“Covid-19 salgını nedeniyle önümüzdeki yıllarda verem hasta sayısı artabilir. Ülkemizde 1947 yılından beri tüberküloz (verem) hastalığı ile ilgili toplumun bilgilendirilmesi ve konuya dikkatinin çekilmesi amacıyla her yıl ocak ayının ilk pazar günü ile başlayan hafta ‘Verem Eğitimi ve Farkındalık Haftası’ olarak belirlenmiştir.
Tüberküloz, hasta kişinin nefesi, öksürmesi, hapşırması ile ortama yayılan tüberküloz basillerinin diğer insanlar tarafından solunum yolu ile alınmasıyla bulaşır. Başta akciğerler olmak üzere tüm organları tutabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Bulaşıcı hastalıklar içerisinde Kovid-19’dan sonra en çok hastalık yapan ve ölüme yol açan ikinci hastalıktır.
2-3 haftadan uzun süren öksürük, balgamda kan gelmesi, gece terlemesi, kilo kaybı olan veya tüberküloz hastası ile aynı ortamı paylaşan kişiler, verem savaşı dispanseri veya göğüs hastalıkları uzmanına başvurmalıdır. Bu şikayetler ve akciğer filmi ile tüberküloz hastalığından şüphelenilir. Balgam incelemesi yapılarak hastalığın tanısı konulur. Tedavi başlanan hastaların bulaştırıcılığı hızla azalmaktadır. Bu nedenle erken tanı konulması ve tedavinin başarıyla tamamlanması, hastanın iyileşmesini sağladığı gibi toplumda bulaşmayı da önler. Tüberkülozdan korunmanın en etkili yolu da erken tanı ve başarılı tedavidir.
ÖLÜM SAYISI 1.5 MİLYON
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2021 yılındaki raporuna göre 2020’de dünyada tahmin edilen 10 milyon tüberküloz hastası vardır ve tüberküloza bağlı ölüm sayısı 1.5 milyondur. Fakat kayıtlı tüberküloz hasta sayısı 2019’da 7.1 milyon iken 2020’de 5.8 milyona düşmüştür. Bu azalmanın en önemli nedeni ise Kovid-19 pandemisi nedeniyle kişilerin sağlık kuruluşlarına ulaşamamaları ve tanı konulamamasıdır.
Ülkemizde de sağlık çalışanlarının özverisiyle başarı ile yürütülen tüberküloz kontrol programında yıllık hasta sayısında ve olgu hızında (yüzbinde nufusta görülen hasta sayısı) son beş yılda hasta sayısında yıllık yüzde 3-4, olgu hızında yıllık yüzde 4-6 arasında azalma görülürken, pandeminin olduğu 2020 yılında bir önceki yıla göre kayıtlı hasta sayısındaki azalma yüzde 21, olgu hızında azalma ise yüzde 26 olmuştur.
BAŞVURULAR AZALDI
Obezite günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde en önemli sağlık sorunu olarak görülmekte olup, metabolik bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Bunun yanı sıra obezite günümüzde tüm dünyada en önemli halk sağlığı sorunlarından biri kabul edilmektedir. DSÖ’nün verilerine göre obezite tanısı alan bireylerin sayısı tüm dünyada 400 milyon civarındadır. Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi’nce yapılan araştırmaya göre Türkiye’de obezite sıklığı kadınlarda yüzde 41.0, erkeklerde yüzde 20.5, toplamda ise yüzde 30.3 olarak bulunmuştur.
Obezite tanısında yaygın olarak Beden Kitle İndeksi (BKİ) kullanılmaktadır. BKİ, kilogram olarak vücut ağırlığının metre cinsinden boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle hesaplanır. BKİ 18.5’in altındaysa zayıf, 18.5-24.9 arasında ise normal, 25-29.9 arasında fazla kilolu, 30’un üzerinde obezite olarak sınıflandırılmaktadır. Obezite tedavi edilmediğinde birey ve toplum sağlığı açısından ciddi yıkıcı sonuçlara neden olabilir. Günümüzde beslenme tedavisi alanında kullanılan kişiye özel diyet seçeneklerini o kişinin sağlık durumu, metabolizması, diğer kronik hastalıkları göz önünde bulundurarak hazırlanmalıdır.
Akdeniz diyeti: Kanser, kalp-damar, metabolik sendrom, şişmanlık ve şeker hastalığı riskinin azaltılması Akdeniz diyetinin başlıca sağlık etkileri arasında gösterilebilir.
Düşük karbonhidratlı, yüksek yağlı diyetler: Atkins, Dukan ve son zamanlarda Ketojenik diyet gibi pek çok versiyonu bulunuyor. Bu diyetlerin ortak yanı aynı tüketim modellerine sahip olmaları, çok düşük karbonhidrat alımı, yüksek yağ ve orta düzeyde protein alımı. Yapılan araştırmalar LCHF diyetinin epilepsili insanlar için etkili bir tedavi yöntemi olabileceğini ve tip 2 diyabetin yönetimine kısmi olarak yardımcı olabileceğini gösteriyor.
DASH diyeti: Yüksek tansiyonu durdurmak için diyet yaklaşımları anlamına gelmektedir. Güncel bir araştırma, düşük sodyumlu DASH diyetinin standart DASH diyetine nazaran kan basıncının düzenlenmesinde daha etkili olabileceğini gösteriyor.
Detoks diyetleri: Şeker veya kafein gibi belirli besin bileşenlerinin tüketimini sınırlarken, ağırlıklı olarak sebze-meyve (genellikle organik) tüketimine odaklanır. Toksinler insan organizmasından karaciğer ve böbrekler yoluyla uzaklaştırılır. Bu organlar bu toksinleri diyetten bağımsız normal fizyolojik işlevlerinin bir parçası olarak metabolize eder ve vücuttan uzaklaştırır.
Bu güzel ve olumlu bir gelişme. Ne var ki yaşlanmanın da kendine has bazı sorunları var. “Yaşlılık hastalıkları” diyoruz biz bu sorunlara. Yaşlandıkça her organda olduğu gibi damarlarda da bazı değişmeler oluyor. Damar yaşlanmasının yarattığı sağlık sorunların başında ise kalp hastalıkları geliyor. Kardiyoloji uzmanı Doç. Dr. Özlem Arıcan Özlük, ‘takvim yaşınızın dışında aslında vücudunuz kaç yaşında’ sorusu konusunda ayrıntılı verdi: “Bu soruya verilen cevap aslında nettir değil mi? Mevcut bulunduğumuz yıldan doğum yılınızı çıkararak kolayca hesaplanır. 2022’ye girdiğimiz bugünlerde aslında hesaplanan yaşımız bir yıl daha artacak. Peki yine bir soru ile devam edelim: Gerçekten söylediğiniz yaş sizin gerçek yaşınız mı? Kafanızın karıştığını biliyorum. İşte ben de bir kardiyolog olarak bunu istiyorum. Bu son dönem pek çok meslektaşım da bunu anlatmaya çalışıyor. Sizin asıl yaşınız takvimden hesapladığınız değil, damarlarınızın-vücudunuzun yaşı, yani biyolojik yaşınız gerçek yaşınızdır.
Bu noktada, yaşlanmayı önlemek ve sağlıklı uzun yaşamak için bazı şeyler sizin elinizde. Yani bir nevi kaderinizin yönünü belirlemek elinizde. Bu, kimileri için güzel bir haber, suçu hep başkalarında arayanlar içinse kötü bir haber. Yıllar ve hatta on yıllar birbirini hızla kovalarken, yaş almanın her türlü getirdiği riskler beraberinde artarak gelmektedir. En önemli risk artışı da kalp ve damar hastalıklarında, yani kalp krizi-inme hastalıklarında olmaktadır. Artan takvim yaşı ile beraber damarlarımız kireçlenmekte ve sertleşmektedir. Ancak bu noktada sağlıklı yaşayan bir bedenin ve hatta böyle ömür geçirmiş bir bedenin istinasız size bir teşekkürü de olmaktadır. Gençliğinde ve orta yaşlılığında hareketli olan, kilosu normal sınırlarda, sigara ve madde kullanımı olmayan ve temiz beslenen bireylerin damarsal yaşlanması daha yavaş olmakta, damarları yaşıtlarına göre daha genç kalmaktadır.
Bunun getirisi olarak daha az kalp krizi, daha az inme, daha az demans gelişmektedir. Buna rağmen, kalp krizi geçirilirse kişinin iyileşmesi daha iyi olmaktadır. Bu da bedenin size verdiği bir minnettir. Bu yazıyı okuyan ve sağlıklı yaşam tarzının olmadığını bilmesine rağmen kendisine itiraf etmek istemeyen okuyucularımızın şunu diyeceğini çok iyi biliyorum: Doktor hanım öyle yazmış ama bizim komşumuz hep çok dikkat ederdi, kalp krizi geçirdi, vefat etti. Demek ki doktor hanım doğru söylemiyor. O zaman bu cümlelerim bunları içinden geçirenlere gelsin... Düzgün yaşam tarzının damar sağlığını olumlu etkilediğini gösteren bir kişilik değil, yüzbinlerce kişilik epidemiyolojik değerlendirme ve gözlemsel veriler bulunmaktadır.
Bu nedenle kendinizi komşunuzun kötü kaderiyle avutup bu kısıtlı ve şaibeli bilgiye güvenip sağlıksız yaşam biçiminize devam etmeyiniz. Bu düşünce şekliniz bile mevcut kötü alışkanlıklar zincirinin sizin sağlıklı değerlendirmenizin önüne geçtiğini göstermektedir. O zaman kendimize kötü yaşamasına rağmen uzun yaşadığını duyduğunuz nadir durumları referans alacağımıza, aklın, sağduyunun ve akademisyen olarak size durumu anlatan konunun uzmanı kardiyoloji doktorunuzun sözüne kulak vererek, bu yeni yılda hayatımızla ilgili bazı kararları ötelemeden, hızlı bir şekilde, dürüstçe hayata geçirmenizi tavsiye ederim.
BUNLARI
MUTLAKAYAPIN
1- Haftada 5 gün en az 30 dakika yürüyüş.
Omicron varyantı öylesine hızlı bulaşıyor ki, vaka sayılarının 1.5-3 günde ikiye katlanmasına neden oluyor. Bundan önce dünyayı kasıp kavuran, ciddi ve ağır bir hastalık tablosuna neden olan bir diğer Kovid-19 varyantı olan Delta’ya göre Omicron, yüzde 70 daha bulaşıcı. Ancak Delta’ya göre hastaneye yatarak tedavi gereksinimi, Omicron’da yüzde 70-80 daha az. Bu durumu Omicron varyantında ortaya çıkan mutasyonlarla açıklamak mümkün. 50’den fazla mutasyonun 30’u virüsün S proteini üzerinde gelişmiş durumda. Bu mutasyonlar virüsün hastalığı geçirerek ya da aşılar ile oluşan antikorların etkisinden ciddi ölçüde kaçınmasına olanak sağlar nitelikte. Diğer mutasyonlar ise virüsün N proteini ve Nsp6 genlerinde gelişmiş olup bunlar ise virüsün çoğalmasını artırıcı rol oynamaktadır. Tüm bu mutasyonlar Omicron’un Delta’ya göre çok daha kolay ve yüksek oranda bulaşmasına olanak sağlıyor. Delta varyantı üst solunum yollarından vücuda girdikten sonra çoğunlukla alt solunum yollarında (bronş ve alveoller) çoğalırken, Omicron varyantında ise virüs yine üst solunum yollarından vücuda girdikten sonra çoğunlukla üst solunum yollarında (burun) çoğalıyor.
AŞILILARI NASIL ETKİLİYOR?
Çalışmalar çoğunlukla mRNA, özellikle de Pfizer/Biontech aşısı ile ilişkili. Bu nedenle şu an dünya genelinde veriler bu aşı sonuçları üzerinden olup iki doz mRNA aşısı ile aşılanmış ve ikinci doz aşıdan sonra aradan 6 ay süre geçmiş bir kişide semptomatik enfeksiyon hastalığının gelişimi yüzde 40 önlenebiliyor. Ağır hastalık gelişimi ise yüzde 80 önlenebiliyor. İki doz mRNA aşısı ile aşılanmış bir kişiye bir hatırlatma dozu mRNA aşısı yapıldığında o kişide semptomatik enfeksiyon hastalığının gelişimi yüzde 86, ağır hastalık gelişimi ise yüzde 98 önlenebiliyor.
AŞISIZLAR NE DURUMDA?
Bu durumdaki kişiler Omicron ile karşılaştıklarında yedi gün izolasyon uygulanmalı ve bu sürenin sonunda PCR testi yapılmalı. Test sonucu negatifse izolasyon sonlandırılmalı. Pozitif ise izolasyona devam edilmeli ve tıbbi tedavi gerekliliği açısından değerlendirilmeli.
Her yeni yıl yeni bir başlangıç, yeni bir heves.
Yazımıza, “2022’de hepimize, herkese daha çok huzur ve sağlık” dileği ile başlayalım.
Akupunktur ve medikal estetik uzmanı Dr. Tayfur Yağcı, “Yeni yılda yeni bir ben”i anlattı...
Yaşantımızda yeni başlangıçlar, yeni hedefler için kendimize seçtiğimiz belirli tarihler, günler mevsimler, olaylar vardır.
Yeni yıl gelsin daha fit bir vücut için spora başlayacağım, yediklerime içtiklerime dikkat edeceğim, doğum günüm gelsin sigarayı bırakacağım, kış geçşin baharla birlikte selülitlerime çözüm yolu bulacağım, çünkü yazın özgürce güzel kıyafetler giymek istiyorum vs.
Zamanımız güzel, şık, fit ve bakımlı olmanın önem kazandığı bir dönem.
Ve tıptaki yenilikler, moda dünyasının bize sundukları, kozmetik ürünlerinin çekiciliği, çeşitliliği ve tüm bunlara sahip olmak için de sağlıklı bir vücut.
Erken teşhisle hastalığın ilerlemesinin önlenmesi ve tedavisi için daha fazla zamana sahip olunuyor olmasıdır. Vatandaşların Kovid-19 korkusu nedeniyle rutin kontrollerini aksattığını belirten Bayraklı Kent Tıp Merkezi Kadın Doğum Uzmanı Opr. Dr. Ayşalı Yılmaz, “Hastalıkların tedavisinde ilk adım teşhistir. Teşhisin ne zaman konulduğu ise hastalığın seyri ve tedavisi için büyük önem taşır” dedi. Dr. Ayşalı, pandemi döneminde sağlığımızı korumak için neler yapmamız gerektiğini ise şöyle anlattı.
Mamografi, kolonoskopi, smear, tansiyon, kolesterol ölçümü gibi rutin kontroller, hastalıklar kötüye gitmeden yapılması gereken testlerdir. Ancak pandemi ile bu testleri yaptırmak için hastanelere gitmede çekinenlerin sayısı maalesef artmıştır. Genelde bu testleri yaptırarak doktorunuzun erkenden oluşabilecek kötü durumlara önlem almasını sağlamış olursunuz. Hastanelerin sizin sağlığınızı korumak için önlemler aldığını unutmamalısınız. Aşınızı mutlaka yaptırmalısınız.
BUNLARI MUTLAKA YAPTIRIN
Smear Testi–(HPV testi ile birlikte yaptırılabilir): Bu testler rahim ağzı kanserini ve bu kansere yol açan virüsleri tarar. Eğer yakınlarda yaptırdığınız smear testiniz normalse 3 yılda bir, HPV taramanız normalse 5 yılda bir bu testleri tekrarlamanız yeterlidir. Ancak testlerinizde anormallik varsa doktorunuz tarafından daha yakından takip edilmeniz gerekebilir.
Mamografi: Meme kanserinin erken tanısında en önemli tarama testi mamografidir. Doktorunuz sizi yıllık ya da daha geç olarak takibe çağırabilir.
Kemik Mineral Dansitometresi: Yaşlanma ile birlikte kemikteki kayıplar kırıklara yol açabilir. Bunun erken tanısı ve tedavisi sizi hayatı tehdit eden kırıklardan korur.
Kolonoskopi: Kadın ve erkeklerin 45-50 yaştan itibaren kolonoskopi yaptırması önerilmektedir.
ANNE KARNINDA BAŞLIYOR
Astım, dünyada 300 milyon insanın hastalığı. 2025’te mevcut astımlılara 100 milyon yeni astımlı ilave olacağı tahmin ediliyor. Her 250 ölümden biri astım kaynaklı. Maalesef son yıllarda saman nezlesi, egzema gibi diğer alerjik hastalıklardaki artışa paralel olarak astım görülme sıklığı da artıyor. Annenin gebelik döneminde sigara içmesi, bebeğin akciğer gelişimini olumsuz etkiliyor. Anneleri sigara içen yenidoğanlarda hayatlarının ilk yılında hışırtılı solunum görülme olasılığı, annesi sigara içmeyen yenidoğanlara göre 4 kat yüksek. O halde sağlıklı nesillere sahip olabilmek için öncelikle hamilelikte sigara içimiyle mücadeleye başlamak gerekiyor. Anne adayları sigara içiyorsa, bebekleri ileride astıma yakalanabilir. Gebelikte sigara içen kadınlarda ayrıca düşük doğum ağırlığı da görülebiliyor. Peki, düşük doğum ağırlığı olanlarda astım-KOAH gibi en önemli havayolu hastalıkları açısından nasıl bir risk var? Bu bebeklerin daha yaşamlarına 1-0 mağlup başladığı düşünülebilir. Çünkü düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerin akciğer fonksiyonları da düşük olacağından, bu bebekler daha sonraki yıllarda havayolu hastalıkları için en ideal adaylar olabiliyor. Astım hastalığının en önemli risk faktörleri çocuklukta ve erişkin yaşamda maruz kalınan allerjenler. Ev tozunda ‘akar’ adı verilen gözle görülmeyen eklem bacaklı canlılar bulunuyor ve en sık karşılaşılan alerjenlerden biri. Evde kedi ya da köpek beslenmesi kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Çocukların psikolojik gelişimi için de yararlı olmasına rağmen alerjik bünyelerde astıma neden olabilmekte ya da tetikleyebilmektedir. Özellikle kedi alerjisi ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. Ne yazık ki bu sevimli dostlarımız alerjik bünyelerde hastalığı tetikleyici ya da ağırlaştırıcı bir faktör de olabiliyor. Çocuğunuz alerjikse, gece sarılıp uyuduğu tüylü oyuncaklar da suçlu olabilir. Ayrıca rutubet, küf ve hamamböceğinin yoğun olduğu evlerde astım gelişim riski yüksek. Doğumdan itibaren astım riski yüksek olan çocuklarda, ev içi alınacak önlemlerin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim. Erken dönemde çevresel risk faktörleri ne kadar azaltılırsa, hastalık da o kadar az görülüyor. Ev içi ortamla ilgili bir başka konu da ‘hijyen hipotezi’dir. Fazla temiz ve hijyenik ortamlarda geçirilen çocukluk dönemi, deyim yerindeyse ‘steril’ yetiştirilen çocuklarda astımın daha sık görüldüğünü biliyoruz. Bırakın çocuğunuz yerlerde emeklesin, bağışıklığı artsın. Onu cam bir fanusta tertemiz yetiştirmeniz, aslında doğru bir yaklaşım değil. Astımın, sosyoekonomik düzeyi iyi olan kuzey ülkelerinde daha sık görülmesi, hijyen durumu daha düşük ülkelerde daha az görülmesi de bu teoriyle açıklanabiliyor.
ÇAĞIMIZIN SORUNU OBEZİTE
Obezite, artık astımın da önemli bir nedeni. Obezite tek başına astım riski ve prognozunda etkili bir faktör. Astım, vücut kitle indeksi >30 kg/m2 olanlarda daha sıklıkla gözleniyor ve daha güç kontrol ediliyor. Obez astımlılar, normal kilolu astımlılarla karşılaştırıldıklarında daha düşük solunum fonksiyonlarına ve daha fazla ek hastalıklara sahip. Obez astımlı çocuklar normal kilolu çocuklarla karşılaştırıldıklarında daha yoğun astım şikayetleri olduğu iyi biliniyor. Obezitenin genetik, hormonal ve akciğer mekaniği üzerinden solunum fonksiyonlarını olumsuz etkilediği düşünülüyor. Çocukluktan itibaren kilo kontrolü sadece kalp-damar sağlığı için değil, astım ve uyku-apne sendromu gelişimi için de çok önemli. Çocuklarda fiziksel aktiviteyi artırmak, spor yapmalarını sağlamak hayat kurtarıcı bir yaklaşım. Obeziteyle de ilgili olarak, bebeklikten itibaren beslenme şekli, yaşam şeklimizi belirler diyebiliriz. Uzun lafın kısası: Ne yersek oyuz...
KOAH, İLERLEYİCİ BİR HASTALIK
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), zararlı toz, gaz ve parçaçıklara karşı havayolları ve akciğerlerin müzmin mikrobik olmayan iltihap ile ilişkili ve ilerleyici, havayollarında daralma ile seyirli bir hastalık. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda yaklaşık 3 milyon ölüme neden oluyor. Günümüzde, tüm dünyada üçüncü ölüm nedeni. Önümüzdeki yıllarda daha üst sıralarda yer alması bekleniyor. Ülkemizde 40 yaş üstü yetişkinlerde KOAH görülme sıklığı yüzde 19.1. Bu oran erkeklerde yüzde 28.5, kadınlarda yüzde 10.3. Sigara içen bireylerin yüzde 50’sinden azında KOAH gelişiyor. Bu durum da sigara dışında da bazı faktörlerin hastalık gelişimini etkilediğini düşündürtüyor. KOAH gelişiminde, anne karnından itibaren etkili olan birçok çevresel faktör bulunuyor. Bunların önlenmesi, erişkin dönemde hastalık gelişimini azaltabiliyor. Çocukluk döneminde alınacak önlemler arasında annenin sigara içimi ve dolayısıyla erken ve düşük doğum ağırlığının önlenmesi, çocuklarda viral enfeksiyonların azaltılabilmesi, enfeksiyonların önlenmesi için grip ve zatüre aşılarının özellikle riskli gruplarda yapılması, çocukluk çağı astımının önlenmesine yönelik stratejilerin geliştirilmesi, genç erişkin dönemden itibaren sigara ve tütün ürünlerinin kullanılmaması önem taşıyor.
FOTO (alev)
Ablasyon işleminde amaç, ritim bozukluğuna neden olan kalpteki sorunlu bölgenin tamamen ortadan kaldırılmasıdır.
Girişimsel bir tedavi yöntemi olan ablasyon nedir, hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır, Ablasyon tedavisi nasıl yapılır?
Bu soruların cevaplarını İsveç Stokholm Karolinska Üniversite Hastanesi Kardiyoloji Kliniği Aritmi Bölümü’nden Doç. Dr. Serkan Saygı anlattı.
BAŞARI ŞANSI YÜKSEK
Çarpıntı hastaneye başvuran hastaların en sık ifade ettikleri şikayetlerden biri...
Halk arasında ‘yakma tedavisi’ olarak da bilinen ablasyon tedavisi günümüzde birçok ritim bozukluğunun ilaçsız tedavisini mümkün kılıyor.