Buğra Adil Buyrukcu

Göz ardı ettiğimiz beslenme hataları

17 Kasım 2024
Genel sağlık durumumuzu etkileyen en önemli faktörlerden biri, bilindiği üzere beslenme tarzımızdır.

Birçok hastalığın gelişmesinde ve yakalanma riskinin artmasında beslenme şeklimiz önemli bir rol oynar. Ancak bu konunun sadece sağlıklı besinler tüketmekle ilgili değil, sağlıklı bir sindirim sistemi ile de alakalı olduğunu bilmemiz şart. Çünkü siz sağlıklı ürünlerden oluşan bir beslenme sistemi oluştursanız bile yapılan beslenme yanlışları sağlığınızın bozulmasına neden olabilir. Peki, ısrarla tekrarladığımız ve uzun dönemde sağlığımızı bozan bu beslenme hataları neler? Gelin, bugün sık sık tekrarladığımız ve göz ardı ettiğimiz bu hataları birlikte hatırlayalım. 

HIZLI YEMEK TÜKETMEK

Günümüz dünyasının aslında en önemli sorunlarından biri hızlı yeme alışkanlığıdır. Özellikle iş hayatının getirdiği kısıtlı yemek zamanları, bu alışkanlığı daha da fazla tetikliyor. Ancak bu alışkanlık, başta obezite, mide ve bağırsak hastalıkları olmak üzere yaşam kalitenizi düşüren sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Bu hatanın ayrıntısına girmeden önce önemli bir detayı hatırlatmakta fayda var. O da sindirimin midede değil, ağızda başladığı… Bu neden mi önemli? Çünkü siz hızlı yemek tükettiğinizde; besinleri tam olarak çiğnemeden yutmuş oluyorsunuz. Yani besin maddelerinin ağızda küçük parçalara ayrılıp, tükürük ile karışmasına izin vermiyorsunuz. İnsan tükürüğünde bulunan enzimler, besin maddelerini midenin daha rahat sindirebilmesi için hazırlar. Hızlı yemek yediğinizde ise besinler parçalanmadan büyük lokmalar halinde midenize iniyor. Bu durum da midenizin daha çok çalışmasına ve yorulmasına yol açıyor. Sonrasında ise şişkinlik, hazımsızlık, yanma ve ağrı gibi şikâyetler baş gösteriyor. 

20 DAKİKA KURALINA UYUN

Besinlerin midemiz tarafından karşılanması ile beynin doyma merkezini uyarması yaklaşık olarak 20 dakika gibi bir süreyi içerir. Bu süre içinde iştahınız azalır, tokluk hissi oluşur ve siz yemenizi durdurursunuz. Ancak hızlı yemek tükettiğimiz zaman, beyin doyma merkezini uyarmakta gecikir ve beden kendini sindirim için yeteri kadar hazırlayamaz. Hızlı ve çiğnemeden yemek tüketmek alışkanlık haline geldiğinde ise doyma merkezi uyarılmadığından ihtiyacınız olandan çok daha fazla yemek yemiş olursunuz. Ayrıca hızlı yeme alışkanlığı fiziksel sağlığımızın yanı sıra stresi tetikleyerek, zihinsel sağlığımızı da olumsuz etkiler. Bu hastalıklara yakalanma riskinizi azaltmak için hızlı yeme alışkanlığından mutlaka kurtulmanız gerekir. 

HIZLI KİLO VERMEYE ODAKLANMAK

Yazının Devamını Oku

Kış hastalıklarına karşı önleminizi aldınız mı?

10 Kasım 2024
Keskin soğukları iliklerimize kadar hissettiğimiz bu günlerde kış hastalıkları da kapımızı çalmaya başladı. Özellikle mevsimin en azılı hastalıkları olan nezle, grip, bronşit ve zatürreye karşı hazırlıklı olmalıyız.

Çünkü kapalı ortamlarda daha çok zaman geçiriyor olmamız, bu hastalıkları kapma riskini artırıyor. Bir de hijyen kurallarına dikkat edilmediği zaman kapalı alanlar adeta hastalık yuvası haline gelebiliyor. Üstüne vücut direncinin düşmesi eklenince bu hastalıklara yakalanmak maalesef ki, kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle bizleri hasta edip, yatağa düşürebilecek enfeksiyonları tanımak ve bulaşmalarını engelleyebilmek için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini öğrenmemiz önemli. İşte size az hastalanıp, keyif dolu bir kış geçirmenin etkili yolları...  

HIZLI BULAŞIP, YATAĞA DÜŞÜREN HASTALIKLAR

Kışın en sık karşılaştığımız hastalıkların başında nezle gelir. Genelde bir veya iki hafta süren bu hastalık, havaya yayılan mikroplarla ya da mikropların olduğu eşyalara temas edilmesi yoluyla bize bulaşır. Burun akıntısı ile başlayan ve ardından hapşırık, boğaz ağrısı, öksürük, hafif ateş ile devam eden nezlenin bizleri yatağa düşürebilme özelliği vardır. Diğer önemli bir kış hastalığı ise elbette ki belirtileri nezleden daha ağır olan griptir. Hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ile havaya yayılan ve kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefonlar gibi ortak kullanılabilecek eşyalar ile bulaşabilen grip, yaşlılarda, diyabetlilerde ve kronik hastalığı olanlarda çok daha ağır seyredebilir. Yüksek ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı, yorgunluk ve halsizlik belirtileriyle kendini gösteren grip, zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir. Bu nedenle nezleye göre çok daha tehlikelidir.

ÖKSÜRÜĞÜ BOL HASTALIK

Akciğerlere giden hava yollarının bakteri ve virüsler nedeniyle tıkanması sonucu meydana gelen bronşit de kış günlerini bizlere zehir eden hastalıklardandır. En yaygın belirtisi balgamlı öksürüktür. Hırıltılı bir sesin de eşlik ettiği bu öksürük o kadar inatçıdır ki, bir ay kadar peşinizi bırakmayabilir. Yorgunluk, nefes darlığı, göğüs ağrısı, ateş, baş ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtiler de gösterir. Bir diğer çok dikkat edilmesi gereken hastalığımız ise zatürredir (pnömoni). Bakteri, virüs, mantar gibi farklı mikropların yol açtığı bir akciğer enfeksiyonu olan zatürre, destek tedavilerine rağmen hâlâ ölüm oranı yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tedavisi asla aksatılmamalıdır. Özellikle 65 yaş üstü erişkinlerde, çocuklarda ve kronik hastalığı olanlarda sık görülür. Zatürre, hasta kişiyle yakın temastan, hastanın öksürüğünden, aynı tabak, çatal, kaşık gibi eşyaların ortak kullanımıyla bulaşır. Ayrıca, kişinin ağız, burun ya da boğazında bulunan bazı mikroplar, vücut direncinin düşmesiyle hastalık yapar hale gelebilir.

PEKİ, KENDİMİZİ NASIL KORUYACAĞIZ?

Yazının Devamını Oku

B12 vitamini neden önemli?

3 Kasım 2024
Halk arasında unutkanlık ve hafıza problemleri denildiği zaman akla gelen B12 vitamini (kobalamin), aslında sandığınızdan çok daha değerli bir vitamin.

Çünkü onun meselesi sadece beyin fonksiyonları ile bitmiyor. Mesela hücrelerin üretilmesini, kendini yenilemesini ve daha uzun yaşamasını sağlamada önemli bir rol üstleniyor. Sinir sisteminin hızlı ve doğru çalışmasını sağlıyor. Kemik iliğinde alyuvar hücrelerinin üretiminde görevli. Ayrıca bağışıklık sistemini koruyarak, güçlenmesine destek veriyor. Kemik sağlığını destekliyor, güçlü bir hafızaya sahip olmanızda başrol oynuyor. Kandaki amino asit miktarını azaltarak, kalp ve damar hastalıklarının önüne geçiyor. Kansızlığa karşı vücudu koruyor ve enerjinizin artmasına yardımcı oluyor. Karbonhidrat metabolizmasını dengeliyor. Saçımızı, tırnaklarımızı ve cildimizi besliyor. Kısacası o görevleri çok olan önemli bir vitamin. Peki, B12 stoklarımızı nasıl dolduracağız? Hangi besinlerde B12 var?

EKSİKLİĞİ SORUN ÜSTÜNE SORUN YARATIR

Elbette ki her vitamin sağlığımız açısından çok önemli. Ancak bazıları var ki olmazsa olmazlardan. İşte bunlardan biri de B12 vitamini. Çünkü o üstlendiği görevler nedeniyle vücudumuzun ana yapı taşlarından biri. Ancak elde edilmesi biraz zahmetli. Çünkü her besinde bulunmuyor, vücut tarafından üretilmiyor ve vücutta zor depolanıyor. Durum böyle olunca eksikliği bebekler dahil olmak üzere her yaş grubunda görülebiliyor. Noksanlığı da görmezden gelinebilecek gibi değil. Çünkü çok ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getirebiliyor. Mesela kalıcı sinir ve beyin hasarına neden olabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Muhakeme güçlüğü ve hafıza kaybı gibi bilişsel bozukluklara neden olduğunu ve özellikle yaşlılarda bunama riskini artırdığını bilmeliyiz. Sinir sisteminden kalıcı hasarlara neden olabileceğine ve Pernisiyöz anemisine yol açabileceğinin farkında olacağız. Kalp hastalıkları ile kemiklerin zayıflaması ve kemik kırıklarına yol açabilen osteoporoz riskini artırdığını bileceğiz.

B12 DEĞERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?

Aslında B12 vitamini eksikliğiniz olup olmadığını anlamak için vücudunuzu dinlemeniz yeterlidir. Çünkü belirgin semptomları vardır. Eğer sürekli yorgunsanız, unutkanlığınız arttıysa, konsantrasyon eksikliğiniz varsa, ayaklarınız, bacaklarınız, kollarınız karıncalanıp, uyuşuyorsa, kramp problemleriniz başladıysa, gece bacaklarınızda kasılma oluşuyorsa, depresif bir ruh haline girdiyseniz, ağzınızda yaralar oluştuysa, saçlarınız dökülüyorsa; tüm bu belirtiler, B12 stoklarınızın bittiğinin bir işareti olabilir. Ayrıca B12 eksikliği sonucu ortaya çıkan anemiye bağlı olarak çarpıntı, efor kapasitesinde azalma, çabuk yorulma, halsizlik, konsantrasyon bozuklukları ve göz kararması gelişebilir. Bu tarz belirtilerden birkaçını bile kendinizde gözlemliyorsanız, gidip hemen B12 vitamini değerlerinize baktırmanızı öneririm. Çünkü B12 olmadan sağlıklı bir yaşam sürmeniz pek de mümkün değil.

B12 VİTAMİNİ DEĞERİ KAÇ OLMALI?

Yazının Devamını Oku

Ağrı kesicileri doğru kullanıyor musunuz?

27 Ekim 2024
Dünyada en çok satılan ilaçlar listesine baktığımız zaman ilk sıralarda her zaman ağrı kesicileri de görürüz. Bunun da elbette ki, en önemli nedeni, ağrı ile yaşamanın hiç de kolay olmaması…

Hemen hemen hepimiz günlük hayatımızda bazı nedenlerden ötürü ağrı ile karşılaşır ve bunun sonucunda ağrı kesici ilaç almak zorunda kalırız. Bunu yaparken de çoğu zaman hekim önerisi yerine kulaktan dolma bilgiler ya da komşunun tavsiyesi üzerine gelişigüzel ilaç kullanırız. Ancak bu alışkanlık, ağrıdan kurtulmak isterken, başta sindirim sisteminiz olmak üzere iç organlarınızın zarar görmesine neden olabiliyor. Bu nedenle her baş ve diş ağrınızda ya da kolunuz, bacağınız veya beliniz sızladığında şifayı bu ilaçlarda ararken, iki kez düşünmenizi öneririm. Zira bu ilaçlar, hiç de sanıldığı kadar masum değil.

ŞEKER GİBİ İLAÇ YUTMAYIN

İnsanlar, ağrılarını biraz olsun dindirebilmek amacıyla çeşit çeşit ağrı kesici ilaç kullanıyor. Ancak ağrıdan bir an önce kurtulmak isterken, yeni hastalıklara da davetiye çıkardıklarını her zaman göz ardı ediyor. Ağrı kesicilerle ilgili yaşanılan bu sorun, sadece bizim ülkemize has değil. Diğer ülkelerde de durum aynı. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ağrı kesicilerin bilinçsizce kullanılmasının önüne geçmek ve hastaların ilaçların yan etkilerine maruz kalmalarını en aza indirebilmek amacıyla bazı ilkeler geliştirdi. Hadi gelin bugün bilinçli bir şekilde ağrı kesici kullanımının nasıl olması gerektiğini birlikte öğrenelim. Zira, zararsız diyerek şeker gibi yuttuğunuz bu ilaçlar, kalp krizi, felç, karaciğer, böbrek ve kalp yetmezliği, hipertansiyon, mide ülseri ve gastrit gibi hastalıklara yakalanma riskini attırırken, bağımlılık da yapabiliyor.

ZARARI AZA İNDİREN İLKELER

Doğru ilaç kullanım ilkelerine geçmeden önce ağrı konusunda dikkat etmeniz gereken önemli bir ayrıntıyı sizlere hatırlatmak istiyorum. Çünkü vücudunuzun herhangi bir bölgesinde gelişen ağrı, bir hastalığın habercisi olabilir. Bilinçsizce kullandığınız ağrı kesiciler ise ağrıyı baskılayarak, hastalık tanısının gecikmesine veya atlanmasına neden olur. Bu nedenle uzun süren bir ağrı ile mücadele ediyorsanız, yapmanız gereken ilk şey, ağrının nedeninin araştırılması için bir doktora başvurmaktır. Gelelim ilkelere… Öncelikle ağrılarınızı gidermekte tercih edeceğiniz yol, ağrı kesici iğneler yerine ağızdan alınan ilaçları kullanmak olmalıdır. Aslında en doğrusu çok gerekmedikçe ilaç almamaktır. Ancak ağrınız şiddetini artırdıysa ve dayanamayacak hale geldiyseniz o zaman ağız yolundan kullanılan tablet ya da kapsüller tercih etmelisiniz. Ayrıca ağrı kesicilerin farklı etki güçleri vardır. Bu nedenle ağrının şiddetine göre bir ilaç tercih edilmeli, ilacın etkileri göz önünde bulundurularak, hekim kontrolünde kullanıma devam edilmelidir.

AĞRI KESİCİNİZİ BELLİ ARALIKLARLA DEĞİŞTİRİN

Yazının Devamını Oku

Meme kanseri yaşa bakmıyor

20 Ekim 2024
Son yıllarda mühim bir sağlık sorunu haline gelen meme kanserine karşı artık çok daha fazla uyanık olmak zorundayız. Çünkü meme kanseri, sanıldığı üzere sadece 40 yaş üstü kadınları değil, 20’li, 30’lu yaşlardaki genç kadınları ve hatta erkekleri de etkileyebiliyor.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan ve Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından yapılan bir araştırma da aslında durumun ciddiyetini gözler önüne serdi diyebiliriz. Çünkü 50 ülkeyi kapsayan araştırma verilerindeki en dikkat çekici sonuçlardan biri de meme kanserinin gençler arasında ciddi bir artış eğilimi göstermesi oldu. Diğer bir ilginç detay ise kanser vakalarının neden bu kadar artış gösterdiğinin net olarak açıklanamıyor olması. Elbette ki hastalığın oluşmasında etkili olan bazı risk faktörlerini biliyoruz, korunma yolları hakkında bilgi sahibiyiz. Ancak maalesef ki tüm bu bilgilere rağmen meme kanserine yakalanma riskimizi sıfıra indiremiyoruz, bu nedenle bu hastalığa karşı bilinçlenmeli ve farkındalığımızı artırmalıyız.

MEME KANSERİ VE TARAMALARIN ÖNEMİ

Birçok kanser türüne karşı farkındalık yaratmak amacıyla yılda bir gün etkinlikler düzenliyor. Meme kanserinin ne olduğu ve erken teşhisinin önemini vurgulayabilmek için ise 2004 yılından bu yana tüm dünyada bir ay boyunca (1-31 Ekim) bilinçlendirme ve farkındalık etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Bunun da en önemli nedeni meme kanserinin taranabilen bir kanser türü olması. Çünkü tarama programları sayesinde meme kanseri erken bir aşamada tespit edebildiği gibi bazı durumlarda kanserlerin ilk etapta gelişmesi önlenebiliyor. Bu nedenle kadınların şikâyetleri olmasa dahi kanser taramalarını yaptırmaları önemli. Unutmamamız gereken en önemli şey, meme kanserinin erken tanı ve teşhislerle tedavi edilebilen bir hastalık olduğu. Henüz gençler arasında kanser vakalarının neden bu kadar artış gösterdiğini tam olarak bilmiyoruz. Ancak emin olduğumuz şey, giderek daha fazla hastanın belirgin bir genetik yatkınlık olmadan kansere yakalandığı. Bu nedenle hem diğer kanser türlerine hem de meme kanserine karşı artık çok daha fazla bilinçli olmak zorundayız.

ERKEK HASTALARIN SAYISI DA ARTIYOR

Hastalık ile ilgili farkındalığı az olan erkeklerin de artık çok daha dikkatli olmaları şart. Çünkü gün geçtikçe meme kanserine yakalanan erkek sayısı artıyor. Geçmişte her 100 erkekten 1’i meme kanseriyle tanışıyordu. Ancak yapılan araştırmalar, bu rakamın arttığını ve erkek hasta sayısının da giderek çoğaldığını gösteriyor. Kadınlar, genellikle göğüs bölgelerinde bir kitle hissettikleri zaman hemen doktora başvuruyor. Ancak erkekler, hastalık hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları için ellerine gelen kitleyi “yağ bezesi” diyerek geçiştiriyor ve bunun bir meme kanseri belirtisi olabileceğini akıllarına getirmiyor. Bunun sonucunda da meme kanserinin erken belirtilerini değerlendirmekte geç kalıyor ve hastalığı ileri evrede yakalayabiliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Genç kızlarda Polikistik Over tehlikesi

13 Ekim 2024
Adet düzensizliği, yağlı cilt, erkek tipi tüylenme, kolay kilo alma ve saç dökülmesi gibi belirtilerle kendini gösteren Polikistik Over Hastalığı (PCO), son yıllarda genç kızlarımızın en sık karşılaştığı sağlık sorunlarından biri olmaya başladı.

Günümüzde genç kızların yüzde 17’si PCO ile tanışıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), gelecek yıllarda bu rakamın daha da yükseleceğini öngörüyor. Yani durum ciddi. Bu nedenle ben de bugün kızlarımızın yaşam kalitesini düşüren ve hatta ilerleyen yıllarda anne olmalarını bile engelleyebilecek bir etkiye sahip olan Polikistik Over Hastalığı’nın ne olduğuna ve tedavi yöntemlerine bir göz gezdirelim istedim. Çünkü yapılan güncel araştırmalar, bu hastalığın kızlarımızın üreme çağına gelmeden önce bağırsak duvarına yerleşen bazı bakteriler nedeniyle de gelişebileceğini gösterdi. İyi haber şu ki, bu sorunun önüne geçebilmek mümkün...

POLİKİSTİK OVER HASTALIĞI NEDİR?

Yumurtalıkların çok çalışması veya hiç çalışmaması ya da yumurtalıklarda çok fazla yumurtanın bulunması anlamına gelen Polikistik Over Hastalığı, kızlarımızı gelişme çağlarında yakalayarak hem doğurganlıklarını olumsuz etkiliyor hem de pek çok farklı hastalığın oluşumuna zemin hazırlayabiliyor. Bu nedenle önemsenmesi gereken ciddi bir kadın sağlığı sorunu olarak öne çıkıyor. Özellikle üreme çağındaki kadınlar arasında yaygın görülen ve kısırlığa da zemin hazırlayan Polikistik Over; tedavi edilmemesi durumunda ilerleyerek hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer yağlanması, metabolik sendrom, diyabet, uyku bozuklukları ve depresyon gibi pek çok ikincil hastalığa da yol açabiliyor. Hastalığın etkileri ise gelişme çağında olan 13-14 yaşlarındaki genç kızlarımız adet görmeye başladıkları zaman ortaya çıkıyor. Eğer genç kızımız her ay 35 günü geçmeyecek şekilde düzenli adet görüyorsa ciddi bir sorun yok demektir ancak 2-3 ayda bir adet görüyorsa o zaman hastalığın varlığı düşünülerek, hemen bir doktora başvurması gerekir.

BEDEN VE RUH SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR

Polikistik Over Hastalığı, beden sağlığı dışında kadınların psikolojilerini de olumsuz etkileyerek, yaşam kalitelerini düşürüyor. Polikistik Over genelde Polikistik Over Sendromu (PCOS) ile karıştırılsa da aslında bu iki kavram, birbirinden farklı. Bir yumurtalıkta 12 ve daha fazla küçük kistik oluşumlar varsa bu tip yumurtalıklara “Polikistik Over” deniliyor. PCOS ise birçok belirti ile seyir eden bir durumu gösteriyor. PCO’nun genellikle ilk belirtisi, ergenlik döneminde adet kanamalarının başlaması ile ortaya çıkıyor. Seyrek ya da hiç adet görememe şikâyeti ise en çok doktora başvurma sebebi diyebiliriz. Adet düzensizliğine ek olarak ayrıca sivilce problemi, ciltte yağlanma, erkek tipi tüylenme, kilo artışı ve kilo verememe gibi belirtiler de hastalığın habercisidir. PCO hastaları genellikle ciddi kilo sorunu da yaşayabiliyor. Her hastalıkta olduğu gibi PCO’da da erken tanı çok önemlidir. Çünkü erken dönemde tespit edilirse tedavisi çok kolay bir şekilde sağlanabiliyor. 

PCO VE BAĞIRSAK DUVARI İLİŞKİSİ

Yazının Devamını Oku

Sonbaharla gelen depresyon

6 Ekim 2024
Bugünlerde birçok kişi, yorgunluk, mutsuzluk, motivasyon eksikliği ve endişeli bir ruh hali gibi depresif duyguların etkisi altında.

Hemen hemen her üç kişiden birinde bu şikâyetler mevcut. Aslında içinde bulunduğumuz mevsimi düşünecek olursak, bu belirtilerin doğal olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sonbahar, bir geçiş mevsimidir ve soğuk kış günlerinin habercisidir. Gündüzlerin kısalması, parlak bir güneş olsa bile ona eşlik eden soğuk rüzgârlar ve her yerde sararan yaprakların uçuşması, maalesef ki depresif duyguların ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor. Ancak bilmemiz gereken önemli bir detay daha var. O da sonbaharın sadece ruhumuzu değil, bedenimizi de ele geçirebildiği. Nasıl mı? Mesela havaların soğuması ve gri havayla gelen yağmur, dışarıya çıkma hissinizi elinizden alabiliyor. Ya da sosyal aktivitelere katılmak yerine bedeninizi saracak bir battaniye ile koltuğa uzanmak ve içinizi ısıtacak bir bardak çay içmek, size çok daha cazip gelebiliyor. İşte bu duygu durumları sonbaharın sizi bedensel olarak da ele geçirdiğini gösteriyor.

NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?

Sonbahar depresyonu, genellikle günlerin kısalmasıyla birlikte güneş ışığından yararlanılan sürenin azalması ve gecelerin uzamasına bağlı olarak ortaya çıkan bir durumdur. Güneş ışığının azalması ve havaların giderek daha da soğuması, vücudumuzun biyolojik saatinde değişikliklere neden olur. Gecelerin uzamasıyla birlikte karanlığa daha uzun süre maruz kalan vücudumuzda ise melatonin hormonu üretimi artar. Bu durum da sabahları uykunuzu alamamış gibi kalkmanıza ve tüm gün yorgun olmanıza neden olur. Sonbahar aylarında ayrıca vücudumuzda serotonin dediğimiz mutluluk hormonu üretiminin düşmesi ve vücutta D vitamini sentezinin azalması, depresif ruh halini de beraberinde getiriyor. Çünkü seratonin, ruh halini, iştahı ve uyku düzenini etkileyen bir hormon. D vitamini ise sağlıklı yaşayabilmemiz için elzem bir molekül. Eksikliği birçok hastalığa neden olabileceği gibi dikkatsizlik, unutkanlık gibi bilişsel fonksiyonlarda bozulma ve depresyonun şiddetini arttırmak gibi etkileri var. Dolayısıyla sonbahar aylarında bunalımlı bir ruh haline zemin hazırlayacak çok fazla değişken var.

NE ZAMAN YARDIM ALMALIYIZ?

Mevsimsel bir duygudurum bozukluğu olan sonbahar depresyonu, her 100 kişiden 40’ını etkisi altına alabiliyor. Peki, günlük hayatınızı olumsuz etkileyen, sizi mutsuzluğa sürükleyen ve sosyalleşmenizin önüne geçen sonbahar depresyonunun belirtileri neler?

-Mutsuzluk ve umutsuzluk hissi

-Anksiyete veya öfke gibi duygusal değişimler yaşamak

Yazının Devamını Oku

Sonbaharda nasıl beslenmeliyiz?

29 Eylül 2024
Sonbahar aylarında yaşadığımız ani hava değişimleri ile birlikte üst solunum yolu hastalıkları da kapımızı çalmak için beklemeye başladı.

Özellikle soğuk algınlığı, grip, farenjit, sinüzit, bademcik iltihabı ve orta kulak iltihabı gibi hastalıklara yakalanmamak için vücut direncimizi güçlendirmemiz şart. Çocukları okuldan, yetişkinleri de işten alıkoyan üst solunum yolu hastalıklarına karşı alabileceğimiz önlemlerin başında ise sağlıklı beslenmek geliyor. Elbette ki, beslenmemizde karbonhidrat, protein ve yağ alımını dengeli bir şekilde düzenlemek oldukça önemli. Ancak bağışıklık sistemimizi güçlendirmek ve vücut direncimizi arttırmak için ayrıca ekim ayında tezgâhlarda yerini alan kış sebzelerinin gücünden de faydalanmamız şart. Peki, bu mucize sebzeler neler ve nasıl tüketilmeli? Hadi gelin, bugün tüm yıl hastalanmamak için sofralarımızda neleri eksik etmememiz gerektiğine birlikte bir göz atalım.

BAĞIŞIKLIĞINIZIN ZAYIF OLDUĞUNU GÖSTEREN BELİRTİLER 

Vücudumuz karşılaştığı kötü bakterilerle ya da virüslerle bağışıklık sistemi sayesinde savaşır. Bu savaşın kaybedildiği durumlarda da hastalıklar ortaya çıkar. Doğuştan gelen bağışıklık sistemimiz enfeksiyonları önleyebilir ve hastalıkların yıkıcı etkisini azaltabilir. Ancak vücut direncimizin gücü, maalesef ki bazı faktörlerden olumsuz etkilenerek zayıflar. Bu etkenlerin başında da yetersiz ve dengesiz beslenme gelir. Antikorların yapı taşı olan proteinden düşük beslenme, kötü karbonhidrat tüketimi, mineral ve vitamin eksikliği, obezite ya da aşırı zayıflık gibi sorunlar, bağışıklık sistemini zayıflatarak, dış etmenlere karşı saldırıya açık hale getirir. Sağlıksız beslenme ve ani hava değişimleri bir araya gelince de sonbahar aylarında vücut direncinizin düşmesi kaçınılmaz olur. Özellikle eklem ağrıları, kuru öksürük, ateş, kırgınlık, burun akıntısı, baş ağrısı ya da bademcik şişliği gibi belirtiler, sizi ele geçirdiyse, o zaman dikkat! Çünkü bu durum, vücut direncinizin zayıfladığını gösterir. Bu sorunun önüne geçebilmek içinse yapmanız gereken ilk şey, bağışıklığınızı güçlendirmeye yardımcı olan besinleri günlük beslenme alışkanlığınıza dahil etmektir.

ŞİFA KAYNAĞI KIŞ SEBZELERİ

Sağlıklı beslenmenin ilk adımlarından biri, mevsiminde meyve ve sebze tüketmektir. Mevsim olarak bu konuda oldukça şanslıyız. Çünkü ekim ve kasım aylarında sağlığımız açısından oldukça faydalı sebzeler yetişiyor. Üstelik bu sebzeler, bağışıklık sistemimizi güçlendirerek, bizleri üst solunum yolu enfeksiyonları da dahil olmak üzere birçok hastalıktan koruyabilme özellikleri taşıyor. Ancak bu muhteşem sebzelerden tam anlamıyla faydalanabilmek için nasıl tüketilmeleri gerektiğini bilmek önemli. Çünkü yanlış teknikle pişirilen sebzelerin besin değerleri azalıyor ve sağlığımız açısından faydasız bir hale gelebiliyor. Mesela antioksidan özelliği yüksek olan ıspanak, demir, magnezyum ve kalsiyum bakımından da zengindir. Özellikle süt ürünleri tüketemeyenler, kalsiyum içeriği zengin olan ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzeleri rahatlıkla yiyebilirler. Ancak ıspanağı çiğ olarak tüketmek çok daha faydalıdır. Özellikle salatasını denemenizi öneririm. Ama illa ıspanağı pişirmek istiyorsanız, o zaman sadece iki dakika suda haşlayın, üstüne hafif zeytinyağı gezdirin ve o şekilde tüketin.


Yazının Devamını Oku