Uzun bayram tatilini keyifli bir şekilde geçirebilmek içinse bu sofralarda dikkat etmeniz gereken bazı detaylar var. Bu ayrıntıları bugünkü yazımda sizler için kaleme aldım. Tatilinizi daha sağlıklı, dinlenmiş ve dinç geçirebilmek için bu bilgilere göz atmanızı öneririm. Aksi taktirde mide sorunları başta olmak üzere bazı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
Bayram süresinde hem kahvaltılarda hem de diğer öğünlerde ağır yemekler, börekler, kızartmalar, şarküteri ürünleri ve tabi ki tatlılar geniş yer tutar. Ancak bu yiyeceklerin tüketilmesi bir ay boyunca kendini uzun süre açlığa alıştırmış olan sindirim sisteminin yorulmasına neden olur. Ayrıca bir aylık oruç döneminden sonra kilo alınmasındaki en önemli etkenlerden biri de yavaşlayan metabolizmadır. Bu nedenle bayram da dahil olmak üzere az ve sık yiyerek öncelikle metabolizmanızı yeniden hızlandırmanız gerekir. Oruç günlerinden sonra eski beslenme alışkanlıklarınıza geri dönmeniz ilk günlerde elbette biraz zor olabilir. Ancak bu dokuz günlük tatili öğünlerinizi atlamadan ve dengeli beslenerek geçirmeniz oldukça önemli. Aksi taktirde hem mide sağlığınız olumsuz etkilenir hem de kolay bir şekilde kilo alabilirsiniz.
ERKEN SAATTE HAFİF KAHVALTI YAPIN
Bayram boyunca güne hafif bir kahvaltı ile başlamaya özen gösterin. Çünkü kahvaltıda bir anda sevdiğiniz besinleri fazlaca tüketirseniz midemiz de isyan etmeye başlar ve bayram tatilinizi size zehir eder. Bu nedenle güne kaymak, börek, poğaçalar, kızartmalar gibi ağır besinlerle değil, hafif olan yumurta, yeşillikler, domates, salatalık, peynir ve meyveler gibi gıdaları tüketmekle başlamalısınız. Özellikle sucuk, salam ve sosis gibi işlenmiş ürünlerden uzak durun. Onun yerine midemizi yormayan ve aynı zamanda sağlıklı olan menemen tercih edebilirsiniz. Kahvaltınızda nane ve maydanoz gibi yeşil yapraklılara yer vermeye özen gösterin. Ayrıca bu süreçte cevizi de kahvaltınıza dahil etmeniz oldukça faydalı olacaktır.
ANA ÖĞÜNLERE DİKKAT
Bayram ile birlikte tüketilecek yiyeceklerin miktarını aniden arttırmamaya özen gösterin. Öğün aralarını en az 2, en fazla 4-5 saat olacak şekilde düzenleyin. Ana öğünlerinizde kızartmalardan ve aşırı yağlı yemeklerden kaçının. Bunun yerine ızgara, buğulama ve haşlama şeklinde pişirilen yemekleri tercih edin. Sebze yemeklerine ise bolca yer verin. Bozulan bağırsak düzeninizi sağlamak için bayramda posalı besinlerin yer aldığı menüleri tercih edin. Bu menüde kuru baklagiller ile sebze ve meyvelere bolca yer verin. Pirinç pilavı yerine ise bulgur pilavı ya da esmer pirinçten yapılmış bir pilavı tercih edebilirsiniz. Ayrıca gün içerisinde bol su içmeyi de kesinlikle ihmal etmeyin.
ŞERBETLİ TATLILARDAN UZAK DURUN
Ancak alerjisi olanlar için ilkbahar ayları kâbusun da başlangıcı olabiliyor. Polenlerin yanı sıra bugünlerde ülkemizi etkisi altına alan çöl tozu sorunu da hem alerjisi olanlara hem de akciğer ve kalp hastalarına zorlu günler yaşatacak gibi duruyor.
Dünya nüfusunun yüzde 40’ını etkileyen alerjik hastalıkların tam da zirve yaptığı dönemdeyiz. Bunun nedeni ise elbette ki havada yayılan ağaç, çiçek ve çimenlerin oluşturdukları polenler. Eğer bu sıralar ateşiniz olmadığı halde boğazınız ağrıyorsa, sabahları yorgun uyanıyorsanız, burnunuz sürekli kaşınıyorsa, gözlerinizde akıntı oluşuyorsa ve üst üste hapşırıyorsanız, geçmiş olsun! Bahar alerjiniz başlamış demektir. Bilindiği üzere alerji, basit tanımıyla normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği abartılı cevaptır. Alerjik kişiler, bazı maddelere karşı oldukça hassastır ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak, kaşıntı, kızarıklık, şişme, göz yaşarması, burun akıntısı ve hapşırma gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu belirtiler, çoğunlukla soğuk algınlığı ile karıştırılır. Bu karmaşa, çoğu zaman hastalığın tanısının koyulmasını geciktirmektedir. Erken tanı, her hastalıkta olduğu gibi alerji durumunda da oldukça önemlidir. Çünkü bahar alerjisi, tedavi edilmediği ve tedbir alınmadığı zaman kronik bir hale gelerek, astıma yol açmaktadır. Bu nedenle belirtilerin iki haftadan fazla devam etmesi durumunda bahar alerjisinden şüphelenilmeli ve vakit kaybetmeden bir doktora başvurulması gerekir.
ALERJİ MEVSİMİNİN SÜRESİ UZADI
Son yıllarda alerjik rinit ve astım gibi hastalıkların sıklığında ciddi bir artış gözleniyor. Her üç kişiden birinde artık alerjik rahatsızlıklar görülmeye başladı. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri de iklim değişikliği. Sıcaklıkların artmasıyla birlikte bitkiler, artık daha erken dönemde polen üretiyor ve daha uzun süre çevrede gezinebiliyor. Polen mevsiminin uzamasıyla da insanlar, alerjenlere daha fazla maruz kalıyor. Bu konuyla ilgili yapılan araştırmaların sonuçları ise oldukça çarpıcı. Mesela Kanada’da ve Amerika’da bulunan 60 polen toplama istasyonunda gerçekleştirilen bir çalışmada, polen mevsiminin 1990 yılındakinden 20 gün daha uzun olduğu tespit edildi. Münih Teknik Üniversitesi'nde yapılan bir başka araştırmada ise belirli polen türlerinin 30 yıllık bir süre boyunca yılda 2 gün daha erken harekete geçtiği belirlendi. Bu alanda yapılmış araştırmaların verilere baktığımız zaman, önümüzdeki yıllarda çok daha fazla kişinin alerjik hastalıklar nedeniyle sorun yaşayacağını öngörebiliyoruz.
ALERJİ HASTALARI İÇİN İKİNCİ TEHDİT: ÇÖL TOZU
Küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkileri nedeniyle gezegenimiz artık kırmızı alarm vermeye başladı. Öyle ki bu tehdidi görmezden gelmek gibi bir lüksümüz yok. Ülkemizde de iklim krizi ile ilgili farkındalığın artması için çalışmalar yapılıyor. Bu etkinliklerden biri geçtiğimiz günlerde Ankara’da gerçekleştirildi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Türk Sanayici ve İş Adamları Vakfı (TÜSİAV), Türkiye Vegan ve Sağlıklı Yaşam Turizmi Derneği (TEVSAD) ve Yaşamdan Yana Derneği iş birliğiyle hayata geçirilen ‘İklim ve İnsan Zirvesi’nde gezegenimizi kurtarma mücadelesinde Türkiye'de ne gibi çalışmalar yapıldığı ve eylem planlarının neler olduğu anlatıldı. Ankara Ticaret Odası (ATO) Meclis Salonu'nda yapılan zirvede ayrıca toplumsal farkındalığın artırılması için çok sayıda bilgilendirici panel gerçekleştirildi. Bu anlamlı etkinlikte ‘İklim Elçisi Ödülü’ne layık görülmekten de onur duydum. Bu konuda sayın TÜSİAV Başkanı Veli Sarıtoprak ve TEVSAD Başkanı Şule Dayangaç’a teşekkür ederim. Yıllardır iklim krizinin gezegenimiz ve sağlığımız üzerindeki etkilerinin ne denli tehlikeli boyutlara ulaştığını anlatıyor ve toplumun bilinçlendirilmesi kapsamında yapılan tüm faaliyetlerde yer almaya çalışıyorum. Bugün de bu güzel zirvenin ardından konuya kısaca değinmek istedim. Çünkü durum, artık çok daha ciddi…
DAHA SICAK İKLİMLER HASTALIKLARI ARTIRACAK
İklim değişikliğinin en ciddi tehlikelerinden biri aşırı sıcaklar… Sıcak havanın gücü, her geçen yıl ile birlikte artıyor ve yaz aylarının süresi uzuyor. Bu durum, sıcak kaynaklı ölümlerin artmasına şimdiden neden olmaya başladı. Sağlık Bakanlığı verilerine baktığımızda sıcak hava dalgalarının kalp-damar, beyin-damar ve solunumsal ölümleri oldukça fazla tetiklediğini görüyoruz. Günümüzde sıcak havanın sağlığımız üzerindeki etkilerini gösteren birçok araştırma yapılıyor. Mesela Amerika’da 22 yıllık bir data ile yapılan çalışmada 4780 kişinin aşırı sıcaklıkla ortaya çıkan rahatsızlıklar nedeniyle, 1203 kişinin ise hipotermiye bağlı olarak yaşamını yitirdiği kaydedildi. Artan sıcaklıklar, ayrıca hava kirliliği ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasını da artırdığı için insan sağlığı her anlamda olumsuz etkileniyor.
HAVA KİRLİLİĞİ 7 MİLYON ÖLÜMDEN SORUMLU
Her yıl 7 milyon ölümden sorumlu tutulan hava kirliliği ise giderek daha da etkili olmaya başladı. Hava kirliliği, başta astım, bronşit, KOAH gibi solunum yolu hastalıklarını, kalp rahatsızlıklarını, kansere ve inme gibi ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Ayrıca grip, sinüzit, kronik bronşit hatta pnömoni gibi hastalıklar, yine kirli hava yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde daha fazla görülüyor.
Hücre yenilenmesini hızlandırmak ve vücuttaki oksijen azlığını gidermek gibi görevler üstlenen ozon tedavisi, çeşitli hastalıkların iyileştirilmesinde ve semptomlarının azaltılmasında önemli bir rol oynuyor. Ayrıca sağlıklı olsanız dahi düzenli bir şekilde ozon tedavisi almanız, sizi zinde tutarak, enerjinizi artırıyor ve vücut direncinizin güçlenmesine yardımcı olur.
Alternatif tıbbın vazgeçilmezleri arasında yer alan ozon tedavisi, kişiden alınan kan ile ozon gazının karıştırılıp, bu karışımın tekrar vücuda verilmesi yolu ile uygulanan bir tamamlayıcı tedavi yöntemidir. Ozon tedavisinde kullanılan tıbbi ozon ise her zaman saf ozon ile saf oksijenin karışımından oluşur. Ozon tedavisi, günümüzde daha çok ağrı kesici, iltihap giderici ve bağışıklık güçlendirici etkileriyle anılır. Ancak bu tedavinin hücre yenilenmesini hızlandırmak, kan şekerini düşürmek, oksijen azlığını gidermek gibi etkilerinin olması medikal alanda destekleyici tedavi olarak sıkça kullanılmasını sağlamıştır.
OZON TEDAVİSİ HANGİ HASTALIKLARLA KULLANILIR?
Ozon tedavisi, özellikle bağışıklık sistemini etkileyen hastalıkların (otoimmün hastalıklar) iyileştirilmesi sürecinde oldukça fazla kullanılmaktadır. Bu yöntem ayrıca fibromiyalji, kronik kas ve eklem ağrıları, romatizmal hastalıklar, kronik enfeksiyonlar, hipertansiyon, diyabet, astım ve KOAH gibi solunum yolu hastalıkları, alerji, anti aging (yaşlanma karşıtı etki), kalp hastalıkları, kronik hepatitler, dolaşım sistemi sorunları, sedef, egzama gibi cilt hastalıkları, kronik yaraların iyileştirilmesi ve kanser tedavisine ek olarak sıklıkla uygulanmaktadır.
OZON TEDAVİSİ SADECE HASTA OLUNCA MI KULLANILMALIDIR?
Ozon tedavisi, sadece hasta olunduğunda kullanılan bir yöntem değildir. Koruyucu bir tedavi olarak da kullanılır. Ozonun antioksidan, detoksifikasyon ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkilerinden her zaman yararlanılabilir. Sağlıklı olsanız dahi düzenli bir şekilde ozon tedavisi almanız, sizi zinde tutar, enerjinizi artırır ve vücut direncinizin güçlenmesine yardımcı olur. Ancak vücudun pek çok sistemi üzerinde iyileştirici etkileri olan ozon tedavisinde doğru doz ve yöntemin kullanılması çok önemlidir. Bu nedenle alanında uzman bir hekim tarafından hasta değerlendirilmeli ve kişiyle özel bir tedavi protokolü hazırlanarak, tedaviye başlanmalıdır.
İlerleyen yaşlarda ise kemik erimesi gibi ciddi bir sağlık tehdidi ortaya çıkıyor. Peki, siz en küçük bir darbede bile kemiklerin kırılmasına neden olan bu sorun ile karşılaşmamak için önleminizi aldınız mı? İleri yaşlarda güçlü kemiklere sahip olmak için neler yapmanız gerektiğini biliyor musunuz? Yaşlanma ile birlikte karşımıza çıkan en büyük sağlık sorunlarından biri de kemiklerimizin gücünü kaybetmesi ve daha kırılgan bir hale gelmesidir. Halk arasında kemik erimesi (Osteoporoz) olarak tanınan bu hastalık, aslında kemiklerin kırılganlığının artması anlamına gelir. Kadınlarda ise bu sorun, menopoza bağlı olarak daha erken yaşlarda ortaya çıkar. Kemik erimesi sorunuyla başa çıkabilmek içinse gençlik yıllarında tedbirler almak oldukça önemli. Çünkü en iyi kemik yoğunluğu ve kalitesi, 15 ila 30‘lu yaş aralığında kazanılıyor. 30’dan sonra ise kemik kitlesi, yavaş yavaş zayıflamaya başlıyor. Bu nedenle gençlik yıllarınızda kemiklerinize yapacağınız her türlü sağlık yatırımının yaşlılık sürecinizde sizi ayakta tutacak bir kazanım olacağını unutmamanız şart. Peki, kemik sağlığımızı korumak ve güçlendirmek için neler yapmalıyız?
İLK SİLAHIMIZ DOĞRU BESLENME
Kemikleri sağlıklı tutmak için öncelikli olarak yapılması gereken şey, doğru beslenmedir. Peki, doğru beslenmeden neyi kastediyoruz? Kemiklerimizin güçlenmesine yardımcı olan kalsiyum, fosfor, magnezyum, kolajen, K ve D vitamini gibi bazı önemli vitamin ve mineraller bulunuyor. Bu bileşenlerden zengin beslenmek, mücadelenin ilk cephesi.
MUHTEŞEM İKİLİ: KALSİYUM VE FOSFOR
Sağlıklı kemikler dediğimiz zaman aklımıza ilk kalsiyum geliyor. Kemiklerin en önemli yapı taşı olan kalsiyum, gerçekten de çok önemlidir ama tek başına yeterli değildir. Çünkü kalsiyum alımı kadar emilimi de önemlidir. İşte burada devreye fosfor giriyor. Çünkü kalsiyum ve fosfor birlikte çalışan iki bileşen. Eşit miktarda alındığında da emilimleri artıyor. Bu nedenle beslenme listenizin ilk sıralarına süt ve süt ürünleri, soya fasulyesi, fıstık, ceviz, badem, lahana, brokoli, koyu yeşil yapraklı sebzeler, balık, kurutulmuş meyveler, kuru baklagiller gibi kalsiyum zengini gıdaları yazmalısınız. Fosfor da yine süt ve süt ürünlerinden, koyu yeşil yapraklı sebzelerden, baklagillerden ve özellikle bademden alınabilir.
D VİTAMİNİ DEPOLARINIZI DOLDURUN
Sağlıklı, kaliteli ve uzun bir yaşamın sırrı, hiç şüphesiz ki sağlıklı beslenmeden geçiyor. Her mevsime özel yetişen sebze ve meyveler ise vücudumuzun daha güçlü ve dayanıklı olmasını sağlayan önemli savaşçılar. Ancak sera üretimi, depolama koşullarının gelişmesi ve kullanılan tarım ilaçları (pestisitler) sayesinde mevsim dışı sebze ve meyveler de kısa sürede üretilerek, pazar reyonlarında yerini alıyor. Mesela kışın raflarda karpuz görmek belki hoşunuza gidiyor olabilir. Ancak mevsiminde yetişmeyen bir meyvenin ya da sebzenin size zehir kalıntısı getirdiğini de unutmamanız gerekiyor. Çünkü günümüzde tarım ürünlerinden daha çok verim alabilmek amacıyla kullanılan yüzlerce çeşit pestisit bulunuyor. Üstelik ürünlerde bir değil, birçok tarım ilacı bir arada kullanılıyor. Kısacası tükettiğiniz herhangi bir meyvede 6 ya da 7 çeşit zehir kalıntısı bulunabiliyor.
KANSER DAHİL SAYISIZ HASTALIĞA NEDEN OLABİLİYOR
Yapılan birçok bilimsel araştırma, pestisitlerin depresyon, dikkat eksikliği, zekâ geriliği, Parkinson, Alzheimer, endokrin, sinir sistemi ve üreme hastalıklarının oluşumunda rol oynadığını gösterdi. Ayrıca pestisitler ile kanser gelişimi arasında yakın bir ilişki olduğu yine araştırmalarla kanıtlandı. Bu nedenle doğanın bize verdiği zamanda meyve ve sebzeleri taze olarak tüketmeye çok özen göstermemiz gerekiyor.
MEVSİMSEL BESLENMENİN FAYDALARI
Taze ürünlerin vücudumuzun çok daha güçlü ve zinde olmasında önemli bir rolü var. Sebze ve meyvelerden ihtiyacımız olan vitamin ve mineralleri rahatlıkla alabiliriz. Ancak kullanılan tarım zehirleri, ürünlerin besleyici değerini azaltıyor. Ama mevsiminde yetişen ürünler, hastalık ve zararlılara karşı daha dirençliler ve bu nedenle tarım ilaçlarına ihtiyaç duymazlar. Böylece mevsiminde tüketilen meyve ve sebzelerin hem besleyici değerleri daha fazla olur hem de daha lezzetlidirler. Ayrıca bolca antioksidan içerirler. Bu nedenle alışveriş listenizi hazırlarken kendinize 'Mevsimsel Beslenme Takvimi' oluşturun. Böylece ürünlerin hasat dönemleri hakkında bilgi sahibi olur ve zehirsiz sofralar hazırlayabilirsiniz.
Yaşlılık döneminde kimseye muhtaç olmamak, unutkanlık (demans) ve Alzheimer gibi hastalıklarının pençesine düşmemek için belleğimizi korumamız şart.
BELLEK DÜŞMANLARI
Hafızamızın yaşlanmasını yavaşlatabilmek ve daha güçlü bir belleğe sahip olabilmek için öncelikle düşmanlarımızı çok iyi tanımamız gerekiyor. Çünkü hafızanızın en azılı düşmanlarını yaşam tarzınızda yapacağınız değişikliklerle alt etmeniz mümkün. Kim bu azılı düşmanlar…
-Kronik hastalıklar: (Diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları ve kanser gibi)
-Mineral ve vitamin eksiklikleri: (Omega 3, demir, D vitamini, B12, folik asit, magnezyum ve çinko eksiklikleri)
-Sağlıksız beslenmek ve aşırı yemek tüketmek
BAĞIŞIKLIK DOSTU TURUNÇGİLLER
Bağışıklık sistemini güçlendiren besinler denildiği zaman akla ilk gelen turunçgiller, aslında sadece C vitamini depoları değildir. Aynı zamanda B vitaminleri, kalsiyum, potasyum, fosfor, magnezyum, demir ve bakır gibi bileşenlere de sahiptirler. Bu nedenle turunçgiller grubunda yer alan mandalina, portakal, greyfurt ve limonu beslenme listenize ekleyin. Soğuk algınlığından korunmada, kemik sağlığını desteklemede ve cildinizin daha genç görünmesinde de etkileri vardır. Ayrıca metabolizmayı hızlandırırlar ve enerji verirler. Antioksidan ve flavanoid açısından zengin olan turunçgiller, zayıflamaya da yardımcı besinlerdir. Küçük bir hatırlatma; turunçgillerden faydalanırken, iç bölümlerinde yer alan beyaz kısımlarını da tüketin. Çünkü turunçgillerin içinde saklı daha birçok şifa bulunur.
KIŞ MUCİZESİ NAR
Kış mucizeleri listesinde ilk sıralarda yer almayı hak eden diğer bir meyve ise kesinlikle nardır. Güçlü bir antioksidan olmasının yanı sıra, antienflamatuar ve antikanserojen özelliklere de sahiptir. Narın içeriğinde potasyum, kalsiyum ve demir mineralleri ile A, C, K, B vitaminleri ile folik asit de bulunur. Narı günde 1 kase şeklinde tüketmek ise bağışıklığımız için çok faydalıdır. Göz sağlığını ve görme yetisini koruyan meyveler arasında yer alır. Kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltır. Enfeksiyon hastalıklarına karşı direncinizi artırır ve hafızayı güçlendirmeye katkı sağlar. Cilt sağlığı için de oldukça faydalıdır. Kısacası nar, şifa deposu bir eczane gibidir.
GÖZ SAĞLIĞIMIZIN BEKÇİSİ