Pandemi sürecinde türlü zorluklar yaşayıp bir hayli sıkıldık. Normalleşme sürecine girmemizle beraber içimizde kalan, özlemini duyduğumuz birçok şeye de kavuşmaya başladık. Mezuniyetler de bunlardan biri…
Geçtiğimiz yıl eğitimlerinin çeşitli aşamalarını tamamlayan pek çok öğrenci mezuniyet töreni sevincini yaşayamadı. Oysa bu törenler gençlerin yeni yaşamlarına başlamalarının ilk adımlarını sembolize ediyor. Eksikliğini duyduklarına hiç şüphem yok.
Neyse ki mezuniyet törenleri yavaş yavaş, gerekli önlemler alınarak, yapılmaya başlandı. Geçtiğimiz hafta sonu Sabancı Üniversitesi 2021 Mezuniyet Töreni ve 2020 Mezunlar Buluşması’nı izleme imkânım oldu. Son iki senede mezun olan gençler beklenmedik pandemi koşullarına adapte olmak zorunda kalmış, mezuniyetlerinde bir araya gelmeyi ve bu özel anı birlikte kutlamayı hayal etmişlerdi. Neyse ki Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın da konuşmasında belirttiği gibi, normalleşme ve aşı süreçlerinin hızlanmaya başlamasının etkisiyle ve gerekli tüm önlemlerin alınması sayesinde 2021 Mezuniyet Töreni ve 2020 Mezunlar Buluşması Sabancı Üniversitesi kampüsünde gerçekleştirilebildi.Mezuniyet töreninin onur konuşmacıları Uğur Şahin ve Özlem Türeci idi. Kendileri törene video konferansla katıldılar ve genç mezunlara ilham veren konuşmalarında pandeminin, bilim ve araştırmanın insanlık için ne gibi farklar yaratabileceğini bir kez daha gösterdiğinin altını çizdiler.
2021 mezunları adına mezuniyet konuşmasını yapan Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Programı’ndan bu sene mezun olan Alara Buyuran, üniversitedeki son yıllarını tanımlayan kavramın pandemi nedeniyle “belirsizlik” olduğunu vurguladı. Kendisini okula ilk girdiği yıl "bölümsüz okulun kararsız öğrencilerinden" olarak tanımlayan Alara, mezun olurken artık "belirsizliklerin ortasına mezun olan bir ekonomist" idi. Alara, bunca belirsizlik arasında Sabancı Üniversitesi 2021 Mezunları olarak bu kapıdan çıkarken yanlarına aldıkları belki de en önemli şeyin “cesaret” olduğunu söyledi: "Biz burada bazen bölümümüzden emin olamadık, değiştirmeye cesaret ettik. Bazen o güne kadar verdiğimiz tüm emekleri feda edip yaptıklarımızı yıkmaya yeniden başlamaya cesaret ettik. Şartlar ağırlaştığında bazen sadece devam edebilmeye cesaret ettik. Şimdi, cesaret veren okulun geleceğe güvenen mezunları olarak bu kapıdan çıkmak üzereyiz."Alara, pandemi döneminde yaşadıkları zorluklara rağmen sorunları aşmak konusunda pek çok beceri kazanarak çok dayanıklı bir grup olarak mezun olduklarını da sözlerine ekledi. Alara’nın söyledikleri, Güler Sabancı’nın “Zorlukları aşabilmek için hızlı ve akılcı çözüm bulma becerisi yani beceriklilik ve de duygusal dayanıklılık çok önem kazanıyor. Değişime ayak uyduran, değişimi kucaklayan, şikâyet etmek yerine çözüm üreten bireyler olmak önemli.” sözlerinin Sabancı Üniversitesi öğrencileri tarafından ne kadar benimsendiğinin bir göstergesiydi.
Sabancı Üniversitesi mezunlarına yaptıkları her şeyde cesaret ve tevazu ile hareket etmeyi öneren Özlem Türeci de genç mezunlara başarısızlıktan korkmamaları gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Potansiyelinizi ve size has özel güçlerinizi açığa çıkarmak için hiç durmadan gayret etmeniz gerekli. Yirmi kere başarısız olup, yirmi birinci denemede başarıya ulaşabilirsiniz. Evet, bu Uğur ile hayatımızda hep tekrar eden bir tema oldu. Kariyerimin başında; büyük başarılar elde etmek istiyorsam, yalnızca başarıyla değil, başarısızlıkla da başa çıkabilmem gerektiğini anladım. Enerjinizi başarısızlığınızı saklamaya çalışarak harcamayın. Başarısız olmadan gelişemezsiniz.”
Alara da zaten Sabancı Üniversitesi 2021 mezunları olarak başarısızlıktan asla korkmadıklarını dile getiriyordu: "Bizim korkumuz başarısızlık olmadı hiçbir zaman. Bizim korkumuz son basamağa geldiğimizde merdivenin yanlış duvara dayalı olduğunu fark etmekti. Sabancı Üniversitesi bize yalnızca merdiveni tırmanmayı değil, merdivenin yerinin doğru olup olmadığını da sorgulamayı öğretti."
Sorgulayan, başarıya ulaşmak için başarısızlıkla yüzleşmekten korkmayan, zor koşullar altında cesaretini yitirmeyen gençlerimizin olduğunu gördükçe umudumu asla yitireceğimi düşünmüyorum. Gençlerimizin bu cesaretinin hepimize örnek olmasını diliyorum.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Habitat Derneği, dijitalleşen dünya ile uyumlu, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen güçlü ortaklıklar temelinde toplumun tüm kesimlerine yönelik teknoloji, girişimcilik ve finansal bilinç alanlarında kapasite geliştirici ve sosyal etki odaklı projeler geliştiren bir sivil toplum kuruluşu.
İlk kuruluş vizyonu dünya gençliği ile Türkiye gençliği arasında iletişim köprüsü kurmak olan Habitat, 1995 yılındaki Kopenhag Sosyal Kalkınma Zirvesi ve 1996 yılındaki Birleşmiş Milletler Habitat II Zirvesi için bir araya gelen gençler tarafından 1997 yılında kurulmuş bulunuyor. Dernek, bu vizyon doğrultusunda, gençlerin kapasitelerini geliştirmek ve uluslararası ortaklıklar kurmak adına birçok proje ve program geliştirmiş durumda.
Habitat, 1997’den bu yana; Türkiye’nin 81 ilinde binlerce genç gönüllüsü ile dil, din, ırk, cinsiyet, siyasal görüş ayrımı yapmaksızın toplumdaki tüm dezavantajlı gruplara yönelik çalışıyor. Bütün toplumsal grupların kapasite gelişimini, çağın gerektirdiği becerilerle donanmasını, fırsatlara erişimini, karar alma süreçlerine katılımını, toplumsal ve çevresel duyarlılıklarının artırılmasını ve kendilerini gerçekleştirebilmelerini destekleyen projelere imza atıyor. Dernek; bütün çalışmalarında hükümetler, yerel yönetimler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarıyla çok paydaşlı ortaklıklar kurarak yerel ve ulusal düzeyde kamu politikalarına da katkı sağlıyor. Ayrıca, kuruluşundan bu yana Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ nı destekleyen Habitat; toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmak amacıyla, özellikle kadınların güçlenmesi ve ekonomiye katılımının sağlanması için eğitim ve işgücü odaklı çalışmalar gerçekleştiriyor.
Habitat Derneği’ nin son projelerinden biri olan “Kız Kardeşim Projesi”; kadınların ekonomik hayata katılımı konusunda gerekli bilgi ve becerilerle donatılarak toplumsal ve ekonomik konumlarının güçlenmesi ve ekonomik kalkınmada rol almaları için desteklenmesi amacıyla, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Coca Cola Türkiye’ nin iş birliği ile yürütülüyor. Proje kapsamında, 2018-2020 yılları içerisinde; finans, bilişim ve girişimcilik eğitimleri ile yüz yüze ve online olarak 29,600, online etkinlikler ile de 22,200’den fazla kadına ulaşılmış bulunuyor. Ayrıca, 2019 yılında ilki düzenlenen Kız Kardeşim Projesi Yerel Lezzetler Hibe Programı ile; gıda girişimciliği üzerine, girişimci kadınların iş geliştirme süreçlerine yardımcı olmak amacıyla 30 ilden 11 girişimci kadına 275 bin TL.’ lık hibe desteği sağlanmış bulunuyor.
2021 döneminde Kız Kardeşim Projesi ile; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Habitat Derneği ve Coca Cola iş birliğinde, eğitim müfredatları ve gezici eğitim tırı ile 15,000 kadına ulaşılması hedefleniyor. Yerel eğitimlere ek olarak, yeme ve içme sektörüne yönelik çalışan ve hali hazırda işletme sahibi olan girişimci kadınların işletmelerini geliştirebilmeleri için; 29 girişimci kadının 25’er bin TL ve bir girişimci kadının da 40,000 TL jüri özel ödülü olmak üzere toplamda 765,000 TL’lik iş geliştirme hibesi ile desteklenmesi amaçlanıyor.
Habitat Derneği tarafından yürütülen, ülkemizdeki gençlerin yaşam kalitesini inceleyen, “Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Araştırma Raporu” nun dördüncüsünün sonuçları da geçtiğimiz günlerde çevrimiçi bir toplantı ile kamuoyuna açıklandı. Saha çalışmaları Nisan ayında tamamlanan dördüncü araştırmada, pandeminin gençler üzerindeki etkisi de ayrıntılı olarak ele alınmış bulunuyor. Bu araştırmanın sonuçlarını, önümüzdeki günlerde, sizlerle bir başka yazıda paylaşacağım.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Goethe-Institut İstanbul, Anadolu Kültür, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), Institut Français Türkiye ve Danimarka Kültür Enstitüsü Türkiye Ofisi Ortaklığı’ nda, Türkiye Hollanda Büyükelçiliği iş birliği ile gerçekleşen bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı Türkiye’de kültür sanat alanındaki sivil toplum çalışmalarını güçlendirmeyi amaçlıyor. Faaliyetlerini Hibe Programları ve Kapasite Geliştirme Programı olmak üzere birbirini tamamlayan iki ana eksende yürütecek olan proje kapsamında, farklı ihtiyaçlara yönelik dört ayrı hibe kategorisinde toplam 14 açık çağrı yapılarak, Mart 2025’e kadar 200’ün üzerinde projeye destek verilecek.
Söz konusu Kültür Sanat Destek Programı ile, özellikle; kültürel diyalog ve toplumsal katılımı, ifade özgürlüğünü, demokratik süreçleri ve ayrımcılığa karşı çoğulculuğu teşvik eden projelere ve bireylere destek sağlanacak. Öncelikli hedefi ana kültürel merkezlerin ötesine uzanarak Türkiye’nin kültürel alt yapısını yerel düzeyde ve tabana yayılan bir yaklaşımla güçlendirmek olan programdan; kültür sanat alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler, sanatçılar, kâr amacı gütmeden proje üretmek isteyen tüm kişi, kurum ve girişimler yararlanabilecek.
CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı kapsamında özellikle kariyerinin başındaki sanatçılara, yeni kültür oluşumlarına ve büyük şehirler dışında varlık gösteren aktörlere geniş bir yer ayıracak olan hibe programları; Türkiye’nin farklı bölgelerinde kültür sanat alanında diyaloğun, iş birliğinin ve iletişimin geliştirilmesine katkıda bulunmayı hedefliyor. Başvuruda bulunan projeler değerlendirilirken hak temelli faaliyetleri destekleyen, farklı etnik, dinî, dilsel geçmişe sahip aktörleri bir araya getiren; cinsiyet eşitliği, sosyal uyum, insan hakları, ifade özgürlüğü ve çocuk hakları gibi konulara odaklanan faaliyetlere öncelik verilecek.
Hibe programları; “Yerel Projeler”, “Yapısal Destek”, “Kentler Arası Ağ Geliştirme” ve “Sanatsal Üretim” başlıklı dört farklı kategoride hayata geçirilecek ve sanatçılara, kültür profesyonellerine, kültür kurumlarına finansman sağlayacak. Program kapsamındaki ilk açık çağrı ise Yerel Projeler Hibe Programı’ nın ilk dönemi için yapıldı.
Yerel Projeler Hibe Programı; Türkiye’nin daralan sivil alanında hoşgörü, ayrımcılık karşıtlığı, ifade özgürlüğü ve demokratik süreçlerin teşvik edilmesinde kültür-sanat alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarına, kültür operatörlerine ve aktivistlere fon sağlamayı ve alanın demokratikleşmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Diyaloğu teşvik eden ve sosyal sorunları mercek altına alan kültürel projeleri kapsamlı ve esnek bir yapıda uygulamayı hedefleyen program, bu amaçla özellikle resmi olmayan yapıları odağına alacak. Geleneksel finansman kaynaklarına erişimi olmayan veya erişimi zor olan başvuru sahiplerine öncelik tanınacak programa, İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki şehirlerden daha fazla katılım ve çeşitlilik için seçim kotası uygulanacak.
Programa; sergi, çevrimiçi ve matbu yayın, atölye-seminer-sempozyum, konser, performans, tiyatro prodüksiyonu, tüm sanat türlerinde eğitim programları, gazetecilik ve belgeselcilik faaliyetleri, koleksiyon ve arşivcilik faaliyetleri ile film prodüksiyon projeleriyle başvurulabilecek. İlk dönem başvuruları 30 Haziran 2021 Çarşamba günü başlayacak ve 30 Ağustos 2021 Pazartesi günü sona erecek.
CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’ nın Ülkemiz için çok önemli bir proje olduğunu düşünüyorum. Zira, Ulu Önder Atatürk’ ün söylediği gibi, "Sanat güzelliğin ifadesidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Türkiye’de yayıncılık sektöründe faaliyet göstermekte olan yayıncıları ve yayın dağıtımcılarını temsil eden Türkiye Yayıncılar ve Yayın Dağıtımcıları Birliği Derneği 1985 yılında İstanbul’da kurulmuş bulunuyor. Dernek, 400’ü aşkın üyeye sahip.
Derneğin amaçları;
* Yayıncılık mesleğini geliştirmek, kaliteli yayın yapılmasını sağlamak
* Mesleki sorunlara çözümler üretmek, bu amaçla ilgili bakanlıklar ve resmi/sivil tüm kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak,
* Üyelerini ve kamuoyunu aydınlatmak, üyelerinin ve yayıncıların haklarını korumak ve desteklemek,
* Kardeş kuruluşu YAYBİR (Yayıncılar Telif hakları ve Lisanslama Meslek Birliği) aracılığı ile korsan yayıncılıkla mücadele etmek,
* Düşünce ve ifadeleri söz, yazı, resim ve başka yollarla açıklama ve yayımlama özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına çalışmak,
* Kültür, edebiyat ve sanatın geliştirilmesi ve yayılmasına yardımcı olmak,
2001 yılına girdiğimizden beri görme seviyemde, özellikle gece saatlerinde, belirgin bir azalma olmuş; ışığa hassasiyetim artmıştı. Ayrıca renklerde de bir bulanıklaşma fark etmeye başlamıştım. Okurken ve bilgisayar kullanırken epey zorlanıyordum.
Bu şikâyetlerim artınca, Koç Üniversitesi doktorlarından beni takip eden Prof. Dr. Orkun Müftüoğlu ile görüşmeye gittim. Ve böylece her iki gözümde de ameliyat gerektiren katarakt oluştuğunu öğrenmiş oldum. Bir önceki hafta içinde de iki gün ara ile, her iki gözümden ameliyat oldum.
Katarakt gözün içerisinde bulunan ve net görmemizi sağlayan doğal merceğin, geçen yılların da etkisiyle, saydamlığını kaybetmesi neticesinde oluşuyor. Normalde şeffaf olan doğal göz merceği şeffaflığını yitirerek bulanıklaşıyor; opak bir görünüm alıyor. Mercek bulanıklaşıp opaklaştığında retinaya ulaşan görüntü de bulanıklaşıyor ve görme yetimizi olumsuz etkiliyor.
Katarakta yol açan nedenler çok çeşitli. Kataraktın en yaygın tipi yaşa bağlı olarak ortaya çıkıyor. 50 yaşın altındaki kişilerde görülen kataraktlarda ise altta yatan bir sebep aranması gerekiyor. Bu tür kataraktlar kalıtsal olabileceği gibi şeker hastalığı gibi metabolik bozukluklar, travma, geçirilmiş göz ameliyatı ya da göz içi enjeksiyonu, radyasyona maruz kalma, korumasız olarak uzun süre güneş ışığı altında bulunma veya kortizon ve benzeri ilaç kullanımı ile ilişkili olabiliyor.
Kataraktı iyileştiren ya da önleyen hiçbir ilaç veya diyet mevcut değil. Katarakt tedavisinin tek yöntemi cerrahi müdahale. Bu yöntemle; kornea, retina ya da optik sinir problemi olmayan hastalarda %95’in üzerinde görme artışı sağlanabiliyor. Katarakt cerrahisi; göze 2-3 milimetrelik mikro kesiler aracılığıyla girilip, saydamlığını yitirmiş olan lensin yapay lens ile değiştirilerek hastanın görüş kalitesini maksimum seviyeye ulaştıran dikişsiz cerrahi yöntemi. Katarakt cerrahisi günümüzde Fakoemülsifikasyon adı verilen modern teknikle yapılıyor. Ameliyat herhangi bir enjeksiyona gerek olmadan göze uygulanan uyuşturucu damla yardımıyla gerçekleştiriliyor. Ağrısız ve dikiş gerektirmeyen bu yöntemle matlaşan mercek alınıyor ve yerine yapay mercek yerleştiriliyor. Yapay mercek ömrümüz boyunca yerinde kalabiliyor. Ameliyat ortalama 15-20 dakika içinde tamamlanıyor. Benim ilk ameliyatım 15, ikinci ameliyatım ise 14 dakikada tamamlandı.
Bu operasyon hastanın hastanede yatmasını gerektirmiyor. Ameliyatlı göz bir bant yardımıyla kapatılıyor, hasta ertesi gün kontrole çağrılıyor ve gözdeki bant çıkarılıyor. Yani bir önceki hafta ben haftanın dört gününü hastanede geçirdim. Ne mutlu bana ki her iki operasyonum da başarıyla sonuçlandı. Artık çalışmadığım ya da televizyon seyretmediğim zamanlarda gözlük kullanmama gerek kalmadı.
Katarakt ameliyatı sonrası hastanın normal görüşüne kavuşması kataraktın sertliğine ve yumuşaklığına göre değişkenlik gösteriyor. Ameliyat sonrasında gözün iyileşme süresi ortalama bir hafta. Bu süre zarfında hastanın ameliyatı yapıldığı gözü kaşımaması, 72 saat boyunca duş almaması ve doktorun ameliyat sonrası için vermiş olduğu damlaları hijyen koşullarına uygun şekilde kullanması, bir ay boyunca ani hareketlerden ve çok ağır kaldırmaktan kaçınması gerekiyor. Televizyon seyretmek, gazete-kitap okumak ve aşırıya kaçmadan bilgisayar kullanmak serbest.
Ameliyatla yerleştirilen Lens-Merceğin yerine oturması bir-iki ay sürebildiğinden hemen gözlük verilmemesi tercih ediliyor. Ancak ben zamanımın çoğunu bilgisayar başında geçirdiğim için, bir ay sonra değiştirmeyi göze alıp, hemen kullanabileceğim bir gözlük (hatta iki, yakın ve uzak için) yaptırmayı tercih ettim.
Birkaç gün önce Kahramanmaraş’ta kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından ayakları kesilerek ağaca asılan yavru köpekle ilgili bir haber okudum gazetelerde. Bu, hayvana şiddetle ilgili haberlerin ne ilki ne de sonuydu ne yazık ki.
Şiddet, diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de toplumsal bir sorun. Bu şiddet, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Deniz Kalafatoğlu’ nun söylediği gibi, en zayıf canlı ve erişilmesi kolay olduğu sesi soluğu çıkmadığı için hep hayvandan başlıyor. Hayvana şiddet uygulayan insanlar genellikle toplumsal anlamda güvenliği tehdit eden insanlar oluyor.
Neyse ki hayvan haklarını koruyan onların da yaşadığımız bu dünyadan pay almaları için çalışan duyarlı kişiler de var etrafımızda. Veteriner Hekim Gürkan Gülanber de onlardan biri. Gülanber, VetGürkan markası ile tasarlayıp ürettiği yürüteç, protez ve ortezlerle engelli can dostlarımızı hayata döndürüyor. Bugüne kadar sayısız hayvanın yaşama katılmasını sağlayan deneyimli veteriner hekim “askıda yürüteç” gibi projelerle de maddi durumu yetersiz olan ailelerle yaşayan ve engeli nedeniyle sokakta yaşaması olanaksız olan hayvanlara yardımcı oluyor.
Gülanber herhangi bir sebeple geçici ya da kalıcı ortopedik problemler yaşayan kedi ve köpekler için yardımcı cihazlar tasarlamayı daha veteriner fakültesinde iken hayal etmiş. Bu işte odaklanıp uzmanlaşmaya ise 2012 yılında başlamış. O dönem birlikte çalıştığı cerrahi uzmanı olan ağabeyi ile hizmet verirken uzuv kaybı yaşamış hastalarının bu araçlara ulaşmasında farklı zorluklar yaşadığını görmüş. Hayvanların ihtiyaç duyduğu ortopedik cihazların yurt dışında üretilmesi nedeniyle hem geç geldiğini hem de pahalı olduğunu gören Gülanber, konuyu araştırdığında bu araçların ülkemizde de rahatlıkla yapılabileceğini fark etmiş. Ve bu konu üzerinde çalışmaya başlamış…
2015’ ten bu yana çalışmalarını ağırlıkla yürüteç, protez ve ortez alanında sürdüren Gürkan Gülanber; her hayvanın anatomisi, mekaniği ve gereksinimleri birbirinden farklı olduğundan ihtiyaçların da kendilerine özel olduğunu söylüyor. Bugüne kadar sayısız araç tasarlayan Gülanber baştan sona özen isteyen sürecin öncelikle hastanın ihtiyaçlarının iyi tespit edilmesiyle başladığını; sonrasında probleme uygun aracın hastanın biyomekaniğine uygun olarak tasarlandığını söylüyor.
Gülanber genellikle araç tasarladığı can dostlarının veteriner hekimleriyle çalışıyor; onlarla ortaklaşa belirledikleri gereksinimlere uygun aracı tasarlıyor ve üretim sürecine geçiyor. Tasarladığı cihazı provası yapılıp uygun olduğunu gördükten sonra sahibine teslim ediyor. Son olarak da kullanım konusunda hasta yakınını bilgilendiriyor ve gerektiğinde de cihazın bakım ve ayarlarını sağlıyor.
Uzvunu kaybetmiş hayvanlar konusunun pek çok insanı vicdani olarak etkilediğini ifade eden deneyimli veteriner hekim, ehil olmayan ellerde cihaz üretilip uygulanmasının istenmeyen sonuçlara neden olabileceğini belirtiyor. Gülanber uzvunu kaybetmiş bir hayvanla karşılaştığımızda ya da kendi can dostlarımız bu tür bir durum yaşadığında öncelikli olarak bir veteriner hekime danışmamızı öneriyor. Ortopedik cihazların ancak doğru bir prosedür izlenmesi şartıyla can dostlarımızın normale yakın bir hayat sürdürmelerini sağlayacağını söylüyor.
Çocukluğundan beri hayvanları çok seven ve yaşamının büyük bölümünü kedilerle paylaşarak geçirmiş bir birey olarak, bu yararlı hizmet için Sayın Gülanber’ e çok teşekkür ediyorum.
Gün geçmiyor ki aile içi şiddete bir kurban daha vermeyelim. Her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde karşılaştığımız kısacık polisiye haberlerde, çoğu zaman katili ve maktulü görüyor, vah vah deyip başka bir habere geçebiliyoruz. Oysa her haberin arkasında bir hikâye, her hikâyenin içinde bir birey var. Ne yazık ki gündelik telaşlarımızda, okuduğumuz haberde saklı insana dair hikâyeyi görmüyoruz.
Bana bunları bir kez daha düşündüren şey, kızımla birlikte gözümün önünde büyüyen Handan’ın hazin sonu…Handan’ı tanıdığımda; enerjisi içine sığmayan, taşıdığı neşeyi etrafa saçan, zekâ küpü 11 yaşında pırıl pırıl bir kız çocuğuydu. Kızımla aynı sene, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne Eskişehir’den birincilikle girmişti. 7 sene aynı yatakhaneyi, sevinçleri, hüzünleri, başarıları, acıları, zorlukları paylaştılar. Kardeş oldular, ortak oldular. Yeri geldi birbirlerine kızdılar. Gün oldu ortak paydada buluşmayı öğrendiler, birbirlerine kenetlendiler…
İzlediğim kadarıyla, Handan Çivicik, faal ortaokul ve lise hayatı boyunca, içinde bulunduğu ekiplere heyecanını ve ‘kendi gibiliğini’ yansıtmayı becermişti. Okulun basketbol takımında yıllarca top sürmüş, Öğrenci Birliği’nin Sekreteryası’nı yürütmüştü. Üretkenliği ile katkı verdiği alanlar bunlarla sınırlı değildi. Çok kez ödül almış okul orkestrası Seraglio’ nun da solisti idi.
Handan’ın müzik yolculuğu liseden mezun olduktan sonra da devam etti. 90’lı yılların hafızası olmuş nice mekânda emeği sesi vardır. Çekirdek Müzik Evi, Amfora Jazz Club, Naima aklıma ilk gelenler…
Bu dönemde, Alman müzisyen Roman Seehon tarafından kurulan Voyage grubunun solistliğini yaparken içinde kendi güfteleri de olan bir albümde yer aldı. 1997 yılında çıkan albümün tanıtımlarında Handan olağanüstü sesi olan bir vokalist olarak betimleniyordu. Zaten onu bir kez bile dinleyen birinin, sesinden etkilenmemesi pek mümkün değildi.
Takip eden yıllarda sevgili Handan’ın izini kaybettiysem de son dönemlerinde yaşadığı sıkıntıları, baş başa kaldığı zorlukları, içine düştüğü çıkmazları kızım ve arkadaşlarından ara ara duyuyordum…Buna rağmen hayata tutkunluğunun azalmadığını da söylerdi Zeynep.
Daha hayalleri vardı: “Bu köyden bir gün daha sonram varsa, Roma' ya gitmek isterim. Hem Latince hem İtalyanca çalışmak için hem de az sinematografi… Yeni icat kameralarla bakmaya, eski dil film çalışmaya…”
Kısmet olmadı bu hayallerini gerçekleştirmesi. Handan’dan geriye hayata dair aşk kaldı bize. Tıpkı albümün son parçası olan Aşk’a yazdığı sözler gibi…
12 Mayıs 2014 ailemize minicik bir bebek armağan etti. Bu bebek kuzenimin kızı Ezel’in daha 6,5 aylıkken annesinin karnını terk eden kızı Defne’ydi. Henüz 1 kilo ağırlığında bile değildi. Uzunca bir süre neredeyse her uzvunda ayrı bir hortum bağlantısıyla hastanede kaldı. Hatırlıyorum da bu minik bebeğin yaşam savaşını kazanıp evine gelmesi hepimize bayram sevinci yaşatmıştı.
Geçtiğimiz Çarşamba günü Koç Üniversitesi Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ ni ziyaret ettim ve Neonatoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tuğba Gürsoy ile sohbet etme fırsatı buldum. Yenidoğan Ünitesi olarak da adlandırılan Neonatoloji Bölümü, yenidoğan sağlığından sorumlu olan tıp branşı.
Neonatal sözcüğü doğumdan sonraki ilk dört haftasını doldurmamış olan bebekleri tanımlıyor. Pediatri (çocuk hastalıkları ve sağlığı) Anabilim Dalı’ na bağlı olan bu branş, özellikle dünyaya beklenenden daha erken gözlerini açan (prematüre) ya da riskli sağlık sorunları bulunan bebeklerle ilgileniyor. Kromozom hastalıkları, genetik hastalıklar, nadir görülen hastalıklar, tüm fiziksel ve fonksiyonel doğumsal anomaliler gibi sağlık sorunları bu bölümün ilgi alanına giriyor.
Neonatoloji Bölümü pediatrik cerrahi, çocuk kardiyolojisi ve nörolojisi gibi branşlarla iş birliği kurarak sağlık hizmeti sunuyor. Ani gelişen komplikasyonlara vakit kaybetmeden müdahale edilmesi ve başarılı sonuçlar alınması, tam donanımlı cihazlar kullanılarak sağlanıyor. Tedavi süreci boyunca bebeklerin izole alanda kalması, ziyaretlerin kısıtlanması gibi uygulamalar da tamamen bu amaçlarla hayata geçiriliyor.
Neonatoloji uzmanları; yenidoğanların hastalıklarının teşhis, tedavi ve takiplerinden sorumlu olan hekimler. Neonatolog olmak için öncelikle altı yıllık temel tıp eğitiminin tamamlanması ve TUS ile Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) Uzmanlık Eğitimine hak kazanılması gerekiyor. Bu eğitim sonrasında da ihtisasa Neonatoloji Bölümü üzerinden devam ediliyor. Tüm eğitimlerde başarı gösteren ve gereken donanımı kazanan adaylar, Neonatoloji Uzmanı unvanını kazanarak göreve başlayabiliyorlar.
Koç Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kliniği tam teşekküllü bir çocuk hastanesi niteliğine ve kapasitesine sahip. Klinik; 16 yatak kapasiteli çocuk ve 15 yatak kapasiteli yenidoğan yoğun bakım ünitesi, tek kişilik 24 oda ve aynı anda 32 hastaya hizmet verebilen çocuk kliniği ile şifa dağıtıyor küçük hastalarına.