Mart 2018’de ailemize yeni bir birey katıldı. O günden beri onu sizinle tanıştırmak istiyorum. Ancak, ne yazık ki, bir türlü fırsat olmadı.
Sözünü ettiğim birey güzel mi güzel, tatlı mı tatlı, şirin mi şirin bir kedi. Ağustos ayında bir yaşında olacak. Yani evimize geldiğinde yedi aylıktı. Nasıl olup da yolumuzun kesişmiş olduğunu soracak olursanız, “kızımın sayesinde” diyerek cevap vereceğim.
Haziran 2016’da sevgili kedimiz Chianti’yi kaybetmemizin ardından, kızım her gün bana yeni bir kedi resmi göstererek sahiplenmemizi istiyordu. Bense yeni bir kedi fikrine hiç sıcak bakmıyordum. Ta ki Oğluş’u görünceye kadar…
Çoğunuzun bildiği gibi yakın zamana kadar iki büklüm olmuş bir vücutla sürdürüyordum yaşamımı. 2015 yazının sonlarına doğru, tamamen bir tesadüf sonucunda yeniden dik bir vücuda kavuşabileceğimi öğrendim.
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nin bir toplantısında tanıştığım Prof. Dr. Hülya Kayserili idi hayatımda yeni bir pencere açan kişi. Beni görevli olduğu Koç Üniversitesi Hastanesi’nin nörolog ve ortopedistleri ile tanıştırdı. Neticede, yaşamımı olumlu yönde etkileyen büyük bir operasyon geçirdim. Sırtıma üç adet platin destek konularak vücudumun dik durması sağlandı. Artık daha rahat nefes alıyorum ve iç organlarım daha iyi çalışıyor.
Ameliyatımın ardından eve geri döndüğümde yaşadıklarımı yazmaya karar verdim. Kararımı 2016 yılı başında uygulamaya koydum. Rehber Köpekler Derneği Kurucusu, Sevgili Dostum Avukat Nur Deniz Tuncer bana yazma yolculuğumda eşlik edecek bir isim önerdi. O dönemde Boğaziçi Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü son sınıf öğrencisi olan Cansu Altunsu işte böyle girdi hayatıma.
“Sesler, Yüzler, İzler” isimli kitabımın temelini Cansu ile birlikte attık ve O Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oluncaya kadar birlikte çalıştık. Ancak ne yazık ki, Cansu mezun olur olmaz İzmir’e, evine döndü. Bir süre çalışmalarımızı Skype ya da Facetime üzerinden devam ettirmeye çalıştık ancak, pek verimli olamadık. İşte o günlerde Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden sınıf arkadaşım Neşe Can Uçar bana yardımcı olmayı teklif etti. Bu teklifi memnuniyetle kabul ettim ve yazma yolculuğum Neşe ile birlikte devam etti.
Bir yıl önce bu zamanlarda bir imza kampanyası dikkatimi çekmişti. Özellikle turistik bölgelerde faytonları çeken atların yaşadıkları zorlu şartlara dayanamayıp öldüklerine değinen kampanyanın amacı, “bu güzel hayvanların çektiği acıları dindirmek için fayton kullanımının ülke genelinde yasaklanmasını sağlamak” idi.
Söz konusu kampanya sosyal medyada epey ses getirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi birkaç gün önce bu konuyu gündemine aldığına ve konuya bir çözüm getirileceğine dair açıklama yaptı. Açıklamada, öncelikle Kınalıada’da olmak üzere; her biri en fazla 12 kişilik elektrikli araçlarla toplu taşımacılık yapılmasının amaçlandığı, ilk aracın önümüzdeki günlerde hizmet vermeye başlayacağı ifade ediliyor. Bu uygulamanın test edilmesinin ardından tüm adalardaki toplu taşıma hizmetinin elektrikli araçlarla yapılması planlanıyor. Bu benim gibi hayvan severler için güzel bir haber.
Atlar, insanlar için her açıdan dost hayvanlar. Engelliler için ise kimi zaman dosttan da öte, hatta terapist oluyorlar.
At eşliğinde terapi, yani hippoterapi, adını Yunanca’da at anlamına gelen “hippos” sözcüğünden alıyor. At binme ile insan sağlığı arasındaki ilişki antik çağlardan beri bilinse de, modern anlamda at eşliğinde terapi 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda atlı sporlarda gümüş madalya alan Danimarkalı binici Liz Hartel’in biniciliğin çocuk felcinden kurtulmasını nasıl sağladığını anlatmasıyla gündeme gelmişti. Bunun ardından 1960’larda Avrupa, Kanada ve ABD’de birbiri ardına terapi merkezleri kurulmaya başlandı. Yine o yıllarda Almanya, İsviçre ve Avusturya’da fizik tedavi programlarına atlar dâhil edildi ve bu tedavi biçimine “hippoterapi” adı verildi. Hippoterapi son yıllarda ülkemizde de sıklıkla uygulanan bir terapi yöntemi olmaya başladı.
Bu uygulamalardan biri de Sarıyer Belediyesi ile Atlıtur Doğal Yaşam Derneği’nin “Ata Binmeyen Çocuk Kalmasın” sloganıyla birlikte yola çıktıkları etkinlik. Bu etkinliğin ilk misafirleri olan EÇADEM (Engelli Çocuk ve Ailelerine Destek Merkezi) öğrencileri adaptif binicilik programına katılarak doğayla iç içe bir gün geçirdiler. Adaptif binicilikte bireye engeline göre ata binmek öğretiliyor. Amaç; engeli olmayan birey nasıl ata biniyorsa, engelli bireylere de aynı şekilde ata binme beceresi kazandırmak. Engelsiz Sarıyer vizyonu kapsamında Sarıyer Belediyesi ile işbirliği yapan Atlıtur Doğal Yaşam Derneği Başkanı Alp Arslan atın iyileştirici özelliğine vurgu yaparak “Rüzgâr saçlarınıza, özgürlük ruhunuza karışsın” diyor ve biniciliğin engelli çocuklara faydasına dikkat çekiyor.
Türkiye Sağlık Vakfı (TSV) hippoterapiyi “fiziksel, zihinsel veya duysal bozukluğu olan hasta gruplarında fonksiyonel açıdan iyileşme ve gelişme sağlamak amacıyla atın hareketlerinden yararlanan bir tedavi stratejisi” olarak tanımlıyor. Atın hareketlerinin değişken, ritmik, tekrarlayıcı ve çok yönlü olması terapi için uygun şartları sağlıyor. Bu hareketlilik denge, postural kuvvet ve dayanıklılığın geliştirilmesine katkıda bulunuyor. Hippoterapi esneklik, denge ve kas kuvvet kaybı gibi problemleri olan kişilerin yanı sıra fiziksel engelliler, zihinsel engelliler ve duygu durum bozuklukları yaşayan bireyler için de yarar sağlayan bir terapi yöntemi.
Sarıyer Belediyesi ile Atlıtur Doğal Yaşam Derneği’nin “Ata Binmeyen Çocuk Kalmasın” sloganı ile birlikte yola çıktıkları etkinlik engelli çocuklar açısından oldukça büyük bir önem taşıyor.
24 Haziran Pazar günü cumhurbaşkanımızı ve milletvekillerimizi seçmek için oy vereceğiz. Oy vermek her vatandaşın hem hakkı hem de yükümlülüğü. Engellilerin seçim günlerinde yaşadıkları fiziksel sorunlar son yıllarda sıklıkla gündeme geldi. Bu sayede, engellilerin oylarını fiziksel engellerle karşılaşmadan kullanabilmeleri için çeşitli önlemler alındı. Bugün kısaca bunları hatırlatmak istiyorum.
Engellilerin oy verme usulleri Yüksek Seçim Kurulu’nun Sandık Kurullarının Oluşumu ile Görev ve Yetkileri hususundaki 135 sayılı genelgesi ile belirlenmiş durumda. Seçmen listesinde engelli olduğunuza dair ibare olduğu sürece, oyunuzu hiçbir engelle karşılaşmadan rahatlıkla verebileceksiniz. Hatta bu seçimlerde seyyar sandık uygulaması da hayata geçiyor. Yani, sandık oy verilecek binaya gidemeyecek durumda olduğunu süresi içinde beyan eden engelli seçmenin evine geliyor.
Diyelim ki sandığa gidebilecek durumdasınız ve seyyar sandık talebinde bulunmadınız. Engelli seçmenlerin kayıtlı olduğu sandık seçmen listelerine ait sandıkların rahatlıkla ve kolaylıkla oy kullanabileceğiniz uygun bir yerlere konulduğunu göreceksiniz. Bu da genellikle binanın giriş katında bir oda oluyor. Seçim mekânı olarak kullanılan okulların bir kısmında ana girişte merdiven görebilirsiniz; genellikle rampalı veya düzayak başka bir giriş bulunur. Göremezseniz görevlilere sorun.
Oy vereceğiniz sandığa ulaştığınızda uzun bir kuyrukla karşılaşırsanız, gözünüz korkmasın. 135 sayılı genelge uyarınca gebeler, hastalar ve engelliler sıra ile bekletilmeden oylarını verirler. Bu seçmenlere yardım eden seçmenlerin de öncelikle oy kullanmalarına izin verilebildiği gibi yaşlıların da oylarını sıra bekletilmeden kullanmalarına izin verilebilir.
Görme engelliler, felçliler, elleri eksik olanlar veya bu gibi bedeni engelleri açıkça belli olanlar o seçim çevresi seçmeni olan ve o sırada sandık çevresinde bulunan akrabalarından birinin yardımı ile oylarını kullanabilirler. Seçim çevresi bulunduğunuz il ya da bölgedir. Mesela, Kütahya’da oy kullanıyorsanız, Manisa’da kayıtlı yeğeniniz size yardımcı olamaz. Ya da İstanbul’da Bakırköy’de oy kullanıyorsanız, Kadıköy’de oy veren kardeşiniz size yardımcı olamaz. Yanınızda bir akrabanız yoksa orada bulunan herhangi bir seçmenden yardım alabilirsiniz. Bir seçmen birden fazla engelliye yardım edemez. Sandık kurulu başkan veya üyelerinden ise yardım alamazsınız çünkü bu görevliler engelli seçmenlere yardım etmek amacıyla oy verme kabinine giremez, oy kullanma sırasında yardım edemez. Oyunuzu kullandıktan sonra imzanınızı vermeyi de unutmayınız.
Bir de seyyar sandık uygulamasına kısaca bakalım. Talepte bulunduysanız, seyyar sandık kurulu ve müşahitler sizi evinizde ziyaret edecektir. Seyyar sandık kurulu da diğer sandık kurulları gibi sandık başkanı ve üç ila altı üyeden oluşur. Bu görevliler sizin hastalığınızı veya rahatsızlığınızı dikkate alarak oy kullanma sırasında gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Yanınızda maske takılması, galoş giyilmesi gibi gereksinimleriniz varsa belirtmekten çekinmeyiniz. Kurul oyunuzun gizliliğini sağlamak amacıyla seyyar oy kabini uygun bir yere yerleştirecek ve oyunuzu rahat kullanmanızı sağlayacak tedbirleri alacaktır.
Vereceğiniz oy hakkında hiçbir kimse size müdahale, telkin veya tavsiyede bulunamaz. Fiziksel olarak oy kullanamayacak durumda iseniz oyunuzun gizliliğini ihlâl etmeyecek şekilde bir yakınınızın yardımı ile oy kullanabilirsiniz. Ancak seyyar sandık kurulu başkan veya üyeleri ile adreste hazır bulunanlar, oy verme sırasında size yardım etmek amacıyla seyyar oy kabinine oyun gizliliğini ihlâl edecek şekilde müdahale edemez.
Bugün bayram. “Nerede o eski bayramlar” diye dertleniyor değilim. Ama çocukluğumdaki bayramların heyecanını, tatlı telaşınını ve neşesini hatırlamadan da edemiyorum.
Bayramdan günler önce hazırlıklar başlardı. Hepimize bayramlık elbiseler dikilir, ayakkabılar alınırdı. 1950’lerin şartlarında zaten çoğu ailede yeni giysiler bayramdan bayrama alınırdı. Arefe gecesi cici elbiselerimizi bir askıyla dolabın üzerine asar, gece boyunca uyanıp uyanıp seyrederdik. Cici ayakkabılarıma sarılıp uyumuşluğum bile vardır.
Bayramın ilk sabahı ezandan önce kalkar bayramlıklarımızı giyer, babamızı bayram namazına uğurlardık. Babam dönene kadar bayram kahvaltısını hazır ederdik. Babamız namazdan döndüğünde el öpme ve bahşiş alma faslına geçilirdi.
Bayramın ilk günü aile büyüklerini ziyaret ederdik. Dedeler, anneanneler, babaanneler, dayılar, amcalar, teyzeler, halalar… Büyüklerden birinin evinde kocaman bir sofra hazırlanır, mutlaka ailece nefis bir bayram yemeği yenirdi. Her birinin ellerini öper, bize hazırladıkları oyalı mendiller için teşekkür eder, bol bol şeker yerdik. Ramazan’ın ardından gelen bu bayramın adı belki de bu yüzden Şeker Bayramı oldu yıllarca.
Bayramın ikinci ve üçüncü günleri bizim evde ikramlar hazırlanırdı. Eş, dost, akraba, komşu ziyaretleri beklenirdi. Biz çocuklar için bunlar hep çok eğlenceli anlardı. Dostluk, sevgi ve neşe içinde geçen ziyaretlerdi zira.
Dedim ya, “nerede o eski bayramlar” diye dertlenecek değilim. Hayat şartları değişti… Hal böyle olunca, bayramlar da aynı kalamazdı. Çok yoğun iş temposundan ve dahası şehrin günlük sıkıntılarından bunalan birçok kişi için bayram şehirden uzaklaşmak ve dinlenmek için bir fırsata dönüştü. Onları anlayabiliyorum. Ama bir yandan da benim yaşadığım coşkuyu ve heyecanı tatmadıkları için onlar adına biraz üzülüyorum.
Sizlere sağlıklı, neşeli ve bereketli bir bayram diliyorum.
İnsan vücudunda en fazla bulunan doku olan iskelet kası dokusu hareket, duruş/postür, eklem stabilizasyonu ve ısı üretiminden sorumlu. İskelet kaslarının kendini onarması ve yenilenmesi vücudun kök hücrelerine bağlı. Musküler Distrofi gibi genetik bozukluklarda ya da travmalar gibi akut veya kronik durumlarda kasların kendini yenileme fonksiyonu sekteye uğruyor.
Son zamanlarda araştırmacılar laboratuvar ortamında kök hücreden kas üretmeyi başardılar. Bu başarı, Musküler Distrofi hastaları için doku replasman tekniklerinin ve diğer tedavilerin gelişimini hızlandıracak bir gelişme. Yapay iskelet kası üretimi hastalık süreçlerini incelemek, tetkiklerle tedaviye aday olan kişileri belirlemek ve doku replasmanını mümkün kılmak açısından çok önemli.
Araştırma kapsamında bir organın kısmi olarak üretilmesine olanak tanıyan, kök hücre kaynaklı 3D doku kültürleri kullanılarak organ-benzeri sistemler oluşturuldu. Bu sistemler, ilaç geliştirme çalışmaları ve rejeneratif tıp açısından ilerlemeler kaydedilmesine imkân verecek.
Araştırma ekibince söz konusu çalışma kapsamında üretilen yapay doku için Duchenne, Limb-girdle ve Konjenital Muscular Dystrophy hastalarından sağlıklı ve sağlıksız kök hücreler alındı. Ve yetişkin bir insandaki tüm hücre tiplerini üretebilen ve laboratuvar ortamında geliştirilebilen pluripotent kök hücreden 3D yapay iskelet kas dokusu üretildi.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Araştırma Geliştirme Dairesi Başkanlığı verilerine göre İstanbul’da 14.090 işitme ve konuşma engelli birey yaşıyor. Bu bireylerin adalete erişiminde ne gibi sorunlar yaşadığı bilinmiyor. Zira bu konuda yapılmış herhangi bir saha araştırması bulunmuyor.
İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın desteği ile yürüttüğü “Bir İşaret Bin Umut” projesi kapsamında işitme ve konuşma engellilere yasal hakları ile ilgili eğitim verilecek.
Proje kapsamında bilirkişi işaret dili tercümanları 16 saatlik Sertifikalı Ceza Hukuku Bilinci Eğitimi alacaklar. Sahada edinilen deneyimler karar vericilerin, alandaki dernek temsilcilerinin ve akademisyenlerin de katılacağı bir çalıştayda değerlendirilecek ve bu çalıştayda dile getirilen sorunlar ve sunulan çözüm önerileri bir raporda toplanacak. Bu rapor başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı gibi ilgili kurumlara gönderilerek işitme ve konuşma engellilerin adalete erişimleri için gerekli önerilerin hayata geçmesi talep edilecek.
Ayrıca söz konusu proje kapsamında hedef kitlenin ilgisini çekmek için işaret dili tercümanlığı tanıtım filmi ve Türkiye’de bir ilk olan erişilebilir yasal haklar broşürü hazırlanacak. Broşürdeki yazıları anlayamayan işitme engelliler, karekod okutarak işaret dili tercümanlığı yasal haklar videosuna ulaşabilecekler.
20 Mayıs’ta yine bilincim kapalı olarak Koç Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldım. Zira doktorumun sözünü dinlememiş BPAP cihazını gerektiği şekilde kullanmamıştım. Bu nedenle kanımdaki karbondioksit oranı tavan yapmıştı.
BPAP Solunum Cihazı, CPAB cihazına alternatif olarak 1990 yılında Sanders ve Kern tarafından geliştirilmiş. BPAP’ın CPAP çalışma prensibinden en büyük farkı, solunum boyunca nefes alma ve nefes vermede farklı basınçta hava vermesi. Bunun amacı ise hastanın yüksek basınca karşı toleransının arttırılması.
İlk üç günümü hastanenin yoğun bakım servisinde geçirdim. Birinci ve ikinci günlerde yardımcım Mercan’ın yanımda kalmasına izin vermediler. Ağzımın içine, sürekli açık durması için bir aparat takmışlardı. Burnumdan boğazıma doğru ise bir beslenme hortumu uzanıyordu. Beni, sıvı mamalarla, o hortum yoluyla besliyorlardı.
Mercan’ın yanımda olmadığı günlerde ne kadar büyük bir zorluk içinde olduğumu anlatabilmem çok zor. Neyse ki dördüncü gün benim güzel kızımın yanımda kalmasına izin verildi ve ben de rahata kavuştum.