Bahar Akıncı

Sahile vuran kitaplar yine yeni yeniden

23 Haziran 2014

EY eli böğründe, şezlonga ya da balkona uzanmış, “ben şimdi ne okuyacağım” diye bekleyen okur! Yeni sezonun “sahile vuran kitapları”yla yettim yine imdadına. Geçtiğimiz yaz dev ilgi gören “sahile vuran kitaplar” geri döndü. Bu yaz da her ay bir gün; o ay boyunca okuduğum kitapların havadislerini bu yazılarda bulacak, kitaplar arasında kaybolmuş ruhuna belki bir çıkış ışığı yakalayacaksın. Ya da en azından ben öyle olmasını ümit ediyorum. Zevkler ve renkler tartışılmaz en nihayetinde. Yaz bitip de kitapları kafama atmayasın! Hazırsan, geçen yıl kaldığımız yerden başlıyoruz.

Delirmek Belirmektir / CAN BONOMO

Kendisine “Bono” dediğimiz doğrudur. Olağanüstü söz, insan üstü şiir yazdığı doğrudur. Bu yıl tamamen tesadüf eseri, doğum günüme geldiği doğrudur. Bu onun, Cemal Süreya ayarında bir şair olduğu gerçeğini değiştirmez:
“Belki de çok çok tilkileriz ikimiz bu ormanlarda. Kabul etmesek de birimiz. Bu ağaçlar bizi görüyordu. Dağların dahi nefesini keserken öpüştükçe. Göğe doğru sevdikti birimizi ikimiz. Çünkü çocuk sesleri oradan geliyordu...”
Kitap beni benden aldı, şiddetle tavsiye! - Esen Yayınları / 22.50 TL

Ben, Sen, O / ARZU ÇAĞLAN

Yazının Devamını Oku

Çıldırmamak işten değil

16 Haziran 2014

SİZ şimdi kim bu Martha Graham diyeceksiniz. Uğruna google’ın bile doodle hazırladığı bu kadını ya da zaten şıp diye bileceksiniz. Olsun ben yine de anlatayım.
Martha Graham, 1884 – 1991 yılları arasında bu dünyada yaşayan, modern dans kavramının efsanelerinden biri. Hatta bana göre, biriciği. Milyonlarca hayranı ve ödülü var dünya üzerinde. Martha’nın 1925 yılında kurduğu Martha Graham Çağdaş Dans Okulu, Amerika’da dans en uzun, sürekli işletim okul olma özelliğini taşıyor. Öğrencilerin sadece Martha Graham Tekniği ve Repertuvar öğretimine odaklandığı okula çalışmak üzere dünyanın dört bir yanından geliyor. Bir kere New York’ta yakalayıp parasızlıktan, bir kere Paris’te denk gelip bilet bulamamaktan dolayı izleyemediğim topluluk şimdi dibimize geliyor.

Uluslararası İzmir Festivali, iyice aştı kendini
İşte 17 Temmuz tarihinde 28. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında, bu efsane topluluk, ilk kez İzmir’de olacak. İzmirli profesyonel dansçılarla birlikte temsil verecek. Türk dansçıların katılabileceği “Panorama Projesi” kapsamında, Martha Graham Dance Company’nin rejisörü, 19 Haziran’a kadar ve 13-17 Temmuz tarihleri arasında İzmir’de İKSEV binasında özel bir eğitim programı uygulayacak; festival temsilindeki programda yer alan Panorama eserini Türk dansçılarla çalışma ve sahneleme olanağı verilecek. “Dansın Picasso”su kabul edilen 20’nci yüzyılın en önemli dansçı/koreograflarından Martha Graham’ın tekniği üzerine eğitim verilecek bu projedeki eserde dans eden dansçılar, 17 Temmuz’da festival kapsamında Amerikan dans tarihinin efsanesi Martha Graham Dance Company’i ile sahne alma şansına sahip olacaklar. Nefis, cidden nefis. Bu gösteriyi izlemek için şimdiden heyecanlanıyorum.

Mario Frangoulis ve Amaryllis de geliyor
Bu arada unutmadan, festival kapsamında dünyaca ünlü tenör, Mario Frangoulis, İzmirli Opera sanatçısı Aytül Büyüksaraç ile Efes Antik Tiyatro’da, 27 Haziran Cuma akşamı görkemli bir konser vermeye hazırlanıyor. 25 Haziran gecesi ise Çeşme Aya Haralambos Kilisesi’nde de Amaryllis Quartet konseri var. (Bu arada İzmir Büyükşehir Belediyesi bir güzellik yapmış; Efes ve Çeşme’deki konserlere, Sabancı Kültür Merkezi yanından ücretsiz otobüs kaldırıyor.) Aslında siz iyisi mi bütün festival programı ve bilet detaylarına bu linkten ulaşın: www.iksev.org

Yazının Devamını Oku

Selanik yolcusuna, yolluk

9 Haziran 2014

LİSE 1’den beri kazandığı her kuruş parayı seyahate yatıran bir koleksiyonerim ben. Bir sürü işe girip çıktım, reklam yazarı olmaya ve bunun eğitimini almaya karar verene kadar. Inter-rail ile başladı hikayem, bugün tren, uçak, otobüs, feribot, motosiklet ile sürüyor. Hiç bir zaman pahalı bir otomobilim, şaşalı bir evim, on binlerce liralık banka hesabım olmadı. Onun yerine, bir sürü ucuz uçak biletim, dünyanın dört bir yanından alınmış ıvır-zıvır, yüzbinlerce gerekli gereksiz bilgi, rengarenk şahane insan ve anlatacak bir sürü hikayem oldu. Önce blogger’lık, ardından seyahat yazarlığı akabinde de seyahat fotoğrafçılığı serüvenim başladı. Bütün bunları yaparken ileride tek bir hedefim vardı. Bana açılan kapıları, o kapıyı nasıl açacağını bilmeyen (ya da çalışmaktan bunu araştıracak vakti olmayan) insanlarla paylaşmak. Bundan 2 yıl önce bir proje hazırladım. İsmi “Bahar’la Lezzet Yolculukları” olan. Dedim ki, Türkiye’nin en iyi seyahat acentelerinden biri ile işbirliği yapayım; ben onların marka yüzü olayım, 15’er kişilik gastronomi turları yapalım. Ve bunu yaparken de bu güzel ülkeden başlayalım. Prontotour projeyi sevdi ve geçtiğimiz nisan ayında, onların önderliğinde “Bahar’la Lezzet Yolculukları” Gaziantep’ten başladı. İçinde ünlü şeflerden yemek kursları, bakır atölyeleri, baklava yapımı ve müzeler olan nefis bir 3 gün geçirdik canına yandığımın güzel Antep’inde.
Hemen ardından Selanik geldi. 14 kişi otobüsle bir gece vakti Selanik’e doğru yola koyulduk. İçinde binbir hikaye olan bir çanta ile geri döndük. Çünkü “Bahar’la Lezzet Yolculukları”nı satışa sunarken Prontotour ile tek amacımız vardı. Gençleri de ekonomik gastro-seyahat yapabilen bir ülke yaratmak.
Projemiz yaz sezonu nedeniyle mola verdi. Bundan sonraki ilk seyahat, 12-13-14 Eylül tarihlerinde Bozcaada’ya; ekimde de Mardin’e. Haberdar olmak için instagram hesabımı takip etmeniz yeterli: www.instagram.com/baharakinci - Şimdi gelsin, Selanik notları...

Selanik’te nerede kalınır?
Selanik ya da yerel adıyla “Salonika”, Yunanistan’ın bir nevi ikinci başkenti. İki ünlü üniversitenin de yer aldığı şehirde, çoğunluğu genç 350 binlik nüfus yaşıyor. Bu yüzden her dem taze, her dem cıvıl cıvıl! DOM Otel, Selanik’in sakin ve kalbur üstü semti Ampelokipoi semtinde. Şehrin yüzyıllar önce tütün ticareti yapılan tarihi semtinde yer alan otel aynı zamanda, Çağdaş Sanatlar Devlet Müzesi ve Kuzey Yunanistan Devlet Tiyatrosu ile karşı karşıya. Kolokotrini Caddesi, No: 16 – www.domotel-hotels.com

Yazının Devamını Oku

Soma’da gördüğüm dramı unutmayacağım, sen de unutma!

25 Mayıs 2014

BİZ kullandık o kömürü. Elektrik olarak, yol olarak, göz göre göre. Sen, ben, hepimiz. Bunca sene. Nereden geliyor bu değirmenin suyu demeden. O madene inmenin ne menem, ne karanlık, ne insanlık dışı olduğuna aldırmadan.
Kâr hırsı insan hayatının önüne geçince, bağıra çağıra “geliyorum” diyen bu felaket her birimizi sarstı. Kaybedilen canların acısı hep içimizde olacak. Duyduğumuz hikayelerin, gördüğümüz fotoğrafların hiçbirini unutmayacağız.
Hafta içi Greenpeace Türkiye’den gelen mektup, külahları önümüze koymanın vaktini bağırdı bana tüm çıplaklığıyla. Karşımızdaki fotoğaf o kadar net ki, artık yenilenebilir, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelmenin vakti çoktan geldi.

Ne diyor Greenpeace üyeleri?* Yeni kömür yatırımları iptal edilmeli.
* 2040 yılına kadar kömür devreden çıkarılarak, elektrik üretimindeki payı sıfıra indirilmeli.
* Kömür sektöründe çalışan işçilerin yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi sektörlere geçişinin yapılması için ulusal bir plan hazırlanmalı.
* Kömüre verilen teşvikler sona erdirilip bu teşvikler yenilenebilir enerjilere kaydırılmalı ve yenilenebilir enerjiler önündeki bariyerler kaldırılmalı.

Yazının Devamını Oku

Herkes gidecek, bir biz kalacağız babam

17 Mayıs 2014

SOMA’dayım... Hayatın durduğu yerde...
Dört gün öncesine kadar kendi halinde bir kasabayken, şimdi acının başkenti olan Soma’dayım.
Türkiye’nin her yerinden insan var.
Başsağlığına, taziyeye, “bir yardımım dokunur mu”ya gelen.
Çarşı Grubu bile burada. Beş otobüs 300 kişi toplanıp gelmişler.
Polisin onları bir çok yere sokmadığından yakınıyorlar.
İki dev siyah pankart gerili hastane önündeki meydanda:

Yazının Devamını Oku

Kendini Selanik sanıyorsun, sanma!

11 Mayıs 2014

AH benim güzel İzmir’im...
Büyük yangınla beraber yakılmış, yağmalanmış; 30’larda parasızlıktan, 60’lardan itibaren de 90’ların sonuna kadar müteahhit betonlaşmasından küllerinden doğamamış güzel İzmir’im. Ah benim içi zarif, dışı beton memleketim.
Geçtiğimiz ay Selanik’teydim. Hani sana, “ayy, aynı sen” dedikleri komşu memleket. Biliyor musun yıllar yıllar önce doldurulmuş Kordon’un bile Selanik’e benzemiyor. Üzgünüm İzmir, beni affet.
Tepedeki Eptapirgio’den (Genti Koule) başlıyorum Selanik’in Kordon’u “Alexandrou”ya inmeye. O, iki katlı, en fazla 3 katlı evler hala ayakta. İçlerinden belki 2 – 3 tanesi metruk durumda. Aralarda irili ufaklı tabernalar, (yöresel Yunan lokantası) bir kaç çiçekçi dükkanı, motosikletli gençler süzülüyor aşağıya doğru. Dünyanın değil belki ama Yunanistan’ın en güzel sokaklarının olduğu bu tepe; cafeleri, şık mağazaları ve bir ucunda restore edilmiş Atatürk Müzesi ile ünlü Dimitriou Caddesi’ne açılıyor.

Dikastirion Parkı’nı karşıma alan bir cafede bol köpüklü onlara göre Yunan, bana göre Türk kahvemi içiyorum. Parkı arkamda bırakıp bit pazarı ve antikacıların olduğu sokaklarda ilerliyorum. Eski Rum meyhaneleri, plakçılar, yaşlı kapı önü teyzeleri eşlik ediyor fotoğraflarıma. Sanıyorsun ki, bu kadar. Sanma!
Ya o hemen her duvarın üzerine nakış gibi işlenmiş duvar boyamaları, mural’lar, müthiş yetenekli sokak ressamlarının şehrin estetiğine kattığı zenginlik...

Yazının Devamını Oku

Doğum günümüz kutlu olsun Hürriyet

1 Mayıs 2014

6 yaşındayım. Günlerden yine 1 Mayıs.

Okuma yazmayı, doğduğumdan beri evimize giren Hürriyet’in başlıklarından sökmüşüm. Evde bir bayram havası. Doğum günüm de yaklaşıyor. Evdekilerin bana ödüllü bir atraksiyon yapmaları gerek. Şimdiki gibi dev bilmem ne land’lar, kidscity’ler filan yok. O zamanların en havalı aktivitesi, Hürriyet Çocuk Kulübü! Resim kursu, kompozisyon yarışması, uçurtma şenliği. Yani, ertesi gün ana sınıfında anlatacak bir sürü hikaye!

Doğum günüm gelip çatıyor. Dedem katıyor beni önüne, diyor ki ¨Hürriyet’e resim yarışması var¨. Mutluluktan ölüyorum. Resme yeteneksiz olduğumu maaile biliyoruz da, maksat çocuk eğleşsin. Önce, Lozan pastanesine gidiyoruz koca bir dilim çikolatalı pastayı (daha) mideye indiriyorum. Sabah evde annemin pişirdiği pastanın da yarısını götürmüşüm. Sonra ver elini, Şehit Fethi Bey Caddesi’ndeki Hürriyet binası.

Binayı, içerideki insanları, o gün arkadaşlık ettiğim çocukları hayal meyal hatırlıyorum. Dedem diğer velilerle birlikte beklerken o zamanların yöneticileri ile (onlar tamamen flu) sohbet etmeye başlıyor. Diyor ki, bugün torunumun doğum günü. Ortaya çıkıyor ki, o gün Hürriyet’in de doğum günü. Yarışma çıkışı bekleyin, pasta keseceğiz, Bahar da olsun diyorlar. Yarışma bitiyor. Diğer çocuklar çıkıyor. Biz kalıyoruz. Dedem diyor ki, sana doğum gün pastası kesecekler. Ağzım kulaklarımda. Resim yaparken de dünyanın kurabiyesini, kekini yemişim. Olsun, pasta, candır. O sırada biri tutuyor elimden bana binayı gezdirmeye başlıyor. Bak, burası yazı işleri. Bak, burası matbaa. Bak, burada sayfalar yapılıyor. Küçücük halimle oradan oraya sekiyorum mutluluktan ama aklım, pastada.

Seremoni başlıyor. Ben kucakta, elimde çatal, beni havaya kaldıran amcanın (muhtemelen İstanbul’dan gelen önemli yöneticilerden biri) konuşmasının bitmesini bekliyorum. Gözüm sürekli masada. Bu arada herkes doğum günümü kutlayıp yanağımdan öpüyor. Derken pasta kesiliyor. Ben hala kucakta. Kilom da var. Muhtemelen adamcağız yoruluyor, beni kucağında iyice sıkıyor, hedefi bana bir lokma yedirip benimle poz verip beni yere indirmek. Ama öyle olmuyor.

Sabahtan beri kilolarca pasta yemiş olan ben (tombik olduğum için sadece özel günlerde izin vardı) allah ne verdiyse adamın üzerine başına çıkartmaya başlıyorum. Gazetede bir panik havası. Zavallı dedem beni tuvalete koştururken, sekreter ablalar ellerinde peçete adama doğru koşturmaya başlıyor.

Hayatımın en utanç verici günü.

Normal bir çocuğun, bir daha o logoyu gördüğünde utancından ölmesi, o binanın önünden bile geçmek istememesi gerek. Ben de tuhaf bir refleks gelişiyor. Ne olacaksın dediklerinde, Hürriyette gazeteci olacağım diyorum. Artık, kendimi aklamaya mı döneceğim, nedir? Ortaokul bitene kadar gidiyor bu cümle. Sonra unutuyorum. Aradan yıllar geçiyor. Üniversitede dramatik yazarlık okuyorum. Önce reklam yazarı, sonra kreatif direktör oluyorum. Bu arada bir çok dergiye yazı yazmaya başlıyorum İşim gereği Deniz Sipahi ile tanışıyorum. Ve bir gün Deniz bana diyor ki; ¨Bahar Hürriyet’te yazar mısın?¨

Yazının Devamını Oku

Hayatın sana en büyük kıyağı; kahraman bir baba!

20 Nisan 2014

YEMİN ediyorum şu hayat, bağzımıza sırıtarak doğuyor. Annenin koftiden olma ihtimali binde bir de babanın kahraman olanını yakaladıysan, daha doğumhanede 1-0 galip başlıyor sana hayat.
Çok acayip şey babalık. Düşünsene, annelik genin yok, doğurganlık genin yok, fedakarlık genin yok, endişe genin hiç yok, ama sen yine de “kahraman baba olucam, dağları delicem” diye siftinip duruyorsun. Zamanla tüm bu genleri ediniyorsun. Savaştan galip çıkarsan, ardında ömür boyu sana minnettar bir evlat bırakıyorsun. Ödülü de büyük.
İşte ben o hastanede, hayata sırıtarak gelenlerdenim. Hem de ne sırıtmak. Bin türlü hadise üzerine doğup dünyanın en matrak babasına kavuşup torunu olacak yaşta baba olan (60) bir adamın sevincine ortak olup hayat boyu torun muamelesi görüp bunu sonuna kadar kullananlardanım.
Şahane bir adamın şahane maceraları ile büyüdüm. Bir tek günü bile olaysız geçmedi çocukluğumun. Hayatın en büyük konforu, kendini, seni eğlendirmeye adamış bir baba bulmak. Kız çocuğu olmanın verdiği “ooo ben bunu avucumda oynatırım” hissi ile adamcağızı oradan oraya savurmak.
Ve bunu yaparken daha 4 yaşında olmak.
Hayatın en büyük konforu, bir adam tarafından kayıtsız şartsız sevildiğini bilmek. Hayatın en büyük lüksü, anne-baba-çocuk-kardeş dörtgeninde sevgiyle kuşatılmak. “Biz var ya biz, her türlü sorunun üstesinden geliriz oolum” hissine kapılmak. Bir nev-i kendi brave heart’ını çekmek. Hem de sıfır bütçeyle!
Sen gideli bugün 23 gün oldu babam.

Yazının Devamını Oku