Hangi kalıba dökerseniz onun şeklini alır. Değişir, eğilir, bükülür, yamulur...
Kalem de olur, terlik de...
Ahşabın kokulu damarlarını gösteren samimiyeti, saz ve beşik olacak kadar coşkun sevdası... Taşın tarihi taşıyacak kadar vefası... Toprağın bereketli analığı... Demirin eğilince kırılan keskin kişiliği karşısında naylon, bu çağın kişiliksizliğini anlatır bize.
Arsızdır...
Don da olur, şapka da...
*
Ben naylonu sevmem.
Yaşamın en büyük düşmanıdır naylon kalıntılar. Bir naylon poşet tam bin yıl çözülmeden doğada kalır.
Dünyada yılda 300 milyar naylon poşet üretilir.
Bunun sadece yüzde 1’i toplanabilir, geri kalan yüzde 99’u doğayı sarıp sarmalamak üzere sinsice gizlenir.
Denizlerin dibi, yaşama izin vermeyen birer naylon leğen gibidir.
Karalarda ise nereye kazmayı vursanız, karşınıza naylon çıkar.
Ruanda, Uganda, Güney Afrika, Kenya, Tayvan, Hindistan’da naylon poşet kullanımı kısmen yasaklandı. ABD’de San Francisco’da, Fransa’da, Paris’te alışveriş merkezlerinde yasak. İrlanda’da her naylon poşetin 20 sent vergisi var.
Türkiye’de?..
Çevreci kurumlar, doğayı savunan örgütler, devletin ve naylon poşet üretenlerin kapısına dayanmalı...
Çünkü naylon poşetlerin en çok kullanıldığı, en çok doğaya savrulduğu ülke Türkiye’dir.
Denizlerimizin dibi artık naylonla kaplı.
Kara da toprak bir naylon örtünün altında.
*
Naylon gördüğüm zaman surat asarım.
Gerektiğinde yapma çiçek, gerektiğinde şişme kadın, gerektiğinde leğen olduğunu bilirim. Gerektiğinde sevimli bir oyuncak bebek de olur, gerektiğinde bacak koparan mayın da...
İkiyüzlüdür...
Her kalıba girer...
Ama en çok dünyanın giderek bir naylon torbanın içine girmekte oluşuna canım sıkılır.