22 Eylül 2007
"ANAYASAYI birlikte yapalım" diyenlere iktidarın yanıtı ile Emre’nin tribünlere yaptığı kol hareketi çakıştı. Tribünlerdekiler afalladılar.
Uzlaşı beklerken "futbolcu" onlara kol gösterdi.
Sandıkta ya da sahada gol atmış "futbolcu"nun "Aha size..." şeklindeki tavrına kızdılar.
Oysa bu köşede "Bu futbol spor değil" ile "Bu iktidar demokrat değil" yazıları çakışa çakışa çok yayınlandı.
Gazetelerdeki yorumlara bakılırsa, bizim medyadaki arkadaşların jetonları yeni düşüyor.
"Futbolcunun" ne olduğunu yeni anlıyorlar.
Bu kol gösterme hareketi karşısında mahcuplar:
"Aaaaa... Bak ne yaptı?.."
"Ne?..."
"Şeyini salladı bize... Sağ kolunu ileri uzatırken, sol eli ile bileğini kavrayıp havada üç aşağı, üç yukarı salladı..."
*
Bu yine de az sayılır.
Bir "futbolcunun" sandıkta... pardon, sahada gol atınca, kendisine "atamaz..." diyenlere arkasını dönüp şortunu indirdiğini ve kalçasını daire teşkil edecek şekilde çevirdiğini anlatırlar...
Bir başka takım kaptanı "futbolcunun" ise, kazanınca tribünlerin en üst noktasına çıktığını ve oradan basın tribününde oturanların üzerine işediğini duymuştum.
Bu sadece kol gösterdi.
*
Biliyorsunuz; yeni dönemde "futbolcunun" ayağı tartışılacak, Türkiye’nin refaha, istikrara, kalkınmaya, demokrasiye, özgürlüklere, en azından AB’ye koşması izlenecekti.
Oysa kolu öne çıktı.
Uzlaşı bekleyenler, bu kol sallayıp "Aha size..." hareketi karşısında "uyarı yazıları" kaleme alıyorlar köşelerinde, okuyorsunuzdur:
"Bunu yapmaması lazımdı..."
"Toplum uzlaşı bekliyor..."
"Bu yakışmadı..."
"Karşı görüşlere yer verilmeden, tek taraflı bu hareket iç huzuru ve barışı zedeler..."
(.......)
Ama "futbolcu" sadece bildiğini yaptı.
Sağ kolunu öne uzattı, sol eli ile bileğini kavradı, özellikle sermayenin ve medyanın bulunduğu şeref tribününe karşı salladı:
"Aha size..."
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2007
MUHABİR arkadaşlarımız "First leydi yarın ortaya çıkıyor" diye haberler veriyorlar. First leydi genelde gizli.
Onu saklıyorlar.
Derken "First leydi ortaya çıktı" haberi geliyor, editör "Ortaya çıktı, ortaya çıktı..." diye masasının etrafında üç tur dönüyor, haber müdürü durduğu yerde zıplayarak soruyor:
"Nerede ortaya çıktı, nerede ortaya çıktı?.."
*
Gizli memleket burası; kimlerin milletvekili olup da sizi temsil edeceğini hiçbir zaman bilmediniz.
Adaylar gizliydi.
Kimin Cumhurbaşkanı olacağını da Başbakan dışında hiç kimse bilmedi, bilemedi.
Çünkü gizlendi.
Ve gizli milletvekilleri, gizli Cumhurbaşkanı’nı seçtiler.
O kadar.
(.........)
Şimdi Anayasa değiştiriliyor.
Başbakan, Anayasa’yı tartışanlara haklı olarak "Bilmeden konuşuyorsunuz" diye kızıyor.
Çünkü; gizli.
Doğrusunu isterseniz bu gizli gizli gelen arkadaşlara kim oy verdiyse, o da gizli.
Kimse hálá "AKP’ye oy verdim" demiyor.
Gizli seçmen tarafından seçildiler.
(.........)
Gerçi tepkiler de gizli.
Gizli gizli seçilen Cumhurbaşkanı’nın, gizlenen hanımı first leydi, gizli gizli protokole karışınca, bakıyorum bir general gizli gizli oradan uzaklaşıyor, arkadaşlarımız bunun ne anlama geldiğini söylüyorlar:
"Gizli tepki..."
*
Ve siz gizlisiniz.
Gizli memleketin gizli demokratları, gizli yurtseverleri, gizli vatandaşları...
Eleştiriniz gizli...
Tepkiniz gizli...
Sesiniz gizli...
Nerdesiniz?..
Korkmayın, çıkın ortaya gizli memleketin gizli insanları...
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2007
"TÜRKİYE Malezya olur mu, olmaz mı?"<br><br>Bunu tartışıyor arkadaşlar. Üstelik Malezya’yı bilen yok. Türkler bilmedikleri şeyleri tartışmayı her zaman çok sevdikleri için tartışma alevleniyor: "Şimdi orası neresi?.."
"Biraz şey bir yerdir..."
"Hah işte gördün mü? Yani biz ne münasebet orası gibi olacağız. Orası başka burası başka. Bir defa onlara şeyimiz uymaz..."
Arkadaşlarımız bunu Kıbrıs yolunda memleketin Cumhurbaşkanı’na sordular:
"Türkiye Malezya olur mu?.."
Ne cevap beklersiniz?..
Yani, "Olur, orucunu yiyen dövülecek... Kim günah işlerse yere yatırıp üzerine portmantoyu koyacağız..." diyebilir miydi?
Elbette "Olmaz" dedi:
"Olması düşünülemez..."
Hemen haberin yanındaki fotoğrafa baktım:
Cumhurbaşkanı’nın hanımı türbanı-tesettürü ile tam bir Malezya fotoğrafı.
*
Malezya’nın nüfusunun sadece yüzde 65’i Müslüman.
Orucunu yiyenleri yakalamak için "oruç polisi" oluşturdular. Oruç polisini gören ağzını kıpırdatmıyor.
Bizde öyle oruç polisi-molisi yok.
Ama sıkıysa ağzınız kıpırdasın.
Her iki kişiden birisi oruç polisidir bizde ve oruç tutmuyorsunuz diye bıçaklanma ihtimaliniz yüksektir.
Belli semtler dışında, kentlerde, kasabalarda, hatta kimi üniversitelerde ağzı oynayan dayak yer gülüm.
*
"Türkiye Malezya olur mu, olmaz mı?"
Hani daha bundan bir süre önce, "Türkiye, Belçika olur mu, olmaz mı?", "Türkiye, İsviçre olur mu, olmaz mı?", "Türkiye, Amerika olur mu olmaz mı?"yı tartışıyordunuz.
Malezya olup olmamayı mı tartışacaktınız?..
Bu noktaya mı geldiniz?
"Malezya olup olmayacağımızı" Cumhurbaşkanı’nıza soracak kadar vahim mi durum?..
Ulaşmak için çırpındığımız Batı uygarlığının yerini, Uzakdoğu’nun şeriat adası Malezya mı aldı?..
Berbat ettiniz Türkiye’yi.
Nasıl kıydınız, nasıl?..
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2007
SIRA geldi kendi anayasalarını yapmaya. Parlamentoda çoğunluğu, ülkede iktidarı, cumhurbaşkanlığı ile de devleti ele geçirdiklerine göre, bir anayasaları eksikti.
Şimdi onu yapıyorlar.
Kafalarındaki "ılımlı İslam"a engel olmayacak bir anayasa...
Nitekim Mir Dengir Mehmet Fırat, dünkü gazetelerde "Siyasi irademizi anayasanın arkasına koyacağız" diyordu.
Anayasanın arkasına koyacakları o siyasi iradeyi elbette tahmin edersiniz.
Anayasanın dili yok.
Ki "Kim benim arkama saptırılmış siyasi iradesini koyuyor?" diye yakınsın.
*
Yeni anayasada gizli ya da açık:
- Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluğu iktidara geçiyor, böylece anayasanın özündeki devrim yasalarına aykırılık gibi bir engel kalmıyor.
- Laikliğin tarifi (elbette kendi malum kafalarına göre) yeniden yapılıyor.
- Türban serbestleştiriliyor.
- MGK’nın işlevi ve etkisi azaltılıyor.
- Yargının bağımsızlığı budanıyor.
- YÖK iktidara bağlanıyor.
- İrtica-gericilik-tarikat-marikat nedeniyle ordudan atılanlara geri dönme kapısı açılıyor.
*
Ve hepimiz biliyoruz ki; amaçlarına doğru bir adım daha atıp kendi helal anayasalarını yapıyorlar.
Peki buna kim engel olacak?
Bu pısmış-sinmiş muhalefet mi?..
Her devrin adamı kesilen bu yazarlar-çizerler, bu aydınlar mı?..
Her fırsatta irticadan ve laikliğin tehdit altında olduğundan söz edip ortalığı ayağa kaldıran... Ama Abdullah Gül cumhurbaşkanı olunca selama duran laik cumhuriyetin bekçileri(!) mi?..
Bu medya mı?..
Yeni Cumhurbaşkanı’nın kendilerini uçağa doldurup dünyayı gezdirmesini bekleyen patronlar mı?..
Ya da; kendisini yalnız ve aldatılmış hisseden, ülkesinin sürüklendiği karanlığa gönlü razı olmayan, ama çaresiz-küskün insanlar mı?..
Kim engel olacak AKP’nin kendi anayasasını yapmasına?..
Kim?..
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2007
YILLIK iznim henüz bitmedi, o küçük izin duyurusuna göre ayın 21’inde başlayacaktım yazılarıma.<br><br>Biraz erken burdayım, çünkü... Bir yazarın tek sığınağı okurlarıdır.
Biraz uzaklaştığında...
Kendini mutsuz ve güçsüz hissettiğinde...
Bir de canı yandığında, annesine koşan dizini kanatmış çocuklar gibi, sızlana sızlana okurlarına koşar yazar.
*
Tatile çıkmış yazar o sabah erkenden karısını uyandırdı:
"Çabuk toparlan dönüyoruz..."
Karısı "Sen yoksun diye okurlar gazeteyi bırakmış da tiraj mı düşmüş?" diye sordu. Yazar terliklerini valize sokuştururken yanıtladı:
"Hayır, tiraj artmaya başlamış..."
*
Benim derdim o değil.
Sadece canım yandı.
Pako’dan sonra 17 yıllık arkadaşım Gorbi de birkaç gün önce yaşamdan çekip gitti.
Onun yokluğuna, bıraktığı boşluğa alışamadık.
Onu çok özlüyoruz.
Geceleri karımla taşların üzerine oturup saatlerce sessiz sessiz ağladık, olmadı...
Başımızı alıp rastgele sokaklara düştük, ıssız gece karanlıklarında öylesine dolandık, olmadı...
Eşyalarını okşadık.
Yastığını kokladık.
Yanımıza koşan dostlarımıza onu ne kadar çok sevdiğimizi, anılarımızı, mutlu günlerimizi anlattık uzun uzun.
Olmadı...
*
Canı yandığında tek sığınağı vardır, sızlana sızlana okurlarına koşar yazar.
Yüreğine sızı düştüğünde...
Kendini çaresiz hissettiğinde, okurlarına sığınır...
Başka sığınağı yoktur yazarın.
Onun bildiği tek sığınaktır orası.
Ben de öyle yaptım, biraz erken buradayım.
Bildiğim tek sığınaktayım.
Yazının Devamını Oku
14 Eylül 2007
Yazarımız Bekir Coşkun yıllık izne çıktığı için 21 Eylül Cuma gününe kadar yazılarına ara vermiştir.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2007
NE kadar çabuk değişiyorlar.<br><br>Diyelim ki Devlet Bahçeli... AKP’nin dış politikalarını Türkiye’ye ihanet sayması ile o politikanın sahibi Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması için Meclis’in en önüne gidip oturması arasında 6 gün var.
Apo’nun asılması için ip dahi tedarik edip Başbakan’a kürsüden atması ile elini sıkıp Başbakan’a "başarılar" dilemesi arasında 7 gün...
"Başarılar" dileyip de "Hükümet programına ret oyu vereceklerini" söylemesi arasında 5 gün...
Programa "ret" oyu vermeleri ile AKP’nin Çankaya’daki zafer resepsiyonuna katılmaları arasında 2 gün...
*
Değişmenin en hızlısı DSP’de.
DSP’nin AKP’yi "büyük tehlike" sayması ile onların cumhurbaşkanlığını da ele geçirmeleri oturumuna katılmaları arasındaki zaman 2 gün...
Liderleri Bülent Ecevit’in izinden gideceklerini söylemeleri ile, onun Meclis’te dahi kabul etmediği türbanın devletin tepesi Çankaya’ya çıkmasına genel kurula katılarak katkı sağlamaları arasında 3 saat...
Zeki Sezer’in hükümetin kimi hedeflerine destek olacaklarını söylemesi ile "AKP iktidarından büyük kaygı" duyduklarını söylemesi arasında beş saniye var.
*
CHP?..
CHP’lilerin "ellerini sıkmayız" demeleri ile el sıkmaları arasında 2 gün...
Deniz Baykal’ın laik devletin çok ciddi tehdit altında olduğunu söylemesi ile parti yönetimine az konuşma emri vererek "Gerginliğin odağı biz olmayalım" demesi arasında 1.5 gün...
Bütçe görüşülürken "Bu sefer kürsüye çıkarak eleştirmeyeceğim" demesi ile kürsüye çıkması arasında 5 dakika var.
*
AKP’nin belki de en büyük şansı; muhalefet partilerinin gevşekliği, kararsızlığı ve tutarsızlığı.
AKP bilinen hedefine varmak için ne kadar kararsızsa, muhalefet partileri laik cumhuriyeti savunmakta o kadar kararlılar.
Tamam; siyaset Arapça’dan, at terbiyecisi (seyis)den gelir.
Ama milleti eşek yerine koymanın bu kadarı da fazla.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2007
CUMHURBAŞKANI’nı halkın seçmesine ilişkin referandum yasası için havaalanlarında oy verme işlemi başlıyor ve halkın oyuna sunulan yasada "11’inci Cumhurbaşkanı’nı halk seçer" diyor. Eeee...
Abdullah Gül de 11’inci Cumhurbaşkanı.
Etti mi iki tane 11’inci...
Yasayı "12’nci Cumhurbaşkanı’nı halk seçer" diye düzeltmek de şu aşamada olanaksız, çünkü Meclis tatile girecek ve Anayasa değişikliği de gerekli.
İki tane "11’inci Cumhurbaşkanı" olmaz.
10 ile 11 arasında ise rakam yok...
*
Cumhurbaşkanları niye numara ile anılırlar?
Gerçi Fransızların Louis serisinde olduğu gibi tarihte birçok numaralı imparatorlar, krallar, padişahlar var. Ama onların isimleri aynı. Diyelim ki anons edildiğinde Louis’lerin 16’sı birden mikrofona koşmasınlar diye belki...
Kenan Evren ile Süleyman Demirel arasında hiçbir isim benzerliği yok. Zaten bu numaralama işini de Demirel icat etti, kendisine "eski" denilmesin diye.
Abdullah Gül kaçıncı?..
11’inci...
Peki, şu anda oylanmakta olan, askılarda, işlemlerde ve Yüksek Seçim Kurulu’nun tüm kararlarında yer alan "11’inci Cumhurbaşkanı’nı halk seçer" hükmü ne oluyor?
10’uncu Cumhurbaşkanı Sezer idi gitti, 11’inci şu sıralarda yapılan referandumla "seçilir" deniyor.
Geriye kalıyor 10 ile 11’in arası.
10 ile 11’in ortası ise...
10.5...
*
Her zaman şakayla takıldığım, genç gazetecilere her zaman örnek gösterdiğim sevgili Uğur Dündar, Başbakan ile o ünlü söyleşisinde sanırım bunu açmak istedi.
Ancak yanıtı yok.
Bu bir demokrasi kazasıdır, nasıl olsa düzeltilir.
Ama iktidardaki arkadaşların ne halde olduklarını gösteriyor bize. Bir "11’inci Cumhurbaşkanı" daha seçiyorlar.
Olmadı Abdullah Gül’e "10.5’uncu Cumhurbaşkanı" denilir, olur biter...
Yazının Devamını Oku