7 Kasım 2008
Yeni bir alışveriş merkezim var. Merkezin kendisi de yeni, geçen ağustosta açıldı: Historia. Fatih Vatan Caddesi (resmi adı Adnan Menderes Bulvarı) üzerinde, Nişantaşı City’s kadar olmasın, küçük sayılabilecek bir yer.
Eskiden yerinde ne vardı hiç hatırlamıyorum, ama Historia’yı inşa etmek için o binaları yıktıklarında, arkadan görünen apartmanlar için çok sevinmiştim. O apartmanlarda yaşayanların belki de yıllardır ilk defa güneş girecek evlerine diye... Fatih daracık sokakları olan bir semttir.
Historia tam bir semt alışveriş merkezi. Buradan alışveriş yapmak için şehrin öbür ucundan kalkıp gelmenizi gerektirecek bir şey yok. Ama burada oturanlar da artık alışveriş yapmak için kalkıp şehrin bir diğer ucuna gitmeyecekler.
Historia Alışveriş Merkezi, otoparklarla birlikte 6 katlı ve içinde 76 mağaza var. Kadın, erkek ve çocuk giyim denince aklınıza gelen ilk markaların neredeyse hepsini bulabiliyorsunuz. Ayrıca büyük bir Tansaş, Teknosa ve Garanti Bankası şubesi yer alıyor. Yemek katı da fena değil. Katların arasına ünlü kahve zincirlerinden yerleştirmeyi unutmamışlar. Ne gerekiyorsa var yani.
Dördüncü kat tamamen sinemaya ayrılmış. İşletmecisi Mars Sinemaları. Tam sekiz salon var. O çevrede böyle bir sinema kompleksi yoktu.
Fakat benim için en cazip yanı tenha oluşu. Bir cuma günü, iş çıkışında gittim, yine de yürüyen merdivenlerde izdiham, yemek katında masa kapma yarışı yoktu. Rahat rahat dolaşıp vitrin bakabiliyorsunuz.
Diyeceksiniz ki, kriz var, kimse alışveriş yapmıyor, her yer ondan tenha. O da var tabii ama Historia’da durum farklı. Burası turistik değil mahalli bir alışveriş merkezi olduğu için nispeten tenha. Dediğim gibi, şehrin uzak köşelerinden insanlar "takılmak" için buraya gelmiyor.
Son bir hatırlatma; Historia’da sigara içebiliyorsunuz. Yemek katındaki bazı restoranların terasa çıkışı var ve buralarda sigara içmek serbest.
HANGİ MARKALAR VAR
Zara, Pull&Bear, Oysho, Bershka, Stradivarius, Saat&Saat’in, Twist, İpekyol, Network, Fabrika, Vakko, Moj, ParkBravo, Mango, Hotiç, Elle, Nine West, Flo, Gülaylar Altın, So Chic, Koçak Gold, Derimod, Adil Işık, D’S Damat, Merve Optik, Foulard Co., LC Waikiki, Kiğılı, Koton, Ramsey, Colin’s, Converse, Penti, Adidas, Levi’s, Herry, Tchibo, Tiffany, GNC, Euromoda, Polaris, C&A, Glitz, Mudo, Pop Junior, Roman, Tansaş, Starbucks Coffee, HomeSweetHome, Sony, Teknosa, Avea, Vodafone, KRC.
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2008
Uzun zamandır, sokağa her çıkışımda birileri kalbimi kırıyor. Otobüste yanımda oturan kadın, taksinin şoförü, market çalışanı, sinemada arkamda oturan adam, alışveriş merkezinin güvenlik görevlisi... Eve hep mutsuz ya da gergin dönüyorum. Eve kapanmak, hiç kimseyle karşılaşmamak istiyorum.
"Kalbim kırılıyor" pek bir çıtkırıldım geliyor kulağa, biliyorum, ama hissettiğim bu. İstanbul’da herkes nezaketi unutmuş gibi. Otobüsteki kadına, sinemadaki adama yapabilecek bir şey yok. Sinirleriniz sağlamsa ikaz edip, kavgayı göze alabilirsiniz en fazla.
Ama market, mağaza, alışveriş merkezi görevlileri işlerinin başındayken müşterilere nezaket göstermeli değil mi. Nasıl konuşacağını bilmeli. Bu konuda eğitilmeli.
*
Benim mahallemde tek bir süpermarket var; Dia. Çünkü bizim mahalle hálá etin kasaptan, sebze meyvenin manavdan, ekmeğin fırından alındığı bir mahalle. Ama işten geç bir saatte dönerken, bütün dükkanlar kapanmışken açık olan tek yer süpermarket. Ve ben yaklaşık 5 yıl önce açıldığından beri haftada birkaç kez bu marketten alışveriş yapıyorum.
Hafta başında yine gittim. Kapıdan girdim, elime sepeti aldım, turnikeden geçerken arkamdan biri seslendi: Hanfendi elinizdeki poşeti verir misiniz?
Döndüm, tanımadığım genç bir adam, yeni çalışmaya başlamış olmalı. Daha önce hiç böyle bir taleple karşılaşmadığımdan dolayı aptal aptal baktığım için yineledi: Elinizde poşetle giremezsiniz.
Elimdeki poşet, kağıttan bir hediye paketi aslında. İçinde tam poşetin ebadında bir kutu var. Hiç boş yer yok yani.
Neden, diye sordum. Espri olsun diye de "İçine raflardan bir şey atarım diye mi istiyorsunuz" dedim.
Cevabı kuru bir "evet" oldu. Ve inanın espri yapmıyordu.
Başımdan aşağı kaynar sular indi sanki. Adam karşıma geçmiş, sen bu market için potansiyel hırsızsın, diyordu işte.
Siz ne dediğinizin farkında mısınız, diye sordum. Kusura bakmayın kural böyle, dedi.
Alışveriş sepetini olduğu yere bırakıp çıktım. Bir daha asla o marketten alışveriş yapmamaya da yemin ettim.
O günden beri herkese soruyorum; sizin başınıza da bunlar geliyor mu, diye. Böylece öğrendim ki, Migros yanınızda getirdiğiniz poşetlere el koymuyormuş ama ağzını bantlıyormuş. Meğer kardeşim, daha birkaç gün önce, başka bir markette, aynı meseleden dolayı görevliler tarafından azarlanmış.
Dünyanın her yerinde marketlerden bir şeyler araklanır. Buna karşı kamera sistemleri kurulur, başka önlemler alınır. İçeri yabancı poşet sokulmasını engellemek de bir yöntem olabilir ama her durumda kimseye hırsız muamelesi yapılmamalı.
Bir de şu var tabii, ben neden bana ait bir şeyi hiç tanımadığım birine emanet edeyim? O gün elimdekini merketteki görevliye verseydim, duvar dibinde kuytu bir köşeye bırakıverecekti. Bunun için ayrılmış bir dolap yoktu.
Madem marketler hırsızlıkla mücadelede bu yöntemi kullanmakta kararlılar, o zaman önce çalışanlarına meramlarını nazik bir dille anlatmak üzere eğitim versinler. Ve tüm şubelerine anahtarın müşteride kalacağı kilitli dolaplar yerleştirsinler.
Ben kendi adıma, elimdekilere kafasına göre el koymaya kalkan hiçbir yerden alışveriş yapmayacağım.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2008
İstanbul Kurtköy’deki Viaport alışveriş merkezi 15 Ağustos’ta açıldı. İstanbul’da yaşamayanlar için Kurtköy’de olması bir şey ifade etmeyecektir. O zaman şöyle izah edeyim; benim evle veya işyerimle Kurtköy’ün arasına 3 küçük şehir yerleştirebilirsiniz. Öyle uzak, tüm outlet merkezleri gibi...
Bu mesafe yüzünden Viaport’u görmezden gelmeye karar vermiştim ama Şeker Bayramı’nda, 4 günde 420 bin 652 kişi ziyaret edince, Eylül ayı ziyaretçi sayısı 1 milyon 262 bin 711’i bulunca bu pek mümkün olmadı.
Gidenler iğne atacak yer olmadığını, 2 bin 500 araçlık otoparkın ağzına kadar dolduğunu anlatınca korktum, bir pazartesi günü, herkes işinde gücündeyken kapısına dayanmaya karar verdim.
Viaport, mimari bakımdan bir outlete hiç benzemiyor. Outletler genelde ihtiyacı karşılamaya yönelik inşa edilmiş, yalın binalar olur. Bu ise gayet eklektik: Anadolu, Osmanlı ve Akdeniz mimarisinden ilham almış.
Büyük bölümünün üstü açık. Tek kapalı alan Bedesten. Bedesten’de kuyumcular ve bir iki tatlıcı bulunuyor. Gerçekten büyük bir mekan, yüksek ve etkileyici bir kubbesi var.
Restoranların sıralandığı food court bölümü yapay gölet ve otoban manzaralı. Ama sokak aralarında da bir iki kafe var. Sürekli müzik yayını yapılıyor. Küçük bir Ege kasabasının çarşısında dolaştığınızı sanabilirsiniz. Huzurlu bir yer, ama tekrar hatırlatırım ben pazartesi günü iş saatinde gittim. Ortalıkta sadece çevrede oturan ev kadınları vardı.
Sabiha Gökçen Havaalanı yanıbaşında. Uçak beklerken uğrayıp, zaman geçirilebilir. İniş ve kalkış saatlerini gösteren panolar yerleştirilmiş.
Geçen sezon yüklü alışveriş yaptınızsa, fiyatlar sinir krizi geçirtecek türden. Bundan taş çatlasın 4 ay evvel Twist’ten 80’e aldığım elbiseyi 29 liraya satıyorlardı. Gel de delirme. Bir önceki kış Machka’da aklımın kaldığı pantolon 150’den 50 liraya düşmüştü. Silk&Cashmere’in vitrininde orta halli birinin alabileceği fiyatlar yazılıydı. 30’a gömlek vardı, öyle diyeyim. Sonra Tween’de 99 liraya erkek takımı, Derimod ve Divarese’de 199’a deri ceket, Tommy Hilfiger’de 59’a pantolon, İnci’de 50-60’a ayakkabı satılıyordu. Beymen Seri Sonu’nda Boyner markaları da vardı; Moschino, D&G, Armani gibi markaların sezonda 5 bine satılan ceketleri 1.200’e inmişti. 480’e Ralph Lauren palto bulabiliyorsunuz. Barbour’un kabanları 120 civarındaydı.
Fiyatlar iştah kabartıcı ama tüm mağazaların tepeleme seri sonu mallarla dolu olduğunu sanmayın. Çoğunluk, sezon ürünleri de satıyor. Mavi Jeans, İpekyol gibi bazılarında sezon ürünleri, seri sonundan daha fazla. Pek çoğunda henüz beden sıkıntısı yok ama yakında başlayabilir. Neticede seri sonu denen şeyin ne kadar devamı gelebilir ki.
Alışveriş merkezi açıldığında, yetkililer Rusya’dan, Arap ülkelerinden turist getireceğiz demişlerdi. Ben olsam, neredeyse yarı yarıya sezon ürünü satan bir yere kalkıp taa Rusya’dan gelmem. Bence seri sonu ile sezon ürünü dengesini, seri sonundan yana artırmak lazım.
Viaport’a gitmek için otomobil sahibi olmanız şart değil. Bostancı ve Pendik’ten saat başı servis kalkıyor. Saatlerini www.viaport.com.tr’den öğrenebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2008
Hayatımda ilk defa geçen hafta, bir parfüm fabrikasına gittim. Böyle durumlarda işin mutfağını gördüm denir ya, ben hakikaten bir mutfak gördüm. Parfümlerin üretildiği bölüm basbayağı mutfağa benziyor. Koca kazanlar, çırpıcılar, kepçeler, güğümler filan var.
Fabrika Gülçiçek’in fabrikasıydı. Ben açıkçası böyle bir firmanın varlığından daha önce haberdar değildim. Hatta ilk duyduğumda (ismin neden olduğu önyargıyla) gülsuyu, limon ve tütün kolonyası üretiyorlar sandım. Tabii çok yanılmışım.
Bugün raflarda gördüğümüz yerli birçok krem, şampuan, losyon, kolonya, oda spreyi, deterjan, çamaşır suyu, temizlik malzemesinin kokusunu onlar veriyor. Parfüm de yapıyorlar tabii. Şirket tam 56 yaşında.
Andor Hun ise 78 yaşında, dünyaca ünlü bir burun. Hatta bu burun 1.5 milyon dolara sigortalı. Kendisi Gülçiçek’in danışmanlığını yapıyor ve bu aralar İstanbul’u kokluyor. İstanbul’un ne koktuğunu bulunca, Gülçiçek bu kokunun parfümünü üretecek.
Hun, deniz kokan bir parfüm yaratmanın peşindeymiş. Geldiğinde Boğaz’ı koklayacakmış.
Bence eksik kalır, zaten ilgililere de söyledim. Kendisini Beyoğlu Balık Pazarı’ndan, Nevizade ve Kumkapı’da meyhane önlerinden, kokoreç tezgahlarından, Kurbağalıdere’den, trafiğin sıkıştığı bir anda içine derin derin egzoz çekebilsin diye Mecidiyeköy’den, mart sonunda mimoza koklamak için Adalar’dan, elmalı nargile aroması için Tophane’den, balık ekmek teneffüs etmek için Eminönü’nden, baharat için Mısır Çarşısı’ndan ve Kurukahveci Mehmet Efendi’nin önünden geçirmek lazım.
Aklıma başka kokular da geliyor ama hepsini denerse adamcağızın 1.5 milyon dolarlık sigortası yanabilir, burun bir daha geri dönmemek üzere işlevini yitirebilir.
Gerçi bunca şey koklandıktan sonra üretilen parfüm neye benzer, bir şeye benzer mi ondan da emin değilim.
Gülçiçek ile Andor Hun’un işbirliği İstanbul 2010 için. Zaten parfümün adı da İstanbul 2010. Uniseks, yani hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği bir koku olacak.
Şişe tasarımını İsmail Acar yapıyor. Duyduğuma göre yine laleli bir tasarımmış.
Allahtan lale kokulu bir çiçek değil, maazallah parfüm de lale kokabilirdi.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2008
İstanbul’un en yeni alışveriş merkezi Palladium, 25 Eylül’de açıldı. Böylece şehirdeki alışveriş merkezlerinin sayısı yanlış saymadıysam 66 oldu. Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği’nin rakamlarına göre inşaatı süren 45, planlanma aşamasında olan 42 alışveriş merkezi daha var. Allah sonumuzu hayır etsin.
Ziyaret sırası Fatih’te açılan Historia’daydı ama yolum Palladium’a daha önce düştü. Historia deyince fark ettim; bu alışveriş merkezlerinin isimleri gittikçe tuhaflaşmaya başladı. Astoria, Historia, Palladium... Antik Yunan’da yaşıyoruz sanki. Bakın şimdi hatırladım, Agora diye bir alışveriş merkezi de var ki, eski Yunan’da çarşılara verilen isimdi.
Bu arada Palladium (Paladyum) da, Pd işaretiyle bilinen, platine benzer, atom numarası 46 ve atom ağırlığı 106.7 olan kimyasal bir element. Niye bir alışveriş merkezine bu ismi vermişler anlamadım.
*
Şehrin uydusal bölgelerine henüz tam hakim olamadığımdan, giderken yolu cep telefonu ebadında bir yön bulma (navigasyon) cihazına sorduk. Hafızasında alışveriş merkezleri için ayrılmış bir bölüm var. 10 günlük alışveriş merkezi bile kayıtlı. Palladium dedik, hemen tarif etmeye başladı. Şuradan sola, yüz metre ileriden sağa... Hergün değişen bir şehirde, gayet isabetli biçimde tarif etti yolu. İstanbul’un taksi şoförlerini düşünecek olursak, herkese lazım. Nitekim, bir arkadaşım taksi şoförüne Palladium’a gideceğiz demiş, şoför Kozyatağı’na (alışveriş merkezi burada bulunuyor) gelince sağa çekip, yoldan geçen birine "Burada solaryum varmış, nerede kardeş?" diye sormuş.
*
Palladium’u arkadaşımla birlikte gezdim. Nasıl buldun, diye sorduğumda "sıradan" dedi. Ben bu kadar sert bir şekilde kestirip atmayacağım tabii, ama konsept bakımından yöneticilerinin söylediği kadar da heyecan verici bir yer değil. Buna karşılık, marka çeşitliliği açısından İstanbul’un Anadolu yakasındaki en zengin adres. Sephora, Kitchenette, Banana Republic, Trussardi, Bebe ve Armani Jeans’in bu yakadaki ilk mağazaları bulunuyor. Ben açıkçası her yeni katta yer alan mağazaları gördükçe heyecanlandım. Alışveriş yapmayı tercih ettiğim tüm markalar bir aradaydı. Rakam vermek gerekirse, toplam 160 mağaza var içinde. Zara, Mango, GAP, Bershka, Stradivarius, Pull&Bear, Oysho, Accessorize, MAC ziyaretçi mıknatısı markalardan sadece birkaçı. Clarks’ın İstanbul’daki tek mağazası da burada. Twist, Machka, İpekyol gibi bazıları henüz açılmamış.
Bir diğer artısı, gün ışığı alması. Cam çatı sayesinde gayet aydınlık ve ferah. Fakat yine de bir eksiklik hissediyorsunuz. Atmosferde bir şey eksik. Ya da şöyle diyeyim; kendine özel bir atmosferi yok. Alameti farikası, ana giriş kapısındaki dev cam küre. Beni pek heyecanlandırmadı açıkçası. Yeni olması nedeniyle ziyaretçi sayısının az olması, bir ıssızlık hissi yaratıyor olabilir. Bunu özellikle yemek katında fark ediyorsunuz. Tenhalık alışveriş yaparken işinize geliyor, sıra beklemiyorsunuz ama yemek yemek sosyal bir mesele. Evet, kimse boş masa bulma derdine düşmek istemez, fakat yan masalarda başka insanlar görmek de hoş olurdu.
Gitmek için bahane arıyorsanız, yarın 16.00-18.00 arasında Ebru Şallı Palladium’da olacak ve güzellik sırlarını anlatacak.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2008
Bayramın birinci günü, sabah 10.00 civarı. Normalde bu saatte alışveriş merkezleri açılır, ama dedim ya bayramın ilk günü. Öğlene kadar hepsi kapalı. Bayram ziyaretleri rotamın üzerinde birkaç alışveriş merkezi var. Hepsinin kapısı kalabalık. Sanki herkes bayramlaşmak için burayı seçmiş. İçimden "Bu kadar acil yapılması gereken alışveriş ne olabilir ki" diye geçiriyorum. Sonra küçük bir aydınlanma anı yaşıyorum: IPhone.
Bayramda seyahate çıkmayıp şehirde kalanların bir kısmı, tatilini iPhone peşinde geçirdi. İstanbul’daki tüm Turkcell ve Vodafone bayilerinde uzun sıralar vardı. Herkes bu keramet sahibi aygıta dokunmak, kurcalamak, parası varsa almak için alışveriş merkezlerine gitti.
Türkiye’deki ilk haftasında iPhone ne kadar sattı, bilmiyorum. Şu bayram tatili bitsin, hemen rakamları soracağım. Ama hiç de az olmadığına eminim. Apple’ın diğer tüm ürünleri gibi iPhone da bir arzu nesnesi olduğundan, onu satın alanlar kısa süre sonra aksesuvarlarının ve yan ürünlerinin de peşine düşeceklerdir. İşte meraklısına birkaç örnek.
En hızlı davranan Louis Vuitton Türkiye oldu ve iPhone kılıflarını vitrinin en önüne yerleştirdi. Birkaç çeşidi var. Ünlü Monogram kanvastan veya deriden üretilen kılıflardan birini seçebilirsiniz. Damier Graphite koleksiyonundaki kılıflar, erkeklere özel. Fiyatları 315 - 365 YTL arasında.
Sony bu ay, hem iPod’a hem de iPhone’a uyumlu bir dijital saat çıkardı. Saatin yanında bir dock, yani istasyon var. IPhone’u buraya yerleştirip radyo ve CD oynatıcı olarak kullanabiliyorsunuz. Fiyatı ABD’de 100 dolar.
İnternet üzerinden satış yapan teknoloji marketlerinde, iPhone yazınca onlarca seçenek çıkıyor. Ekran koruyucular, kılıflar ve pek çok zamazingo.
www.iphone-cases.org, kılıf konusunda size en geniş online kataloğu sunan bir adres. Deri, metal, kumaş, plastik, hangi malzemeden isterseniz...
Amazon’da iPhone kullanımı, uygulamaların geliştirilmesi ile ilgili birkaç kitap satılıyor. Aptallar İçin IPhone’u benim hemen sipariş etmem lazım mesela. Henüz Türkçe’ye çevrilmedi ama en kısa zamanda çevrileceğine eminim.
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2008
Ecco, Türkiye’de mağazası bulunmakla birlikte pek bilinmeyen bir ayakkabı markası. Danimarka’da 1963 yılında kurulmuş. Hareket özgürlüğü tanıyan, konforlu ayakkabılar üretiyorlar. Türkiye dahil 70 ülkede satılıyor. Aynı zamanda dünyanın en büyük 5 deri işlemecisinden biri.
Fakat size burada, Ecco’nun ne kadar muhteşem ayakkabılar sattığından bahsetmeyeceğim. Edemem zaten, hiç giymedim. Fakat model olma fırsatından haberdar edebilirim...
Ecco’nun bu yıl ilk kez düzenlediği bir yarışma var. Herkese açık. Kazanan beş kişi, markanın bir sonraki modeli olacak, kataloğunda filan yer alacak.
Katılmak kolay.
Giriyorsunuz www.ecco.com/tr adresine, karşınıza "my Ecco" yazan bir ekran geliyor. Tıklayın...
Bu arada önceden söylemem lazım. Güya sayfa, markanın Türkçe sayfası, ama yazılanların yarısı İngilizce. Bu nedenle bir sonraki hareketiniz, "Become the very next Ecco model" yazan kutuya tıklamak olmalı.
Bundan sonra karşınıza iki seçenek gelecek. Ya kendi profilinizi oluşturacak, ya da daha önce yarışmaya katılanların profiline bakacaksınız.
Profil oluşturmak için bir fotoğrafınızı yüklüyor, fotoğrafı önceden belirlenmiş cümleleri üzerine yerleştirerek afiş haline getiriyorsunuz. Cevap vermeniz gereken birkaç da soru var: Tarzınız ve stiliniz sizin için ne anlam taşıyor, kendinizi en çok ne zaman rahat hissediyorsunuz, kendinizle en çok gurur duyduğunuz olay, iç dünyanızı nasıl anlatırsınız gibi.
Tavsiyem, eldeki herhangi bir fotoğrafı yüklemek yerine özel bir şey çekmeniz. Bir de soruları markanın felsefesine uygun cevaplamanız. Unutmayın, bu rahatlığı ön plana çıkaran bir marka.
Ben katılanların hepsine tek tek baktım, öyle "vayy bee" dedirtecek bir şey yok. Rahat olun. Katılın, kazanın. Şimdiden Danimarka, İsveç, Polonya, Almanya, Amerika, Kanada ve Asya’dan bir çok kişi başvurmuş. Ben aralarında Türk bulamadım.
Kazananları jüri belirleyecek ama jürinin önüne sadece 20 kişi gelecek. O 20 kişi de, siteye girenlerin oylarıyla belirlenecek.
Kazanan modeller, gerçek Ecco moda çekimlerine katılacak. Çekimlerin dünyanın hangi köşesinde olacağı şu anda belli değil. Katılımcıların çekimler süresince her türlü ihtiyaçları karşılanacak. Fotoğraflar 2009 Sonbahar/Kış kataloglarında yer alacak.
Bu arada sitede devam eden bir de ayakkabı tasarım yarışması var. Bu aslında sadece bir oyun. 2009 Sonbahar/Kış sonunda 10 yarışmacıya 1 çift ayakkabı hediye gönderilecek.
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2008
Trink, DIT, Aktif... Giderek yayılıyorlar. Televizyonlarda sürekli reklamları dönüyor. Yanında bozuk para taşımıyorsun, okutup geçiyorsun. Böylece hayat kolaylaşıyor, herkes mutlu oluyor. Bozuk paralar hariç, onlar bu duruma çok bozuluyorlar. Çünkü artık kimse onlara yüz vermiyor, ihtiyaç duymuyor. Taksi şoförleri bozuğu olmayan müşteriye eziyet etmiyor.
Temassız kredi kartları hızla yayılıyor gibi gözüküyor. Garanti, İş Bankası, Bank Asya, DenizBank bu teknolojiyi kullanıyor. Önümüzdeki aylarda başka bankalar da eklenecek onlara.
Görünüşe bakılırsa, temassız kredi kartına sahip oldunuz mu, taksiye binerken cebimde para var mı diye düşünmenize gerek kalmıyor. Bilet gişesinde sıra beklerken otobüs kaçırmıyorsunuz. Eliniz kolunuz dolu kasaya gittiğinizde çantada cüzdan aramıyorsunuz. Güzel şeyler bunlar tabii...
Oysa benim bir yıldır temassız bir kredi kartım var, ancak henüz POS makinesiyle temasımı kesebilmiş değilim.
Kartı aldığımda nerelerde kullanabileceğimi söylemişlerdi, ben de alışverişimi ona göre şekillendirmeye çalıştım. Fakat hala, market sırasında önümdeki yedi kişinin ardından kasaya yaklaştığımda temassız ödeme cihazının o kasada bulunmadığını öğreniyorum. Bugüne kadar bu teknolojiye sahip bir taksiye hiç denk gelmedim. Bulduğuma sevinip üzerine atladığım temassız ödeme cihazlarının yarısı bozuk çıktı. Bir kısmında kasa görevlisi ödeme almayı beceremedi.
Benim hayatımda temassız kredi kartı, bulursam sevindiğim, hoşluk olsun diye kullandığım ama nerede olursam olayım işimi kolaylaştıracağına asla güvenemediğim bir şey.
Elbette bunun en önemli nedeni, üye iş yeri sayısının az olması. Bir yıldır bekliyorum, bu üye iş yerleri bir türlü yaygınlaşmıyor. Teknolojiyi kullanan yeni bankalar çıkıyor, ama bana kalırsa değişen bir şey yok. Çantamda hala bozuk paralarla dolaşıyorum.
Anlaşılan temassız hayat başka bahara kaldı.
NOT: Geçen haftaki Markafoni yazısı üzerine bir dolu mektup geldi. Pek çok kişi davetiye göndermemi istemiş. Benim daha iyi bir fikrim var. İsteyenler beni referans göstererek siteye üye olabilirler. Sitenin anasayfasına giriyorsunuz, en alttaki üye ol bölümüne tıklıyorsunuz. Karşınıza iki seçenek çıkıyor. Siz; ikinciyi, yani referans ile üye ol’u seçeceksiniz. Bunun için e-mail adresimi vermeniz yeterli: btuna@hurriyet.com.tr.
Yazının Devamını Oku