Bekir Coşkun

Yanmak...

2 Ekim 2007
BİLMİYORUM terör kurbanları sizi ne kadar ilgilendiriyor.<br><br>Gazetelerdeki resimlere, televizyonlardaki görüntülere bakıp, içinizin biraz sızladığını ve "Bunlar hain" dediğinizi biliyorum. Birazdan elektrik faturasını mı düşüneceksiniz, gelecek misafirleri mi, mağazanın vitrininde gördüğünüz o gömleği mi, yapacağınız dedikodunun provasını mı düşüneceksiniz içinizden...

Uzaktaki evlerde bunlara asla yer yok.

Orada yer-gök ateş...

Çığlıkların, ağıtların, ana-baba-sevgili yüreklerindeki ateşin bir cehennemi oralar.

Minderler de yanıyor, yastıklar da...

*

Tabutların geçidi bittikten sonraki haber hangisiydi?

"Deniz Seki yağ aldırdı" mı?.. "Ebru ile Osmantan’ın ortaya çıkan gizli aşkları" mı?..

Bir zıplayışta işte uçtu sayılır kafanız bu yana.

Ne üzüntü kaldı, ne o minik tepkiden eser.

Unuttunuz tabutları.

Uzakta ateş düşmüş evlerden yüzünüze bir an vuran hafif ılıklık, yerini "Bade, Emre ile yakalandı"nın serinliğine bıraktı gitti.

Uzaktaki evlerde bir yudum su dahi yanarken.

*

Böyle duygularını yitirmiş, umursamaz, çürümüş toplumlarda sırayla herkes yanar.

Ve herkes sırayla aldırmaz...

Meclis’te yemin etmiş, devletten milletvekili maaşı alan DTP’nin PKK’ya "Terör örgütü" demediğini ve PKK’nın Meclis’te olduğunu bilmiyor musunuz?..

Biliyorsunuz...

Bu iktidarın; PKK’ya silah veren, yardım eden ve topraklarımızı "Kürdistan"a vermeyi planlayan ABD’nin "stratejik ortağı" olduğunun farkında değil misiniz?..

Farkındasınız...

O tabutların bir hain oyunun parçası olduğunu görmüyor musunuz?

Görüyorsunuz.

Ama tepkiniz yok, sesiniz çıkmıyor, seyircisiniz...

Tam tersine; oy vererek bu teslimiyetçi ve tuzak politikanın birinci adamını Başbakan, ikinci adamını Cumhurbaşkanı yaptınız.

Tabutlar gelmeye devam ediyor.

Bakıp geçtiğiniz o uzaktaki evde bir nefeslik hava dahi ateş...

Yer-gök yanıyor.
Yazının Devamını Oku

İlan...

30 Eylül 2007
O "veda" ilanı Hürriyet’te yayınlandığı gün, iyi insanlar birbirlerine haber verdiler.<br><br>İlan, ikinci gün hemen hemen tüm gazetelerin birinci sayfalarına haber olmuştu. Hem ilanı, hem haberi okuyanlar donup kaldılar.

Yürekli bir işadamı Umut Oran’ın, 16 yıllık arkadaşı Oskar’dan ayrılışının "Vefalı dosta veda ve teşekkür" diye başlayan ilanıydı bu:

"...Gece gündüz, karda, kışta... Hayat arkadaşım köpeğim, sadık, sabırlı, sevgili Oskar’ımı kaybettim..."

*

Bu ilanın tüm ülkeyi etkilemesinin sebebi neydi?

Her gün birçok ölüm ilanı yayınlanan gazetenin bu ilanı niçin anneleri-çocukları ağlatmış, en katı erkeklerin gözleri dolmuştu?

Niçin medya tekrar tekrar verdi o ilanı?

Ben bu pazar niye "ilan"ı yazıyorum?

(.........)

Çünkü o ilan hepimizin adınaydı.

Devletin, bireylerin, toplumun, irili ufaklı hemen hemen tümümüzün bir ortak suçu karşısında, küçük bir "düzeltme" gibiydi.

Ulusal merhametsizliğimiz ve acımasızlığımız karşısında, bir "özür dileme" yerine geçti Oskar’ın ilanı.

Sanki insanlara "Yapmayın..." diyordu:

"...Herkesin imkánı kadar, kapısının önünde ya da yolda gördüğü köpeklere-kedilere, sadece duyarlılık ve sorumluluk göstererek bir lokma yiyecek, bir yudum su vermesi..."

Bunu istiyordu ilan.

Ve o ilan bize her şeyi olan zengin bir işadamına, bir köpeğin verdiği en değerli servetin öyküsünü anlatıyordu:

"...Onlara göstereceğiniz küçük bir ilgi, biraz şefkat, size misli fazlasıyla sevgi ve sadakat olarak geri dönecek... Bundan duyacağınız manevi haz inanın asla vazgeçemeyeceğiniz çok farklı bir duygu olacaktır..."

*

İşte böyleydi Oskar’ın ölüm ilanı.

17 yıllık arkadaşımdan ayrıldığım, onun tasmasını okşayıp son yastığını kokladığım günlerde, 16 yıllık bir başka dostluğun gazete sayfalarındaki öyküsü sadece beni etkilememişti.

Türkiye’yi sarıp sarmalamıştı.

Dilden dile, elden ele dolanıp durdu.

Sanki bir ulusun tozlanmış o sevgi ve merhamet duygularının kıpırdayışının ilk duyurusu gibiydi Oskar’ın ilanı.
Yazının Devamını Oku

Yerine koyacak hiçbir şeyim yok...

29 Eylül 2007
HATIRLAR mısın:<br><br>Evimizin arkasındaki tarladan sana çiçek topladığımda, yarısı eksik olurdu yaprakların. Çünkü ben daha yolda fal için yolardım yapraklarını papatyaların.

Hani kimi zaman yüzüme bakıp "Yine keyfin yok?" diye sorardın ya.

Doğrusunu istersen...

O gün "Sevmiyor" çıkmıştı demek ki falım.

Çok keyfim kaçardı çok.

Çünkü...

Yerine koyacak hiçbir şeyim yok.

*

Kimi geceler uykum kaçtığında.

Eski günleri düşünürüm; bir küçük tekne.

Güvertesinde sen.

Güneşin azlığından şikáyet etmektesin yine.

Doğrusunu istersen:

Dikilip de başına, güneşi ben tutardım ben.

Tenini kıskanırdım, çok...

Çünkü...

Yerine koyacak hiçbir şeyim yok.

*

Bir şarkı vardı ya, arada bir dolanırdı peltek dilime.

Senin için bestelediğimi söylediğim.

Hani "niye bu şarkının yarısı yok" dediğin.

Doğrusunu istersen...

O aslında şarkısıdır Talat Er ile Ayfer’in.

Ben bestelemek isterdim ben...

Hem de çok.

Çünkü...

"Yerine koyacak hiçbir şeyim yok..."

*

Hatırlar mısın:

Bir rüya görmüştüm bir keresinde.

Kumsalda, beyaz köpükler içinde ayaklarımız.

El ele koşmuştuk rüyama göre.

"Uğurdur" demiştin.

Doğrusunu istersen...

O rüyayı ben uydurmuştum ben.

Görülmemiş rüyanın uğuruna ihtiyacım vardı çok.

Çünkü...

Yerine koyacak hiçbir şeyim yok.
Yazının Devamını Oku

Yakışıklı...

28 Eylül 2007
İŞTE tartışma bu:<br><br>"Başbakan yakışıklı mı?" Doğrusunu isterseniz iktidar insanı yakışıklı yapar, çekici kılar, her şeyi değerlidir iktidar sahibinin.

Misal; Başbakan’ın durup dururken artan mal varlıklarının kökeni (yaptıkları açıklamaya göre) oğlunun sünnet takılarından geliyor.

O şeyin ucu dahi ne kadar da kıymetliymiş, görüyorsunuz.

Servet oldu, dağıtım şirketi oldu, kaç tane villa oldu, denizde gemi oldu...

Biz de sünnet olduk...

Babama faydası olduysa; hadi olsa olsa düğün hediyesi gelen bir pijama terliğidir...

*

İktidardakilerin her şeyi para eder.

Her halleri; daha uygun, daha önemli, daha akıllıca, daha isabetli, daha çekici, daha yakışıklıdır.

Süleyman Demirel’e söylemişlerdi:

"Beyefendi saçlarınız lüle lüle..."

Oysa
beyefendi kel...

Darbe günlerinde Kenan Evren ava çıkmış, naylon poşeti keklik sanıp bir tüfek atmış, altı kişi koşa koşa birer keklik getirmişlerdi "Paşam siz vurdunuz" diye.

Üstelik her biri ayrı ayrı yönlerden, ellerinde kekliklerle koşup gelmişlerdi.

İktidar böyle bir şeydir.

Özal’ı nasıl "En seksi erkek" seçmişti arkadaşlar?

*

Tayyip Erdoğan’ın yakışıklı olduğu nereden çıktı dersiniz durup dururken?

ATV ile Sabah’ı almak isteyen Amerikalı Murdoch’un "Ne kadar da yakışıklısınız" demesi ihale hatırına tamam da... Yerli kadınlar korosunun hep birlikte "Yakışıklı ve karizmatik" hükmü ne oluyor?

O, türbanı anayasaya koyup, kadın özgürlüğüne en büyük darbeyi indirmeye çalışırken...

Şu iktidar denilen şey böyledir.

İnsanı güçlü yapmakla kalmaz "yakışıklı" yapar, "çekici" yapar, "karizmatik" yapar.

İktidar sahibi hoş olur.

Taşı tutsa aş olur.

Bu yalakalık var ya...

Biz ne desek boş olur.
Yazının Devamını Oku

AB’yi unutun...

27 Eylül 2007
TÜRKİYE’nin AB’den uzaklaştığını ancak yeni 1 Euro’ların üzerindeki haritaya bakınca anladılar. Baktılar Türkiye yok.

Televizyonlarda yüzlerce yayın yapıldı, gazetelerde binlerce makale yayınlandı, akıl-izan adına on binlerce uyarı açıklandı, anlamadılar.

Euro’nun üzerindeki haritaya baktılar, Türkiye gözükmüyor...

Anladılar.

(........)

"Paragözlük" işe yarıyor.

Çıkarları için Türkiye’nin ortaçağa sürüklenmesine aldırmayanların artık cebindedir kanıt.

Her saydıklarında görecekler.

Paraya bakacaklar.

Türkiye var mı?..

Yok...

*

Bu ülkenin giderek AB’nin uzağına düştüğü elbette yeni değil.

Çoktan belliydi.

O parayı isteyenler bunu asla görmek istemediler.

Cumhuriyet rejimine karşı mücadele vermiş, yargılanmış, mahkûm olmuş... Ya da laik rejimle savaşıp mahkemelere düşmüş kim varsa, bugün Türkiye’yi onlar yönetiyorlar.

Bunu görmediler...

Laik cumhuriyetin sembolü Çankaya’ya türban-tesettür çıkıp yerleşti.

Umursamadılar...

Türkiye’nin çağdaş rejiminden, bir ılımlı İslam devletine dönüştüğünü tüm dünya konuştu.

Duymadılar...

Seçim öncesi ve sonrası Batı basını günlerce "Türkiye AB’den uzaklaşıyor" yorumları yaptı...

Anlamadılar...

Şimdi Euro’nun üzerindeki haritaya baktılar, Türkiye yok.

Anladılar...

*

Bence AB’yi unutun.

AB; laiklikten uzaklaşan, dinci devlete dönüşen bir ülkeyi asla parçası yapmaz, yapamaz.

Kanıt; uğruna tüm çağdaşlık değerlerimizi sattığınız cebinizdedir.

Bakın; Türkiye var mı?..

Yok...
Yazının Devamını Oku

İnsan kendi dininden korkar mı?

26 Eylül 2007
KİMİ okurlar, kimi eş-dost "Korkuyoruz" diyorlar.<br><br>Neden?.. Korkunun sebebi ne?

*

İşte böyle yaptılar.

İnsanları kendi dinlerinden korkar hale getirdiler.

Din gibi insanları birleştiren, sevgiyi-barışı öğütleyen, yardımlaşmayı- dayanışmayı emreden bir yüce duyguyu "korkuya" dönüştürdüler.

Hiçbir düşman güç bunu yapamazdı.

Hiçbir fesatlık bu kadar başarılı olamazdı.

Hiçbir yabancı, Türklerin yüreğindeki o masum-samimi "Müslümanlığı" onun elinden alıp, onun "korkusu" haline getiremezdi.

Ama yaptılar.

Bir anda din "korku" oluverdi.

*

"Gelirler mi?" diye soruyor yollarda rastladıklarımız.

"Kim?" diye sormuyorum artık.

Samimi olun; gazetelerin, televizyonların birer ekibi şu sıralarda Malezya’da, neyi araştırıyorlar, neye bakıyorlar dersiniz:

İslam’ın Malezya’yı ne hale getirdiğine...

Ve aynısının bizim başımıza gelip-gelmeyeceğine.

Böyle midir İslam?..

O kutsal kitap bunu mu istedi sizden?..

Sabah-akşam alnını inançla secdeye koyan iyi insanlar bunu mu arzuladılar, söyleyin...

*

Peki kim yaptı bunu?

O "en Müslüman(!)" olan...

Bir yüce dini siyasette sermaye edindi kendisine. Onu kullana kullana kazandı.

Ve şimdi onu iktidarda kalmanın zırhı yapıyor.

İşte bir kısım Müslümanlar (Müslümanlığa nasıl bir kötülük yapıldığının farkına dahi varmadan) sembollerle-sloganlarla o zırhın parçası olurken...

Öbürleri korkuyorlar.

Hiçbir provokasyon, hiçbir yabancı güç, hiçbir düşman Anadolu Müslümanlığına bu zararı verememişti.

İnsanlar kendi dinlerinden korkar oldular.

İnsan kendi dininden korkar mı?..

Korktular...
Yazının Devamını Oku

Amerika Amerika...

25 Eylül 2007
AMERİKA’dan önemli haberler geliyor: "Başbakan iftar verdi..."

"Erdoğan namaza durdu..."

"Tayyip Bey sahura kalktı..."


Bunlar işin "İslami" yanı.

"Ilımlı" yanı ise "Jennifer Lopez, Brad Pitt ve kimi Hollywood yıldızları Erdoğan’ın iftar yemeğine katılacaklar" diyorlar, oldu mu size "ılımlı İslam"...

*

Nedense bizim Müslümanlar, her zaman Amerika’ya hayrandırlar. Bir yere gidip beklemeleri gerektiğinde orası Amerika’dır.

Bayılıyorlar oralara.

Normalde Arabistan çölündeki kutsal mekánları-şehirleri sevmeleri gerekmez mi?

Bunlar fırsat bulunca doğru Amerika’ya.

Haberlerde gördüm; seçim boyunca halkın "Bilal askere" diye bağırdığı, Türk ordusunda yazıcı dahi olmayan oğul Bilal, turp gibi orada Amerika için çalışıyor.

Torunlar Amerika’da doğdukları için, elbette onlar şimdiden Amerikan vatandaşı.

Ailenin tümünün cebinde ABD’nin "yeşil kart"ı...

Şimdi kimin "gidecek bir başka yeri olup olmadığını" daha iyi anlıyorum.

*

Ama dağlarda PKK, ABD silahları ile kasabalardan-köylerden gitmiş yoksul çocuklarımızı (Elbette ABD’ye güvenerek ve ABD silahları ile) vurmaya devam ediyor.

Türkiye, Kuzey Irak’ta kıpırdayamıyor.

Çünkü ABD’den habersiz operasyon yapmama taahhütleri var; dünkü Cumhuriyet’te altında Abdullah Gül’ün imzası olan anlaşmanın metni yayınlandı.

Ve bir bir tabutların içinde köylerine-kasabalarına dönüyorlar yaban güvercinleri.

(Dün Kara Harp Okulu’nda konuşan Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ’un sözlerini öbür sayfalarda bulup okumalısınız.)


*

Ama ne gam?..

Oğul, torun, gelin, kızlar, aile Amerika’da, Jennifer Lopez iftara geliyor.

Hollywood’un ilgisi de çok fazla diyorlar.

Hollywood Hollywood olalı, içinde hem komedi, hem trajedi, hem entrika olan bundan iyi film görmüş olabilir mi?..

Olamaz...
Yazının Devamını Oku

Poşetteki dünya...

23 Eylül 2007
BEN naylonu sevmem.<br><br>İkiyüzlü ve kaypaktır. Hangi kalıba dökerseniz onun şeklini alır. Değişir, eğilir, bükülür, yamulur...

Kalem de olur, terlik de...

Ahşabın kokulu damarlarını gösteren samimiyeti, saz ve beşik olacak kadar coşkun sevdası... Taşın tarihi taşıyacak kadar vefası... Toprağın bereketli analığı... Demirin eğilince kırılan keskin kişiliği karşısında naylon, bu çağın kişiliksizliğini anlatır bize.

Arsızdır...

Don da olur, şapka da...

*

Ben naylonu sevmem.

Yaşamın en büyük düşmanıdır naylon kalıntılar. Bir naylon poşet tam bin yıl çözülmeden doğada kalır.

Dünyada yılda 300 milyar naylon poşet üretilir.

Bunun sadece yüzde 1’i toplanabilir, geri kalan yüzde 99’u doğayı sarıp sarmalamak üzere sinsice gizlenir.

Denizlerin dibi, yaşama izin vermeyen birer naylon leğen gibidir.

Karalarda ise nereye kazmayı vursanız, karşınıza naylon çıkar.

Ruanda, Uganda, Güney Afrika, Kenya, Tayvan, Hindistan’da naylon poşet kullanımı kısmen yasaklandı. ABD’de San Francisco’da, Fransa’da, Paris’te alışveriş merkezlerinde yasak. İrlanda’da her naylon poşetin 20 sent vergisi var.

Türkiye’de?..

Çevreci kurumlar, doğayı savunan örgütler, devletin ve naylon poşet üretenlerin kapısına dayanmalı...

Çünkü naylon poşetlerin en çok kullanıldığı, en çok doğaya savrulduğu ülke Türkiye’dir.

Denizlerimizin dibi artık naylonla kaplı.

Kara da toprak bir naylon örtünün altında.

*

Naylon gördüğüm zaman surat asarım.

Gerektiğinde yapma çiçek, gerektiğinde şişme kadın, gerektiğinde leğen olduğunu bilirim. Gerektiğinde sevimli bir oyuncak bebek de olur, gerektiğinde bacak koparan mayın da...

İkiyüzlüdür...

Her kalıba girer...

Ama en çok dünyanın giderek bir naylon torbanın içine girmekte oluşuna canım sıkılır.

Ben naylonu sevmem.
Yazının Devamını Oku