Latince bir kelime olan Vertigo “baş dönmesi” anlamına geliyor. Kökeni ‘vertere’ yani ‘dönmek’ olup, hastanın kendisinin veya çevresinin döndüğünü hissettiği durumları tanımlamak amacıyla kullanılan tıbbi bir terim. Vertigo, yaygın kullanımın aksine başlı başına bir hastalık değil; baş ağrısı ya da kulak çınlaması gibi bir semptom, yani hastalık belirtisi.
Baş dönmesini yaşamayan tam anlayamaz. Ben hayatım boyunca birçok kez yaşadım bu semptomu. Son on günden beri de mücadele etmeye çalışıyorum yine aynı semptomla. Zira vertigo, kişinin yaşam kalitesini alt üst edebiliyor.
Vertigo semptomunun altında yatan birçok hastalık olabiliyor. Dış, orta ve iç kulak hastalıklarının yanı sıra merkezi sinir sistemi, kalp ve damar sistemi ya da metabolizma ile ilgili hastalıklar da vertigo tablosu ortaya çıkarabiliyor.
Toplumdan her 100 kişiden 5 ila 10’ unda görülen vertigo günlük hayat aktivitelerinin yapılmasına olanak tanımıyor ve bu nedenle gerek polikliniklere gerekse acil servislere vertigo şikâyeti ile başvuran hasta sayısı önemli rakamlara ulaşıyor. Vertigonun altında yatan patolojinin ortaya çıkarılması ise multidisipliner bir yaklaşım ve kapsamlı tetkikler gerektiriyor.
Vertigo “Periferik” ve “Santral” olarak ikiye ayrılıyor. Periferik vertigo iç kulak kaynaklı bir rahatsızlık. Genellikle denge kristallerinin yerinden çıkmasına bağlı olarak oluşuyor. Hastalarda denge kaybı, baş dönmesi gibi şikayetler ön planda geliyor ancak bazı vakalarda bulantı, kusma ve bayılma da görülebiliyor. Santral vertigo ise beyin ve beyincik hastalıklarından kaynaklanan bir rahatsızlık. Bu durumda baş dönmesi ve denge kaybı şikayetlerine çift görme, baş ağrısı, düşme, bayılma, uyuşma ve inme gibi sorunlar eşlik edebiliyor.
Vertigoya neden olan hastalıklar arasında ilk sırada kulak ile ilgili rahatsızlıklar yer alıyor. İç kulak kristallerinin yerinden oynaması olarak tanımlanabilen pozisyonel vertigo (BPPV: Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo), iç kulaktaki denge organından beyine sinyal taşıyan denge sinirinin iltihaplanması sonucunda sonucu ortaya çıkan vestibüler nörit, iç kulak su basıncının artması şeklinde tanımlanan Meniere hastalığı ve benzerlerinde ilk bulgu “vertigo” -yani baş dönmesi- oluyor.
Vertigonun baş hareketleri ile ortaya çıkması durumunda pozisyonel vertigodan, bir üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası ortaya çıkan ve uzun süren şiddetli vertigo atakları varlığında vestibüler nöritten, kulakta çınlama ve basınç hissi ile birlikte baş dönmesi olduğunda ise Meniere hastalığından şüpheleniliyor. Detaylı inceleme ise kulak burun boğaz hekimi tarafından yapılıyor. İlgili testler de “odyoloji* uzmanı” tarafından gerçekleştiriliyor.
Baş dönmem o kadar şiddetliydi ki ilk etapta hastaneye gidebilmek için yataktan kalkabilmem mümkün olmadı. Ama
Ülkemizde ve dünyada kadınlarda en sık görülen ve aynı zamanda en sık ölüme neden olan meme kanseri, meme dokusunda yer alan hücrelerin kontrolsüz çoğalması ile ortaya çıkıyor. Meme kanseri gerek dünyada gerekse ülkemizde en sık görülen ilk on kanser arasında birinci sırada yer alıyor.
Meme kanseri insidansı dünya geneli için yüz binde 46.3 iken, Kuzey Avrupa ülkeleri için 92.6, Doğu Asya için 39.2, Amerika Birleşik Devletleri için 38.3, ülkemiz için 45.6. 40 yaş altı meme kanseri görülme sıklığı sıralamasında ise Avrupa ülkeleri arasında Türkiye birinci sırada yer alıyor. Ülkemizde bir yıl içinde yaklaşık 18.000 kadına meme kanseri teşhisi konuluyor ve meme kanseri her dört kadın kanserinden birisi olmayı sürdürüyor.
Ancak, geçmişte ileri evrede teşhis edilen meme kanseri; günümüzde, Sağlık Bakanlığımızca yürütülen tarama programları sayesinde erken teşhis edilebiliyor.
Erken evrelerde tespit edilen meme kanserlerinin hem tedavileri daha başarılı oluyor hem de yaşam kalitesi önemli ölçüde artıyor. Bu nedenle yürütülen toplum tabanlı taramalar yolu ile kadınlarımızın hastalığı erken evrede, henüz klinik bulgular ortaya çıkmadan tespit edilebiliyor. Bu sayede, kadınlarda meme kanserine bağlı ölüm hızını düşürmek de mümkün olabiliyor.
Her yılın Ekim Ayı bu önemli hastalığa dikkat çekmek amacıyla “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” olarak anılıyor ve konu ile ilgili farkındalık çalışmaları yürütülüyor. Ülkemizde toplum tabanlı kanser taramalarına tüm illerimizde “Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri” (KETEM) kurularak başlanmış, ardından bu tarama programlarına Aile Sağlığı Merkezleri (ASM) ve Sağlıklı Hayat Merkezleri (SHM) dahil edilmiş bulunuyor. Sözü edilen merkezlerimizde Avrupa Birliği kalite standartlarına uygun tarama programları ile son teknoloji dijital mamografi cihazları kullanılarak halka ücretsiz hizmet sunuluyor.
Kendi Kendine Meme Muayenesi (KKMM) meme kanseri erken tanısında önemli bir tarama ve tanı yöntemi. Her kadının evinde tek başına rahatlıkla her an uygulayabileceği bir muayene yöntemi. KETEM, ASM ve SHM’ lerde Kendi Kendine Meme Muayenesi Eğitimi veriliyor. Erken dönemde teşhis edilen meme kanserinde iyileşme oranları %98’ lere varıyor. Bu nedenle her kadın 20 yaşından itibaren elle ve ayna karşısında kendi kendine meme muayenesine ve sağlık kuruluşlarında yapılan klinik meme muayenelerine başlamalı, 40 yaşından itibaren ise yılda en az bir kez mamografi çektirmeli. Söz konusu tetkikler dikkatle uygulanırsa, hasta meme kanserine yakalansa bile erken teşhis ihtimali çok yüksek olduğundan büyük olasılıkla hastalığı atlatmış oluyor.
Meme kanseri oldukça zor ancak önlenebilir ve iyileştirilebilir bir hastalık. Ben bu hastalıkla ilk kez 1975 yılında, annem meme kanseri olduğunda tanıştım. O dönemde kız kardeşim Amerika’da eğitim görüyordu. Dört yaşındaki kızıma da annem bakıyordu. Annem, kardeşimin dönmesini ve kızımın biraz daha büyümesini bekleyerek konuyu bizlere açmayı ve doktora gitmeyi ertelemiş. Sonunda doktora göründüğünde ise, ne yazık ki, iş işten geçmişti. Annemin göğsü ve koltuk altındaki lenf bezleri zorlu bir ameliyatla alındı. Ardından kırk gün süren radyoloji tedavisi yapıldı. Tedavi sırasında annemin göğsü yandı. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra da annemin karaciğerinde metastaz tespit edildi ve biz annemi ameliyatından bir buçuk yıl sonra kaybettik.
1997 yılında kendi kendimi muayene ederken sol göğsümle koltuk altım arasında nohut büyüklüğünde bir kitle fark ettim. Önce hemen jinekoloğuma müracaat ettim. Kendisi bunun zararsız bir nodül olduğunu düşündüğünü ancak yine de bir ultrason yapmanın doğru olacağını söyledi. Ultrason sonucuna göre tedbir olarak biyopsi yapılması ve kitlenin tahlil edilmesi kararlaştırıldı.
Hiç istemediğim halde yine bir süre ara vermek zorunda kaldım yazılarıma. Nedenine gelince; 4 Ekim akşamı tekerlekli sandalyeme otururken düştüm. Yardımcım beni kaldırmaya uğraşırken ise bir kez daha düştüm. Ardından yardım çağırdık ve ben yatağımın üzerine uzandım. O geceyi, üzerimdeki giysilerle, hiç kıpırdamadan geçirdim.
Ertesi sabah erkenden bir ambulans çağırarak Koç Üniversitesi Hastanesi’ ne gittik. Hemen gerekli filmler çekildi, tahliller yapıldı. Sonuçta, sol kalçamın kırılmış olduğu tespit edildi. Kalça kemiği kırığı, günümüzde de oldukça yaygın olarak meydana gelen ve çok ciddi sorunlara neden olan bir durum. İnsanlar, yapıları nedeniyle, genellikle düşme durumlarında ya da daha da farklı kazalarda ilk olarak kalçadan darbe alıyorlar. Hatta bazı durumlarda herhangi bir düşme olmadan da kalçada kırık oluşabiliyor.
Ben ilk kalça kırığı ile 2000’li yılların başlarında tanıştım. Bir gün aniden sağ bacağımda korkunç bir ağrı hissettim. Bu ağrı bacaklarımı hareket ettirmeme olanak vermiyordu. O zaman da ambulansla hastaneye gittik ve sağ kalçamın kırılmış olduğunu öğrendik. Bunun üzerine kemiklerimin yoğunluğuna bakıldı ve çok yüksek oranda kemik erimesi tespit edildi. Bu durumda, müracaat ettiğimiz doktorların hiçbiri beni ameliyata almaya cesaret edemedi. Ben de uzun bir süre yatarak, yavaş yavaş yeniden oturmayı öğrettim kendime. Ama yeniden sorunsuzca oturabilmek tam altı ayımı aldı.
Ancak bu kez, aradan geçen zamanda tıp ilminde meydana gelmiş olan gelişmeler ve Koç Üniversitesi Hastanesi'nin mucizeler yaratan doktorları sayesinde aynı durumla karşılaşmadım. Hastaneye gittiğimiz gün yapılan tetkiklerin ardından 6 Ekim tarihinde ameliyata alındım. Nefes sorunum nedeni ile genel anestezi uygulanmadı. Bölgesel anestezi verilerek yapılan ameliyat ile kalçama kapalı yöntemle, yani sadece iki yerden girilerek, 24 cm. uzunluğunda bir çivi konuldu. Ameliyatın ardından Yoğun Bakım’ a alındım ve geceyi orada geçirdim.
Ertesi gün odama çıktıktan sonra, ameliyatımı yapan Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci’ den kemiklerimin cam gibi olduğunu ancak ameliyatın başarılı geçtiğini öğrendim. 11 Ekim Salı gününe kadar Koç Üniversitesi Hastanesi’nin misafiri olduktan sonra evime döndüm ve sevgili pisi pisim Oğluş’ a kavuştum. 24 Ekim’de kontrole gideceğim ve dikişlerim alınacak. O vakte kadar ise evde dinleniyor olacağım. Başta başarılı bir ameliyatla beni sağlığıma kavuşturan Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci ve ekibi ile Başhekim Yardımcısı Dr. Özgür Deniz Tezcan olmak üzere bu zorlu süreçte emeği geçen tüm Koç Üniversitesi Hastanesi sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür ediyorum. Bir teşekkürüm de şehrimize bu denli donanımlı ve bir o kadar da güvenilir bir sağlık kuruluşu kazandıran Vehbi Koç Vakfı’ na. Türkiye’ nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan bu Vakfın ülkemize kazandırdıkları yadsınamaz…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz günler dileğiyle…
1996 yılında kadınların ve kadın örgütlerinin birikimlerine olan inançla, kâr amacı gütmeyerek yola çıkmış olan Uçan Süpürge Vakfı; kadınların güçlendiği ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı, herkes için adil bir dünyaya kavuşmak için değişim yaratmayı amaçlıyor. Uçan Süpürge, çeyrek asrı aşkın bir süreden beri, amacı doğrultusunda çeşitli toplantılar ve paneller düzenlemiş, yayınlar çıkarmış, televizyon programları yapmış, Türkiye’nin her yerinde yerel muhabir ağı oluşmasını sağlamış, üniversite öğrencileri ile yakın ilişkiler kurmuş bulunuyor.
Uçan Süpürge Vakfı’nın, Avrupa Birliği tarafından Sivil Toplum Destek Programı-III kapsamında desteklenen, “E-Eşitlik” Projesi’ nin dijital platformu hayata geçti. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimine; herkesin, her yerden, her zaman ve en detaylı şekilde ulaşabilmesi için hazırlanan Platform; dört ana modülden oluşuyor: Toplumsal cinsiyet eşitliği temel kavramlar, hukuk, medya ve yeni medya, savunuculuk modüllerinden oluşan Platform’u başarıyla tamamlayan herkes sertifika almaya hak kazanıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair detaylı ve bilimsel bilgileri hem yazılı içeriklerle hem de videolarla öğrenmek isteyen herkes, Platform’ a “eesitlik.ucasupurge.org.tr” adresinden ulaşabilir. Görme engellilerin de platforma erişimi için her bir modül platform içeriği de seslendirilmiş bulunuyor.
E-Eşitlik Projesi (E-Pass for Equality); Uçan Süpürge tarafından kadınların karar alma mekanizmalarına katılımlarını sağlamak, aktif vatandaşlık becerilerini güçlendirmek ve kadınların insan hakları konusunda örgütlü ve bütüncül hareket etmelerini garantilemek amacıyla yürütülmüş bulunuyor. Bu hedeflere ulaşabilmek ve sivil toplum kuruluşlarını (STK’ ları) güçlendirmek amacıyla yürütülen on beş aylık proje süresinde; dijital bir eğitim platformu aracılığıyla, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili gerekli bilgilerin ilgili sivil toplum kuruluşları ile paylaşılarak yaygınlaşması sağlanmış durumda.
E-Eşitlik Platformu’ nun oluşturulmasında alanında uzman akademisyenlerle çalışılmış; Platform’ un yaygınlaştırılmasında ve geliştirilmesinde Türkiye’nin yedi bölgesindeki kadın sivil toplum örgütleriyle bir araya gelinmiş; Adana, Ankara, İstanbul, İzmir, Gaziantep, Trabzon ve Van’da düzenlenen toplantılar sayesinde Platform tüm Türkiye’ye ulaşmıştır.
“Herkes İçin Eşitlik” sloganıyla hareket edilen Proje hakkında daha detaylı bilgi almak için, eesitlik.ucansupurge.org.tr adresli Platform’ a her zaman, her kanaldan ve tamamen ücretsiz bir şekilde ulaşabilmek mümkün.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimi, AB desteği ile, Uçan Süpürge Vakfı tarafından alanında uzman kanaat önderleri ile çalışılarak hazırlanmış bulunuyor. Eğitim, toplam dört bölümden oluşuyor:
* Temel Kavramlar
Bilişim teknolojileri ve internet günümüz insanının bilgi ve iletişim ihtiyaçlarına daha kolay, daha hızlı ve daha ekonomik çözümler bulabilmesine olanak veriyor. Mevcut bilişim teknolojileri ve hizmetlerinden engelli bireylerin de yararlanabilmesi ve bilişimle engellerin kaldırılması için verilen hizmetlerde bazı düzenlemeler yapılması, yeni bilişim teknolojileri geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekiyor.
Türkiye Engelsiz Bilişim Platformu 2011 yılında başlatılan engelsiz bilişim çalışmaları ile başta kamu kurumları olmak üzere, kurumlar arası iş birliğinin gelişmesi ve farkındalık sağlanması için çalışıyor. Platform bünyesinde bu amaçla düzenlenen çeşitli etkinliklerin yanı sıra, Ar-Ge faaliyetleri ve danışmanlık hizmetleri de gerçekleştiriliyor.
Platform çalışmalarına, Türkiye genelinde konu ile ilgili başta devlet kurumları olmak üzere; üniversiteler, bilişim veya engelli alanında faaliyet gösteren STK’ lar, özel sektör ve pek çok kurum ve kişinin desteğini alarak devam ediyor.
Türkiye Engelsiz Bilişim Platformu tarafından bu yıl sekizincisi düzenlenen Engelsiz Bilişim Ödülleri Töreni Manisa Celal Bayar Üniversitesi ev sahipliğinde Manisa’da gerçekleştirildi. “BİLTEVT (Bilişim Teknolojilerinde Evrensel Tasarım) 2022: Uluslararası Engelsiz Bilişim Kongresi” kapsamında gerçekleştirilen yarışmada aday gösterilecek kurum ya da hizmetin, bilişim teknoloji ve hizmetlerinden yararlanacak engelli bireylerin;
* Sosyal ve ekonomik hayatlarına
* Kamu kurumlarının hizmetlerinden yararlanmalarına
* Eğitimlerine
* Bilgiye erişimlerine
Tomurcuk Vakfı; bedensel, zihinsel, duyusal ve sosyal yönden farklı düzeylerde özel gereksinimi olan çocuk ve gençler için 2010 yılı Ocak ayında Mehmet Zorlu Vakfı’nın desteğiyle hayata geçirilmiş bulunuyor. Tüm üyeleri özel gereksinimli bireylerin ailelerinden oluşan Vakıf; söz konusu bireylerin korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetleri noktasında kendi kendilerine yeterli bireyler haline gelmeleri, toplumsal yaşama aktif katılım göstermeleri ve üretim sürecine katılmalarını sağlamayı amaçlıyor.
Özel gereksinimli gençlerin “özsavunuculuk” konusunda da tecrübe sahibi olmasına önem veren Vakıf’ ta, bu nedenle, asil yönetim kurulunun yanı sıra bir de özel gereksinimli gençlerden oluşan bir yönetim kurulu bulunuyor. Söz konusu kurul kendileriyle ilgili konularda söz sahibi. Vakıf Yönetim Kurulu da kararlarını Genç Yönetim Kurulu’ nun kendilerini ilgilendiren konularda yaptıkları öneriler doğrultusunda alıyor.
Özel gereksinimli bireylerin mevcut haklarını kullanabilmeleri ve bu haklarını geliştirebilmeleri için, öncelikle, Vakıf üyeleri özelinde eğitim çalışmaları yapılıyor. Ayrıca, bu çalışmalara ek olarak; kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri ile iş birliği içerisinde farkındalık, duyarlılık ve savunuculuk çalışmaları gerçekleştiriliyor. Söz konusu bireylere, özel eğitim desteğine ek olarak; Vakfın resim, tiyatro, müzik, heykel, gastronomi atölyelerinden faydalanma olanağı sunuluyor ve bu surette üretim hayatına katılmaları sağlanıyor.
Bilindiği gibi, özel gereksinimli olan bireylerin toplumsal yaşama katılımları ve kendilerine sunulmuş olan destek mekanizmalarından yararlanabilmeleri genellikle ebeveyn ve/veya bakım verenleri aracılığıyla mümkün olabiliyor. Bu alanda Vakıf, özellikle ebeveynlerin vefatından sonra, özel gereksinimli bireylerin yaşamlarını sürdürecekleri; üretim ve sosyal yaşamlarını devam ettirecekleri “Yeniden Yaşam Merkezi” adında alternatif bir kampüsün hayata geçirilmesine yönelik kamu kurum ve kuruluşları ile görüşmeler yapmayı sürdürüyor.
Tomurcuk Vakfı’nın çalışma alanları;
* Genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisi olan Down Sendromu
* Doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nöro-gelişimsel farklılık olan Otizm Spektrum Bozukluğu
* Erken fetal dönem ile beş yaş arasında meydana gelen beyin hasarının oluşturduğu
İçinde bulunduğumuz ayın ilk günlerinde, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3) kurucusu ve Baykar Teknoloji Lideri Selçuk Bayraktar ile annesi Canan Bayraktar öncülüğünde, toplum sağlığı alanında çalışmalar yapması hedeflenen Canan Bayraktar Toplum Sağlığı Vakfı (Can Sağlığı Vakfı) kuruldu.
Can Sağlığı Vakfı; psikoloji, psikiyatri, davranış bilimleri, genetik immünoloji, onkoloji ve nadir hastalıklarla ilgili çalışmalar yürütecek. Vakfın sağlayacağı destek ve gerçekleştireceği araştırma faaliyetleri ile; hastalıkların ortaya çıkış süreçlerine dair çalışmalar, teşhis ve tedavi anlamlarında yenilikçi araştırma ve hizmetlerle toplum sağlığının güçlendirilmesi hedefleniyor.
Can Sağlığı Vakfı, çalışma alanına giren konularda; bilim insanlarımızın yürütecekleri öncü projeler ortaya koyma, bilim insanlarımız tarafından geliştirilecek projeleri destekleme, genç bilim insanlarının yetiştirilmesine uygun platformlar hazırlama ve bu projelerle birey ve toplum sağlığını güçlendirme vizyonu ile yürütüyor çalışmalarını. Fırsat eşitliği ilkesi ile bireylerin sosyo ekonomik koşullarını gözeterek, ihtiyaç sahiplerinin aynı ölçüde ve kalitede psikososyal destek ve sağlık hizmeti almalarına olanak verecek projeler geliştirmeye özen gösteriyor.
Can Sağlığı Vakfı amaçlarını şöyle sıralıyor:
* Genel insan davranışlarını, psikoloji ve psikiyatri ile ilişkili klinik ve toplumsal sorunları anlamaya yönelik araştırmalar yapmak; birey ve toplum seviyesinde sağlığı güçlendirecek uygulamalar geliştirmek
* Onkoloji hastalarının her türlü ihtiyacının karşılanması ile ilgili projeler geliştirmek; bu hastaların tedavi ettirileceği sağlık tesis ve kurumları, transplantasyon ve araştırma merkezleri ile laboratuvar, üniversite ve yüksek öğretim merkezi kurmak.
* Onkoloji hastalarında kullanılan her türlü tıbbi cihaz, ilaç ve bu alanda kullanılan materyallerin üretimini gerçekleştirmek üzere tesisler kurmak ve bu üretimi yapan kişi ya da kuruluşlarla kuracağı çalışma grupları ya da ortaklıklar vasıtası ile Vakfın amacına uygun faaliyetleri desteklemek
* Psikiyatrik ve psikolojik açıdan klinik ilgi odağı olan zorlukların ortaya çıkmasında ve süreğenlik kazanmasında etkili olan süreçlerin anlaşılması ve saptanmasına yönelik gerekli bilimsel araştırmaları yürütmek; bu süreçlere ilişkin kapsamlı veri tabanları oluşturmak ve yenilikçi, etkili tedavi yöntemleri geliştirilerek bu yöntemlerin uygulanmasına yönelik çalışmalar yürütmek
Bildiğiniz gibi son yazımı 20 Ağustos'ta paylaşmıştım sizlerle. 23 Ağustos tarihinde de uzunca bir izne çıkacağımı haber vermiştim. O günlerde kendimi çok iyi hissetmediğim için, önce biraz dinlenmeyi ardından da yazları Ayvalık’ta geçiren kardeşimi ziyaret etmeyi planlıyordum. Ancak, ne yazık ki, bu planlar gerçekleşemedi.
Önce bağırsaklarımdan rahatsızlandım. Teşhis “gastrointestinal enfeksiyon” du. Diyare, kusma ve karın ağrısı belirtileri ile başlayan ve bağırsak enfeksiyonu olarak bilinen bu rahatsızlık, mide ve ince bağırsakların iltihaplanması durumu. Bu enfeksiyon bağışıklık sistemini aşarak sindirim sistemine ulaşabilen bakteriler veya virüsler gibi antijenlerden kaynaklanıyor. Bozulmuş ve kontamine olmuş yiyecek veya su tüketildiğinde ya da enfekte bir kişiyle mutfak eşyaları, havlu veya yiyecek paylaşıldığında bağırsak enfeksiyonuna yakalanma riski ortaya çıkıyor. Özellikle çiğ veya az pişmiş istiridye gibi bir takım kabuklu deniz ürünleri de hastalığa neden olabiliyor.
Gastrointestinal enfeksiyonlara neden olabilecek çok sayıda mikroorganizma mevcut. Bunlar arasında Rota virüsü özellikle küçük çocuklarda ve bebeklerde en sık görülen diyare nedeni ve çok ciddi sonuçlanabilecek vakalara neden olabiliyor. Bu virüs, genellikle, insandan insana ya da hasta birisinin hazırladığı besinlerin tüketilmesiyle yayılıyor. Rota virüsü için bir aşı olmasına rağmen, virüs küresel olarak özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşayan beş yaşından küçük çocuklarda yılda yarım milyondan fazla ölüme neden oluyor.
Virüsler arasında ikinci olarak ishal, ateş, konjonktivit, mesane enfeksiyonları ve döküntülere neden olabilen ancak en yaygın semptomu solunum yolu hastalığı olan Adenovirüs yer alıyor. Bu virüs, Rotadan sonra, özellikle çocuklarda görülen ishalin en yaygın nedeni.
Campylobacter de gastroenteritin dünya çapındaki en yaygın bakteriyel nedenlerinden biri. Bazı vakalarda kanlı olmak üzere ishale, karın kramplarına, kusmaya ve ateşe neden olabiliyor. Özellikle kümes hayvanları kaynaklı olmak üzere, genellikle çiğ veya az pişmiş et ya da kontamine süt tüketilmesi yoluyla yayılıyor. Campylobacter iki yaşın altındaki çocuklarda oldukça sık görülüyor.
Antibiyotikle ilişkili ishal vakalarının %25’ inin sorumlusu ise, Clostridium Difficile adlı mikrop. Bu mikrop kullanılan antibiyotiklerin vücutta bulunan yararlı bakterileri öldürmesi ile açılan boşluğu dolduruyor.
Escherichia Coli