Buğra Adil Buyrukcu

Paketli gıdalardaki gizli tehlikeler

15 Aralık 2024
Her geçen gün ile birlikte maalesef ki, doğal gıdalardan uzaklaşıp, içleri katkı maddeleriyle dolu gıdalara yöneliyoruz.

Ancak pratik olmaları ve çekici görüntüleriyle ilginizi çeken bu hazır gıdalar, içerdikleri yapay tatlandırıcılarla, renklendiricilerle, koruyucularla ya da trans yağlar ile yavaş yavaş sağlığınızı da elinizden alıyor. Bu konudaki en büyük sıkıntı ise etiketlerde maddelerin isimlerinin tam olarak yazılmaması. Bir kod şeklinde yazılan katkı maddelerini çoğu zaman iyi bir etiket okuyucusu bile anlamakta zorlanıyor. Bu nedenle gıdalarda kullanılan maddelerin isimlerinin ve en tehlikelilerin hangi kodlarla etiketlerde yer aldığını bilmek önemli. Peki, etiketlerde görünce uzak durmamız gereken gıda katkı maddeleri neler? İşte ayrıntılar...

NEDEN ÜRÜN ETİKETLERİNİ OKUMALIYIZ?

Her gün marketlerden evlerinize taşıdığınız paketli gıdaların etiketlerini hiç okudunuz mu? Mesela paketli dondurulmuş gıdaların, hazır mikrodalga yemeklerinin, hazır çorbaların, sosların, makarnaların, pizzaların, işlenmiş etlerin, bulyonların, ciplerin, paketlenmiş krakerlerin, dondurmaların ya da hazır köfteler gibi ürünlerin etiketlerine göz gezdirdiniz mi? Eğer etiketlerini okuduysanız, o zaman uzun bir bileşen listesiyle karşılaşmışsınızdır. İşte bu liste, ürünün birçok katkı maddesiyle dolu bir gıda olduğunun en önemli göstergesidir. Bu ürünler, raf ömrünü uzatan kimyasalları, renklendiricileri, tatlandırıcıları ve koruyucuları içerir. Market reyonundaki yerlerini alana kadar da yoğun işlemlerden geçirilirler. Sağlığınıza zarar veren ve sayısız hastalığa davetiye çıkaran katkı maddelerinin isimlerini bilmeseniz bile, bu kadar uzun bir bileşen listesine sahip olan ürünlerden uzak durarak, kendinizi koruyabilirsiniz.

E KODLARI NEDİR?

Ürün etiketlerinin üzerinde sıkça gördüğünüz E kodları, Avrupa Birliği tarafından belirlenen kod numaralarıdır. İngilizce Avrupa anlamına gelen “Europe” kelimesinin baş harfi olan E’nin yanına rakam eklenerek, maddelerin neler olduğu belirtilir. Mesela uzak durmanız gereken maddelerin başında gelen aspartam E951 koduyla etiketlerde yer alır. Gıda katkı maddelerinin E numara sistemine göre sınıflandırılması ise şu şekildedir:

-Renklendiriciler E 100-199

Yazının Devamını Oku

İçinizi ısıtan şifalı kış çayları

8 Aralık 2024
Havaların iyice soğuduğu bu günlerde içimizi ısıtacak çaylara çok daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Özellikle grip, soğuk algınlığı ve nezle gibi hastalıkların yaygınlaşması, kış çaylarına olan ilgiyi de artırmış durumda.

Bu nedenle ben de bugün sizlerle hem üşümenizi engelleyecek hem de bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize yardımcı olacak bitki çaylarının bazılarından bahsetmek istedim. Çünkü hastalıklardan korunmak için tükettiğimiz kış çayları da içerdikleri bitkiler, meyveler ve baharatlara göre farklı etkiler gösterebiliyor. Peki, hastalıklara karşı daha güçlü olabilmek adına hangi bitki çaylarını tüketmeliyiz? İçinizi ısıtan kış çaylarının faydaları nelerdir? Üst solunum yolu hastalıklarının en can sıkıcı belirtisi olan öksürüğe karşı hangi bitki çayını kullanmalıyız? Hazırsanız, evlerinizde ya da iş yerlerinizde de kolaylıkla yapabileceğiniz bitki çayları tariflerimize geçelim.

KIŞ ÇAYLARININ FAYDALARI NELERDİR?

Bu günlerde her yerde karşılaştığımız kış çayları, genellikle ıhlamur, ekinezya, zencefil, kuşburnu, nane, rezene, elma, limon ve zerdeçal gibi besinlerden oluşur. Etkilerini artırmak ve özellikle bağışıklık sistemini güçlendirmek adına bu çayların içerisine tarçın, karanfil, bal ve Hindistan cevizi gibi antioksidan gıdalar da katılır. Böylelikle hem daha lezzetli hem de daha şifalı hale gelirler. Ancak bu çayları günlük en fazla iki ya da üç bardak içmenizi öneriyorum. Çünkü çok fazla tüketmek karaciğerinizi ve böbreğinizi yorabilir. Bunun yanı sıra bazı bitkiler, ilaçlarla etkileşime de girebiliyor. Bu nedenle bir uzman danışmanlığında bitki çaylarınızı içmeniz çok daha sağlıklı olacaktır. Bitki çaylarının en belirgin faydaları ise şunlardır:

-Bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayarak, vücudu hastalıklara karşı korurlar.

-Nezle ve grip semptomlarının azalmasına yardımcı olurlar.

-Vücuda enerji vererek, daha zinde olmanızı sağlarlar.

-İçerdikleri antioksidanlar sayesinde vücuttaki enfeksiyonu azaltırlar.

Yazının Devamını Oku

Karda düşme riskine karşı önleminizi alın

1 Aralık 2024
Bu yıl sert kış erken geldi. Tüm Türkiye, kar yağışı, buzlanma ve fırtına etkisi altında. Uzmanlar, La Nina dönemine girildiğini belirterek, tüm dünyada son 50-60 yılın en soğuk zamanlarından birinin yaşanacağı konusunda hemfikir.

Yani bu sene bol bol kar, soğuk hava ve buzlanma göreceğiz. Bu nedenle araç kullananların yanı sıra yayaların da yollarda yürürken çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü buzlu zeminde ani ve korunmasız bir düşme ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu tarz düşmeler, yere çarpan uzuvlarınızda ezilmelerden kırıklara kadar ciddi yaralanmalara yol açabiliyor. Hatta düşmenin şiddetine ve yere çarpan bölgenize göre iç kanamalar bile oluşarak, ölümcül yaralanmalar meydana gelebiliyor. Bu nedenle ani düşmelerden zarar görmemek için hangi önlemleri alacağınızı bilmeniz oldukça önemli. İşte düşmeden yürüyebilmenin basit ama etkili kuralları...

TOPUKLU VE KÖSELE AYAKKABILARINIZI KALDIRIN

Karlı havalarda düşmemek için öncelikle ayakkabı seçiminize dikkat etmek zorundasınız. Çünkü ayağınızın zemine oturmasını sağlayan ve tabanında çıkıntılar olan bir ayakkabı giymediyseniz, düşmeden yürümeniz pek de mümkün değil. Bu nedenle yüksek topuklu veya kösele ayakkabılarınızı kaldırın ve kauçuk tabanlı ya da altı tırtıklı, tutucu özelliğe sahip ayakkabılarınızı giyin. Ayak bileğinizi korumak içinse özellikle bileğinizi kavrayan botlar tercih etmeniz en güvenli yöntem olacaktır. Eller cepte yürümek, her ne kadar çok rahat bir tarz olsa da bu durum, karlı havalarda ve özellikle buzlu zeminlerde ciddi yaralanmanıza neden olan faktörlerden biridir. Çünkü kaydığınız anda el desteğiyle kendinizi koruma refleksi gösteremezsiniz ve kafa travması geçirme riskinizi artırırsınız. Ayrıca aynı nedenden ötürü yürürken elinizde çanta veya poşet taşımamaya da özen gösterin. Çünkü karlı havalarda düşmenin verdiği hasarı azaltabilmeniz için ellerinize ihtiyacınız var. 

PENGUEN TARZI YÜRÜMEYE ALIŞIN

Karlı ve buzlu zeminlerde normal yürümeye çalışırsanız, büyük olasılıkla kendinizi yerde bulabilirsiniz. Bu nedenle penguen yürüyüşü dediğimiz stilde yani minik adımlarla ve sağa-sola denge kurarak, yürümeniz en güvenli yöntemdir. Ayrıca ayaklarınızın yere sağlam bastığından emin olun ve yavaş yavaş yolunuza devam edin. Özellikle merdivenlerden ve yokuşlardan inerken, korkuluklara tutunmayı ihmal etmeyin. Bu tarz alanlarda gövdeniz hafif öne eğik, dizleriniz hafif bükülü ve küçük adımlar atarak, yavaş yavaş yürümeye çalışın. Kar yağdığında mermer ve granit zeminler, çok daha kaygan bir hale gelir. Bu nedenle apartman zeminlerinin, üst geçitlerin ve merdivenlerin düşme riski yüksek yerler olduğu unutulmamalıdır. İş yeri, okul, alışveriş merkezi gibi yerler ile apartmanlarınızın önüne geldiğinizde de dikkatli olmalısınız. Çünkü girişteki zemin, kar veya buz nedeniyle kayganlaşmış olabilir.

CEP TELEFONUNUZLA İLGİLENMEYİN

Yazının Devamını Oku

Stres gebe kalmayı engeller mi?

24 Kasım 2024
Şehir hayatının getirdiği zorluklar, iş yoğunluğu, gelecek kaygısı, ailesel sorumluluklar gibi sosyal ve finansal baskılar, çoğu zaman insanlar üzerinde stresi tetikleyebilir.

Bunların üzerine bir de çocuk sahibi olmaya karar verdiyseniz, stres yükünüz siz farkında olmadan artar. Stresin sağlığımızın en büyük düşmanlarından biri olduğunu biliyoruz. Ancak bilmemiz gereken diğer önemli konu, stresin doğurganlığı da olumsuz etkileyebildiği. Yapılan birçok araştırma, stresin hormonal sistem üzerindeki olumsuz etkilerinin hem kadının hem de erkeğin üreme sağlığını bozduğunu göstermektedir. Yüksek stres seviyesine sahip kadınlarda adet düzensizlikleri, ovülasyon sorunları baş gösterirken, erkeklerde sperm kalitesinde azalma gibi olumsuzluklara sıkça rastlanmaktadır. Bu durum, sadece doğal yollarla gebe kalmayı zorlaştırmaz. Ayrıca tüp bebek gibi yardımcı üreme teknikleriyle çocuk sahibi olmak isteyenlerin de başarısız sonuçlar almasına yol açabilir.

STRESİN DOĞURGANLIK ÜZERİNE ETKİLERİ

Geçmiş yıllarda stresin doğurganlık üzerine ne denli etkili olduğu pek bilinmiyordu. Ancak son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, gebeliğin başarılı olmasıyla stres seviyesi arasında önemli bir ilişki olduğunu gösterdi. Bu etkilerin gücü ise elbette ki, stresin miktarına, kronik veya geçici olup olmadığına ve vücudun stresle nasıl başa çıktığına bağlı olarak değişebiliyor. Mesela aşırı stres yaşayan kadınların çoğu, adet dönemlerini olması gereken zamandan daha erken veya daha geç yaşayabiliyor. Bazı kadınlar ise hiçbir şekilde adet göremeyebiliyor. Adet düzensizliğinin baş göstermesi sonucunda ise gebe kalmanız zorlaşıyor. Stres, ayrıca yumurta üretiminin azalmasına neden olan ve başarılı bir döllenmeyi engelleyen ana faktörlerden biri. Öyle ki, günümüzde kadınlarda gelişen kısırlığın yaygın nedeni olarak strese bağlı üreme bozuklukları gösteriliyor.

STRES, SPERM SAĞLIĞINI DA BOZUYOR

Stresin yıkıcı etkileri kadınlarda daha belirgin olsa da erkekleri de olumsuz etkiliyor. Aşırı stres, erkeklerde sperm sayısını ve hareketli sperm oranını azaltarak, spermlerin morfolojisinin bozulmasına neden oluyor. Stres nedeniyle erkeklerde ereksiyon sorunu ve cinsel ilişkide performans azalması gibi faktörlerde ortaya çıkarak, doğal hamilelik oluşmasını önleyebiliyor. Kısacası stresin doğurganlık üzerine oldukça derin bir etkisi var. Bu nedenle çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin stresin yarattığı etkileri anlamaları ve stresi yönetebilmek için bazı adımlar atmaları gerekiyor. Peki, bu kapsamda neler yapılabilir? Stres ile doğal yollarla mücadele edilebilir mi? Stres seviyeniz ölçülebilir mi? Gelin biraz da stresle nasıl savaşacağımıza bir göz atalım. Zira konu oldukça önemli…

GEBELİK SÜRECİNDE STRESİ YÖNETMEK

Yazının Devamını Oku

Göz ardı ettiğimiz beslenme hataları

17 Kasım 2024
Genel sağlık durumumuzu etkileyen en önemli faktörlerden biri, bilindiği üzere beslenme tarzımızdır.

Birçok hastalığın gelişmesinde ve yakalanma riskinin artmasında beslenme şeklimiz önemli bir rol oynar. Ancak bu konunun sadece sağlıklı besinler tüketmekle ilgili değil, sağlıklı bir sindirim sistemi ile de alakalı olduğunu bilmemiz şart. Çünkü siz sağlıklı ürünlerden oluşan bir beslenme sistemi oluştursanız bile yapılan beslenme yanlışları sağlığınızın bozulmasına neden olabilir. Peki, ısrarla tekrarladığımız ve uzun dönemde sağlığımızı bozan bu beslenme hataları neler? Gelin, bugün sık sık tekrarladığımız ve göz ardı ettiğimiz bu hataları birlikte hatırlayalım. 

HIZLI YEMEK TÜKETMEK

Günümüz dünyasının aslında en önemli sorunlarından biri hızlı yeme alışkanlığıdır. Özellikle iş hayatının getirdiği kısıtlı yemek zamanları, bu alışkanlığı daha da fazla tetikliyor. Ancak bu alışkanlık, başta obezite, mide ve bağırsak hastalıkları olmak üzere yaşam kalitenizi düşüren sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Bu hatanın ayrıntısına girmeden önce önemli bir detayı hatırlatmakta fayda var. O da sindirimin midede değil, ağızda başladığı… Bu neden mi önemli? Çünkü siz hızlı yemek tükettiğinizde; besinleri tam olarak çiğnemeden yutmuş oluyorsunuz. Yani besin maddelerinin ağızda küçük parçalara ayrılıp, tükürük ile karışmasına izin vermiyorsunuz. İnsan tükürüğünde bulunan enzimler, besin maddelerini midenin daha rahat sindirebilmesi için hazırlar. Hızlı yemek yediğinizde ise besinler parçalanmadan büyük lokmalar halinde midenize iniyor. Bu durum da midenizin daha çok çalışmasına ve yorulmasına yol açıyor. Sonrasında ise şişkinlik, hazımsızlık, yanma ve ağrı gibi şikâyetler baş gösteriyor. 

20 DAKİKA KURALINA UYUN

Besinlerin midemiz tarafından karşılanması ile beynin doyma merkezini uyarması yaklaşık olarak 20 dakika gibi bir süreyi içerir. Bu süre içinde iştahınız azalır, tokluk hissi oluşur ve siz yemenizi durdurursunuz. Ancak hızlı yemek tükettiğimiz zaman, beyin doyma merkezini uyarmakta gecikir ve beden kendini sindirim için yeteri kadar hazırlayamaz. Hızlı ve çiğnemeden yemek tüketmek alışkanlık haline geldiğinde ise doyma merkezi uyarılmadığından ihtiyacınız olandan çok daha fazla yemek yemiş olursunuz. Ayrıca hızlı yeme alışkanlığı fiziksel sağlığımızın yanı sıra stresi tetikleyerek, zihinsel sağlığımızı da olumsuz etkiler. Bu hastalıklara yakalanma riskinizi azaltmak için hızlı yeme alışkanlığından mutlaka kurtulmanız gerekir. 

HIZLI KİLO VERMEYE ODAKLANMAK

Yazının Devamını Oku

Kış hastalıklarına karşı önleminizi aldınız mı?

10 Kasım 2024
Keskin soğukları iliklerimize kadar hissettiğimiz bu günlerde kış hastalıkları da kapımızı çalmaya başladı. Özellikle mevsimin en azılı hastalıkları olan nezle, grip, bronşit ve zatürreye karşı hazırlıklı olmalıyız.

Çünkü kapalı ortamlarda daha çok zaman geçiriyor olmamız, bu hastalıkları kapma riskini artırıyor. Bir de hijyen kurallarına dikkat edilmediği zaman kapalı alanlar adeta hastalık yuvası haline gelebiliyor. Üstüne vücut direncinin düşmesi eklenince bu hastalıklara yakalanmak maalesef ki, kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle bizleri hasta edip, yatağa düşürebilecek enfeksiyonları tanımak ve bulaşmalarını engelleyebilmek için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini öğrenmemiz önemli. İşte size az hastalanıp, keyif dolu bir kış geçirmenin etkili yolları...  

HIZLI BULAŞIP, YATAĞA DÜŞÜREN HASTALIKLAR

Kışın en sık karşılaştığımız hastalıkların başında nezle gelir. Genelde bir veya iki hafta süren bu hastalık, havaya yayılan mikroplarla ya da mikropların olduğu eşyalara temas edilmesi yoluyla bize bulaşır. Burun akıntısı ile başlayan ve ardından hapşırık, boğaz ağrısı, öksürük, hafif ateş ile devam eden nezlenin bizleri yatağa düşürebilme özelliği vardır. Diğer önemli bir kış hastalığı ise elbette ki belirtileri nezleden daha ağır olan griptir. Hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ile havaya yayılan ve kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefonlar gibi ortak kullanılabilecek eşyalar ile bulaşabilen grip, yaşlılarda, diyabetlilerde ve kronik hastalığı olanlarda çok daha ağır seyredebilir. Yüksek ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı, yorgunluk ve halsizlik belirtileriyle kendini gösteren grip, zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir. Bu nedenle nezleye göre çok daha tehlikelidir.

ÖKSÜRÜĞÜ BOL HASTALIK

Akciğerlere giden hava yollarının bakteri ve virüsler nedeniyle tıkanması sonucu meydana gelen bronşit de kış günlerini bizlere zehir eden hastalıklardandır. En yaygın belirtisi balgamlı öksürüktür. Hırıltılı bir sesin de eşlik ettiği bu öksürük o kadar inatçıdır ki, bir ay kadar peşinizi bırakmayabilir. Yorgunluk, nefes darlığı, göğüs ağrısı, ateş, baş ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtiler de gösterir. Bir diğer çok dikkat edilmesi gereken hastalığımız ise zatürredir (pnömoni). Bakteri, virüs, mantar gibi farklı mikropların yol açtığı bir akciğer enfeksiyonu olan zatürre, destek tedavilerine rağmen hâlâ ölüm oranı yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tedavisi asla aksatılmamalıdır. Özellikle 65 yaş üstü erişkinlerde, çocuklarda ve kronik hastalığı olanlarda sık görülür. Zatürre, hasta kişiyle yakın temastan, hastanın öksürüğünden, aynı tabak, çatal, kaşık gibi eşyaların ortak kullanımıyla bulaşır. Ayrıca, kişinin ağız, burun ya da boğazında bulunan bazı mikroplar, vücut direncinin düşmesiyle hastalık yapar hale gelebilir.

PEKİ, KENDİMİZİ NASIL KORUYACAĞIZ?

Yazının Devamını Oku

B12 vitamini neden önemli?

3 Kasım 2024
Halk arasında unutkanlık ve hafıza problemleri denildiği zaman akla gelen B12 vitamini (kobalamin), aslında sandığınızdan çok daha değerli bir vitamin.

Çünkü onun meselesi sadece beyin fonksiyonları ile bitmiyor. Mesela hücrelerin üretilmesini, kendini yenilemesini ve daha uzun yaşamasını sağlamada önemli bir rol üstleniyor. Sinir sisteminin hızlı ve doğru çalışmasını sağlıyor. Kemik iliğinde alyuvar hücrelerinin üretiminde görevli. Ayrıca bağışıklık sistemini koruyarak, güçlenmesine destek veriyor. Kemik sağlığını destekliyor, güçlü bir hafızaya sahip olmanızda başrol oynuyor. Kandaki amino asit miktarını azaltarak, kalp ve damar hastalıklarının önüne geçiyor. Kansızlığa karşı vücudu koruyor ve enerjinizin artmasına yardımcı oluyor. Karbonhidrat metabolizmasını dengeliyor. Saçımızı, tırnaklarımızı ve cildimizi besliyor. Kısacası o görevleri çok olan önemli bir vitamin. Peki, B12 stoklarımızı nasıl dolduracağız? Hangi besinlerde B12 var?

EKSİKLİĞİ SORUN ÜSTÜNE SORUN YARATIR

Elbette ki her vitamin sağlığımız açısından çok önemli. Ancak bazıları var ki olmazsa olmazlardan. İşte bunlardan biri de B12 vitamini. Çünkü o üstlendiği görevler nedeniyle vücudumuzun ana yapı taşlarından biri. Ancak elde edilmesi biraz zahmetli. Çünkü her besinde bulunmuyor, vücut tarafından üretilmiyor ve vücutta zor depolanıyor. Durum böyle olunca eksikliği bebekler dahil olmak üzere her yaş grubunda görülebiliyor. Noksanlığı da görmezden gelinebilecek gibi değil. Çünkü çok ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getirebiliyor. Mesela kalıcı sinir ve beyin hasarına neden olabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Muhakeme güçlüğü ve hafıza kaybı gibi bilişsel bozukluklara neden olduğunu ve özellikle yaşlılarda bunama riskini artırdığını bilmeliyiz. Sinir sisteminden kalıcı hasarlara neden olabileceğine ve Pernisiyöz anemisine yol açabileceğinin farkında olacağız. Kalp hastalıkları ile kemiklerin zayıflaması ve kemik kırıklarına yol açabilen osteoporoz riskini artırdığını bileceğiz.

B12 DEĞERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?

Aslında B12 vitamini eksikliğiniz olup olmadığını anlamak için vücudunuzu dinlemeniz yeterlidir. Çünkü belirgin semptomları vardır. Eğer sürekli yorgunsanız, unutkanlığınız arttıysa, konsantrasyon eksikliğiniz varsa, ayaklarınız, bacaklarınız, kollarınız karıncalanıp, uyuşuyorsa, kramp problemleriniz başladıysa, gece bacaklarınızda kasılma oluşuyorsa, depresif bir ruh haline girdiyseniz, ağzınızda yaralar oluştuysa, saçlarınız dökülüyorsa; tüm bu belirtiler, B12 stoklarınızın bittiğinin bir işareti olabilir. Ayrıca B12 eksikliği sonucu ortaya çıkan anemiye bağlı olarak çarpıntı, efor kapasitesinde azalma, çabuk yorulma, halsizlik, konsantrasyon bozuklukları ve göz kararması gelişebilir. Bu tarz belirtilerden birkaçını bile kendinizde gözlemliyorsanız, gidip hemen B12 vitamini değerlerinize baktırmanızı öneririm. Çünkü B12 olmadan sağlıklı bir yaşam sürmeniz pek de mümkün değil.

B12 VİTAMİNİ DEĞERİ KAÇ OLMALI?

Yazının Devamını Oku

Ağrı kesicileri doğru kullanıyor musunuz?

27 Ekim 2024
Dünyada en çok satılan ilaçlar listesine baktığımız zaman ilk sıralarda her zaman ağrı kesicileri de görürüz. Bunun da elbette ki, en önemli nedeni, ağrı ile yaşamanın hiç de kolay olmaması…

Hemen hemen hepimiz günlük hayatımızda bazı nedenlerden ötürü ağrı ile karşılaşır ve bunun sonucunda ağrı kesici ilaç almak zorunda kalırız. Bunu yaparken de çoğu zaman hekim önerisi yerine kulaktan dolma bilgiler ya da komşunun tavsiyesi üzerine gelişigüzel ilaç kullanırız. Ancak bu alışkanlık, ağrıdan kurtulmak isterken, başta sindirim sisteminiz olmak üzere iç organlarınızın zarar görmesine neden olabiliyor. Bu nedenle her baş ve diş ağrınızda ya da kolunuz, bacağınız veya beliniz sızladığında şifayı bu ilaçlarda ararken, iki kez düşünmenizi öneririm. Zira bu ilaçlar, hiç de sanıldığı kadar masum değil.

ŞEKER GİBİ İLAÇ YUTMAYIN

İnsanlar, ağrılarını biraz olsun dindirebilmek amacıyla çeşit çeşit ağrı kesici ilaç kullanıyor. Ancak ağrıdan bir an önce kurtulmak isterken, yeni hastalıklara da davetiye çıkardıklarını her zaman göz ardı ediyor. Ağrı kesicilerle ilgili yaşanılan bu sorun, sadece bizim ülkemize has değil. Diğer ülkelerde de durum aynı. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ağrı kesicilerin bilinçsizce kullanılmasının önüne geçmek ve hastaların ilaçların yan etkilerine maruz kalmalarını en aza indirebilmek amacıyla bazı ilkeler geliştirdi. Hadi gelin bugün bilinçli bir şekilde ağrı kesici kullanımının nasıl olması gerektiğini birlikte öğrenelim. Zira, zararsız diyerek şeker gibi yuttuğunuz bu ilaçlar, kalp krizi, felç, karaciğer, böbrek ve kalp yetmezliği, hipertansiyon, mide ülseri ve gastrit gibi hastalıklara yakalanma riskini attırırken, bağımlılık da yapabiliyor.

ZARARI AZA İNDİREN İLKELER

Doğru ilaç kullanım ilkelerine geçmeden önce ağrı konusunda dikkat etmeniz gereken önemli bir ayrıntıyı sizlere hatırlatmak istiyorum. Çünkü vücudunuzun herhangi bir bölgesinde gelişen ağrı, bir hastalığın habercisi olabilir. Bilinçsizce kullandığınız ağrı kesiciler ise ağrıyı baskılayarak, hastalık tanısının gecikmesine veya atlanmasına neden olur. Bu nedenle uzun süren bir ağrı ile mücadele ediyorsanız, yapmanız gereken ilk şey, ağrının nedeninin araştırılması için bir doktora başvurmaktır. Gelelim ilkelere… Öncelikle ağrılarınızı gidermekte tercih edeceğiniz yol, ağrı kesici iğneler yerine ağızdan alınan ilaçları kullanmak olmalıdır. Aslında en doğrusu çok gerekmedikçe ilaç almamaktır. Ancak ağrınız şiddetini artırdıysa ve dayanamayacak hale geldiyseniz o zaman ağız yolundan kullanılan tablet ya da kapsüller tercih etmelisiniz. Ayrıca ağrı kesicilerin farklı etki güçleri vardır. Bu nedenle ağrının şiddetine göre bir ilaç tercih edilmeli, ilacın etkileri göz önünde bulundurularak, hekim kontrolünde kullanıma devam edilmelidir.

AĞRI KESİCİNİZİ BELLİ ARALIKLARLA DEĞİŞTİRİN

Yazının Devamını Oku