Bilal Çelik

Cinsel taciz suçu ve cezası

10 Aralık 2019
Toplumumuzun kanayan yaralarından biri maalesef cinsel taciz suçudur. Sosyal medyada, sokakta ya da markette kısacası her türlü alanda taciz karşımıza çıkabiliyor.

Cinsel taciz suçu kişinin vücut bütünlüğüne karşı fiziki bir temas olmadan cinsel isteği tatmin etmek maksadıyla yapılan “sözlü” davranışlardır. Cinsel yaklaşımın fiziksel temasla olması halinde taciz değil, her ne şekilde olursa olsun “cinsel saldırı” suçu kapsamına girer.

Cinsel taciz suçunun oluşması için mağdura yani cinsel taciz suçuna maruz kalan kişiye karşı sözlü, yazılı veya görüntülü şekilde bu hareketin yapılması gerekir. Bu suçun oluşması için suçu işleyen kişinin cinsel amaçla hareket etmesi gerekir. Cinsel taciz suçu sokakta atılan bir lafla, bir el hareketiyle Instagram’da gönderilen bir direkt mesaj ya da bir Whatsapp konuşması yoluyla veya diğer benzer yollarla işlenebilmektedir.

Kanunumuz cinsel taciz suçunun oluşması için öncelikle yapılan hareketin “sözlü” olarak kalmasını yani fiziksel bir temas olmamasını aramıştır. Mağdur olan kişinin bu harekete maruz kalmasıyla birlikte yapacağı şikayetle birlikte suçta soruşturma ve kovuşturma aşamalarına geçilecektir.

Cinsel taciz suçunun kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı kolaylıktan faydalanılarak işlenmesi halinde verilecek olan ceza yarı oranında artırılacaktır. Bunun yanı sıra aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylık sayesinde yapılan cinsel taciz suçunda da öğretmen, koruyucu aile, sağlık personeli gibi kişiler tarafından cinsel taciz suçunun işlenmesi halinde de verilecek olan ceza yarı oranda artırılacaktır. Cinsel taciz suçunda ceza artırımına sebebiyet veren diğer haller posta veya elektronik haberleşme araçlarıyla cinsel taciz suçunun işlenmesi ve teşhir suretiyle cinsel taciz suçunun işlenmesidir. 

Yukarıda sayılan nitelikli haller yer almamaktaysa cinsel taciz suçunun basit hali dolayısıyla Türk Ceza Kanunu suçu işleyen kişilere altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verileceğini öngörmüştür.

Cinsel taciz suçunu oluşturan davranışlara örnek verecek olursak; sözlü taciz, cinsel maksat taşıyan el hareketleri, cinsel ilişki teklifi, sosyal medyadan gönderilen cinsel içerikli mesaj, fotoğraf veya görüntü kaydı vb. tüm bu hareketler cinsel taciz suçunu oluşturur.

Sosyal medya ve diğer platformları kullanarak cinsel ilişki teklifi, sarkıntılık veya sapıklık düzeyinde cinsel taciz hareketlerine günümüzde sıklıkla rastlamaktayız. Yapılan bu hareketler cinsel taciz suçunun nitelikli halini oluşturur ve cinsel taciz suçunda verilecek olan cezaya göre yarı oranında fazlaca bir ceza verileceğini kanunumuz öngörmüştür.

Cinsel taciz suçuna sözlü şekilde maruz kalındıysa tanıklarla, sosyal medya üzerinden tacize maruz kalındıysa tüm yazışmalar ya da görüntüler delil olarak kullanılmalıdır. 

Yazının Devamını Oku

Gıyapta hakaret suçu nedir?

4 Aralık 2019
Çoğu zaman işlerken farkında bile olmadığımız, arkadaş ortamında veya bir topluluktaki konuşmamız esnasında ağzımızdan çıkan sözler daha sonra başımızı ağrıtabilmektedir. Bir kimsenin onuruna, şerefine veya saygınlığına yönelik meydana getirilen hakaret eylemleri neticesinde Türk Ceza Kanunu kişilik haklarını korumak adına düzenlemeler meydana getirmiş ve bunun sonucu olarak bu kişilik haklarına yönelik olarak yapılan saldırıları yaptırıma tabii tutmuştur.

GIYAPTA HAKARET SUÇU NEDİR?

Ceza Kanunumuzda kişilik haklarının korunması adına, kişinin yüze karşı işlenen hakaret suçunda olduğu gibi gıyapta edilen hakarette de ceza verilebileceği belirtilmiştir. Öyle ki kanunumuzda gıyapta edilen hakaretle ilgili yaptırımı olabilmesi için en az 3 kişinin önünde mağdura yönelik yapılan bir söz veya davranış olması gerekmektedir. Mağdurun kendisiyle birlikte 3 kişi olması durumunda ise gıyapta hakaret oluşmuş olmayacaktır.

Mektup, e-mail, whatsapp yazışması veya başka internet sitelerindeki ya da sosyal medyalardaki yazışmalarda ise kişinin gıyabında işlenen hakaret suçu değil yüzüne karşı işlenmiş gibi kabul edilir. Ancak toplu maillerde veya konferans gibi görüşmelerde mağdurun yer almaması halinde en az 3 kişinin huzurunda edilen hakarette de suçun unsurları sağlanmış olur ve gıyapta hakaret dolayısıyla ceza verilecektir.

GIYAPTA HAKARET SUÇUNUN CEZASI NEDİR?

Gıyapta hakaret suçunun oluşması başlı başına cezalandırılacağı anlamına gelmez. Yapılan hakaretin en az 3 kişiye ihtilat edilmesinin ardından mağdurun yani hakarete maruz kalan kişinin bu eylemi şikayet etmesi gerekir. Şikayet edilmemesi halinde savcılık bunu doğrudan inceleme altına almayacaktır.

Türk Ceza Kanunumuz hakaret suçunda karşılıklı olarak tarafların birbirine hakaret etmeleri durumunda, olayın içeriğine göre taraflardan birinin veya her ikisinin de cezasını indirebilir veya hiç ceza verilmemesini de kararlaştırabilir. Hakim her olayda yaşananları ve tarafların durumlarını göz önüne alarak işlenen harekete yönelik davranışların veya söylenen sözlerin cezayı gerektirip gerektirmeyeceğine karar verecektir.

Hakaret suçunun haksız bir fiile karşılık olarak işlenmesi durumunu kanunumuz cezada indirim sebebi olarak kabul etmiştir. Yaralama suçu sonrası işlenen hakaret suçunda kişiye hiç ceza verilemeyeceği gibi, diğer suçlarda da haksız tahrik unsurunun varlığına kanaat getirmesi halinde hakim, verilecek olan cezayı üçte birine kadar indirebilir ve hatta olayın niteliğine göre cezaya hükmetmeyebilir.

Gıyapta işlenen hakaret suçunda, kanunda yazan nitelikli haller yer almıyorsa ve ispat külfeti yerine getirildiyse verilecek olan ceza 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası veya adli para cezası olarak karşımıza çıkar. 

İşlenen hakaret suçu dine, inançlara, kutsal değerlere, düşüncelere yönelik olması durumunda ya da hakaret suçunun kamu görevlisine karşı işlenmesi halinde verilecek olan ceza 1 yıldan az şekilde olamayacaktır.

Tekrar belirtmekte fayda var ki gıyapta işlenen hakaret suçunda en az üç kişiye ihtilat edilmesi gerekir. Gıyapta hakaretle ilgili davalar Asliye Ceza Mahkemelerinde görülür ve şikayete bağlı suç tipleri arasındadır.

Ceza Kanunumuzda kişilik haklarının korunması adına, kişinin yüze karşı işlenen hakaret suçunda olduğu gibi gıyapta edilen hakarette de ceza verilebileceği belirtilmiştir. Öyle ki kanunumuzda gıyapta edilen hakaretle ilgili yaptırımı olabilmesi için en az 3 kişinin önünde mağdura yönelik yapılan bir söz veya davranış olması gerekmektedir. Mağdurun kendisiyle birlikte 3 kişi olması durumunda ise gıyapta hakaret oluşmuş olmayacaktır.

Mektup, e-mail, whatsapp yazışması veya başka internet sitelerindeki ya da sosyal medyalardaki yazışmalarda ise kişinin gıyabında işlenen hakaret suçu değil yüzüne karşı işlenmiş gibi kabul edilir. Ancak toplu maillerde veya konferans gibi görüşmelerde mağdurun yer almaması halinde en az 3 kişinin huzurunda edilen hakarette de suçun unsurları sağlanmış olur ve gıyapta hakaret dolayısıyla ceza verilecektir.

Gıyapta hakaret suçunun oluşması başlı başına cezalandırılacağı anlamına gelmez. Yapılan hakaretin en az 3 kişiye ihtilat edilmesinin ardından mağdurun yani hakarete maruz kalan kişinin bu eylemi şikayet etmesi gerekir. Şikayet edilmemesi halinde savcılık bunu doğrudan inceleme altına almayacaktır.

Türk Ceza Kanunumuz hakaret suçunda karşılıklı olarak tarafların birbirine hakaret etmeleri durumunda, olayın içeriğine göre taraflardan birinin veya her ikisinin de cezasını indirebilir veya hiç ceza verilmemesini de kararlaştırabilir. Hakim her olayda yaşananları ve tarafların durumlarını göz önüne alarak işlenen harekete yönelik davranışların veya söylenen sözlerin cezayı gerektirip gerektirmeyeceğine karar verecektir.

Hakaret suçunun haksız bir fiile karşılık olarak işlenmesi durumunu kanunumuz cezada indirim sebebi olarak kabul etmiştir. Yaralama suçu sonrası işlenen hakaret suçunda kişiye hiç ceza verilemeyeceği gibi, diğer suçlarda da haksız tahrik unsurunun varlığına kanaat getirmesi halinde hakim, verilecek olan cezayı üçte birine kadar indirebilir ve hatta olayın niteliğine göre cezaya hükmetmeyebilir.

Gıyapta işlenen hakaret suçunda, kanunda yazan nitelikli haller yer almıyorsa ve ispat külfeti yerine getirildiyse verilecek olan ceza 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası veya adli para cezası olarak karşımıza çıkar. 

İşlenen hakaret suçu dine, inançlara, kutsal değerlere, düşüncelere yönelik olması durumunda ya da hakaret suçunun kamu görevlisine karşı işlenmesi halinde verilecek olan ceza 1 yıldan az şekilde olamayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medya üzerinden hangi suçlara dikkat!

19 Kasım 2019
Sosyal medya, günümüzde neredeyse herkesin kullandığı ve hayatımızın her noktasında kullanmak durumunda kaldığımız haberleşme aracı haline gelmiş bulunmaktadır.

Artık neredeyse herkesin dünyayla bağlantı aracı haline gelmiş olan sosyal medya; yoruma, eleştiriye, reklama, ticarete son derece açık bir portal olarak milyonlarca kişi tarafından kullanılmaktadır. Sosyal medya sayesinde kıtalar arası görüşmeler gerçekleştirilebilir, ticari işlemler yapılabilir, toplu görüşmeler yapılarak bir araya gelinebilir. Sosyal medyanın saymakla bitmeyecek faydasına rağmen hayatımıza bu denli girmiş olmasından dolayı başımızı ağrıtabileceği de bir gerçek.

Sosyal medya kullanırken karşımızda birisi yokmuş gibi rahat olsak da bu durum büyük sorunlar doğurabilmektedir. Artık görmekteyiz ki insanlar hiç tanımadığı, bilmediği kişilere sosyal medya hesapları üzerinden erişebilmekte ve pek çok şekilde hukuka aykırı eylemlerde bulunarak aslında suç işleyebilmektedirler.

Whatsapp yazışması esnasında söylediğiniz sözler, Twitter’da attığınız bir tweet veya bir Instagram postunda yaptığınız paylaşımla Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hakaret suçu, tehdit suçu, şantaj suçu, özel hayatın gizliliğinin ihlali suçu, cinsel taciz suçu gibi birçok suç işleyebilirsiniz. Örnek verecek olursak; Whatsapp üzerinden atacağınız mesajla tehdit suçu işleyebilir, attığınız bir tweetle hakaret suçu, İnstagram’dan yapacağınız paylaşımla bir başka kişiye yönelik özel hayatın gizliliğini ihlal suçu işlemiş olabilirsiniz. Bunların dışında sosyal medya üzerinden dolandırıcılık suçu da bu dönemde sıklıkla karşılaştığımız vakalardandır.

Sosyal medya üzerinden işlenebilecek suçları ele alacak olursak, hakaret suçu bir kişinin onur, şeref ve saygınlığını zedeleyecek ve kişiyi rencide edecek derecede davranışta bulunması ya da söz söylenilmesi halinde gerçekleşecek harekettir. Hakaret suçu işlenilmesi durumunda Türk Ceza Kanunu 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verileceği yönünde düzenleme yapmıştır.

Sosyal medya üzerinden işlenebilecek suçlardan bir diğeri tehdit suçudur. Tehdit bir kişinin veya yakının vücut bütünlüğüne ya da mal varlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğine dair yönelimlerde bulunulmasıdır. Tehdit suçlarında nitelikli olmamak kaydıyla kanun 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verileceğini düzenlemiştir.

Sosyal medya üzerinden işlenebilen ve en çok karşımıza çıkan suç tiplerinden biri de dolandırıcılık suçudur. Dolandırıcılık suçunu kanun hileli davranışla bir kimseyi aldatıp onun veya bir başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlayan hareketler olarak düzenlemiştir. Nitelikli dolandırıcılık durumları dışında verilecek olan ceza da 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası veya beş bin güne kadar adli para cezası olarak belirlenmiştir.

Tüm bunların yanı sıra özel hayatın korunması kapsamında bir kişinin özel hayatını ihlal eden kişilerle ilgili kanunumuzda yapılan düzenlemeye göre 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Özel hayatın gizliliği suçunda görüntü ve ses kaydı alınması yönetimiyle yapılması halinde cezanın artırılacağı da belirtilmiştir.

Sosyal medya üzerinden işlenebilen daha pek çok suç tipi bulunmaktadır. Gelişen teknoloji ve sosyal medyanın hayatımıza bilinçsiz şekilde girmesiyle birlikte de yine pek çok değişik suç tipleriyle karşımıza çıkacaktır. Tüm bunlar gösteriyor ki sosyal medyayı kullanırken bunun sonuçları olabileceğini düşünmeli ve buna göre hareket edilmelidir. Sosyal medyada belirttiğimiz bu suçlardan birine maruz kaldığınızı düşünmeniz halinde, meydana gelen olay ve delillerle birlikte savcılığa başvurduğunuzda soruşturma ve gerekli görülmesi durumunda kovuşturma aşamalarına geçilerek her türlü yasal hakkınızı korumanız mümkün olabilecektir.

Yazının Devamını Oku

Mirastan feragat ve mirasçılıktan çıkarma

14 Kasım 2019
Miras konuları geçmişte de günümüzde de çözümü kesin olmayan ve neredeyse her ailede yaşanabilen sorunlar arasında yer almaktadır. Miras ilk bakışta miras bırakanın ölümü sonrası faaliyet gösteren bir hukuk dalı olarak gözükse de miras bırakanın veya mirasçıların ölümden önce de gerçekleştirebildikleri işlemler mevcuttur.

Miras hukukunda, miras bırakan kişi ölümünün ardından mal varlığının bölüşümü ile ilgili işlemler gerçekleştirebilir. Ancak Türk Medeni Kanunu miras bırakanın yapabileceği bu işlemlere kısıtlama getirmiştir. Örnek üzerinden anlatacak olursak miras bırakan kişi tüm malvarlığını altsoyu, üstsoyu veya eşi bulunurken bir başka 3. kişi üzerine yalnızca vasiyetname düzenleyerek bırakamamaktadır. Türk Medeni Kanunu yaptığı düzenleme ile ölüm halinde miras bırakan terekenin tamamı üzerinde işlem yapamamasını sağlamıştır. Yapılan bu düzenlemeyle birlikte özellikle yaşlanmayla birlikte oluşabilecek durum değişikliklerinin ve toplumsal yapıda oluşabilecek sorunların önüne geçilmiştir.

Miras hukukunda saklı payın mirasçılara intikalinin önüne 2 türlü geçilebilir. Bunlardan birincisi, kişinin kendisinin mirastan feragat etmesi; diğeri de miras bırakan tarafından mirasçılıktan çıkarılmasıdır. Mirastan feragat sözleşmesi, miras bırakan ile mirasçısı arasında karşılıksız veya kanuna uygun koşulları sağlaması durumunda karşılıklı şekilde gerçekleştirilebilir. Yapılan mirastan feragat sözleşmesi bir karşılık sağlanarak gerçekleştirildiyse feragat edenin alt soyu için de sonuç doğuracaktır. Mirastan feragat sözleşmesinin geçerli kabul edilebilmesi için mutlaka resmi yazılı şekilde yapılması gerekmektedir.

Miras hukukunda saklı payın önüne geçmenin diğer yolu olarak mirasçılıktan çıkarma diğer adıyla ıskat olarak belirlenmiştir. Türk Medeni Kanunumuz mirasçılıktan çıkarmayı belirli sebeplere bağlamıştır, böylelikle keyfi şekilde mirasçılıktan çıkarma durumlarının önüne geçmeyi başarmıştır. Mirasçılıktan çıkarılan kimse, mirastan pay alamayacağı gibi miras bırakanın ölümünün ardından tenkis davası açma hakkı da bulunmayacaktır. Miras bırakan kişi saklı paylı mirasçısını ancak mirasçının miras bırakana veya miras bırakanın bir yakınına karşı ağır bir suç işlemesi halinde veya mirasçının miras bırakana veya miras bırakanın yakınlarından birine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse mirasçılıktan çıkarabilir.

Miras bırakan kişi başkaca bir tasarrufta bulunmadıkça mirasçılıktan çıkarılan kişinin saklı payı, o kimse miras bırakan kişiden önce ölmüş gibi hesaplanır. Mirasçılıktan çıkarılanın alt soyu varsa bu saklı payı talep edebilirler. Mirasçılıktan çıkarılanın alt soyu bulunmuyorsa bu saklı pay miras bırakanın yasal mirasçılarına kalır.

Miras bırakan hakkında borç ödemeden aciz yazısı bulunan altsoyunu, saklı payının yarısı için mirasçılıktan çıkarabilir. Anca bu yarıyı mirasçılıktan çıkarılanın altsoyuna özgülemesi şart olacaktır.

Mirasçılıktan çıkarma işlemi de aynı mirastan feragat sözleşmesi gibi resmi yazılı şekilde gerçekleştirilmelidir. Miras bırakanın düzenleyeceği vasiyetname açık olmalıdır ve mirastan ıskat sebepleri açıklanmalıdır. Eğer kanunda bahsi geçen sebeplerin varlığı tartışmalı ise mirasçılıktan çıkarılan kişinin delil-ispat şartları kendisine ait olmak üzere iptal davası açma hakkı mevcuttur.

Yazının Devamını Oku

Boşanma sonrasında nafaka nasıl belirlenir?

8 Kasım 2019
Evliliğin sona ermesiyle birlikte eşlerin ekonomik hayatlarında da bir değişiklik olacağı bir gerçektir. Kanunumuz boşanma sonrası maddi durumunda azalma olan veya herhangi bir geliri olmayan tarafa, diğer eş tarafından bir nafaka verilmesini öngörmüştür. Verilecek olan nafakaya boşanma sırasında tedbir nafakası, boşanma sonrasında ise yoksulluk nafakası denir ve yoksulluk nafakası herhangi bir süreye tabi tutulmamıştır.

NAFAKA KİME VERİLİR?

Türk Medeni Kanunu yoksulluk nafakası adı altında topladığı bu nafakanın verilmesi için boşanma sebepleri arasında nafakayı alacak olan tarafın kusurlu olmamasını veya diğer eşe göre daha az kusurlu olması aranmaktadır. Yani örnek verecek olursak aldatmaya bağlı gerçekleşen bir boşanmada ekonomik durumu kötüleşen taraf aldatmış olursa kendisine nafaka bağlanmayacaktır.

NAFAKA NE KADAR SÜRE İLE VERİLİR?

Boşanma davası süresince tedbir nafakası, boşanma gerçekleştikten sonra yoksulluk nafakası adı altında verilen nafakaların kanunumuzda bir süresi bulunmamaktadır. Eşlerin maddi durumlarındaki değişime göre artabileceği veya nafaka veren tarafın talebiyle azaltılması ya da kaldırılması yoluna gidilebileceği görülse de kanunen bunun bir süresi bulunmamaktadır. Tedbir nafakası boşanma davası sonuçlanınca yerini yoksulluk nafakasına bırakacaktır. Boşanma davası kesinleştikten sonra mahkeme gerek görmesi halinde bir yoksulluk nafakasına karar verir. Yoksulluk nafakasının ödenmemesi durumunda da icra yolu açıktır.

Kanunun sağladığı imkanlar bakımından ülkemizde çoğunlukla kadının menfaati düşünülerek böyle bir düzenleme yapılmıştır. Sosyal yaşantımızda kadınlar ekonomik hayata geçiş yapsalar da geçmişteki gibi kadının çalışmadığı veya erkeğe göre çok daha düşük seviyeli işlerde çalıştığı da görülmektedir. Böyle durumlarda yer alan kadınlarla ilgili Türk Medeni Kanunu nafaka düzenlemeleriyle birlikte sosyal düzenin sağlanması ve sosyal eşitlik oluşması için kadına nafaka hakkı tanımıştır.

Gelişen toplum yapısıyla birlikte kadının sınırsız bir nafaka alması pek çok çevrece tartışılmıştır. Öyle ki, nafaka alan kadının çalışması mümkün iken nafaka aldığı için çalışmadığı veya nafakayı bir caydırıcı unsur olarak kullandığına da şahit olmaktayız. Ne yazık ki kanunumuzda bu durumla ilgili bir düzenleme olmadığı için toplumsal hayatımızda böyle durumlara da artık sıklıkla rastlamaktayız.

NAFAKA SONRADAN KESİLEBİLİR Mİ?

Nafakaya hükmedilmesinin ardından nafakanın yalnızca belirli bir dönem ödenmesinin mümkün olmamasıyla birlikte boşanan eşler yalnızca nafakanın kaldırılmasını veya nafakanın azaltılmasını talep edebilir. Örnek vermek gerekirse evlilik içerisinde çalıştığı işte asgari ücret alan tarafın maaşının iki katına çıkması veya başka bir işe geçmesiyle birlikte nafaka veren taraf artık ekonomik farklılığın sona erdiğini veya aradaki farkın azaldığını göstererek nafakanın kaldırılmasını veya azaltılmasını mahkemeden talep edebilir.

İŞTİRAK NAFAKASI NEDİR? NE KADAR SÜRE ÖDENİR?

Çocuklar için verilen iştirak nafakalarının süresi ise çocuğun reşit olmasıyla birlikte veya eğitim-öğretim hayatlarının devam etmesi halinde Türk Medeni Kanunu’nda belirttiği şekilde, çocuğun eğitim hayatının sonuna kadar iştirak nafakası ödenmesi gerekmektedir.

Türk Medeni Kanunu yoksulluk nafakası adı altında topladığı bu nafakanın verilmesi için boşanma sebepleri arasında nafakayı alacak olan tarafın kusurlu olmamasını veya diğer eşe göre daha az kusurlu olması aranmaktadır. Yani örnek verecek olursak aldatmaya bağlı gerçekleşen bir boşanmada ekonomik durumu kötüleşen taraf aldatmış olursa kendisine nafaka bağlanmayacaktır.

Boşanma davası süresince tedbir nafakası, boşanma gerçekleştikten sonra yoksulluk nafakası adı altında verilen nafakaların kanunumuzda bir süresi bulunmamaktadır. Eşlerin maddi durumlarındaki değişime göre artabileceği veya nafaka veren tarafın talebiyle azaltılması ya da kaldırılması yoluna gidilebileceği görülse de kanunen bunun bir süresi bulunmamaktadır. Tedbir nafakası boşanma davası sonuçlanınca yerini yoksulluk nafakasına bırakacaktır. Boşanma davası kesinleştikten sonra mahkeme gerek görmesi halinde bir yoksulluk nafakasına karar verir. Yoksulluk nafakasının ödenmemesi durumunda da icra yolu açıktır.

Kanunun sağladığı imkanlar bakımından ülkemizde çoğunlukla kadının menfaati düşünülerek böyle bir düzenleme yapılmıştır. Sosyal yaşantımızda kadınlar ekonomik hayata geçiş yapsalar da geçmişteki gibi kadının çalışmadığı veya erkeğe göre çok daha düşük seviyeli işlerde çalıştığı da görülmektedir. Böyle durumlarda yer alan kadınlarla ilgili Türk Medeni Kanunu nafaka düzenlemeleriyle birlikte sosyal düzenin sağlanması ve sosyal eşitlik oluşması için kadına nafaka hakkı tanımıştır.

Gelişen toplum yapısıyla birlikte kadının sınırsız bir nafaka alması pek çok çevrece tartışılmıştır. Öyle ki, nafaka alan kadının çalışması mümkün iken nafaka aldığı için çalışmadığı veya nafakayı bir caydırıcı unsur olarak kullandığına da şahit olmaktayız. Ne yazık ki kanunumuzda bu durumla ilgili bir düzenleme olmadığı için toplumsal hayatımızda böyle durumlara da artık sıklıkla rastlamaktayız.

Nafakaya hükmedilmesinin ardından nafakanın yalnızca belirli bir dönem ödenmesinin mümkün olmamasıyla birlikte boşanan eşler yalnızca nafakanın kaldırılmasını veya nafakanın azaltılmasını talep edebilir. Örnek vermek gerekirse evlilik içerisinde çalıştığı işte asgari ücret alan tarafın maaşının iki katına çıkması veya başka bir işe geçmesiyle birlikte nafaka veren taraf artık ekonomik farklılığın sona erdiğini veya aradaki farkın azaldığını göstererek nafakanın kaldırılmasını veya azaltılmasını mahkemeden talep edebilir.

Çocuklar için verilen iştirak nafakalarının süresi ise çocuğun reşit olmasıyla birlikte veya eğitim-öğretim hayatlarının devam etmesi halinde Türk Medeni Kanunu’nda belirttiği şekilde, çocuğun eğitim hayatının sonuna kadar iştirak nafakası ödenmesi gerekmektedir.

Yazının Devamını Oku

Mirastan mal kaçırma nedir?

30 Ekim 2019
Miras konuları toplumumuzda en çok merak edilen ve en fazla uyuşmazlık oluşturan konular arasında yer alır.

Miras bırakan kişinin ölmeden önce mallarını yasal mirasçılarına bırakmamak veya bir kişiye daha fazla miras kalması için yaşarken çeşitli işlemlerle mal kaçırma yoluna gitmesine sıklıkla şahit olmaktayız. Kanunumuz, miras bırakanın satış yapıyor gibi göründüğü aslında bağış yaptığı durumlarda diğer yasal mirasçılara birtakım haklar vererek onların mağdur olmasının önüne geçmek istemiştir.

Türk Medeni Kanunu mirasta mal kaçırma halinde mirasçılara dava açma hakkı vermiştir. Mirasta mal kaçırma davası miras bırakanın ölümünün ardından herhangi bir süre olmadan dava açılarak kaçırılan (saklanan) mallar talep edilebilir. Dava eden mirasçı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olacaktır. Yapılacak ispatı ise kanunumuz herhangi bir şekil şartına bağlamamıştır. Yani ister tanık ister banka kaydı veya başka şekillerde muvazaanın ispatı sağlanabilir.

Mirastan mal kaçırma yani diğer adıyla muris muvazaası tapu iptal ve tescil davası şeklinde de karşımıza çıkabilir. Mirasta mal kaçırma (muris muvazaası) oluşması için birtakım şartların bir araya gelmiş olması gerekir. Öncelikle miras bırakan ile mal kaçırma işlemini gerçekleştiren diğer kişi arasında bir yapılmak istenen işlem bir de görünüşteki işlem olmalıdır. Örnek vermek gerekirse miras bırakan çocuklarından birine mirastan bir ev fazla vermek isterse bu evi o çocuğuna satıyormuş gibi gösterip aslında bağışlarsa muris muvazaası işlemi gerçekleşmiş olur. Muris muvazaasında gerçekleştirilen işlemle birlikte diğer kişilerin bunu bilmemesi gerekir. Yani üçüncü kişiler bağışlamayı değil satışı bilmelidir. Son olarak miras bırakanla mal kaçırma sonu mirası alan kişi bu işlem üstünde anlaşmış olmaları gerekir. Yani iki taraf da bilerek ve isteyerek bu muvazaa işlemini gerçekleştirmelidir.

Mal kaçırma durumunun tespitinin ardından hakkı zedelenen kişiler (çocuk, eş, üvey evlat…) kendi başına dava açabilir. Tüm mirasçıların ortak şekilde hareket etmesi gerekmez. Ancak mirası yasal olarak reddeden kişiler veya mirastan feragat edenler bu haklarını kullanamayacaklardır. Mirasçıların Asliye Hukuk Mahkemelerine başvurmalarıyla birlikte mahkeme, miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma amacı olup olmadığına bakar. Sunulan ispatların niteliğine göre mal kaçırma hadisesi ne kadar zaman önce gerçekleşmiş olursa olsun bir muvazaalı işlem tespit edilirse mahkeme açılan bu dava neticesinde karar vererek işlemlerin iptalini sağlayabilir.  

Yazının Devamını Oku

Velayet değiştirilebilir mi? Velayetin kapsamı ve hükümleri

22 Ekim 2019
Boşanmanın gerçekleşmesiyle birlikte mahkeme çocuğun durumunun ne olacağı ile alakalı karar verir. Mahkeme çocuğun velayeti, nafakası ve yaşam koşullarını göz önünde bulundurarak çocuk için oluşturulabilecek en iyi şartları sağlamaya çalışır.

Boşanma kararının ardından eşlerin durumu eskisi gibi kalmayabilir ya da velayet sahibi taraf, çocuğun getirdiği sorumluluklarını yerine getirmeyebilir. Bu gibi hallerde Türk Medeni Kanunu velayetin değiştirilebileceğini belirtmiş, ayrıca velayet davası açılmasını da herhangi bir süreye tabii kılmamıştır.

Velayetin değiştirilmesi davası açıldığı takdirde mahkeme tarafların durumlarındaki değişime bakacaktır. Velayet sahibi anne veya babanın sorumluluklarını yerine getirememesi, bir olay olması ve bu olayın velayet sahibi kişiden beklenmeyecek nitelikte olması gerekmektedir.

Anne veya babanın evlenmesi, velayet sahibi kişinin başka bir yere taşınması veya velayet sahibi kişinin ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması halinde mahkeme velayetin değiştirilmesi kararı verecektir. Velayetin değiştirilmesi konusunda kanunun belirttiği sebepler bunlardır. Kanunun belirttiği bu sebepleri tarafların talep etmesinin yanı sıra mahkeme de tespit ederse velayetin değiştirilmesine kendiliğinden karar verebilecektir. Örneğin, velayet sahibi kişinin öldüğü tespit edilirse velayet sahibi olmayan anne veya babanın durumu uygunsa yani çocuğa bakabilecek durumdaysa velayeti mahkeme bu kişiye verecektir.

Velayet değiştirme davası çocuk reşit olana kadar açılabilir, herhangi bir süresi yoktur. Velayetin değiştirilmesi sürecinde eğer çocuk idrak yaşı diye nitelendirilen 8 yaşına gelmiş ise çocuğun kendisine de fikri sorulur. Mahkeme tarafından çocuğun beyanı bağlayıcı olmasa bile karar verilmesinde etkisi olan bir olgudur.

Velayetin değiştirilmesi kararı çıkması ile birlikte eşlerin nafaka durumları da değişecektir. Velayet sahibi olmayan anne veya babanın çocuğun sağlık, bakım, eğitim-öğretim vb. giderlerine ekonomik gücü ölçüsünde katılması gerekmektedir. Velayetin değiştirilmesi davasından önce çocuğa nafaka ödeyen taraf artık çocuğa bakmakla doğrudan yükümlü olduğu için bu nafakayı vermeyecektir. Artık velayet sahibi olmayan taraf ise kendi ekonomik durumu göz önünde bulundurularak çocuğa bir nafaka ödemek durumunda kalacaktır.

Velayet davalarında öncelik çocuğun üstün menfaatidir. Çocuk için içinde yer aldığı durumdan daha iyi bir duruma geçiş olmayacaksa Aile Mahkemesi velayetin değiştirilmesine karar vermeyecektir. Öyle ki eğer anne veya babanın ikisinin de velayet sahibi olamayacak durumlarda olması halinde mahkeme velayeti kaldırarak çocuğa vasi de atayabilir.

Yazının Devamını Oku

Evlilik sözleşmesinin olumlu ve olumsuz yanları

10 Ekim 2019
Evlilik, neredeyse herkesin hayatında dönüm noktası olan ve kişilerin yaşantılarını baştan sona değiştiren bir kurumdur. 21. yüzyılda kadınların da sosyal hayatta aktif rol oynamalarıyla birlikte artık evlilik içerisinde eşlerin birbirlerinden üstün olma durumları ortadan kalkmıştır.

Gelişen toplumsal yapıyla birlikte evlilik içerisinde kazanılan malların ne olacağı önem kazanmıştır. Türk Medeni Kanunu’na göre eğer eşler arasında bir sözleşme bulunmuyorsa ‘Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi’ ile bağlı olacaklardır. Edinilmiş mallara katılma rejimine göre eşlerin kazançlarına göre elde ettikleri mallar ortaktır. Örnek verecek olursak, eşlerden birinin maaşıyla aldığı gayrimenkule diğer eş de %50 ortak olur ve boşanma durumunda bu payı alabilir.

Kanunda yazan mal rejimi tüm eşlere uygun gelmeyebilir. İş hayatı, aile yapısı, sosyal çevresi veya benzeri sebeplerle, eşler edinilmiş mallara katılma rejimini kabul etmek istemeyebilirler. Eşler kanunda yazan diğer mal rejimlerinden birini evlilikten önce veya sonra seçebilirler. Mal rejimi sözleşmesi noter huzurunda yapılmalı veya noterin onayına sunulmalıdır. Eşler evlilik öncesinde evlendirme dairesine yapacağı başvuru sırasında da evlilik sözleşmesine karar verdiklerini açıklayabilirler. Aksi halde yapılan sözleşme geçerlilik kazanmayacaktır.
Mal rejimi sözleşmesiyle (Evlilik Sözleşmesi) eşler, evlilik sırasında mallarının durumlarına, gelirlerinin paylaştırılmasına, boşanma olması halinde sürecin nasıl işleyeceğine veya benzeri başkaca taleplere yer verebilirler.

Evlilik sözleşmesiyle birlikte eşler, evlilik içerisine ekonomiyi bulaştırmama yoluna giderler. Tarafların kazançları ortak mal değerlendirilmeyeceği için mal varlıkları yönetimi, mal kaçırma gibi sorunlar oluşmayacaktır. Olası bir boşanma durumunda iki taraf da hak ve sorumluluklarını bilecek, buna göre hareket edecektir.

Eşlerin evlilik sözleşmesine yanaşmamasındaki sebep ise güvensizlik oluşturacağı iddiasıdır. Her ilişki içerisindeki durum farklı olmakla birlikte doğrudan evlilik sözleşmesini güvensizliğe bağlamak yanlış olacaktır. Evlilik sözleşmesiyle eşlerin yalnızca mal varlıkları yönetimi, ekonomik durumları ve olası bir boşanma durumunda malların tasfiyesinin nasıl yapılacağı gibi konular ele alınır. Evlilik sözleşmesinin olması demek illa ki boşanma olacak demek değildir. Boşanma olması halinde malların tasfiyesinin nasıl olacağının önceden belirlenmesidir.

Türk Medeni Kanunu’nun verdiği bu Mal Rejimi Sözleşmesi hakkı dışında kanunda yazmayan bir rejimi seçme hakkı bulunmaz. Evlilik sözleşmesiyle birlikte eşler ancak, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı gibi rejimleri seçebilirler.

Mal Ayrılığı Rejimi benimsenirse eşlerin malları kendi tasarruflarında olur ve diğer eş hiçbir türlü ona karışamaz. Mal ayrılığı rejiminde her eş kendi mal varlığından sorumludur ve dilediği işlemi yapabilir.

Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejiminde ise eşlerin ortak kullanım alanları belirlenmiştir. Bu ortak kullanım alanına eşler eşit oranda tasarrufta bulunabilirken geri kalan malların idaresi ve tasarrufu yine kendilerine aittir ve diğer eş buna karışamaz.

Yazının Devamını Oku