17 Eylül 2011
Geçen pazartesi okulun yolunu tutan birinci sınıfları saymazsak, asıl büyük gün iki gün sonra. 2012 model eğitim öğretim yılı başlıyor. Anlaşılan o ki, okulun ilk günü sadece öğrenciler için büyük gün değil. Anneler de en az onlar kadar heyecanlanıp hazırlık yapıyor. Yanlış anlamayın; çocukları değil kendileri için...
Durumun teşhisi yapılmış, adı konmuş: Elle Macpherson sendromu. Çocuğunu okula götürürken, kendini podyumda sanan anneler için kullanılıyor.
47 yaşındaki eski süpermodel Elle Macpherson, bu işin kitabını yazmış bir isim; boş yere adını koskoca sendroma vermiyorlar. Tabii bu sendrom tıbben veya sosyologlar tarafından tanımlanmış değil, basının yakıştırması.
İngiliz basınında sürekli, Macpherson’ın oğlunun Notting Hill’deki okulunun kapısında şık şıkıdım çekilmiş fotoğrafları yayınlanıyor. Ama yani öyle böyle değil; her zaman yapılı saçlar, tasarımcı elinden çıkma kırmızı deri pantolonlar, stilettolar, kürk ceketler, Chanel çantalar, ne ararsanız var üstünde. Ve hep neşeli...
Haberler o kadar sık çıkıyor ki, kendini şöyle savunuyor: “Ama ben okul için giyinmiyorum, işe giderken oğlumu okula bırakıyorum. O yüzden şık giyinmiş oluyorum.”
Kendinizi çocuğu o okulda okuyan diğer annelerden birinin yerine koymayı deneyin. Ne büyük bir kederdir kim bilir. Kadın zaten genler tarafından kutsanmış: 1.83 boy, incecik bir beden, uzun bacaklar, 47 yaşa rağmen son derece güzel yüz hatları (Claudia Schiffer’in çocuğu da aynı okulda okuyor, belirtmek isterim).
Sizse sabahın köründe kalkmışsınız, kahvaltıyı hazırlamış, çocuğu giydirmiş (ki bunun ne büyük bir macera olduğunu herkes bilir), geç kalmamak için üstünüze geçirdiğiniz ilk şeyle okulun önüne gitmişsiniz. Benim gözümün önüne mandal tokayla tutturulmuş dağınık saçlar da geliyor ama haydi sahneyi daha fazla abartmayayım.
Okulun kapısına gittiğinizde ne görüyorsunuz? 1.83’lük bir sinir törpüsü. İnsan oradan kendini en yakın güzellik, oradan da alışveriş merkezine atmak ister.
ASLALAR LİSTESİ
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2011
Tüm yazı, ‘Ali Kaptan mı öldü, Balıkçı mı?’ sıkıntısıyla geçiren ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ fanatikleri, geçen hafta rahat bir nefes aldı. Merak giderildi ancak ölenin ‘Balıkçı’ olmasına üzülündü. Allah’tan olayın üzerinden iki yıl geçmişti de, yürek rendesi sahneler yaşanmadı. Fakat bu sefer de evin küçük kızı Aylin vuruldu. Vurulmasına en çok, karakteri canlandıran Farah Zeynep Abdullah’ın sevgilisi Eser Yenenler sevindi. Twitter’da şunu yazdı: Aylin öl de, çekimler bitsin daha çok görüşelim:))
HAYVANLAR ALEMİ
Vay ayı vay
Geçen haftanın gündemini ayılar belirledi. Erzurum İspir’de iki kişi ayı saldırısında ölünce arama çalışmaları başlatıldı. Çalışmalar gün gün takip edilirken Kars’ten yeni bir haber geldi. Akdere Köyü’nden Tarkan Kuyumcu, kendisine saldıran ve pençeleriyle yaralayıp üzerine oturan ayıdan, ölü taklidi yaparak kurtulduğunu öne sürdü. Fakat en sıkı haber ABD’den çıktı. Nevada’da bir ayı, park halindeki otomobile camını kırarak girdi. El freni boşalan araba, direksiyonda bir ayı varken yokuş aşağı kaymaya başladı. Ancak bariyerlere çarparak durdu. Ayı otomobili terk edip ormana geri döndü.
SOSYAL MEDYA
Sergen kuantumcu oldu
Eski yıldız futbolcu Sergen Yalçın, kuantuma sardırdı. Twitter üzerinden geçtiği mesajlarda sürekli meleklerden bahsediyor. İşte birkaç örnek: Ben artık kuantumcuyum. Negatif düşünceler aklıma geldiğinde ‘İptal’ diyor, yerine pozitif düşünceler koyuyorum. Akıştayım. Günün olumlaması: Ben çok handsome bir boy’um. Günün rengi: Doreyle lame. Arkadaşlar meleklerimle afirmasyon yapıyoruz...
MİNİ TEST
1. Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Atasever, ayıyla karşılaşanlara ne tavsiye etti?
a. Elinize geçirdiğiniz en büyük taşı kafasına atın
b. Ölü taklidi yapın
c. O size saldırmadan siz ona saldırın
d. Tatlı dille konuşarak çekip gitmeye ikna edin
2. Sigarayla mücadelede uygulanacak yeni yöntem geçen hafta duyuruldu. Ne olduğunu biliyor musunuz?
a. Sigaraya sigara denmeyecek. Ne deneceği önümüzdeki aylarda tiryakilere mektupla bildirilecek.
b. Tiryakiler önce gettolara toplanacak, daha sonra kamplara gönderilip aşırı sigara dumanına maruz bırakılarak pişman edilecek.
c. Sigara paketleri siyah olacak; marka değil numara ile istenecek.
d. Sigara da porno dergiler gibi poşete girecek.
3. Ünlü Amerikalı oyuncu Matt Dillon İstanbul’a neden geldi?
a. Basından kaçmaya
b. Defileye izlemeye
c. Tekneyle Boğaz turu yapmaya
d. Hepsi
Cevaplar: 1.b, 2.c, 3.d
DÜZELTME
Geçen haftaki Mini Test’in 3. sorusunun cevabı Nicolas Sarkozy değil, Silvio Berlusconi olacaktır. Düzeltir, özür dileriz.
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2011
İstanbul Bienali’nin 12.’si başlamak üzere. Bu en ‘İsimsiz Bienal’deki eserlerin ne demeye çalıştığını anlamak isteyenler, aşağıdaki fotoğraflara mutlaka bakmalı.
Koç Holding’in sponsor olduğu 12. İstanbul Bienali tam bir hafta sonra başlıyor. Bu yılın başlığı, küratörler tarafından ‘İsimsiz’ olarak belirlendi. İlham kaynağı ise 20. yüzyıl güncel sanatının en önemli isimlerinden Kübalı-Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez-Torres.
1996’da ölen Gonzalez-Torres daha önce 5. İstanbul Bienali’ne katılmıştı. Sanatçının özelliği, eserlerinin büyük bölümünün isminin ‘isimsiz’ olması. Bizim Bienal o yüzden bu yıl isimsiz. O kadar isimsiz ki, katılan sanatçıların bile isimleri açıklanmadı. Ana başlık altında beş tema var ki, bunların da adı isimsiz: ‘İsimsiz’ (Soyutlama), ‘İsimsiz’ (Ross), ‘İsimsiz’ (Pasaport), ‘İsimsiz’ (Tarih) ve ‘İsimsiz’ (Ateşli Silahla Ölüm). Her tema birer karma sergi aslında ve her biri Torres’in bir eserine gönderme yapıyor. Ancak bu işler İstanbul’da olmayacak. O yüzden Bienal’i anlamak istiyorsanız, önce bu beş eseri bilmeniz lazım.
Bu noktada büyük bir hizmet sunuyor ve beş eseri fotoğrafıyla birlikte tanıtıyoruz. Buyursunlar efendim.
İSİMSİZ (SOYUTLAMA): Gonzales-Torres’in İsimsiz (Kan Tahlili Sürekli Düşüş) eserinden esinleniyor. Bu; yatay ve dikey çizgileriyle kusursuz ızgara şeklini taşıyan bir kağıt. Minimalist şekilde düzenlenip grafitle çizilmiş bu şema, sol üst köşeden sağ alt köşeye doğru inen bir çapraz çizgiyle kesiliyor. Tertemiz ve klasik ızgara şeması, HIV’in içten içe yediği bir insanın bağışıklık sisteminin giderek zayıflayışını temsil ediyor. Grafikler, soğuk ve modernist sisteme benzeyen geometrisiyle medikal sistemi ironik biçimde taklit ediyor, bedensel olanın faniliğine dikkat çekiyor. Yükselen çizgi hayatta kalışın, alçalan çizgi ise ölümcül hastalıkların ve hatta ölümün ifadesi.
İSİMSİZ (ROSS): Sanatçının 1991’de yaptığı, renkli kâğıtlara sarılmış yüzlerce şekerden oluşan eserinden esinleniyor. ‘İdeal kilo’su yaklaşık 80 kg olan, azaldıkça yenilenen, ayrı ayrı çeşitli renklerdeki selofanlara sarılmış şekerlerden oluşuyor. Gonzales-Torres’in sevgilisi ve sanatçının birkaç eserine daha başlık olmuş Ross Laycock için bir saygı duruşu niteliğinde. Laycock, sanatçıdan beş yıl önce, 1991’de AIDS’ten ölmüştü. İzleyici bir şekeri alıp, paketini açıp yediği zaman, mecazi olarak Ross’un bedeninin bir parçasını yiyor. Kişiselliği politika, homoseksüel aşklar, ilişkiler, aile, kimlik, arzu, cinsellik ve kaybetmeyle birleştiriyor.
İSİMSİZ (PASAPORT): Her biri fırtınalı bir gökyüzünde süzülen kuş imgesiyle süslenmiş çok sayıda kitapçığın üst üste durduğu bir desteden oluşan ‘İsimsiz’ (Pasaport #II) eserinden esinleniyor. Ulusal kimlik, sınırlardan geçiş, haritalama, ülke kavramı, ekonomik göçler, politik ve yabancılaşma üzerine.
İSİMSİZ (TARİH): Çerçevelenmiş fotostatlardan oluşan ‘İsimsiz’ adlı eserinden esinleniyor. Tarihin yazılması, tarihin yazısı ve alternatif tarih okumaları üzerine yoğunlaşıyor. Siyah bir fon üzerinde, tarihsel ya da popüler kültürden isimler beyaz harflerle yazılmış. Bu isimler arasında sol bir gerilla grubu tarafından kaçırılan San Franciscolu genç mirasyedi Patty Hearst, Steven Spielberg’in hasılat rekoru kıran gerilim filmi ‘Jaws’, Bruce Lee ve sırasıyla Bouvier, Kennedy ve Onassis soyadlarını alan Jackie var.
İSİMSİZ (ATEŞLİ SİLAHLA ÖLÜM):
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2011
Erman Toroğlu televizyon programına geçen hafta oyuncaklarıyla çıktı. Euro ve dolar gözlüklerini, bir kase fokurdayan su içinde renkli toplarını, ışıklı küresini tek tek gösteren Toroğlu, birdenbire üzerine desenli bir şal örttü ve Türk futbolunun ruhunu çağırmaya başladı. Bir süre ses vermeyen ruhun gelmesi için Toroğlu’nun, “Gel lan buraya” diye azarlaması gerekti. Ruh çağırmayla fal bakma arası geçen seans sırasında stüdyodakilerin ruhu daraldı.
DİYANET
Vaazı kasklı verdi
Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde, son günlerde artan motosikletli trafik kazalarına dikkat çekmek için ilçedeki cami imamı hutbeye kasklı ve eldivenli olarak çıktı. Motosiklet kazalarına farklı bir yöntemle dikkat çekmeyi amaçladığını söyleyen İbrahim Güneş Camii İmamı Muhammed Yunusoğlu vaazında, “Allah ayetinde, ’Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın’ buyuruyor. Allah’ın bize emanet verdiği bu cana sahip çıkalım. Motosiklete binerken kask ve eldivenlerimizi mutlaka takalım” dedi.
HAYVANLAR ALEMİ
Büyük kaçış bitti
Devrimci inek Yvonne, Almanya’nın Bavyera eyaletinde yaşadığı çiftlikten kaçışının dördüncü ayında yakalandı. Firari, kaçtığı yerin altı kilometre uzağında bulundu. Kendisini almaya gelenlerle son bir mücadeleye giriştiyse de yakayı ele vermekten kurtulamadı. Bir büyük macera da böylece sona erdi.
SPOR
Atletizm tarihini değiştirdi
Atletizmde geçen hafta bir ilk yaşandı. Doğuştan fibula kemiği olmayan ve karbon liflerinden yapılma protez bacaklarla koşan Oscar Pistorius, Dünya Şampiyonası’nda yarışan ilk ampute atlet oldu. Erkekler 400 metrede koşan Güney Afrikalı atlet, serisinde üçüncü olarak yarı finalde koşma hakkını kazandıysa da, yarı finalde sonuncu oldu.
MİNİ TEST
1. “Bu boktan ülkeden gideceğim”. Bu kimin isyanıdır?
a. Muhaliflerin Libya’nın her köşesinde kendisini aradığı Muammer Kaddafi’nin
b. Birliktelikleri ortaya çıkınca yurtdışına tatile giden Hatice Aslan-Kenan Ece çiftinin
c. Medyanın yatak odasıyla ilgilenmesine sinirlenen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin
d. Uluslararası yaptırımlardan bıkan Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad’ın
2. ABD Başkanı Obama’nın istihdam ve ekonomik krizle ilgili konuşma yapmak üzere Temsilciler Meclisi’nden istediği tarih, ABD tarihinde ilk kez kabul edilmedi. Neden?
a. Meclis başkanının o gün NBA maçına bileti olduğu için
b. Aslında önemli bir işleri yok ama Obama’nın emrivaki yapmasından hoşlanmadılar
c. O gün konuşma yapmaya Bono geleceği için.
d. Brezilya’nın bağımsızlık günü kutlamalarına katılacakları için
3. İran, helal internet uygulaması üzerinde çalıştığını açıkladı. Neden ihtiyaç duyulduğunu biliyor musunuz?
a. Vatandaşlarının internetten alkollü içki sipariş ettiği ortaya çıktı
b. En çok indirilen fotoğrafın bir domuza ait olduğu fark edildi
c. Aslında mevcut filtreleme yöntemleri etkili ama bunun ismi daha havalı
d. Dünyada porno sitelere en çok Tahran’dan giriş yapıldığı anlaşıldı
Cevaplar: 1.c, 2.b, 3.d
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2011
Şimdi savcı izinde, zanlı dışarıda, Ö.G ise İstanbul’da. Ailesi oturdukları evden taşındı, onu da İstanbul’a, dedesinin yanına gönderdi. Kendisine bir kere de sistemin tecavüz ettiğini görsün istemediler Bayramdan önceki hafta boyunca, Batman’da intihar girişimlerinin yeniden artma eğiliminde olduğuna dair haberler yer aldı basında. Son 10 günde 8 kişi intihara teşebbüs etmişti.
2000’li yılların başında, daha çok kadın intiharlarıyla anılan şehirden gelen bu haber, endişeye sebep olmuştu. Sekiz kişi intihara teşebbüs etmişti ama kaçının kadın kaçının erkek olduğu, sebepleri, gerçekten intihar olup olmadığı (pekala cinayet de olabilirdi) belli değildi. Meseleyi bir miktar anlayabilmek için yaptığım görüşmelerde, intihar teşebbüslerinden çıktığım yol beni vaka-i adiyeden sayılan kadına şiddete, Suriyeli gelin meselesine ve en son unutturulmaya çalışılan bir tecavüz vakasına götürdü.
KAMER Vakfı’nın Batman şubesinden Zozan Aksoy’a göre kadın intiharları yeniden tırmanışta değildi. Son iki yıla kıyasla anlamlı bir artış yoktu. Resmi rakamlara göre de, 2008’de 10, 2009’de 9, 2010’da 4 kadın intihar etmişti Batman’da. Ama bu, kadınların sorunsuz yaşadığı anlamına gelmiyordu. Bu arada 2011’e dair gayri resmi rakamlar, şu ana kadar intihar eden dokuz kadın olduğunu söylüyor.
SURİYELİ GELİNİ KABUL EDENE KADAR ŞİDDET
Evin içi, dışı, hatta sınırın ötesi bile onlar için sorunlarla dolu. Sokakta gün ortasında bir 15 dakika rahatça yürümek başlı başına mücadele gerektiriyor. Her an taciz edilme endişesiyle kasılıp kalıyorlar. Sadece salı günleri belediye otobüsleri hınca hınç kadınlarla doluyor çünkü o gün sokağa çıkma günü. O gün otobüslerin kadınlara ücretsiz olduğu gün. Evin dışındaki bütün işler, doktor ziyaretleri, alışveriş o gün hallediliyor.
Batman’da kadına şiddetin en yeni bahanesiyse Suriyeli gelinler. Zozan Avcı, yaptıkları mahalle çalışmaları sırasında, tek bir mahallede 15-20 kadının, Suriye’den eş getirme hevesine kapılan kocalarından şiddet gördüğüne şahit olduklarını anlatıyor. İkinci eşi kabul edene kadar dayak... Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun, Şanlıurfa’daki intiharlara ilişkin raporu da benzer bir sonuç ortaya koyuyor. Şehirde büyük hızla artan kadın ‘intiharları’nın en önemli nedenlerinden biri, Suriye’den getirilen gelinler.
ÇOCUĞUN RIZASIYLA TECAVÜZ
Daha önce çıkan haberleri okumak için arşiv çalışması yaparken, arama motoruna ‘Suriye’den eş getirmek’ yazıyorum. Konuyla ilgili birkaç sonuçtan sonra karşıma şu başlık çıkıyor: “Suriye’den nasıl canlı hayvan getiririm”. Zaten arada ne fark var ki? Zozan Avcı, üç bin liraya Suriye’den kuma getirildiğini söylüyor. Canlı hayvan getirmek kaç para acaba?
15 yaşındaki Ö.G’nin trajedisinden, yine intiharlar konusunda görüş almak için aradığım Selis Kadın Danışmanlık Merkezi sosyoloğu Evin Güleker sayesinde haberdar oluyorum. Aylardır bu konuda seslerini duyurmaya çalıştıklarını anlatıyor.
İlköğretim mezunu Ö.G (15), ailesiyle birlikte Batman merkezde yaşıyor(du). Babası pazarcı, annesi elbette ev hanımı. Geçen Şubat, evde yalnızken kapı çalınıyor. Gelen, aynı apartmanda yaşayan ev sahipleri M.G (50). Zorla içeri giriyor... Genç kız o gün neler yaşandığına dair kimseye tek kelime etmiyor. Ancak bir süre sonra bedenindeki değişimi fark ediyor. Anne kızını kaptığı gibi hastaneye götürüyor. Ö.G’nin 17 haftalık hamile olduğu anlaşılıyor. Başından geçenleri ilk kez orada anlatıyor annesine. Hastaneden doğruca polise, oradan savcılığa gidiliyor. Zanlı M.G., ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılıyor. Yeterli delil yok deniyor. Çocuk ondan olmayabilir.
Bu arada kürtaj için mahkeme kararı çıkartılıyor. Yasal sınır çoktan geçilmiş çünkü. Ceninden bir parça, adli tıbba gönderiliyor. Sonuç: Bebeğin babası yüzde 99.9 M.G.
Ama M.G yine tutuklanmıyor. Sebep: Bu iş ‘çocuğun’ rızasıyla olmuş olabilir. Genç kızın avukatı Yaşar Suçin’in talepleri hep reddediliyor. Telefonda konuştuğumuz Suçin, savcının kendisine “Nasıl olsa aileler ikinci celsede anlaşacak” dediğini anlatıyor. Zaten sonra da adli tatil başlıyor.
Şimdi savcı izinde, zanlı dışarıda, Ö.G ise İstanbul’da. Ailesi oturdukları evden taşındı, onu da İstanbul’a, dedesinin yanına gönderdi. Kendisine bir kere de sistemin tecavüz ettiğini görsün istemediler. O yine de şanslı, ailesi yöredeki pek çok aileden farklı davranıyor, kızlarına sahip çıkıyor. Yoksa, onun da şehirdeki açıklanamayan intiharlardan birinin kahramanı olduğunu okuyabilirdik.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2011
Peygambere nüfus cüzdanı çıkardılar sonra da 1 liraya satmaya başladılar
Peygambere nüfus cüzdanı çıkardılar sonra da 1 liraya satmaya başladılar
Ramazan
Of Müftüsü Mehmet Genç ile Peygamberimizi Tanıtma ve Kültür Vakfı Üyesi Burhan Gültekin, Hz. Muhammed için nüfus cüzdanı hazırladı. Nüfus cüzdanını il müftülüklerine dağıttıklarını belirten Genç, “Bu dünyada bir ilktir” dedi. İstanbul’da basılan nüfus cüzdanlarının maliyeti 25 kuruş.
Makbuz karşılığı 1 liraya satılıyor. Mehmet Genç, “İnşallah Resulullah efendimiz, 1422 yıl sonra gelen bu kimlik dizaynından ve bildiriminden manen memnun olmuştur. Resulullah için ne yaparsak azdır” diyor.
2 bin 500 hasta takdiri ilahi
Kamu Sağlığı
Trabzon Sürmene’de ishal, kusma ve baş ağrısı şikayetiyle bir hafta içinde yaklaşık 2 bin 500 kişi hastaneye başvurdu. Serum tedavisi uygulanarak taburcu
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2011
F ile Q klavyelerin ezeli rekabetinde yeni bir dönemece girdik. Hükümet, 15 milyon öğrenciye ücretsiz dağıtılacak tablet bilgisayarları Türkçe F klavyeli olarak ürettirme kararı aldı. Bu gerçekleşirse gelecek nesil, şimdiki gençler gibi Q değil, F klavyeci olarak yetişecek Hükümetin F klavye projesiyle ilgili haberi okuyan 35 yaş üstü pek çok okur-yazar heyecanla ayağa fırladı. F ile Q klavye arasındaki çizgi, üç aşağı beş yukarı 35 yaştan çekilir. Altı Q, üstü F kullanır.
Hürriyet gazetesinde de durum budur; bir-iki istisna dışında genç muhabirlerle stajyer muhabirler Q, diğerleri F kullanır. Kazara biri diğerinin bilgisayarına oturacak olsa kilitlenir kalır, acemiler gibi hecelemeye başlar.
Masaüstü kullanıyorsanız yine sorun yok da (yerli üretim F klavye bulmak mümkün), dizüstü kullanan F’ciler için durum acıklıdır. Batılı teknoloji devleri Türkçe F klavyeye özel üretim yapmadığından, bilgisayar ayarlarına girer, cihazı F klavyeye çevirir, tuşların üzerine F düzeninde harf çıkartmaları yapıştırırsınız. Zamanla o çıkartmalar silinir, sıyrılır, kirli bir görüntü ortaya çıkar.
F’ciler şimdi çok mutlu. Yıllardır kenara atılmışlıktan, başka bir çağa ait olmakla itham edilmekten kurtulacağız gibi görünüyor... Da, gün bugün müdür acaba?
“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”, derler ya tastamam doğru. Küçük bir arşiv turuna çıkınca hatırladım, biz bundan sekiz sene önce yine zafer çığlıkları atıyor, “Yaşasın F klavye”, “İşte F klavyenin zaferi” diyorduk. Tartışmalar 2003 Mart’ında alevlenmişti.
Görüntü birden bulanıklaşır... Hürriyet’te yayınlanan bir haber:
“Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, yayımladığı genelgeyle bakanlığa bağlı her tür okul ve kurumda tüm bilgisayarlarda F klavye kullanılacağını, Q klavyeye göre üretilmiş makinelerin klavyelerinin F klavyeye dönüştürüleceğini, bundan sonra satın alınacak ya da bağış yoluyla kabul edilecek bilgisayarların F klavyeye göre üretilmiş olmasına dikkat edileceğini, personele F klavye kursları düzenleneceğini bildirdi.”
O dönem Hürriyet’in teknoloji editörü olan Yurtsan Atakan, kendi tabiriyle ‘uyduruk Q klavye’ hakkında pek çok yazı kaleme almıştı. Bir tanesinde şöyle diyordu: “Medyanın gündemine oturan F klavye Q klavye tartışması, vurdumduymaz tutumların kültür hazinemize nasıl büyük zararlar verebileceğinin bir simgesi, ders alınması gereken tarihi bir belgeseli. Türkçe bilinçsizce kullanılan teknolojinin tehdidi altında. Bu tehdit görünürde en çok klavyelerimizi ve internetteki e-posta yazışmalarımızı etkiledi.”
Yine Hürriyet’te, 16 Mart 2003’te Hüseyin Gönüllü’nün F klavyenin babası İhsan Yener’le yaptığı söyleşi yayınlanmıştı ki, bir kısmını aşağıda bulabilirsiniz.
Diyeceğim o ki, bu F ile Q’nun ilk muharebesi değil. Sekiz yıl önce atılan zafer çığlıklarından sonra değişen pek bir şey olmamıştı. O günden bu yana tanıştığım gençlerin hepsi yine Q klavye kullanıyor, benim gibi F’cilere antika gözüyle bakıyor. Bu sonuç sadece internet kafelerdeki bilgisayarlarla açıklanacak değil herhalde. Öğrendiğim kadarıyla orta dereceli okullarda gerçekten de F klavye kullanımı teşvik ediliyor ancak çocukların evlerindeki bilgisayarlar hep Q klavye. Üstelik üniversitelerde de Q klavye kullanılıyor. Çocuklar lisedeki F’ye, atlatılması gereken bir dönem gözüyle bakıyor. Bazı okullarda bilgisayarı Q’ya çevirip, klavyeye çıkartma yapıştıranlar ya da tuşları söküp yerlerini değiştirenler olduğunu da duydum.
Bakalım bu kez tartışmadan hangi klavye galip ayrılacak?
Yüzde 49 sol, yüzde 51 sağ
İHSAN YENER F KLAVYENİN DOĞUŞUNU ANLATIYOR
Harf inkılabından sonra, üzerinde Türkçe harflerin de bulunduğu daktilolar ithal edilmeye başlanmış. Ancak, her fabrikanın klavyesinde Türkçe harflerin yerleri farklı farklı. Belki 70 farklı klavye dizilişi var. 1928’de resmi dairelerin alacakları klavyelerin aynı dizilişte olmasına karar verilmiş ama o karar başarılı olmamış. 1946’dan itibaren Türk dilinin özelliklerine uygun, standart bir klavye geliştirilmesi için resmi makamlara yazılar yazdım. Demokrat Parti’nin yeni seçildiği dönemde, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’den randevu alabildim. Birlikte Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gittik. ‘Bilimsel bir klavye yapın, yaptığınızı kabul edelim’ dediler. Yabancı uzmanların da bulunduğu bir komisyon kuruldu. Türkçe’de kullanılmakta olan tüm kelimelerin istatistiğini Türk Dil Kurumu’nun kılavuzundan yararlanarak çıkardık. 29 bin 934 kelime içinde hangi harften kaçar adet bulunduğunu tespit ettikten sonra, parmakların fiziksel güçleri ve hareket özelliklerini de esas alarak harfleri yerleştirdik. Ellerin kullanım yüzdesini de hesaba katarak yaptığımız klavyede sol el yaklaşık yüzde 49, sağ el de yüzde 51 oranında kullanılacak şekilde harfler yerleştirildi. Türkçe’nin fonetik özelliğine uygunluk açısından sesli harfleri sol elde topladık. 20 Ekim 1955’te standart Türkçe klavye olarak F klavye kabul edildi. Gümrük kanunlarına ‘bundan sonraki ithalat standart Türk klavyesine uygun olacak’ diye bir madde kondu. 1955’ten itibaren uluslararası daktilografi ve steno yarışmaları başlamıştı. Hemen biz de başvurduk ve 1956’da dahil olduk. Öğrencilerim bu şampiyonalarda 28 defa dünya birincisi oldular. Bu birinciliklerin 14’ünde dünya rekoru kırıldı. Hatta Fransızlar itiraz etmişlerdi ilkinde, ‘Türkler yarışma için özel olarak tertip edilmiş bir klavye kullanıyorlar’ diye. Altı saat süren tartışmalardan sonra, Fransızlar’a ‘siz de yapın o halde özel bir klavye’ dediler.
Bayan yanı meselesi
Geçen cumartesi Ulusoy’un İstanbul Çiftehavuzlar’daki ofisinden Antalya yönüne bilet almaya çalışmıştım. Ancak görevli istediğim akşama tek bir yer kaldığını, onun da ‘bay yanı’ olduğunu söylemişti. Bunun benim için bir sorun olmadığını anlattıysam da bileti alamadım. Çünkü ‘bay yanını bayana’ satmaları yasaktı. Benim için olmasa da beyefendi için sorun olabilirdi. Otobüste kalan son yeri kadın olduğum için alamayınca başımdan geçenleri halkın sesi Yalçın Bayer’e anlattım, o da köşesinde yer verdi.
Yazı yayınlandıktan sonra firmadan bir mektup aldım. Genel Müdür Mustafa Yıldırım, “olay dışarıdan göründüğü gibi değil” diyor, kendilerini bu kararı almaya iten nedenleri anlatıyordu.
Okurken önce bir kahkaha attım, ama sonra ağzımda ekşi bir tat kaldı. Görünen o ki, kadınlar erkekleri, erkekler kadınları, kadınlar kadınları, erkekler erkekleri, kısaca herkes diğerini potansiyel tehlike kabul ediyor. Aman ha kadınla erkek yan yana gelmesin. Ulusoy’a hak vermek zorunda kaldım. Bu arada sefer yapan otobüslerde, koltukların yüzde 2’sinin sırf bu yüzden boş kaldığını da öğrendim. İşte noktasına virgülüne dokunmadan o mektup:
GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL
“Uzun süren otobüs yolculuklarında bay veya bayan yanı talepleri çoğunlukla yolcularımızdan gelmektedir. Geçmişte bay yanına bayan yolcu oturtulurken, bayan yolcuya bay yanı olduğu söyleniyor ve bayan kabul ederse bilet verilebiliyordu. Bu konuda öyle olaylar yaşadık ki, bir zaman sonra yanına bayan yolcu oturttuğumuz baydan da müsaade almamız gerekliliği ortaya çıktı. Her iki taraftan da müsaade aldığımız halde, bir bay yolcumuzun kendini uğurlamaya gelen eşi, eşinin yanında bayan yolcu oturduğunu fark edince problem çıkardı. Biz eşinden telefonla müsaade aldığımızı söylemek zorunda kaldık. Bu sefer bay yolcu yanına bayan yolcu alınmasını kabul ettiğini inkar etti, yanındaki bayan yolcunun yerinin değiştirilmesini talep etti. Kendisiyle yapılan müsaade verdiği telefon görüşmesinin kayıtlarına rağmen olayı çözümleyemedik. Bazen kız çocuğunu uğurlayan bir aile, kızının müsaade etmesine rağmen bay yanına oturmasına tepki gösterebilmektedir. Bu gibi durumları sıkça yaşamaktayız.
Olay dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bizler de bu durumdan hoşnut değiliz. Yılda 120 bin sefer yapan şirketimizde yüzde 2 koltuğumuz boş gitmesine rağmen yolcularımızdan gelen talep ve yaşanılan problemler nedeniyle bu tedbiri almak durumunda kaldık.”
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2011
Galiba tüm dünyanın biraz yavaşlamaya ihtiyacı var. Yavaş şehir, yavaş yemek derken, abidik gubidik araştırmalara boğulup bilim üretemeyen bilim insanları da sonunda isyan etti. “Bize blogger muamelesi yapmayın. Biz twitt atmayız, işimizi aceleye getirmeyiz” diyorlar. Geçen yıl yayınladıkları Slow Science Manifesto (Yavaş Bilim Manifestosu)’nun sempatizanları hızla artıyor
* Hollandalı bilim adamları, 172 çift üzerinde beş yıl süren araştırmaları sonucunda, sebze ve meyve yiyerek kanlarındaki kalsiyum ve magnezyum seviyelerini artıran kadınların kız çocuk; patates ve muz yiyerek potasyum ve sodyum miktarını artıranlarınsa erkek çocuk sahibi olduğunu ortaya çıkardı.
* Fransa’nın Heriot Watt Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, tanımadığı bir adamdan çıkma teklifi alan bir kadının, kısa bir süre önce romantik bir müzik dinlemesi halinde daha kolay ‘evet’ dediğini ortaya koydu.
* ABD’de yapılan bir araştırma, uykusuz bir gece geçirenlerin 3.2 kilometre yürüyen bir kişi kadar enerji harcadıklarını ortaya koydu.
* İspanya’da yapılan bir araştırmaya göre, torunlarıyla günde en az yedi saat birlikte vakit geçiren büyükanne ve büyükbabalar daha uzun yaşıyor.
* İngiltere’de yapılan araştırmaya göre çiftler yorgunluk yüzünden sevişemiyor.
* İngiltere’nin saygın üniversitelerinden London School of Economics tarafından yapılan bir araştırma, aptal sarışın efsanesini çürüttü. Araştırma, yakışıklı erkekler ve güzel kadınların hemcinslerinden zeka bakımından da üstün olduğunu ortaya çıkardı.
* Londra Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre bulunduğunuz odanın sıcaklığını düşürerek kilo vermek mümkün.
Yazının Devamını Oku