Paylaş
6 yaşındayım. Günlerden yine 1 Mayıs.
Okuma yazmayı, doğduğumdan beri evimize giren Hürriyet’in başlıklarından sökmüşüm. Evde bir bayram havası. Doğum günüm de yaklaşıyor. Evdekilerin bana ödüllü bir atraksiyon yapmaları gerek. Şimdiki gibi dev bilmem ne land’lar, kidscity’ler filan yok. O zamanların en havalı aktivitesi, Hürriyet Çocuk Kulübü! Resim kursu, kompozisyon yarışması, uçurtma şenliği. Yani, ertesi gün ana sınıfında anlatacak bir sürü hikaye!
Doğum günüm gelip çatıyor. Dedem katıyor beni önüne, diyor ki ¨Hürriyet’e resim yarışması var¨. Mutluluktan ölüyorum. Resme yeteneksiz olduğumu maaile biliyoruz da, maksat çocuk eğleşsin. Önce, Lozan pastanesine gidiyoruz koca bir dilim çikolatalı pastayı (daha) mideye indiriyorum. Sabah evde annemin pişirdiği pastanın da yarısını götürmüşüm. Sonra ver elini, Şehit Fethi Bey Caddesi’ndeki Hürriyet binası.
Binayı, içerideki insanları, o gün arkadaşlık ettiğim çocukları hayal meyal hatırlıyorum. Dedem diğer velilerle birlikte beklerken o zamanların yöneticileri ile (onlar tamamen flu) sohbet etmeye başlıyor. Diyor ki, bugün torunumun doğum günü. Ortaya çıkıyor ki, o gün Hürriyet’in de doğum günü. Yarışma çıkışı bekleyin, pasta keseceğiz, Bahar da olsun diyorlar. Yarışma bitiyor. Diğer çocuklar çıkıyor. Biz kalıyoruz. Dedem diyor ki, sana doğum gün pastası kesecekler. Ağzım kulaklarımda. Resim yaparken de dünyanın kurabiyesini, kekini yemişim. Olsun, pasta, candır. O sırada biri tutuyor elimden bana binayı gezdirmeye başlıyor. Bak, burası yazı işleri. Bak, burası matbaa. Bak, burada sayfalar yapılıyor. Küçücük halimle oradan oraya sekiyorum mutluluktan ama aklım, pastada.
Seremoni başlıyor. Ben kucakta, elimde çatal, beni havaya kaldıran amcanın (muhtemelen İstanbul’dan gelen önemli yöneticilerden biri) konuşmasının bitmesini bekliyorum. Gözüm sürekli masada. Bu arada herkes doğum günümü kutlayıp yanağımdan öpüyor. Derken pasta kesiliyor. Ben hala kucakta. Kilom da var. Muhtemelen adamcağız yoruluyor, beni kucağında iyice sıkıyor, hedefi bana bir lokma yedirip benimle poz verip beni yere indirmek. Ama öyle olmuyor.
Sabahtan beri kilolarca pasta yemiş olan ben (tombik olduğum için sadece özel günlerde izin vardı) allah ne verdiyse adamın üzerine başına çıkartmaya başlıyorum. Gazetede bir panik havası. Zavallı dedem beni tuvalete koştururken, sekreter ablalar ellerinde peçete adama doğru koşturmaya başlıyor.
Hayatımın en utanç verici günü.
Normal bir çocuğun, bir daha o logoyu gördüğünde utancından ölmesi, o binanın önünden bile geçmek istememesi gerek. Ben de tuhaf bir refleks gelişiyor. Ne olacaksın dediklerinde, Hürriyette gazeteci olacağım diyorum. Artık, kendimi aklamaya mı döneceğim, nedir? Ortaokul bitene kadar gidiyor bu cümle. Sonra unutuyorum. Aradan yıllar geçiyor. Üniversitede dramatik yazarlık okuyorum. Önce reklam yazarı, sonra kreatif direktör oluyorum. Bu arada bir çok dergiye yazı yazmaya başlıyorum İşim gereği Deniz Sipahi ile tanışıyorum. Ve bir gün Deniz bana diyor ki; ¨Bahar Hürriyet’te yazar mısın?¨
İşte benim hikayem. Bu yazıyı ne Hürriyet’e yaranmak, ne kendimi yüceltmek için yazdım. Bu yazıyı yazdım, çünkü daha küçücük yaşta çocuğunuz kendi isteği ile beynine ne kodlarsa, ileride o oluyor. Hayatta kurduğunuz, gerçekten istediğiniz ve sonra da unuttuğunuz her hayal, bir gün gelip gerçek oluyor.
İstemekten hiç vazgeçmeyin. Hayal kurma özgürlüğünüzden de!
Bırakın da 1 mayıs...
Bu ülkenin Özgürlük günü olsun. Bütün yıl sırtında ağır bir yükle çalışan emekçinin, 1 Mayıs’ı istediği yerde, istediği gibi, bayram gibi kutladığı gün olsun. Siz de buna olanak sağlayan hükümet olun. Taksim’e gidilmesin diye vapur seferlerini bile iptal eden hükümet değil.
Paylaş