Bekir Coşkun

Sol gözüm...

6 Mart 2007
SOL yanım başıma hep dert açtı gülüm.<br><br>Daha tıfıl çağda iş istediğim ilk müdür, beni süzüp "Sol yanın var mı?" diye sormuştu. Hazırol duruşumu bozmadan yanıtlamıştım:

"Yok sol yanım..."

Oysa...

Oysa, yüreğim soldaydı.

O yüreğimdeki sevdalar yüzünden, daha ortaokula başladığım sene komşu kızını görmek için çıkmıştım teyzemin avlusundaki incir ağacına.

Ve yavru kediler gibi inememiştim en tepedeki daldan. Teyzem Sıdıka, bütün mahalleyi toplamıştı avluya da beni itfaiye merdiveniyle indirmişlerdi, sol yanım yüzünden.

O sol yanım yüzünden tek ayak üzerine ne çok durmuştum kara tahtanın önünde.

Ne çok kaçmıştık atlı devriyelerin önünden.

Ve sol yanımdaki sevdalar yüzünden ne çok ağlamıştı gözlerim, ne çok ağrımıştı başım.

Bilemezsin, ne çok yanmıştı canım.

Başıma hep dert açtı sol yanım.

(.......)

Bu sefer Gazi Üniversitesi Hastanesi’nin 13’üncü katındaki odada, Prof. Dr. Berati Hasan Reisoğlu ile Doç. Dr. Gökhan Gürelik iyice bakıp alarm veren yanımı açıklamışlardı:

"Sol gözün..."

Ve sol gözüme ağlama yasağı konuldu gülüm.

*

Aynı gündü; sol gözüm yüzünden artık okuyamadığım, sadece alıp kokladığım gazetelerde haber vardı; bu sefer sol elle yemek yemeyi "imansızlık" saymıştı müftü.

Aklıma o an Orhan Veli düştü:

"Sarhoş oldum da

Seni hatırladım yine

Sol elim

Acemi elim

Zavallı elim"

*

Ne yapacaksın bir tanem?

Çok çektim sol yanımdan.

Bu sefer su koyuvermişti sol gözüm.

Olsun...

Ben tek gözle ağlamayı da öğrendim gülüm.
Yazının Devamını Oku

Devlet-hırsız ve Osman...

20 Şubat 2007
HIRSIZLAR evlere ikinci, hatta üçüncü tur girmeye başladılar.<br><br>Eş-dost bir araya gelince, oturup evimize nasıl hırsız girdiğini anlatırız birbirimize. Yok eğer evi soyulmamış birisi varsa aramızda, anlatacak bir şeyi yoktur, canı sıkılır.

Osman boynunu büker.

Bizler ona "üzülmemesini" söyleriz:

"Üzülme Osman... Hırsız nasıl olsa bir gün sizin eve de girer... Girmez bir şey yok..."

Osman’ın canı sıkılır:

"Ya girmezse?.."

Bizler hep birlikte:

"Girmez olur mu?.. Bu devlet, bu devlet adamları, bu polis, bu yargı, bu hukuk varken kesin girer... Bir gece bakmışsın ki aaa hırsız gelip soymuş her şeyi..."

O zaman Osman umutlanır:

"Bir de bakmışım ki camda tıkırtı..."

Bizler bir ağızdan:

"Hah... Gördün mü işte..."

Osman:

"Kredi kartım ile cep telefonum da bakmışım ki yok..."


Bizler:

"Oh oh... İşte bu kadar... Her şeyin bir vakti, saati var..."

Osman:

"Belki bakmışım ki televizyonumu da götürmüş..."

Bizler sevinçle:

"Tabiiii... Bak işte nasıl da oluyormuş..."

*

Ey yüce devlet...

Ben seninle böyle dalga mı geçmeliydim?

Bu mudur senin yüceliğin?..

Önce çalışanların emeğini çaldılar, ortada yoktun... Sonra bankalarla ulusal bütçelerimizi çaldılar, yoktun... Peşinden doğamız, ormanımız, koylarımız çalındı, yoksun... Çocukların geleceğini çaldılar, yoksun...

Sıra geldi; sokaklarda canımızı, evlerimize girip dünyamızı çalıyorlar.

Yine yoksun...

Hiç kimse güvende değil.

Hırsızlar, katiller, kapkaççılar, soyguncular, eşkıyalar karşısında yalnızız.

Kimden yanasın, nasıl devletsin sen?..

Nasıl?..
Yazının Devamını Oku

Kavanozun içindeki çocuklar...

18 Şubat 2007
ÇİNLİLER, ormanını tükettikleri bir dağı yeşile boyadılar.<br><br>Tıpkı dünyanın en büyük kürk ihracatçısı Çin’in, kürkü için yok ettiği hayvanlar yerine, dünya çocuklarına bol bol peluş hayvanlar yapıp satması gibi. Dağ yeşil mi?..

Yeşil...

Yeşile boyanmış dağın yamacında peluştan bir ayı yavrusu düşünün ve bunu seyreden bir aptal Çinliyi...

Penceremden yapılmakta olan bizim ünlü "Kavaklıdere Altgeçidi"ne bakıyorum, geçidin duvarlarına iki-üç metre boyunda kuğu resimleri koyuyorlar.

Kuğulu Park’ın kuğularının ise başlarına gelmeyen kalmadı.

Canlı-gerçek kuğuların bir avuçluk küçük havuzlarını ellerinden almak istediler, öte yandan duvara kuğu resimleri yapıyorlar, çirkin mi çirkin, görgüsüzce mi görgüsüzce...

Canım sıkılıyor, Hürriyet’i önüme alıyorum:

Bu sefer Tom Stewart adında bir İskoç, Afyonkarahisar’a kapalı cam içinde bir "kayak vadisi" yapacak diyor haber. AKP’li ortakları Başbakan Erdoğan ile görüştüler, Maliye onlara 1 milyon metrekarelik araziyi tahsis etti.

Hürriyet’in başlığı şöyle:

"Kar vadisi mi, kár volisi mi?"

Dünyanın en iyi kayak merkezleri Anadolu’da, kimse dönüp bakmıyor da, Afyonkarahisar’ın güzelim tarım alanına cam içinde kayak merkezi yapacaklar, kurnaz İskoç ve yerli ortakları

*

Yavaş yavaş plastik ve naylondan bir dünya bekliyor çocukları.


Şimdilik kokusunu yitirmiş domatesler, nizami salatalıklar, şişme sevgililer, bomba ile yağan yağmurlar, plastik ağaçlar, yeşile boyanmış dağlar, peluş sincaplar, cam içinde kayak merkezleri, duvarlara çizilmiş kuğular...

Dünyamızı çalanlar; Çin’de olsun, İskoçya’da olsun, Türkiye’de olsun, el eleler.

Naylon bir dünya sunuyorlar bize.

Gerçek dünyamızı yağmalayıp kazanıyorlar, naylon dünya sunup yine kazanıyorlar.

Birincisinde dış dünyamızı, ikincisinde iç dünyamızı çalıyorlar.

Canım sıkılır benim...

Sermaye-siyasetçi ve bürokrat çeteleri, gerçek dünyamızı elimizden alıp bize suni ve naylonunu veriyorlar.

Yeşile boyanmış dağların eteğinde, kavanozların içindeki doğada oynayacak çocuklar...

Peluş ayıları, plastik ağaçları, naylon arkadaşları olacak...

Canım sıkılır, canım...
Yazının Devamını Oku

Gaspçı...

16 Şubat 2007
KORKAK aslında. Kapıyı kurcalıyor.

Tam açıp içeri gireceği sırada korkup geri çekiliyor.

Bu sefer pencereyi deniyor, kurcalıyor, açıyor ve kafasını içeri uzatıyor uzatmasına...

Ama ürküp geri adım atıyor.

Bacaya çıkıyor bu sefer...

*

Bir zihniyet bu.

"Taksim’e cami yapıyoruz" diyor.

Kurcalıyor, kapıyı aralıyor, tam adım attı-atacak...

Gerisin geriye vazgeçiyor.

"İçki yasak" diyor.

Kapıları zorluyor.

Adım atıyor atmasına...

Ürküp geri çekiliyor.

"İmam-hatipler vali-kaymakam olsun" diyor.

Zorluyor kapıları.

Adımını attı-atacak...

Tüyüyor.

"Piyerloti Tepesi’nin adını Eyüp Sultan Tepesi olarak değiştiriyoruz" diye tutturuyor.

Kurcalıyor.

Açıyor kapıyı, ama kaçıyor.

"Laiklik ilkesi değişsin" istiyor.

Çerçeveyi, menteşeyi kırıyor.

Tam adım atacak...

Yine vınnn...

*

Böyle yüzlerce girişimle içeri girip laik cumhuriyet rejiminin neyi var, neyi yok yürütmek istiyor.

Kapıları kurcalıyor.

Anahtarı, menteşeleri, sürgüleri zorluyor.

Açıyor da...

Ama korkup geri adım atıyor.

Bu sefer koşuyor pencereye...

Kurcalayıp duruyor.

İçeri adım attı-atacak...

Çıkıyor bacaya...

Kapıdan, pencereden ya da bacadan girip, tarumar etmek, el koymak, dağıtmak amacı.

Neyse ki korkak...
Yazının Devamını Oku

Bir isyan bekliyorum...

15 Şubat 2007
ÇOK zamandır yargıçların isyan etmesini bekliyorum.<br><br>Ne zamandır, "Yarın yargıçlar isyan edecekler" diyorum kendi kendime. Olmuyor.

Ama ben yine de sabah kalktığımda "Bugün isyan edecekler" diyorum, akşam başımı yastığıma koyarken "Yarın isyan ederler" deyip yatıyorum.

Kimi zaman karşı kaldırımda dahi olsa, bir yargıç gördüğümde içimden bağırmak geliyor:

"Saygılarrrr sayın hákimim..."

".........?"

"Ne zaman isyan başlıyor?.."

".........?"

"İsyan diyorum... Ne zaman isyan edeceksiniz?.."

".........?"

*

Bekliyorum çoktandır; yargıçların isyan etmesini...

Namuslu, yurtsever, onurlu, düzgün yargıçların isyan etmesini bekliyorum çoktandır.

Onların içlerinde kopan kıyametleri hissediyorum.

Canları sıkık, keyifleri yok, sırtlarında taşıdıkları vebalin altında eziliyorlar ve sayıları az değil böyle yargıçların.

Ülkemizi sarıp sarmalayan tüm felaketlerin temelinde "hukukun olmayışını" onlar da biliyor, bizler de...

İşlenen her suçun altından bir "hukuk hatasının" çıkmasından, siyasi iktidarın "işlemeyen hukuka" güvenerek cumhuriyetimizi paramparça etmesine... Katillerin, hırsızların, soyguncuların, vurguncuların ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda dolaşmasından, masum insanların bir türlü hukuka ulaşamamasına kadar...

Tümünün gerçek nedenidir; hukukun olmayışı.

Biliyoruz...

*

Ve siyasetçiler, zenginler, egemenler bu kirli ortamdan nemalandıkları için, ben çözümü yine güvendiğimiz o yüce hukuk adamlarından, yargıçlardan bekliyorum elbette.

Onlar "hukuku" geri isteyeceklerdir.

Tıpkı duvar ustasının harcını, fırıncının ateşini, futbolcunun topunu, çiftçinin tohumunu istemesi gibi...

"Hukuksuz" nasıl "hukuk adamı" olunur?

Diyelim ki benim yazma özgürlüğümü, kalemimi, káğıdımı elimden alsalar, isyan ederim, isyan...

Peki ne zaman isyan edeceksiniz?..

Ne zaman?..
Yazının Devamını Oku

Irkçılara DNA testi...

14 Şubat 2007
RUM Yorgo’nun böbrekleri Türk Meryem’e takıldı, karaciğeri Elmas’a, kalbi Yeter’e, öbür böbreği Dursun’a. Doktorlar "Organlar uyum sağladılar" diyorlar.

Hangi soydan, hangi dinden, hangi milliyetten olursa olsun, demek ki fark etmiyor.

Tıbbi şartlar "uyum" sağlıyorsa, böbrekler aynı...

Ciğerler aynı...

Kalpler aynı...

Dokular aynı...

*

"Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türküm ben..." diyerek "ölmeye ve öldürmeye" yemin edenlere karşı dün Hürriyet’teki haber yetişti bence:

DNA testi...

Avustralya’nın; başta Türkler ve Araplar olmak üzere başka ırklara düşmanlık besleyen liderinin DNA’sına bakmışlar; soyunda Türk ve Araplık var.

Bu iyi bir şey...

Bunu Türkiye’de de yapmalıyız.

Bu bizim ırkçı-milliyetçilerin DNA’larına bakmalıyız, soyları-sopları nasıl?..

(Ben dünya üzerindeki ırkçılığın ve faşist milliyetçiliğin DNA sayesinde ortadan kalkacağına, çünkü her ülkede var olan faşist milliyetçilerin ne mal olduklarının DNA’lar ile ortaya çıkacağına inanıyorum.)

Benden başlayabiliriz.

Sonra başta yukarıdaki yemincilerin... Arkasından ırkçı parti liderlerinin... Peşinden ağzı asla kapanmayan milliyetçi kardeşlerimizin durumuna bakarız.

Bakalım; neyiz?..

*

Sadece bir tek sonuçtan şimdiden eminim:

Tüm DNA’lardan çıkacak müşterek tek sonuç; sahibinin "önce insan" olduğudur.

İnsan.
..

Rum Yorgo’nun organları nasıl ki Yeter’e, Meryem’e, Elmas’a, Dursun’a uyduysa, hepimizin önce birbirinden farksız birer "insan" olduğunu söyleyecektir DNA’lar.

Ne Dursun’un bedeni Yorgo’nun parçasına karşı çıktı.

Ne de Yeter’in bedeni reddetti Yorgo’nun yüreğini.

Sonuçta; sevinçler aynı, özlemler aynı, umutlar aynı, gözyaşları aynı, korku aynı, acı aynı...

Aynı insan aynı...
Yazının Devamını Oku

Ahirete Mercedes’le...

13 Şubat 2007
BEN hiç gasilhane (ölü yıkanan yer) açan Başbakan görmemiştim. Hadi otomobil fabrikası açılışında Başbakan bir otomobile biner, spor salonu açılışında topa bir vuruş yapar, tünel açılışında önce kendisi geçer...

Gasilhane’de nasıl açılış oldu bilemiyorum.

Pekiii, açarken ne dedi?..

"Güle güle kullanın" dese... Ya da "Bereketli olsun" dese... Belki de şöyle bir başlama cümlesi:

"Değerli basın mensupları ve saygıdeğer ölüler..."

*

Böyle olmadıysa bile, medyaya göre Başbakan gasilhane açarken yaptığı konuşmada "Ben artık ölümü nereye götüreceğim diye düşünmeyeceksin..." diyerek önemli bir müjde verdi.

Çünkü vatandaş ölüsünü alıp çarşıya gitmeyi düşünüyordu(!)

Ya da böyle hatırlatmasaydı, bakacaktınız ki vatandaş ölüsünü almış sinemada oturuyor(!)

*

Başbakan, İstanbul
’da cenaze arabalarını kendisinin değiştirip tümünü Mercedes yaptığını da gururla hatırlattı.

Sağolsun...

Bir de anısını anlattı gasilhane töreninde:

Bir cenaze töreninde adamın birisi yaklaşıp, "Bu ölü amcamın oğludur. Sağlığında hiç Mercedes’e binmemişti. Sizin sayenizde Mercedes’e bindi" demiş.

(Ne yalakalar var.)

Elbette Başbakan mutlu olmuştur.

Köylüler yoksulluktan traktörlerini satsalar da, hiç olmazsa ölüleri Mercedes’e bindirmekten...

Tabii ki Mercedes’le öbür dünyaya gitmek, gasilhane açılışı, halkımızı coşturmuştur. Partililerin "yaşa", "nurol", "varol" sesleri çınlatmıştır ortalığı, duyar gibiyim.

Demek ki halkımız, bu iktidar sayesinde er geç Mercedes’e bineceğini görüyor ve mutlanıyor.

Böyle halka, böyle Başbakan...

*

İşler yolunda dostlar, işler yolunda.

Bu ülkede artık her dört kişiden üçü (Türk-İş’in 2006 sonu araştırmasına göre) yoksulluk sınırının altındadır. İşi tıkırında olan büyük sermayenin "istikrar bozulmasın" yaygarası tüm gerçekleri örtse de bu böyledir.

Başbakan’ın açtığı gasilhaneden kalkacak Mercedes yolculuğu kalıyor geriye.
Yazının Devamını Oku

Dövüş köpeği...

11 Şubat 2007
GÖRÜNTÜLERDE köpek dövüşü...<br><br>Şereflikoçhisar civarında bir arazide, biri beyaz, iki köpek birbirlerini parçalıyorlar. Çevrelerini sarmış belki yüz kişi (ki bunlar bahis oynayanlar) çığlıklar atıyorlar. Dövüşen iki köpeğin hemen yanında bir çocuk var, aşağı yukarı on yaşlarında.

Niçin çocuk?..

Çünkü beyaz köpek, çocuğu çok seviyor.


Onu dost kabul etmiş, onun zarar göreceğini sanıp aklınca onu koruyor ve öbür köpeği var gücüyle parçalamaya çalışıyor.

Sonunda yeniliyor beyaz köpek.

Beyaz tüyleri kıpkırmızı, ölmek üzere... Ama çocuk yanına yaklaşınca, bakıyor ve kuyruğunu sallıyor.

*

Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet Dergisi’
nde bir "Hayvan Hakları Bildirisi" yayınladı.

Deniliyor ki:

"Resulullah dövüştürmek için hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır. Horoz, deve, boğa, köpek, koç dövüştürmek hep bu yasak içinde yer alır.

Bunlar hayvanlara eziyet etmektir ve hayvanlara eziyet etmek kesin olarak dinimizde suçtur.

Bütün hayvanlar insanlarca, gözetilme, bakılma ve korunma hakkına sahiptir....."

*

Diyanet İşleri Başkanlığı
’na tüm hayvan dostları, tüm çocuklar, tüm iyi insanlar, tüm canlılar adına teşekkür etmeliyim.

Kendisini başka bir köpeğe parçalatan çocuğa yine de kuyruğunu sallayan beyaz köpek; aslında bize yaşamın en anlamlı mesajını veriyor.

İnsanların sadece "hayvan" saydığı canlının, o akıl almaz dostluğunu, sevgisini, sadakatini...

İhaneti aklına bile getirmeyecek kadar dürüstlüğünü...

Dostu çocuğa karşı görevini yapmış olmanın huzurunu...

Hiçbir insanın (özellikle canlıların kanı aktıkça çığlık atan insanların) asla sahip olamayacağı kadar saflığını-temizliğini anlatıyor bizlere.

Ama biz...

Biz anlamıyoruz.

Ne din adamları bize anlatabiliyorlar, ne gözümüzün önündeki akıl almaz dersleri görebiliyor insanoğlu.

Dört bir yandan sadece yok etmenin çığlık sesleri geliyor.
Yazının Devamını Oku