Bekir Coşkun

Baba ocağı...

16 Ekim 2007
BU bayram Tülmen’deki baba ocağına yaklaştığımızda, dizim kanamış gibi yapmak ve ağlaya ağlaya babama koşup "Ağaçtan düştüm baba" demek geldi içimden. Ama yapamadım.

Yanımda karım ve artık ağarmış saçlarım vardı.

Zaten ağaçta da değildim.

Üç gün baba ocağında, yeryüzünün en güvenli, en huzur verici yeri, babamın dizinin dibinde oturdum.

Bacılarım, kardeşlerimle çocukluğumuzdaki yaramazlıklarımızı hiç konuşmadan, göz göze gelerek yaptık.

Anamız bize dünyanın hiçbir yerinde tadını bulamadığımız yemeklerinden yaptı.

O yıllardan kalan evimizin eski eşyalarını okşadım.

Üzerinde hep birlikte zıplayıp yaylarını bozduğumuz karyolanın kenarına babamı oturtup ve etrafına toplanıp "Bize deve hikáyesini anlat baba" demek geldi içimden.

Ama babam; Hamidiye Alayları’nın kuruluşundan, iç isyanlardaki aşiret reislerinin adlarını bir bir sayacak kadar pırıl pırıl hafızası ile "ne olduğumuzu" anlattı bize.

Göçleri, Ermeni meselesini, işgal zamanlarını, Cumhuriyet’in ilk yıllarını...

"Deve hikáyesini" istemeye utandım.

*

Baba ocakları; toplumumuzun her şeye rağmen ayakta durabilmesinin gizemidir.


Her şey çürürken...

Biz yok olurken...

Dönüp dönüp, ya da hatırlayıp hatırlayıp, değerlerimize sarıldığımız mübarek ocaklar...

Dönüş yolunda babam, "Allah’a emanet ol, başın dik olsun" derken verdiği görevin ağırlığını hissettim.

Boynuna sarılıp onu koklaya koklaya öptüm.

Ben biliyorum; elini alnıma bastırırken, ona söz verdiğimi anlamıştır babam.

Sonra...

Gün ışıdığında ağaçlardan kalkan kuşlar gibi, bacılarım-kardeşlerimle her birimiz bir yana uçtuk.

*

Hepimizin baba ocaklarına verilmiş sözümüz vardır.

Unutsak da unutmasak da...
Yazının Devamını Oku

ABD’den çare siparişi

10 Ekim 2007
"ÖNÜMÜZDEKİ ay (konu için) Amerika’ya gidiyorum..." Normalde 15 şehit verilince bir Başbakan’ın başka yere gitmesi gerekmez mi?

Havaalanında gazeteci ordusu "15 şehit var, ne diyeceksiniz?.." diye sorunca, böyle diyor Başbakan: "Önümüzdeki ay Amerika’ya gidiyorum..."

Hani insan o felaket haberi karşısında "Olağanüstü TBMM’ye gidiyorum" der, "MGK’ya gidiyorum" der, "Kuzey Irak’a giriyorum" der.

Hatta bari "Eve gidiyorum" der...

"Önümüzdeki ay Amerika’ya gidiyorum" demez bir Başbakan.

Tamam; ABD’nin bilgisi ve onayı olmadan bir yere gidemeyeceklerini elbette biliyoruz.

Nitekim o an Başbakan’ın ilk tepki ve aklına gelen ilk şey olarak "Önümüzdeki ay Amerika’ya gidiyorum, bu seyahatte Başkan Bush ile bu konuyu konuşacağım" demesi onun bilinçaltındaki bağımlılığı gösterir.

Ama insan bari belli etmez.

*

Şimdi içimdeki fesat kabardı mı? Belki Başkan Bush’u arada bir arıyordur:

"Sayın Başkan..."

"Ohhh mistır Tayyip..."

"İzninizle ben giriyorum..."

"Kuzel Irak’a mı?..."

"Üç aylara..."

*

Doğal ihtiyaçlar için de ABD’den izin alıp almadıklarını bilemeyiz.

Ama bir Başbakan, 15 askerinin şehit edildiği gece "Önümüzdeki ay Amerika’ya gidiyorum, bunu Başkan Bush ile konuşacağız" dememeli.

Ayıp olur...

İşte Washington’da sözcüler "Kuzey Irak’a giremezsiniz" dediler.

Yüreğiniz varsa kıpırdayın...

Çünkü; iktidarını önce ABD’ye koşarak sağlayan, ABD’nin eteğine yapışarak ayakta durabilen, her fırsatta temsilcilerini gönderip ABD’ye bağlılıklarını bildirme gereğini duyan, ABD’yi ikinci evi gibi kullanan ancak böyle yapabilir.

Çocuklarımızın ABD desteği ve silahı ile öldürüldüğünü bile bile "strateji ortağı" olduğunu söyleyip durur da tepki gösteremez...

15 şehit haberi verildiğinde şöyle der:

"Önümüzdeki ay Amerika’ya......"

Bu kadar...
Yazının Devamını Oku

Utanmak...

9 Ekim 2007
MECLİS Büromuzda çalışan arkadaşlarımı arayıp sordum dün:<br><br>"PKK’ya terör örgütü demeyen partinin milletvekilleri Meclis’e geldiler mi?.." "Geldiler..."

"Ortalıkta dolaştılar mı?.."

"Dolaştılar..."

"Belki Meclis lokantasında yemek yiyip kuliste çay içtiler mi?.."

"İçtiler..."

"İnsanların yüzüne baktılar mı?.."

"Baktılar..."

O zaman işte o soru takıldı aklıma:

"Acaba hiç utanmadılar mı?.."

*

Doğrusunu isterseniz Türkiye’den beklenmeyen bir olgunluk gösterilmişti onlara:

Seçildiler, TBMM’ye girdiler, yeminleri alkışlandı, elleri sıkıldı, gidiş-gelişlerinde görevliler onlara selam durdular, biz hepimiz onları hiçbir ayrım ve fark gözetmeden kabul ettik.

PKK’nın siyasi uzantısı oldukları herkes tarafından bilinse de, Türkiye beklenmedik bir demokratik terbiye ile kucak açtı onlara.

Ama onlar...

"Bütünlüğü için şeref ve namusları üzerine ant içtikleri" devletin 15 askerini kalleşçe pusu kurarak öldüren bölücü terör örgütüne hálá "terör örgütü" demiyorlar.

*

İnsan sıkılır.

O kürsüden ettiği "birlik, bölünmezlik, barış ve sadakat" yemininden biraz olsun sıkılır.

Biraz olsun duyguları olan insan; her ay yüklü yolluk-ödenek çekini alıp cebe koymaktan... Edilmiş "namus-şeref" sözleri henüz duvarlarda yankılanan binadan içeri adım atmaktan utanır.

Yiğit adam ya TBMM çatısı altında "parlamenter" olmanın gereğini yapar, temsil ettiği ülkenin askerine ve bütünlüğüne sıkılan kurşunlara dürüstçe tepki gösterir...

Ya da o çatıyı terk eder...

Yiğit insan böyle yapar, ikisinden birisi.

Ülkenin "milletvekili" olmak, yemin etmek, maaşından-olanaklarından yararlanmak...

Ama o ülkeyi bölmek isteyen, askerini vuran terör örgütüne bir kez olsun "terör örgütü" dahi diyememek olmaz.

Utanır insan...
Yazının Devamını Oku

Yavru kuşlar uçamadılar...

7 Ekim 2007
ANNE kuşlar, son birikinti suyu da kuruyan gölü terk etmek üzere havalandılar.

Yavrularının da kanatlanıp peşlerinden gelmesi için gölün üzerinde daireler çizmeye başladılar.

Ama küçük kuşların uçma zamanı gelmemişti.

Yuvalarının otları arasından başlarını yana yatırıp, gözlerini kırpıştırarak gökyüzündeki annelerine baktılar.

Anneler orada kalsalar, susuzluktan öleceklerdi.

Yazının Devamını Oku

Çocuk müftü vursaydı...

6 Ekim 2007
RAHİP Andrea’yı vuran ve 18 yıl 10 aya mahkûm olan O.A.’nın babasının "Oğlum müftü vursa 3 yıl yatardı" demesi şaşırtıcı değil. Demek ki hukukumuzda bu gibi boşluklar var. Bunu O.A.’nın babası fark etti:

"Beyefendi oğlunuz haham vursa?.."

"Beş yıl yatardı..."

"Müftü vursa?.."

"3 yıl..."

"Müftü yardımcısı?.."

"....!"

Bu papaz vurunca iş değişiyor; 18 yıl 10 ay.

*

Ama hem devletin, hem milletin "derin" kesiminde genel kanı; papaz olsun, Ermeni olsun, misyoner olsun, bu gibi kimseleri vurmanın suç olmadığı şeklinde.

Ki mahkûmu taşıyan araca dahi yapıştırmışlar sloganlarını:

"Ya sev, ye terk et..."

Başbakan’ın "Çek git" sözlerinin, cezaevi aracına yapıştırılmış bir farklı ifadesi bu. Dolayısıyla beni de ilgilendiriyor ve "kaç yıl edeceğim" doğrusu aklıma takılıyor.

O babaya sormalıyım:

"Beyefendi laik-dinsiz yazar ne eder?.."

*

Bu memlekette "insan" olmak yetmiyor.

Baba; "papaz" olduğu için öldürülen bir insanın "müftü" olması halinde oğlunun durumunu hesaplarken, papazın "papaz" olduğu için canından olduğunu tabii ki aklına bile getirmiyor.

"Müftü olsaydı" diyor.

"Müftü olsaydı" ölmeyecekti ya...

Böyledir buralar...

Irklar, dinler, mezhepler, makamlar, konumlar, yetkiler, güçler arasında kalıp yok oldu "insan"...

Ezildi, eridi, tükendi...

Ki baba aslında bunun hesabını yapıyor:

"Müftü olsaydı..."

*

Herkes "önce insan" olmadıkça kavga-kan durmuyor.

Barışın, sevginin, huzurun, acısız ve mutlu bir dünyanın tek anahtarı vardır, tek:

"Önce insan" olmak.

Önce insan...
Yazının Devamını Oku

Türbanlı laiklik...

5 Ekim 2007
YAZGIYA bakın:<br><br>Teravih vakti; resepsiyon... Türbanlı Hanım’ın adı; first leydi...

Amblem; Katolik Edison’un ampulü...

Hedef; AB, ama istikamet; ortaçağ...

*

"Türbanlı laiklik" işte bu enteresan bileşkeler arasından çıkıyor karşımıza.

"Türbanlı laiklik" olur mu demeyin.

Olacak...

Abdullah Gül’ün AB gezisinin en çarpıcı yanıydı bu; orada bir yandan laiklik garantisi verirken, hemen arkasından AB nezdinde türbana kapı açmaya çalışması başka hiçbir anlama gelmez.

Onu izleyen yazarlarımız (Diyelim ki "Avrupa Konseyi Gül’ü kucakladı" diye yazan Mehmet Ali Birand) nedense "kucaklamayı" gördüler de, bunu görüp okurlarına aktarmadılar.

Hani tarafsız olması gereken ve laik Cumhuriyet’i koruyacağına şerefi üzerine yemin etmiş olan Cumhurbaşkanı, oraya örneğini de yanında götürdü zaten:

Türbanlı first leydi...

*

"Siz AB’yi unutun..."

Bu benim geçen haftaki bir yazımın başlığıydı. Bu hafta salı günkü Sabah Gazetesi’nin manşeti ise:

"Laiklik sulanırsa Avrupa’yı unutun..."

Bu ikincisini söyleyen ben değilim; Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Van den Linden...

Nur Batur’a verdiği demeçte, devamla diyor ki "Gül’ü kucaklayan" Meclis’in Başkanı:

"Türkiye Avrupa’nın bir parçası olmak istiyorsa, din ve devlet ayrı olmalı..."

*

Hepimiz biliyoruz ki hem tarafsız Cumhurbaşkanı(!), hem AKP iktidarı, türbanı önce üniversitelerde, sonra tüm devlet kademelerinde serbest bırakmaya kesinkes kararlılar.

Ama "laikliği koruyacaklar"mış.

(.........)

Hadi bakalım...

Tesettürle-türbanla donatılacak bir laiklik bizi AB uygarlığına taşıyacak mı?

Evet; bence yazık ettiniz Türkiye’ye...

Yazık...
Yazının Devamını Oku

Küfür yeme günüm...

4 Ekim 2007
BENİM haftada bir günüm "küfür yeme günü"dür.<br><br>Ev hanımlarının "kabul günü" gibi bir şeydir bu. Ben o günleri bir gün önceden bilirim. Takvimimde o günü daire içine alır, yandan bir ok çıkarak "Dikkat... Küfür yeme günüm" diye not düşerim.

O gün geldiğinde, sabah hazırlığımı yaparım. Daha evden çıkarken muhterem karıma, "Biliyor musun bugün benim küfür yeme günüm" diye haber veririm.

O "Hadi bakalım... Yeterince hazırlık yaptın mı?" der.

Sonra telefonun başına oturup arkadaşlarına, "Biliyor musunuz, bugün Bekir’in küfür yeme günü... Bakalım nasıl geçecek?" diye haber verir.

Ve büroma gelip masama oturduğumda küfürler başlar.

Gerek bilgisayardan, gerek telefonlardan küfürler gelir.

Dün yine benim "küfür yeme günüm"dü.    

*

Peki; nedir suçum a dostlar?..

Ne yaptım?..

İkiyüzlü, kaypak davranıp "Bu halk bilinçli, demokrat, akıllı, ne yaptığını bilen bir halktır" mı deseydim?..

Ama arkamı dönünce öbürleri gibi "Bu millet adam olmaz?" diye fısıldasa mıydım kulaklara?..

"Göbeğini kaşıyan adam" samimi bir tespittir.

Nedir suçum?..

Dindarsanız; o tertemiz kalması gereken dini, günlük siyaset içinde kirletmelerine izin verdiğinizi yüzünüze söylemek midir günahım?..

Yurtseverseniz; uygarlık yolu dururken, bu cennet ülkeye ortaçağı dayatanlara destek olduğunuzu hatırlatmak mıdır kabahat?..

Yoksulsanız; ulusal gelirden payınıza düşen 1-2 bin doları sorgulamadığınızı... İktidar sahipleri gemi sahibi olurken, aç-işsiz gezen çocuklarınızın hesabını sormamanızı söylemek midir suç?

*

Bana küfreden o köşe yazarlarını, Ti-Vi’deki o kadını, iktidar sahiplerini anlıyorum hadi...

Çünkü onlar "göbeğini kaşıyan adamın" hep orada, hep var olmasını isterler.

Köşelerini, Ti-Vi’deki yerlerini, ya da iktidarlarını o "göbeğini kaşıyan adama" borçludurlar çünkü.

Ama sen?..

Nasıl anlamazsın?..

Nasıl görmek istemezsin ve gösteren olunca kızarsın hálá?..

Nedir suçum?..

Ne?..
Yazının Devamını Oku

’Göbeğini kaşıyan adam’ kafasını kaşıdığında...

3 Ekim 2007
"Göbeğini kaşıyan adam" fiziksel bir tanım değildir.<br><br>"Göbeğini kaşıyan adam" bir sosyal tanımdır. Göbeğini kaşımasa da olur.

Ama siz oturup ona iki saat "nasıl kullanıldığını ve nasıl kandırıldığını" anlattığınızda "Çalsın ama iş yapsın" diyorsa...

O göbeğini kaşıyan adamdır...

*

Milliyet’
te sevgili Fikret Bila’nın, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile yaptığı çok önemli bir röportaj kaç gündür yayınlanıyor. Dünkü bölümün manşetteki sunumunda Paşa diyor ki:

"Göbeğini kaşıyan adamı kazanmalı. Birileri göbeğini kaşıyan adamı hor görürken, öbürü onun evine ayakkabısını kapı önünde çıkarıp giriyor ve onu kazanıyor..."

Bu bir siyasi yaklaşım olarak doğrudur.

"Göbeğini kaşıyan adam" çoğunluktadır ve onu kazanan siyasette de kazanmış olacaktır.

Ancak bunu yapmak "siyasi ahlak" içermez.

Çünkü "göbeğini kaşıyan adam"ın düzeyine ine ine, onu ödüllendire ödüllendire, onu yücelte yücelte bir yere çıkılmaz.

İnilir...

Belki siyasi partiler bir süre kazanabilirler, ama Türkiye kaybeder.

Nitekim 1950’den bu yana sağ partiler bunu yaptıkları için Türkiye çağdaşlaşacağına giderek çürüdü.

Bugün aydınlar bu yüzden "Türkiye Malezya mı olacak" tartışmasını yapıyorlar.

Bu yüzden Batılı medya "Ilımlı İslam Devleti" sıfatını uygun buldu laik Türkiye cumhuriyetine...

Bu yüzden laikliğin simgesi Çankaya’da dinciliğin simgesi türban-tesettür oturuyor...

*

"Göbeğini kaşıyan adam"
ın bir siyasi yanı da yoktur.

O sadece kendisine benzeyeni beğenir.

Küçük küçük avantaları vardır; kömür verene, makarna-nohut getirene verir oyunu. Kendisini temsil edenleri kütüphanede değil, dergah avlusunda görmek ister.

Asla okumaz...

Asla uyanmaz...

Asla görmez...

Asla düşünmez...

Ve "göbeğini kaşıyan adam" asla kafasını kaşımaz...
Yazının Devamını Oku