13 Temmuz 2008
HER yaz Cunda’ya geldiğimizde onu evin arka kapısındaki paspasın üzerinde bizi beklerken bulmuştuk.<br><br>Tam altı yıl... O uzun kışları nasıl geçirirdi, ne yer ne içerdi, o nasıl sabır ve sadakatti, biz hiçbirisini bilemezdik.
Bir defasında Paspas’ın bu vefasını yazmıştım. Kanal-B, Paspas’ın çekimini yapıp yayınlamıştı.
Her sonbahar ayrıldık ondan.
Eylül gelip terastaki sandalyeler içeri alındığında, panjurlar kapatıldığında, Paspas ayrılık vaktinin geldiğini anlar, bahçedeki çiçeklerin arasına sinip bizi izler, sonra kimseye gözükmeden ortadan kaybolurdu.
Belli ki o da bizim gibi ayrılıklara dayanamıyordu.
Ama Hayrettin, onun birkaç gün sonra dönüp geldiğini, bütün kış o paspasın üzerinde bizi beklediğini anlatırdı.
Bir defasında tam iki yaz gelememiştik Cunda’ya.
Döndüğümüzde Paspas, arka kapının önündeki paspasın üzerindeydi.
Beklemekten yorgun, hasta, zayıflamıştı ama sanki iki yıl değil de iki saat beklemiş gibi kalkmış, kuyruğunu bayrak gibi sallaya sallaya açılan kapıdan bizden önce girmişti içeriye.
*
Bu sene geldik, Paspas yok...
O olmadan kapıları açmak istemedik.
Uzun süre seslendik, sağa-sola baktık, bütün komşu bahçeleri aradık.
Su tası, yarısı yenilmiş yemek kabı, üzerinde bizi beklediği paspası orada duruyordu, ama kendisi yoktu.
Andree günlerce ağlaya ağlaya sokakları gezdi. Herkese sordu Paspas’ı. Ona benzetilen her kediye gidip baktı, o değil...
Kimi geceler arka taraftan gelen bir kedi sesi ile koştuk bahçeye.
Bence hayatta olsaydı, o paspasının üzerinde olacaktı... Ama yine de başına ne geldiğini asla bilemeyiz.
Bildiğimiz:
Paspas gitmiş...
Biz ona terk edilişin hüznünü yaşatmıştık.
Bu sefer sıra bizdeydi...
*
Ama asıl Paspas bize ne çok şey öğretmişti.
Çoğu insanda olmayan vefanın, sadakatin ve sabrın, küçük bir canlıdaki boyutlarını... Su tasını, yemek kabını, altı sene üzerinde bize beklediği paspasını ve insanlara verdiği dersleri bırakmıştı bize...
Gitmişti Paspas...
Yazının Devamını Oku 12 Temmuz 2008
O yıllarda, kilidi bozuk tahta bavulun ipine kördüğümü vurup yola çıkmak, okumak için yetiyordu aslında. Şimdi siz ona "Sınav sonuçları" diyorsunuz.
Fark etmiyor...
İkisi de kördüğüm...
Bedenime göre çok büyük bir savaşa doğru yol alırken, bavulumun ipini yoklayıp, şaşkın ve ürkek bir türkü takılmıştı dilime:
"Yolun sonu görülmüyor
Yalın ayak yürünmüyor..."
*
Dün itibarıyla sınav sonuçları açıklanmaya başlandı. Anneler, babalar, çocuklar telaşlı.
Puan durumları, tercihler, başarılar, başarısızlıklar, tartışmalar, akıl vermeler, mutluluklar ya da hüzünler içinde dünden bu yana.
"Bu sene başarı durumu daha iyi" diyorlar.
Hadi yola çıkıyorsunuz.
Yolunuz açık olsun çocuklar.
*
Bu bir yaşam savaşıdır.
Başarmalısınız.
Yarın üniversite bittiğinde, aslında bu açıklanan sınav sonuçları ile bir acıya adım attığınızı ve sınavlarda hüsranı kazandığınızı anlayacaksınız.
Olsun...
Karısı türbanlı olanların işe alındığını...
Fırıldağın milletvekili olduğunu...
Önemli görevlere damatların geldiğini.
Gemileri oğulların aldığını...
Mısır işinin iyi gittiğini...
Dönekliğin para ettiğini...
İkiyüzlülüğün, sahtekárlığın, yalakalığın bu açıklanan puanlardan daha çok işe yaradığını öğreneceksiniz.
*
Yine de olsun...
Aydınlık günler için bence ülkemizin size ihtiyacı var.
Hadi çocuklar...
Alnınız açık, başınız dik, yüreğinizde sevgi ve merhamet... Anne ve babalarınızın çektikleri çilelerden örülmüş o tertemiz duygularınızla gelin...
Unutmayın:
Eğitimsiz-donanımsız hiç bir savaş kazanılmıyor.
Ve tahta bavullu çocuğun türküsünü hatırlayın:
"Yalın ayak yürünmüyor..."
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
İSLAM’ın, tüm dünyada artık "terör" ile birlikte anılması ve terörü çağrıştırması sizi rahatsız etmiyor mu? Etmiyorsa sorun yok...
Ama yüreğinizde inanç sevdası varsa ve "terör" sıfatı sizi rahatsız ediyorsa elbette sorgulamalısınız:
"Neden?.."
Neden son din "terör" içeriyor?..
Neden daha önceki gün durup dururken gelip bizim üç fidan gibi polisimizi "din adına" öldürdüler?
Ve neden dünya, bir kez daha dün "İslami terör" dedi?..
*
Çünkü dinciler (dindarlar demiyorum) dini her zaman kendi çıkarları için masum-saf insanları yönlendirmede kullandılar.
Tarih boyunca çok kan akıtarak egemenlikler kurdular din adına...
Masum inanmış insanları iktidarlarına malzeme yapıp saltanatlarını sürdürdüler asırlar boyunca yine din adına...
20’nci yüzyıla gelinip demokrasiler geliştiğinde bu sefer bir zamane dincisi kürsüye çıkıp şöyle dedi:
"Camiler kışlamız, minareler süngü, kubbeler miğfer..."
Ne bileyim ben...
Bu defa saf insanların inançlarını iktidar malzemesi yapıvermişlerdi.
*
İnanç bir kez insanların yüreğinden çıkartılıp da siyasete, ticarete, günlük kirli ilişkilere alet edildi mi...
Sonu gelmez...
Sınırı olmaz...
Siyaseti, terör yöntemleri ve silahlarla yapanlar da dini kullanmaya başladıklarında işte böyle olur...
Dört beyni yıkanmış gelip üç fidan gibi polisimizi öldürüverirler.
Her şeyden habersiz, gencecik, akşam evine dönmeyi, bebeğini sevmeyi ya da annesine sarılmayı hayal ederken...
Masum insanları öldürmek gibi en büyük günah işlendi orada...
Yine din adına...
*
Din; günlük kirli işlerde, ticarette, siyasette, egemenlik kurmakta kullanıldı mı bir kez, böyle olur...
Ve yüreğinizdeki sevda İslam, tüm dünyada "terörle" birlikte anılır.
Açmazsanız gözünüzü; yüreğinizdeki sevdayı da, çocuklarınızı da vururlar.
Din adına...
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2008
TÜM bu darbe iddialarının, gözaltıların, tutuklamaların başlama yeri, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in (kendisi kabul etmese de) günlüğü.<br><br>Acaba birisi Paşa’nın yerine mi "günlük" tuttu? Biz bilemeyiz.
Bildiğimiz Paşa iktidar ile iç içe.
Örnek:
Örnek Paşa’nın büyük oğlu Tolga film yapıyor, sponsoru Başbakan’ın himayesindeki bildiğiniz ünlü Çalık Grubu...
Yine örnek:
Örnek Paşa’nın küçük oğlu Burak, aynı Çalık Grubu’nun şirketi Bursa Gaz’ın yönetim kurulu üyesi.
*
Daha enteresan bir örnek:
Örnek Paşa’nın eşinin İstanbul-Gaziosmanpaşa’daki yerini belediye istimlak etti. Komisyonun takdir ettiği 85 milyarlık istimlak bedeli ödendi.
Örnek Ailesi bedeli az buldu, 75 milyar daha istedi.
Buraya kadarı normal, herkesin hakkıdır.
Şimdi dikkat:
Gölcük’te bir gemi indirme töreni... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir anda Bayan Örnek’e dönüp "Sizin belediye ile ilgili bir meseleniz varmış..." dedi.
Bayan Örnek, denize inen gemiyi bırakıp anlattı...
Birkaç gün sonra Gaziosmanpaşa Belediyesi aradı ve çağırıp komisyon kararı-mamarı demeden 75 milyar daha şakadanak ödeyiverdiler.
(.......)
Şimdi...
Büyük oğlanın filmine, Başbakan’ın damadının şirketi, ATV ve Sabah’ı alan Çalık Grubu’nun sponsor olmasını... Küçük oğlanın, demek ki çok çalışıp deneyim kazandıktan sonra Çalık şirketine yönetim kurulu üyesi olmasını hadi anladık...
Ama Başbakan’ın nereden-nasıl ve hangi amaçla öğrendiyse... Kim bilir hangi duygularla Örnek Ailesi’nin emlak işi ile ilgilenmesi...
Ve şakadanak 75 milyarın ödenmesi olacak şey mi?
*
Yoksa tüm yüce ilkeler, çağdaşlık yeminleri, cumhuriyet devrimlerine sadakat ve bağlılıklar, böyle enteresan ilişkilerle mi çöpe atılıyor?..
AKP, bu yöntemlerle mi aldı başını gidiyor, örnek?..
Ve bizler zaman zaman hiç ummadığımız ihanetlerin şoklarını yaşıyoruz da, büküyoruz boynumuzu...
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2008
PAŞA’nın evinde tabanca da bulundu dediler.<br><br>Diyeceksiniz ki; evde fırın küreği bulunsaydı tuhaf olurdu da hiç Paşa’nın tabancası olmaz mı?.. Ben de kaç gündür bunu düşünüyordum; gazeteci Mustafa Balbay’ın masasında haber, üniversitedeki profesörde kitap, ATO Başkanı Sinan Aygün’ün kasasında para bulununca ben anladım, siz de anlamışsınızdır.
Ancak Paşa’nın silahı baston şeklinde.
O zaman iş değişiyor.
Yani, asıl darbe silahı bastondur belki.
Böylece baston ile darbe ilk kez bu memlekette yapılmış olacaktı.
Belki de Paşa topal numarası yapacaktı.
Bir ihtimal topal taklidi yaparak yanaşacaktı iktidardakilere, sonra bastonla kafalarına kafalarına...
*
Türkiye’nin yakın tarihinde bu olanlara tıpatıp benzeyen bir "Madanoğlu davası" vardır, hatırlamalısınız.
Madanoğlu, emekli korgeneral...
1970’lerin başında "darbe yapacaktı" denilerek bir sabah kapıya gelen polislerce (9 Mart) evinden alındı.
Onunla birlikte birçok subay suçlandı.
İlhami Soysal, İlhan Selçuk gibi muhalif gazetecileri, yazarları, kimi bilim adamlarını topladılar.
Sorgulamalar, eziyetler, suçlamalar sürüp gitti.
Sonra zaten boş dava düştü.
Ama bir şey başarılmıştı:
Sindirilmiş ve korkutulmuş yurtsever insanların gözleri önünde, Türkiye’nin bir yandan ABD eğemenliğine, bir yandan ABD yandaşı din-siyaset tüccarlarına teslim edilmesi eksiksiz sağlanmıştı.
*
Yine o dolap.
Kim ne derse desin, bu olup-bitenlerin arkasında iktidarın kendi adamları vardır.
Yandaş dinci basının tüm gizli sorgulamaları anında bilmesi, Başbakan’ın savcı gibi konuşmaya başlaması, demokrat (!) AKP’nin sabaha karşı ev baskınlarından mutlu olması elbette rastlantı değil.
Bir başka zamanın, bir başka Madanoğlu davasıdır bu.
Bu sefer, sindirilmiş, susturulmuş, korkutulmuş insanların gözleri önünde, bir başka aşamadadır sıra...
Kendi Türkiye’lerini kuruyorlar.
Paşa’nın baston şeklindeki tabancasından başlayarak..
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2008
TARİH babanın, kuştüyünü mürekkep okkasına batırıp başını sallaya sallaya yazmakta olduğu önemli günlerdir bu günler. Bu günleri dikkatle izlemelisiniz.
Belki bir daha fırsat bulamazsınız.
İyi bakın:
Atatürkçü düşüncede olmak suç...
Tarikatlar Türkiye’nin en tepelerine oturmuş ülkeyi yönetiyorlar, ama Atatürkçü düşünce sahipleri izleniyorlar, fişleniyorlar, yakalanıyorlar, sorgulanıyorlar, suçlanıyorlar, içeri atılıyorlar.
Böyle bir şeyi bir daha göremezsiniz.
Kaçırmayın.
Eskiden cumhuriyeti sevmemek suç sayılmaz mıydı? Ki cumhuriyet aleyhine konuşanları kovalardı devlet.
Oysa şimdi cumhuriyeti sevmek "terör suçu" kapsamındadır.
Bir dostunuza telefon açıp "Cumhuriyete sahip çıkmalıyız" dedikten sonra oturun koltuğunuza... Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız, içinizden bir ses "Başıma bir iş gelmesin sonra" dediğinde...
Çünkü cumhuriyeti savunmak suçtur...
Suç...
Böyle bir dönem bir daha göremezsiniz:
Tarikatlar darbe yapıyorlar.
Mağdur ordu...
Generaller içerde.
İyi mi?..
*
Bu günler hani Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesindeki "Bir gün istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen..." dediği o "bir gün"dür bu günler.
İyi bakın...
Bir daha göremezsiniz.
Mustafa Kemal’in "Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş (.......) olabilir" dediği işte bu zaman...
"İhanet" ile "gafletin" el ele verdiği yer...
Gözbebeğimiz laik cumhuriyetimizin "dahili ve harici bedhahlar" tarafından yıkılmakta olduğu süreç...
Karşı devrim günleri...
*
Bu günler işte o günlerdir...
Tarih baba; kutsal bir savaşın şanlı zaferinden ve çağdaşlık yolunu açan cumhuriyetin kuruluşundan yıllar sonra işte bu günleri yazıyor.
İyi bakın...
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2008
Yazarımız, yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından yazılarına ara vermiştir.
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2008
ALT yazıda "çevreci boru" anonsunu görünce durup uzun uzun baktım çevreci boruya.<br><br>Televizyonlarda "çevreci pencere" reklamları da var. Çevreci yakıt...
Çevreci bina...
Çevreci kapı...
Çevreci buzdolabı...
Çevreci deterjan...
Çevreci otomobil...
Sadece "çevreci adam" yok.
*
Gerçi Çevre Bakanı "Ben çevreciyim" dediğinde, Çevre Bakanı’nın "çevreci" olduğunu duyan muhabirler bunu merkezlere bildirmek üzere hep birlikte koştular.
Hiç "Çevreci" Çevre Bakanı göreniniz var mı?..
Yok...
Tezgáhındaki afişe göre "çevreci terlik" satana ise sormuştu bizim çocuklar:
"Bunun çevreciliği nasıl yani?.."
"Giyip gidiyorsun..."
"Nereye?..."
"Çevreye..."
*
Boruların, deterjanların, pencerelerin, benzinin, terliklerin, buzdolaplarının "çevreci" olduğu... Ama çevre bakanlarının "çevreci" olmadığı bir yerdir burası.
Çevreci bir tek devlet adamı, bir tek vali, bir tek kaymakam, bir tek belediye başkanı gören olmadı.
Ama boru çevreci...
Bu yüzden çevrenin tahrip edilmesi, bozulması ve kirletilmesinde Türkiye dünya sıralamasında -Afrika ülkelerini de geride bırakarak- birincidir, birinci...
Bu birincilik; siyasetçi-bürokrat-yağmacı işadamı üçlüsünün gücünden gelir.
Bu üçü el ele verdiğinde; bir ormanın, bir koyun, bir yeşil alanın kurtulması olanaksızdır.
Nitekim tüm çevre-doğa yağmalarına dönüp bir bakın; işin içinde mutlaka o üçlü vardır; hırsız siyasetçi-rüşvetçi bürokrat-yağmacı işadamı...
İşte böyle bitirdiler çevreyi.
Ama boru; çevreci...
Yazının Devamını Oku