“Erişilebilirlik, engelliler ve yaşlılar başta olmak üzere herkesin toplumsal yaşama eşit ve etkin olarak katılabilmesi için ön koşul. Hareket kısıtlılığı olanların evlerinden çıkabilmesi; kaldırımları, yaya geçitlerini, parkları, binaları ve toplu taşımayı kullanabilmesi; bilgi ve iletişim teknolojilerine ve hizmetlere erişebilmesi için tüm bunların engelsiz yani erişilebilir olarak planlanması, tasarlanması ve düzenlenmesi gerekmektedir.”
Yukarıdaki cümleler T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün “2020 Erişilebilirlik Yılı” duyurusunun ilk paragrafını oluşturuyor. Bilindiği gibi 2020, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Erişilebilirlik Yılı olarak ilan edilmiş bulunuyor. Söz konusu duyuruda binalar, açık alanlar, toplu taşıma sistemleri ve web sayfalarının erişilebilirliği konularında Türk Standartları Enstitüsü iş birliğinde erişilebilirlik standartlarının belirlenmiş ve yayınlanmış olduğu ifade ediliyor. Duyuruda, ayrıca, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı iş birliğinde İmar Mevzuatı kapsamında Planlı Alanlar İmar Yapı ve Denetim Uygulama Yönetmeliklerinde erişilebilirlik standartlarının uygulanmasına yönelik düzenlemeler yapıldığı da bildiriliyor.
Ancak söz konusu duyurunun yayınlanma tarihi olan 9 Ocak 2020 tarihinden bu yana altı ay geçmiş ve yılın yarısının tamamlanmış olmasına karşın erişilebilirlik anlamında önemli bir yol kat ettiğimizi söyleyemeyiz.
Türkiye Beyazay Derneği İzmir Şubesi Başkanı Sayın Salih Arıkan, merkezi ve yerel yönetimlerin engelliler için pek çok hizmet sunduklarını, ancak engelliler evlerinden dışarı çıkamadıkları sürece verilen hizmetlerin kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olduğunu söylüyor. Arıkan, kamuya açık binalarda engelli rampaları bulunmadığını, bulunsa bile çoğu zaman standartlara uymadığını ifade ediyor.
İnovasyonda sınırların zorlandığı yeni nesil teknoloji sistemleri engellilerin de yaşamlarını kolaylaştırıyor. Teknoloji devleri yeni icatlarda bulunurlarken engellilerin hayatını kolaylaştıracak buluşlar üzerinde çalışmayı da ihmal etmiyorlar. Biz bu buluşların hepsinden yararlanamıyor olsak da isterseniz, konu ile ilgili olarak bugüne kadar yapılanları özetle gözden geçirelim:
Ülkemizde bir bilgi teknolojileri şirketi 2013 yılında görme engellilerin ve yaşlıların hayatını kolaylaştıracak bir baston üretti. Söz konusu baston radyo frekanslarını algılayarak yoldaki taş ve tümsekler konusunda uyarıda bulunuyor. Akıllı telefonlara uyarlanabilen ve sesli navigasyon özelliği bulunan bastonun en önemli özelliklerinden biri de sesli komutları algılayabiliyor oluşu. Sistem, kişinin nereden nereye gitmek istediğini söylemesiyle çalışmaya başlıyor. Kullanıcı, örneğin; A noktasından B noktasına giderken daha önce tanımlanmış olan bakkal, market, eczane gibi noktalara da kolayca uğrayabiliyor. Bu icat Türkiye’ye uluslararası birçok ödül kazandırmış bulunuyor.
Aynı yıl Japonya’da bir teknoloji devi üzerinde, GPS ve Navigasyon sisteminin yanı sıra, kullanıcının vücut sıcaklığını ve kalp atışlarını takip eden bir sistem bulunan akıllı baston üretti. 3G kablosuz internet özelliklerine sahip olan cihazın kullanıcısı, güzergâhını online olarak takip edebiliyor. Baston, ayrıca, acil durumlarda önceden belirlenen adrese e-posta atabiliyor ve arama yapabiliyor.
2014 yılında Hindistan merkezli bir teknoloji şirketi görme engelliler için akıllı ayakkabılar geliştirdi. Bluetooth ile akıllı telefonlara yüklenen uygulamaya bağlanan ayakkabılar, Google Maps altyapısını kullanarak, kişiyi gitmek istenen yere götürebiliyor. Örneğin; bir yol ayrımında sağa dönmeniz gerekiyorsa, ayakkabının sağ teki titreyerek kullanıcıyı uyarıyor.
Engellilerin hayatını kolaylaştırmak için cep telefonu ve diğer cihazlar için geliştirilmiş uygulamalar da mevcut. Spread Sings bunlardan biri. Bu uygulama İOS ve Android cihazlar için geliştirilen bir işaret dili sözlüğü. Uygulama, Türkçe dahil, yirmiden fazla dili destekliyor ve 200 binden fazla kelime çevirisine sahip. Dragon Dictation ise konuşmaları yazıya döken bir uygulama; aralarında Türkçe’nin de olduğu 30’dan fazla dili destekliyor.
Yine 2014 yılında, Fırat Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde okuyan üç öğrenci görme engelliler için akıllı gözlük tasarladı. Bu gözlük hiç göremeyen bir engelli yürürken önündeki engelleri algılıyor. Cihaz, sensor yardımıyla algıladığı herhangi bir engeli titreşime dönüştürerek uyarı veriyor.
Amerika’da, epilepsi hastalarının önceden hiçbir belirti vermeden atak geçirdiklerinin ve bu durumun onların hayatlarını ne kadar zorlaştırdığının farkında olan birkaç mühendislik öğrencisi, 2018 yılında bu sorunu çözecek bir buluş yaptı. Söz konusu öğrenciler, epilepsi atağının başlangıç sendromlarını takip edip atağın geleceğini o kişinin hasta bakıcısı ya da ailesine haber verebilecek bir akıllı kemer geliştirdi. SMART ismi verilen bu akıllı kemer sayesinde hastalar kendilerini daha güvende hissediyorlar.
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre ülkemizde 2,5 milyon sağır ve işitme engelli birey yaşıyor. Bu bireylerin hizmetlere erişim hakkı BM Engelli Hakları Sözleşmesi (Madde 5- Ayrımcılık Yapılmaması ve Eşitlik, Madde 9- Erişilebilirlik, Madde 21- Bilgiye Erişim) ile güvence altına alınmış bulunuyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Bankacılık Hizmetlerinin Erişilebilirliğine Dair Yönetmelik’te de bankacılık hizmetlerine ve çağrı merkezlerine erişim için tedbirler alınması gerektiği vurgulanmış durumda.
Şöyle ki:
1-Bankacılık hizmetlerinin erişilebilirliğine ilişkin genel ilkeler
Madde 4- (1) Banka, hizmetlerini ve ürünlerini planlarken, engelli müşterilerin kullanımına ilişkin gereksinimleri dikkate alır.
2-Çağrı merkezleri üzerinden sunulan hizmetlerin erişilebilirliğine ilişkin genel ilkeler
Madde 12- (1) Parola alma, değiştirme gibi işlemler çağrı merkezi haricinde bir metot ile de müşteriye sunulur.
Bilindiği gibi 24 Ocak 2020 tarihinde Elazığ’da 6,6 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Ardından 12 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından Covid-19 pandemisi ilan edildi. Her iki afet durumu tüm insanlığı olumsuz yönde etkilerken, engelli bireyler için daha büyük bir tehlike yarattı.
Elâzığ depreminin ve Covid-19 pandemisinin, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi olan “Risk durumları ve insani açıdan acil durumlar” kapsamında ele alınması gerekiyor. Taraf devletler; bu maddenin gereği olarak, insani açıdan afet durumlarında engellileri korumak ve güvenliklerini sağlamak için uluslararası insan hakları çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmek için gerekli tüm tedbirleri almak durumundalar.
İki yılda bir yapılan Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavının (EKPSS) 2020 yılına ait başvuruları tam da Elâzığ depreminin olduğu gün olan 24 Ocak 2020 tarihinde başladı ve 12 Şubat 2020 tarihinde sona erdi. EKPSS geç başvurusu için açıklanan 11-12 Mart 2020 tarihlerinde ise pandemi ilan edildi.
Ülkemizde pandemiye yönelik önlemler alınırken, engelli sağlık kurul raporlarına başvurular ve itirazlar durduruldu. Bu nedenle birçok engelli vatandaş süresi biten raporlarını yenileyemedi, itiraz başvurusu yapamadı; engellilik hali yeni ortaya çıkanlar ise rapor alamadı. Ayrıca okurlarımdan aldığım mektuplar, çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan engellilerin başvuru süreleri hakkında hiçbir bilgi sahibi olamadıklarını gösteriyor.
Birleşmiş Milletler bünyesinde, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin ve kamu kuruluşlarının engelli bireylerin önlerindeki zorlukların giderilmesine yönelik projelerini destekleyen bir fon bulunuyor. Bu fon Birleşmiş Milletler üyesi olan ülkelerin, gönüllülük esasına uygun, katkılarından oluşuyor.
Fon, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1981 yılını “Engelliler 10 Yılı” ilan etmesiyle kurulmuş; 18 Aralık 2008 tarihli Genel Kurur kararıyla da üye ülkelerin teşvik edilmesiyle devamına karar verilmişti.
Bu kararda, özellikle, engellilere yönelik politikalar ile gerçek hayata yansıyan uygulamalar arasındaki uçuruma dikkat çekiliyor; engelliler hakkındaki politikaların oluşturulmasında ve stratejilerin kurulmasında engelli bireylerin de karar mekanizmalarına katılımı şart koşuluyordu.
2020 yılında bu fondan desteklenmesine karar verilen üç proje geçtiğimiz günlerde açıklandı. Bu projeler Türkiye, Fas, Birleşik Arap Emirlikleri, Güney Afrika ve Çin’in son iki yılda fona bulundukları katkılar ile desteklenecek.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ni ve Birleşmiş Milletler’ in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ ni hayata geçirmeye yönelik projelere açık olan çağrıya 41 ülkeden 125 proje başvurdu. Desteğe hak kazanan projelerin ilki Arjantin’de üç sivil toplum kuruluşunun engelli kadınların toplumsal cinsiyet tartışmalarına katılımını sağlamak üzere yürüttüğü ortak proje. Proje, özellikle, psikososyal ve zihinsel engelli kadınların kendi hayatları hakkında karar verebilme haklarına yönelik eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarını içeriyor. Fondan desteklenecek olan ikinci proje, Lesotho Engelli Örgütleri ile Toplumsal Kalkınma Bakanlığı’nın işbirliğiyle engellilerin hayata tam katılımını sağlamaya yönelik eğitim ve hizmet geliştirme amacı taşıyor. Desteklenen üçüncü proje ise Uganda’da engelli genç kızların ve kadınların cinsel sağlık haklarına kavuşmaları ile ilgili.
Desteklenen projelerden sürdürülebilir etki ve değişim getirmeleri bekleniyor. Yeni teknolojiler, beceriler ve olanaklar kazandıran, engelli bireyin sürdürülebilir gelirini arttıran, toplumda farkındalığı geliştiren projeler aranıyor. Konunun en güzel yanı ise, desteklenecek projede faydası gözetilen engelli birey ya da grupların projenin oluşumuna ve sürdürülüşüne ne kadar katıldığına bakılıyor oluşu. Yani, bir başka deyişle; engelliler yardım edilmeyi bekleyen pasif birer obje olmaktan çıkarılıyor ve kendi yaşamını ilgilendiren konular hakkında söz söyleyen katılımcı ve aktif birer birey olmalarının önü açılıyor.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
COVID-19’un Türkiye’ye girişi hayatımızda pek çok şeyi değiştirdi. Bu değişikliklerden biri de diş hekimlerinin kliniklerini kapatmaları oldu. Kliniklerde, Sağlık Bakanlığı’nın verdiği talimat uyarınca, sadece acil durumdaki hastalara çok özel tedbirlerle hizmet sunuldu. Acil durumda olmayan tüm hastalar, geniş kapsamlı diş hastanelerine yönlendirildi.
İçinde bulunduğumuz koşullarda birçok kişinin diş tedavisi yarım kalmış durumda. Tedaviye başlamış, özellikle de diş teli tedavisi gören, herkesin aklında tek bir soru var: “Ne olacak benim tedavim?”
Diş hekimleri, tedavi sırasında hastayla çok yakın temasta olmalarından dolayı her zaman risk altında bulunuyorlar. Bu yüzden diş kliniklerinde bulaşıcı hastalıklardan korunmak için çok ciddi sterilizasyon tedbirleri alınıyor. Diş hekimleri bugüne kadar AIDS, Hepatit gibi birçok virüse karşı kendilerini ve hastalarını kusursuz bir şekilde koruyabildiklerini söylüyorlar.
COVID-19 tükürük yoluyla çok hızlı yayılan farklı bir virüs. Bu virüsün tükürükle bulaşması, diş hekimliğini virüse karşı en riskli meslek gruplarından biri haline getiriyor. Diş hekimlerinden alınan bilgiye göre, sorun yalnızca kendilerinin hastalanma ihtimali değil; aynı zamanda bu virüsün kliniklerinde hastadan hastaya bulaşma (çapraz enfeksiyon) olasılığı. Zira ağız içinde suyla uygulanan her işlem, gözle görülmeyen su baloncuklarının havada uçuşmasına neden oluyor ve içinde virüs taşıyıp taşımadığı bilinmiyor.
Gün geçtikçe ülkemizde vaka sayısı azalıyor. Ancak hâlâ hiçbir belirti göstermeden hastalığı geçiren bireyler olduğu da biliniyor. Bu kişilerin de diş tedavileri için kliniklere müracaatları mümkün olduğundan, farklı bir diş hekimliği anlayışının gelişmesi gerekiyor. Son iki aylık süreç boyunca bu konuda çok fazla çalışma yapılmış ve birçok yöntem geliştirilmiş durumda. Amaç hem diş hekimleri hem de hasta için sıfır riskle tedavi verilmesi.
Alınan tedbirler uyarınca, diş kliniklerinin yeniden faaliyete geçmiş olduğu Haziran ayı başından itibaren; iki hasta randevusu arasında uzun aralıklar veriliyor, böylece odaların detaylı temizlenmesi, havalandırılması ve yeni hastanın tamamen steril odaya alınması için yeterli vakit kazanılmış oluyor. Ayrıca bekleme salonlarında hastaların birlikte beklemesine de gerek kalmıyor. Ancak, diş hekiminden randevu almak, daha seyrek randevu yazıldığı için, eskiye göre daha zor oluyor.
Diş hekimleri bu yeni dönemde hem hastalarını hem de kendilerini korumak adına, özel kıyafetlerle çalışıyorlar. Yani hastalar uzun bir süre diş hekimlerini özel ekipmanlarıyla görüyor olacaklar.
Geçtiğimiz günlerde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ülkenin kuzeybatısında yeni bir Ebola salgını olduğunu duyurdu. Ülkenin doğusunda Ağustos 2018’de başlayan Ebola salgınında şu ana kadar 3314 vaka görülmüş; 2025 kişi yaşamını yitirmiş bulunuyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki Ebola salgını nedeniyle küresel acil durum ilan etti. Uluslararası seyahatlerin artışı, dünyanın bir yerindeki sağlık sorunlarını farklı bölgelere taşınma ihtimalini de beraberinde getiriyor. Ülkemizde bugüne kadar Ebolaya rastlanmamış olmasına karşın Sağlık Bakanlığı diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi Ebola için de gerekli tedbirleri hayata geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlamış durumda. Bakanlık bu kapsamda, halk sağlığını olası risklere karşı koruma amacıyla, “Ebola Virüs Hastalığı Bilgilendirme ve Vaka Yönetim Rehberi” hazırladı. Rehberde; hastalık hakkında genel bilgiler, uygulanacak korunma ve kontrol prosedürleri, hastalık bölgelerine yönelik seyahat önlemleri ve hastalık görülürse yapılması gerekenler detaylı şekilde anlatılıyor.
Ebola; virüsü taşıyan maymun, yarasa, antilop gibi hayvanların organ, kan ve vücut sıvılarına temasla bulaşıyor. İnsandan insana geçiş ise hasta kişilerin kan ve vücut sıvılarına temasla veya bunların bulaştığı eşyalarla gerçekleşiyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ebola salgını olan ülkelere seyahat edenlerin, bu bölgelerde yaşayanların ve hasta kişilerle temas şüphesi olanların Ebola açısından değerlendirilmeleri gerekiyor. Bu öyküye eşlik eden 38 derecenin üzerinde ateş, ciddi baş ve kas ağrısı, aşırı halsizlik, bulantı, kusma ve açıklanamayan kanamalar Ebola şüphesini kuvvetlendiriyor. Olası vaka şüphesinde rehberde yer alan kişisel koruyucu donanım kullanımı ve izolasyon önlemleri büyük önem taşıyor.
Ebola virüsü, adını Afrika’daki bir nehirden alan insanlarda ve memelilerde hastalık yapan çok tehlikeli bir virüs. Öldürücülüğünün çok yüksek olmasından dolayı Dünya Sağlık Örgütü tarafından 4. Risk Grubu Patojen (yüksek bireysel ve toplumsal risk) olarak kabul ediliyor.
Dünya Sağlık Örgütü, 1987 yılında, 31 Mayıs tarihini “Dünya Tütünsüz Günü” (World No Tobacco Day) ilan etmiş bulunuyor. Bu özel günde dünya genelinde tütünün zararları vurgulanıyor.
Sigara, puro, pipo, nargile, çiğneme tütünü, enfiye veya su ve tütünün karıştırılmasıyla elde edilen tütün suyu gibi ürünlerin kullanımı nedeniyle her yıl dünya genelinde ortalama yedi milyon kişi hayatını kaybediyor. Dünya Sağlık Örgütü acil önlem alınmaz ise bu rakamın giderek artacağını söylüyor.
Sigara tüm dünyada en yaygın kullanılan tütün ürünü. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırması her gün 10-15 milyar sigara satıldığını ortaya koyuyor. Ülkemizde ise yaklaşık 17 milyon sigara bağımlısı bulunuyor. Türkiye’de bir yılda tüketilen sigara miktarı 2014 verilerine göre kişi başına 1500 ile 2500 arasında değişiyor. Bu durum pasif içiciliği de beraberinde getiriyor. Başkalarının içtiği sigaraların etkilerinden dolayı meydana gelen ölüm vakalarına, trafik kazaları ve uyuşturucu madde kullanımına bağlı ölümlerden çok daha sık rastlanıyor.
Araştırmalar Türkiye’de her yıl 80 binden fazla kişinin sigara kaynaklı nedenlerle yaşamını yitirdiğini gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2016 verilerine göre Türkiye’de 15 yaş üzeri nüfusun %26,5’i her gün tütün ürünü kullanıyor.
Tütün kullanımı çeşitli sağlık sorunlarına yol açıyor. Bu sorunların en önde gelenleri ise kalp-damar hastalıkları, bronşların daralması sonucu ortaya çıkan akciğer rahatsızlıkları ve KOAH, damarlarda tıkanma ve buna bağlı felç, midede gastrit, ülser ve mide kanseri, ciltte sararma, kırışıklık, cilt kanseri, ağız kokusu ve dişlerde sararma.
Yeşilay’ ın internet sitesinde belirtildiğine göre, sigarayı bıraktıktan iki saat sonra nikotin vücudu terk etmeye, altı saat sonra da kalp atış hızı ve kan basıncı düşmeye başlıyor. On iki saat sonra kan dolaşımından sigara dumanı kaynaklı zehirli karbonmonoksit temizleniyor ve ciğerlerin daha iyi çalışması sağlanıyor. İki gün sonra tat ve koku duyuları keskinleşiyor. İki-on iki hafta içinde kan dolaşımı iyileşiyor; bu da yürüme, koşma, gibi fiziksel aktiviteleri kolaylaştırıyor. Üç-dokuz hafta sonra öksürük, nefes darlığı, hırıltı gibi problemler azalıyor ve akciğerler güçleniyor. Beş yıl içinde kalp krizi riski yarı yarıya azalıyor. On yıl sonra akciğer kanseri riski yarıya inerken, kalp krizi riski hiç sigara içmemiş bir kişinin riskiyle aynı orana düşüyor.
Sigara dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu. Ayrıca yüksek oranda nikotin içerdiği için bağımlılık yapma potansiyeline sahip. Sanırım bu yüzden sigaraya alışanların ondan ayrılmaları pek kolay olmuyor. Benim gibi sigara tiryakisi olmayanlar bu durumu anlamakta zorlansalar da gerçek, ne yazık ki, bu...
Ben sigaradan hiçbir zaman hoşlanmamış olsam da eşim koyu bir sigara tiryakisiydi. Ne yaptıysam da vazgeçiremedim onu bu tutkusundan. Bir defasında on üç ay sigara kullanmadı ama sonra ‘bir taneden bir şey olmaz’ mantığıyla tekrar başladı içmeye. Netice olarak, eşimi dokuz yıl evvel akciğer kanserine kurban verdim. Yaşamının en verimli zamanlarını yaşıyordu. Ömrü yetseydi, daha pek çok güzel işe imza atabilirdi.