormonu salgısını azaltır, uyku kalitesini ve kilo verme hızınızı düşürür.
5. Su tüketiminizi artırın. Sabah uyanır uyanmaz 1 bardak su ile metabolizmanızı canlandırın. Kilogram başına 30-35 ml su içmeye özen gösterin. Yemeklerle birlikte değil, öğün aralarında ve yudum yudum içmeye çalışın. Hem daha kolay kilo verecek, hem de ödem sorununu çözeceksiniz.
6. Yağ yakan yağlar beslenmenizde mutlaka bulunsun. Doymamış yağ asitlerinden Omega 3 tam bir yağ yakıcıdır. Ceviz, balık, avokado, keten tohumu, semizotu gibi besinler kilo kaybına destek olur ve formda kalmanızı sağlar.

Yazının Devamını Oku

Tınaztepe’ye tersine beyin göçü ve yeni inme merkezi

24 Mayıs 2021
PROF. Dr. Çağın Şentürk, girişimsel nöroradyoloji konusunda üst uzmanlık eğitimini Belçika ve İspanya’da tamamladı.Madrid’de, İspanya ve Avrupa’nın beyin anevrizmaları (baloncuk) ve beyin ve omurilik damar yumaklarının tedavisi konusunda en önemli referans merkezlerinden birinde uzman doktor olarak çalıştı.


ABD’de, Kaliforniya Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak davet edilen ve aynı üniversitede girişimsel nöroradyoloji bölümü direktörlüğü yapan, burada doçentlik unvanını alan Şentürk, 2014-2016 arasında Özel Tınaztepe Hastanesi’nde girişimsel radyoloji bölümünü kurdu.
Böylece Özel Tınaztepe Hastanesi, İzmir ve Ege Bölgesi’nde beyin damar hastalıklarının girişimsel yöntemlerle tedavisinde referans merkezi haline geldi.
Daha sonra Kaliforniya Üniversitesi’ne dönen Prof. Dr. Çağın Şentürk, bu üniversite hastanesi ve Orange County’de farklı hastanelerdeki inme merkezlerinde girişimsel nöroradyoloji alanında çalıştı.

YENİDEN İZMİR’E DÖNDÜ
Prof. Dr. Şentürk, yaklaşık 6 ay önce ülkemizde az rastlanan tersine beyin göçünün bir örneği olarak ABD’den İzmir’e dönerek, Tınaztepe Üniversitesi ve Galen Hastanesi’nde girişimsel ve nöroendovasküler radyoloji bölüm başkanı olarak çalışmaya başladı.
Aynı zamanda İzmir Tınaztepe Üniversitesi’nin Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Bölüm Başkanlığı görevlerini de yürütüyor.

Yazının Devamını Oku

Kalbiniz sizin için çalışıyor siz de biraz onun için çalışın

17 Mayıs 2021
EĞER kalbiniz yorulup bıkmadan, durup dinlenmeden hep aynı güçle kan pompalayabilirse hücrelerinize ihtiyacı kadar oksijen ve besin maddesi ulaşır. Günün 24 saati, haftanın 7 günü bıkmadan size sonsuz bir sadakatle hizmet eden bu küçücük ve duygusal organın kendisinin de oksijene ve enerji kaynağı besinlere ihtiyaç duyduğunu sakın unutmayın! Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniği Kalp Damar Cerrahı Prof. Dr. Tahir Yağdı, kısa ve öz bir şekilde kalbimizi anlattı.

DURMADAN, YORULMADAN

Bir makine düşünün. “Başla” düğmesine bastığınız andan itibaren hiç durmadan ve yorulmadan çalışsın. Üstelik her makinenin ihtiyaç duyduğu periyodik bakımları da yaptırmamış olun. Üstelik o işini yaparken, siz ona engel olacak her türlü kötülüğü yapın. Şimdiden yanıtınızı biliyor gibiyim ama yine de soracağım: Böyle bir makine üretilmiş olabilir mi? Var ise nerede ve fiyatı nedir?
Evet, “Olmaz öyle şey” diyeceksiniz ama göğsümüzün sol tarafına yerleşmiş olan, vücudumuza göre küçücük olan kalbimiz tam da bu tarife uyan bir makine aslında. Dakikada yaklaşık 60-100 arası bir ritimle dünyaya gözümüzü açtığımız anda çalışmaya başlıyor ve gözümüzü ne zaman kapayacağımıza da o karar veriyor. Bütün organlarımız ihtiyacı olan oksijen ve besinlere onun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi sayesinde sahip oluyorlar. Bu enerji bize koşma, görme, konuşma, büyüme, nefes alma ve yüzlerce diğer bedensel işlevleri yerine getirebilme yetisi veriyor. Kısaca, yaşam enerjimizin kaynağı.

PEKİ, BİZE DÜŞEN NE?
Peki, bu kadar hizmetine karşın biz ona nasıl davranıyoruz? Öneminin farkında mıyız? Bize daha iyi bir yaşam sunması için bizim yapmamız gerekenler nedir? İsterseniz kısaca kalp sağlığımız için yapmamız gerekenleri gözden geçirelim.
Stres: Stresi özellikle ilk sıraya koydum. Yaşamdan alacağımız keyfi bozan faktörlerin başında gelir. Sakin, kendiyle ve çevresiyle barışık bir insan aslında kalbiyle de barışıktır. Ancak; yoğun iş temposu, ailevi ve sosyal sorunlar, ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygısı gibi pek çok faktör birey üzerindeki stres yükünü artırarak bu barış ortamını bozar. Aşırı stres sadece kalp sağlığını değil, fiziksel ve ruhsal sağlığı da olumsuz etkiler. Kalp sağlığımızı korumak için bizi olumsuz etkileyen stres faktörlerini hayatımızdan çıkarmaya, en azından etkilerini azaltmaya çalışmalıyız.
Hareketsiz yaşam: Düzenli ve bilinçli kalp hastalığının gelişmesine karşı elimizdeki en önemli silahlardandır. Düzenli egzersizle hipertansiyon, diyabet ve hiperkolesterolemi gibi metabolik rahatsızlıkların kontrol altına alınması daha kolay olur. Bunun yanında sağlıklı ve fit bir görünüm bireyin moral motivasyonunun artmasını da sağlar. Hareketli bir yaşam için sporcu ya da genç olmak gerekmez. Bunu bir hayat tarzı olarak benimsemek gerekir. Haftada 4-5 kez yapılacak yarım saatlik egzersiz kalp hastalıklarına yakalanma olasılığını azaltmada çok etkilidir.

Yazının Devamını Oku

Alzheimer önlenebilir mi?

10 Mayıs 2021
SADECE beslenmenizde yapacağınız değişimlerle alzheimer hastalığını önleyemezsiniz ama doğru beslenip akılcı hayat tarzı değişimleri yapar ve onları keyifli alışkanlıklar haline getirebilirsiniz muhtemel veya mevcut bir alzheimerın gelişimini geciktirmeniz mümkün olabilir

 Yaşam biçiminde yapacağımız değişikliklerin bizi depresyon, alzheimer, parkinson gibi pek çok hastalıktan koruduğunu ve başa çıkabilirliğimizi artırdığını ifade eden nöroloji uzmanı Dr. Aysel Gürsoy, aynı zamanda bakım verenin yükünü de hafiflettiğini söyledi. Beyin hücrelerinin zamanla ölümüne bağlı olarak hafıza kaybı, bunama (demans) ve genel anlamda bilişsel fonksiyonların azalması şeklinde gelişen tıbbi durumun alzheimer hastalığı olarak adlandırıldığını kaydeden Dr. Gürsoy, şöyle dedi:
ZAMAN İÇİNDE İLERLİYOR
“Nörolojik bir hastalık olan alzheimer aynı zamanda en yaygın görülen demans türü. Hastalığın bulunduğu kişilerde beyinde beta amiloid plaklarının görülmesi söz konusu. Başlangıç evresinde yalnızca basit unutkanlıklarla kendini belli eden hastalık zaman geçtikçe hastanın yakın geçmişte yaşadığı olayları unutmasına ve aile fertleriyle yakın çevresini tanıyamamasına kadar ilerleyebilir. Hastalığın daha ileri evrelerinde ise hastalar temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanarak bakıma muhtaç duruma gelir.”
BUNLARA DİKKAT EDELİM
Bilimsel çalışmaların sağlıklı yaş almak için egzersizin (yürüme-yüzme), müzik (söylemek-dinlemek) faaliyetlerinin, sağlıklı ve yeterli beslenmenin, sosyal ilişkilerin ve yeni bilgiler öğrenmenin çok önemli olduğunu gösterdiğini vurgulayan Dr. Aysel Gürsoy, dans etmenin (özellikle tai-chi), saat 16.00’ya kadar 4 kahve içmenin, bitter çikolata yemenin de beynin faaliyetleri üzerinde olumlu etkileri bulunduğunu gösterdiğini dile getirdi. Dr. Gürsoy, “Yeni yer görmek, yeni insanlarla sohbet etmek, parmaklarımızı sıkça kullanmak, soysal problemlerin çözümüne katılmak beynimizde yeni kök hücre üretimini ve beyin hücreleri arasındaki bağlantıları artırıyor” diye konuştu.


YENİ BİR ‘HUZUR’ GELİYOR

Yazının Devamını Oku

Sağlık ve mutluluk için 3 başlık

26 Nisan 2021
VİRÜS saldırısına muazzam bir mutsuzluk dalgasının eklendiği kesin. Hepimiz istisnasız mutsuzluk hastasıyız. Peki, bu mutsuzluk hastalığının bir ilacı var mı? Nasıl mutlu olabiliriz? Bu soruların cevabı, özellikle yaşadığımız günlerde çok ama çok önemli. Oysa insan mutlu olmalı, yaşamdan keyif almalı, aldığı her nefesin değerini bilmeli. Mutluluğa giden yolların neler olduğunu merak ediyorsanız, Dr. Murat Altınörs, anlattı:


Modern toplumumuzun en büyük sorunlarından olan fast-food tüketimi ve henüz genç yaşta başlayan internet, sosyal medya bağımlılığı hayatımızı nasıl etkiler? Mutlu olmak için sağlıklı olmaya ihtiyacımız var mı, yoksa sağlık bize beraberinde mutluluğu getirir mi? Aslında bunun cevabı oldukça basit. Mutluluk kişiye göre değişken bir kavram olduğuna göre fast-food yiyecek tüketmekten ciddi miktarda alkol ve sigara içmekten mutlu olan kişilerin sayısı toplumumuzda oldukça fazla. Hepimiz biliyoruz ki, bu gibi yapay ve zararlı şeylerin oluşturduğu mutluluk kısa süreli olmakla birlikte vücudumuzda geri dönüşü oldukça zor olan hasarlara yol açıyor. Biz de bu yazımızda alt başlıklar halinde nasıl daha sağlıklı bir birey olacağımızı ve bu sağlığın bize getireceği mutluluktan bahsedeceğiz.

1. DENGELİ BESLENME
Vücudumuz gece uykumuz boyunca harcadığımız enerjiyi geri kazanabilmek için düzenli beslenmeye ihtiyaç duyar. Özellikle uykunun ardından gelen kahvaltı kişi için en önemli öğündür. Kahvaltı sırasında aldığımız besinler vücudumuzun gece boyunca kaybolan dengesini toparlayarak güze zinde başlamamızı sağlar. Bu gibi düzenli beslenme alışkanlıklarına sahip kişiler sabah işlerine giderken bile oldukça mutlu olduklarını söylerken, bu alışkanlığa sahip olmayıp sabah yalnızca kahve içenler hayatlarının düzensiz olduğunu kabullenip gittikleri işten mutlu olmazlar.

2. DÜZENLİ UYUMAK
Düzenli uyku kişi için hayatın en vazgeçilmez ihtiyaçlarından biriir. Uyku sırasında vücudumuz fizyolojik olarak rahatlama ve arınma sürecine girer. Gün boyunca yaşanan sinir ve stres gibi vücudu yoran duyguların arınma sürecinin başladığı en önemli andır uyku. Bir uyku düzenine sahip olmayan ve günde gerektiğinden çok daha az uyuyan kişiler, vücut dirençlerini ve en önemlisi hayata karşı olan güçlerini kaybetme eğilimine başlarlar. Dengeli beslenme başlığı altında da söylediğimiz gibi güne zinde başlamak ve hayattan keyif almak adına atılacak ilk adımlardan biri de sağlıklı bir uyku düzeni olmak zorundadır.

3. VE SPOR YAPMAK

Yazının Devamını Oku

D vitamini, çocuk ve güneş

19 Nisan 2021
GÜNEŞ ışığından mahrum kaldığımız bu dönemde D vitamini düzeyinin düşük olması hastalıklara yakalanma riskini artırıyor. Yeteri kadar D vitaminine sahip değilsek virüsler ve diğer mikroplar bize daha kolay bulaşabiliyor. Pandemi döneminde virüsten korunmak için vücut direncimizi artırmak ve bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için daha çok D vitamini alınabileceğini söyleyen çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Yılmaz Bay, bugünlerde balkonların en güzel güneşlenme alanı olduğunu belirtti.


Güneşlenme konusunda önemli bilgiler aktaran Dr. Bay, güneşten yeterli D vitamini almak için, dik geldiği, gölgenizin boyunuzdan küçük olduğu saatlerde kol ve bacaklar açık, güneş kremi kullanmadan 15-30 dakika güneş altında kalınması gerektiğini kaydetti. Çocukların ekim-nisan arasındaki kış döneminde güneşin göründüğü saatlerde dışarı çıkarılması gerektiğini ifade eden Dr. Yılmaz Bay, yazın ise tıpkı büyüklerde olduğu gibi öğle saatlerinde koruyucu krem kullanmadan güneşlenmelerini önerdi. Güneşte kalma süresinin 2-3 dakikadan başlayarak ve her gün 2-3 dakika artırılarak 10-15 günün sonunda 10-30 dakikaya çıkarılmasının doğru olacağını paylaşan Dr. Bay, 3 yaşın altındaki çocukların ise hiçbir zaman çıplak olarak güneşin altında bırakılmaması uyarısında bulundu. Kolları ve bacakları açıkta bırakan giysiyle güneşlenmenin yeterli olacağını dile getiren Dr. Yılmaz Bay, “Çocukların derileri çok hassas olduğu için gölgede de olsa sudan ve kumdan yansıyan güneş ışınları derilerini yakabilir. Uzun süreli deniz kenarında olacaklarsa şemsiye altında değil, mutlaka güneşten ve yansıyan güneş ışınlarından uzak bir ortamda olmalılar” dedi.

RAŞİTİZM TEHLİKESİ
Türkiye’nin bir güneş ülkesi olmasına rağmen D vitamini eksikliğinden kaynaklanan ‘raşitizm’in çocuklarımız için sağlık sorunu olarak güncelliğini koruduğunu hatırlatan Dr. Bay, anne sütü dahil ağızdan alınan hiçbir besinin D vitamini eksikliğini gideremediğini, mutlaka deri yoluyla güneşten alınması gerektiğini vurguladı. Çocukların yeterli D vitamini depolarıyla doğması için anne adaylarının çocukluğundan itibaren güneşten yeterince yararlanması, özellikle hamilelik döneminde açık havada, güneşli ortamda fazla giyinik olmadan dışarıda dolaşması, sık sık ve uzun yürüyüşler, açık hava gezintileri yapmasını öneren Dr. Yılmaz Bay, şöyle devam etti:

BUNLARA DA DİKKAT!
“Çocuğunuzda sıcak hava nedeniyle terleme ile aşırı sıvı kaybı olabilir. Bu dönemde çocuklara bol su ve sulu gıdalar, özellikle süt, yoğurt, ayran ve taze sıkılmış meyve suları verilmeli. Aşırı yağlı, tuzlu ve baharatlı yiyeceklerden kaçınılmalı. Hazır gıdalar, konserve gıdalar ve kızartmalardan mümkün olduğunca uzak durulmalı. Çocuğunuzun derisi ince ve hassas olduğundan çabuk kurur. O nedenle güneşten önce ve sonra deriyi beslemek için nemlendirici kremler sürülmeli. Güneş yanığında ciltte kızarıklık, ağrı, hatta yanığın derecesine göre su toplaması olabilir. Birkaç gün içinde soyulma da görülebilir. Güneş yanıklarında kızarmış bölgeye bol su dökülmeli. Çocuğun vücuduna oda sıcaklığında ıslak bir bez uygulanmalı. Serinletici bir losyon ya da deriyi besleyici, nemlendirici merhem sürülmeli. Ayrıca, güneşte aşırı kalınması durumunda beyinde vücut ısısını ayarlayan mekanizmalar bozulur. 37–37.8 derece arasında olması gereken vücut ısısı 39-40, hatta 41 dereceye kadar çıkabilir. Üşüme, titreme, vücutta su kaybına bağlı olarak halsizlik, bitkinlik, iştahsızlık, baş ağrısı, baş dönmesi, kusma, bulantı, nabızda hızlanma, ciltte kuruma, bazen de algılama, görme bozukluğu olabilir. Bazen de bu tablo bilinç kaybına kadar gidebilir. Güneş çarpmasında çocuklar serin ve hava akımı olan bir yerde tutulmalı. Bol su ve sulu gıdalar verilmeli. Ateş varsa basit bir ateş düşürücü kullanılmalı. Ilık bir duş aldırılmalı. Kusma, ateş ısrarla devam ediyorsa ve bilinç değişikliği varsa acil olarak doktora başvurulmalı.”

Yazının Devamını Oku