Uzunca bir süre izin kullanacağımdan, sizlerden uzak kalacağım.
19 Eylül’de tekrar görüşünceye kadar sağlıkla ve sevgiyle kalın.
İzmir Fen Lisesi’nden 1989 yılında mezun olan Alper Dizdar 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümü ’nü bitirdi. Yüksek Lisansını Almanya-Siegen Üniversitesi’nde yaptı. .Dizdar, doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde 2006 yılında tamamladıktan sonra Cern bağlantılı deneylerde çalıştı. Kuantum hesaplama ve kuantum mekaniğinin temelleri üzerine araştırmalarını sürdürürken bir “köy” kurmayı hayal etti.
amacıyla kurulan, farklı bilim alanlarını bir araya getiren bir “köy” olacaktı bu…
Bir kişinin hayaliyle başlayan bu hikâye için çok kısa sürede yüzlerce kişi bir araya geldi ve “Bilimler Köyü” hayata geçirildi. Projenin “hayal babası” Alper önce İzmir Fen Lisesi’nden gençlik arkadaşlarına ulaştı. Beraberce aynı dönem arkadaşlarını bir araya topladılar. Bu adımla Bilimler Köyü için çalışanlar biraz daha çoğalmış oldu.
İzmir Fen Lisesi’nde iyi bir bilimsel eğitim almışlardı, bazıları bilim insanları olmuştu ve bunu yeni kuşaklara aktarmak istiyorlardı. Bu duygudan yola çıkarak İzmir Fen Lisesi’ni eski kuşak hocalarından yardım istediler ve İzmir ve İstanbul'da iki tanıtım toplantısı düzenlediler. Amaçları çok basitti: Günlük yaşamlarımızın bilimsel ve eleştirel düşünceden ayrı düşen bir hayata evrilmesini engellemek istiyorlardı.
Zira yeni kuşaklarda “Neden?” diye soran, merak eden verili koşulları sorgulayan çok sayıda genç vardı. Bilime uzak kalmış gençler, okul müfredatı dışında, meraklarını gidererek yeni bir kapı aramayabilirlerdi. Yalnızca onlar için bir şans sunabilmek gerekiyordu. Bilim insanı olmanın imkânsız olmadığını göstermek, kendilerine uygun bir yol çizebileceklerini anlatmak mümkündü.
Artık biliyorlardı ki, inanırlarsa ve birbirlerine destek olurlarsa Bilimler Köyü gerçeğe dönüşecekti. Hemen ilk adım atıldı. Ekim 2019’da fikri destekleyen Foça Belediyesi 70 dönümlük bir araziyi 29 yıllığına söz konusu Köy’ ün kullanımına tahsis etti. Artık Bilimler Köyü hayat bulmaya başlamıştı.
Alper Dizdar, Türkiye genişliği ile karşılaştırıldığında çok küçük sayılarla bir çalışma yapma gayreti içinde olduklarını söylüyor. Yapmak istediklerini “bilim insanı olmaya özendirmek” cümlesi, ile özetleyen Dizdar; lise ve üniversite öğrencilerinden dileyenlere ilgi duydukları temel bilim alanlarında, bilimsel çalışmanın zaten içinde olan gönüllü hocalarla karşılaşma, bir arada yaşama, giderek beraber çalışma olanağı sağlamayı hedeflediklerini ifade ediyor.
Bu yıl için, yeni açılmanın problemleri düşünülerek, öğrenci alımını yalnızca üniversite öğrencileri ile sınırlandırılmış olduğunu da sözlerine ekliyor.
Yücel Kültür Vakfı, kurulduğu 1969 yılından beri gerçekleştirdiği etkinlikler ve projelerle gençlerin hayatlarında fark yaratmayı hedefliyor. Gençlere hizmet vermek misyonu ile kurulan Vakfın amacı; kültür ve sanat alanında kendisini geliştirmek isteyen veya hayallerine ulaşmak için destek bekleyen hevesli, istekli gençleri hayalleri ile buluşturmak ve destek olmak.
Kültürün ve sanatın gençlerin hayatlarındaki değiştirici ve dönüştürücü etkisine inanmış ve tüm varlığını bu yola vakfetmiş olan Yücel Kültür Vakfı, kültürü ve sanatı “yücelten” bir sivil toplum kuruluşu olmayı kuruluş felsefesi olarak kabul etmiş ve YÜCEL ismini de buradan almış bulunuyor.
Vakıf, uluslararası gençlik değişim programları ile birçok gencin Avrupa fırsatlarından faydalanmasını sağlıyor; düzenlediği ulusal eğitimler, projeler ve seminerlerle gençlerin kendilerini geliştirmelerinin önünü açıyor. Ayrıca, verdiği burs ve hibeler ile maddi desteğe ihtiyaç duyan gençlerin yanında yer alıyor. Avrupa Komisyonu’ nun Türkiye’ deki akredite kuruluşlarından olan Yücel Kültür Vakfı; Avrupa Gönüllü Hizmeti projelerinin ev sahibi, gönderici kuruluşu ve gençlik projelerinin başvurucusu ve partnerliği görevlerini yürütüyor.
Yücel Kültür Vakfı 16-33 yaş grubu arasındaki istekli gençlere, hiçbir ayrım yapmaksızın, kendilerini geliştirmeleri için olanaklar sunuyor. Gençlerin çağın teknoloji ve imkanlarını kullanarak öncelikle kendilerini ve yeteneklerini geliştirmelerini, ülke ve insanlığa yararlı bireyler olmalarını sağlamayı hedefliyor. Vakıf; gençlerin cumhuriyet ve demokrasinin temel ilke ve değerlerine sahip, çağdaş, donanımlı, sağduyulu, özgüven sahibi, düşünen, sorgulayan, kendi iç yaratıcılığını harekete geçirebilen, farklı düşünce ve inançlara saygılı, insan ilişkilerinde cinsiyet, ırk, din, dil, ırk farkı gözetmeyen, iyi eğitimli, gelişmeye açık, bilgi üretebilen ve kullanabilen bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunacak şartları oluşturma vizyonuna sahip.
Vakıf yurt içinde ve dışında başarılı fakat maddi desteğe ihtiyacı olan ortaöğretim, üniversite, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine çeşitli burslar veriyor:
“Yarım Elma Bursu”, bursiyere hizmet veya geri ödeme zorunluluğu olmadan, 12 ay boyunca kesintisiz olarak verilen karşılıksız bir burs. Bu bursa; T.C. vatandaşı olan, herhangi bir üniversite veya yüksek okulda öğrenim gören ihtiyaç sahibi herkes başvurabiliyor.
“Yüksek Lisans ve Doktora Bursu”, araştırmacı, proje sahibi ya da bir alanda yüksek lisans veya doktora yapan 33 yaşından büyük olmayan gençlere açık. Her türlü bilim dalında ülkemizin gelişmesine katkı sağlayacak araştırma, çalışma veya proje bu program için uygun. Bu destek tek seferde veriliyor. Yönetim Kurulu başvuru yapan kişinin talep ettiği destek miktarının tamamını, bir kısmını, talep edilenden fazlasını karşılama veya sağlanan desteğin süresini uzatma takdir hakkına sahip.
“Yabancı Dil Bursları”
Yaklaşık on üç yıl kadar önce, iki arkadaş Türk kadınlarının kendi hayatlarının liderleri olabilmelerine katkı verebilmek amacıyla bir yolculuğa çıkıyorlar birlikte. Daha güçlü ve daha özgüvenli lider kadınlarla daha iyi bir toplum, ülke ve dünya yaratılabileceğine, kadınların kendilerine güvenerek neler başarabileceğine inanan; onların potansiyelini gören ve hemcinslerine değer veren bu iki arkadaş el ele vererek Değişim Liderleri Derneği (DLD) adını verdikleri sivil toplum kuruluşunu oluşturuyorlar…
DLD bünyesinde 2009 yılından bu yana yürütülen Kıvılcımlar Programı ile İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Düzce, Bolu, Bursa ve Eskişehir’ de çeşitli üniversitelerde okuyan 400’den fazla genç kadına ve bu genç kadınların gerçekleştirdiği sosyal değişim projeleri ile de binlerce kişiye ulaşılmış bulunuyor. Programın amacı bu genç kadınlara;
* Kadın olma konusunda farkındalık ve kişisel bilinç kazandırılması
* Özsaygılarının ve özgüvenlerinin güçlendirilmesi
* İlham alınacak rol modellerin tanınmasının sağlanması
* Hayat, kariyer ve liderlik ile ilgili becerilerin kazandırılması
* Katılımcıların “yapamam” diye düşündükleri her şeyi “yapabilirim” e dönüştürme gücüne sahip olduklarını fark etmelerinin sağlanması ve potansiyellerinin açığa çıkarılması
* Yinelenebilir, sürdürülebilir ve sosyal değerler açısından ölçülebilir sonuçlar yaratan projelerin üretilmesi ve uygulanması
Özel Sektör Gönüllüleri Derneği (ÖSGD), kurulduğu 2003 yılından beri, şirketlerin insan kaynağının yetkinlik ve potansiyelinin gönüllülük yoluyla toplumsal faydaya dönüştürülmesi hedefiyle yürütüyor çalışmalarını. ÖSGD’ nin kurumsal gönüllülük çalışmalarına tüm çalışanlarının katılımını teşvik eden 60 şirket üyesi bulunuyor. Bu şirketlerde görev yapan 15 bine yakın aktif gönüllü çalışan ve iş birliği yapılan 125 sivil toplum kuruluşu ile bir gönüllülük ağı yaratılmış durumda.
ÖSGD tecrübe, bilgi ve birikimini kurulduğu günden bu yana; kendi Kurumsal Gönüllülük Programlarını hayata geçirmek ve yapılandırmak, var olan programlarını geliştirmek ve yetişmiş insan kaynağının yetkinlik ve potansiyellerini gönüllülük yolu ile toplumsal faydaya dönüştürmek isteyen paydaşlarıyla paylaşıyor.
Dernek yetkilileri ve çalışanları, STK’ lar ve Kurumlar arasındaki köprü olarak, gönüllülük ekosistemini besleyecek bir topluluk yaratma idealini gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar. Kurumsal Üyeleri ile 300 bin çalışanı gönüllülüğe teşvik edecek ortamları geliştiren ÖSGD; eğitimlerle yolculuğa başlayacak şirketlere, gönüllülük ve proje yönetimi konularında bilgilendirme sağlıyor. Danışmanlık vererek şirketlerin gönüllü programları oluşturmaları için sistemler kuruyor ve verimliliği garanti altına alıyor.
ÖSGD “Gönülden Ödüller” ile iyi projeleri/ uygulamaları görünür hale getiriyor ve şirketleri bu yönde ilerlemeleri için cesaretlendiriyor. Dernek, çalışan gönüllülüğünü amatör ruh ve profesyonel disiplinle kurgulayarak ve ölçümlerle destekleyip geliştirerek, yarattıkları değeri arttıracaklarına inanıyor.
Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Pınar Ilgaz; “Bireysel mutluluk, kurumsal sorumluluk, dünyanın sürdürülebilirliği ve yaşam kalitesinin geliştirilmesi için her birimize önemli sorumluluklar düşüyor. Hepimiz ortak akıl ile birlikte çalışarak çalışan gönüllülüğü ile bunu gerçekleştirebiliriz. Bireyleri gönüllülüğe, şirketleri ise çalışan gönüllülüğü için gerekli ortamı geliştirmeye davet ediyoruz. Başka bir dünya yok.” diyor.
Great Place to Work Enstitüsü ise; kurum kültürü konusunda uzmanlaşmış, beş kıtada 60’dan fazla ülkedeki ofisleri ile sektör ayrımı olmadan tüm ölçeklerdeki şirketlere mükemmel işyerleri inşa etmeleri ve geliştirmeleri konusunda destek veren bir araştırma ve danışmanlık kurumu. Enstitü’ nün güvene dayalı felsefesi dünyanın her yerinde çalışan odaklı ve yüksek güven kültürü yaklaşımı ile mükemmel işyeri kültürlerinin inşa edilmesine katkı sunarken, şirketlerin inovasyon ve ekonomik performanslarının artırılmasında destek oluyor.
Geçtiğimiz günlerde Özel Sektör Gönüllüleri Derneği ve Great Place to Worksosyal so Türkiye iş birliğinde gerçekleştirilen çalışmayla, sosyal sorumluluk ve çalışan gönüllülüğünde Türkiye’nin en önde gelen 8 şirketi seçildi.
ÖSGD Yönetim Kurulu Başkanı Pınar Ilgaz; “Özel Sektör Gönüllüleri Derneği ile Great Place to Work
Viral hepatitler tüm dünyada yaygın olarak görülen, ülke ekonomilerini çok yakından ilgilendiren ciddi bir halk sağlığı sorunu. Dünya genelinde, hastalığın büyük oranda geç dönemde belirti vermesi ve hastaların büyük çoğunluğunun hastalıklarının farkında olmamaları nedeniyle viral hepatite dikkat çekmek ve farkındalığı artırmak amacıyla, her yıl 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü olarak anılıyor.
Bu önemli günde dünya tek bir tema altında, farklı etkinliklerle bir araya geliyor. Bu yılın teması, “HEPATİT BEKLEMEZ; tanı konulmamış hastalar test için, tanı almış hastalar tedavi için, anne adayları hepatit taraması için, yeni doğan bebekler ilk doz hepatit-B aşısı için, sağlık otoriteleri hepatit eliminasyon programlarının etkin şekilde yaşama geçirilmesi için bekleyemez!!!” olarak belirlenmiş bulunuyor.
Hepatit, çeşitli bulaşıcı virüsler ve/veya bazı ajanların neden olduğu bir karaciğer iltihabı. Tüberkülozdan sonra en sık ölüme yol açan enfeksiyon hastalığı olan hepatitler, pek çok nedene bağlı olarak gelişebiliyor. Bu nedenlerin başında da viral enfeksiyonlar geliyor. Viral hepatitlere sebep olan farklı hepatit virüs tipleri ise; Hepatit A, B, C, D ve E. Hepatit B ve Hepatit C virüsleri uzun dönemde kronik karaciğer hastalığı, siroz veya karaciğer kanserine yol açabildiği için, ayrı bir öneme sahip.
Hepatit B ve Hepatit C;
* Kontrol edilmemiş kan ve kan ürünlerinin transfüzyonuyla
* Uygun şekilde steril edilmemiş cerrahi malzemelerin kullanıldığı tıbbi girişimler ya da diş hekimliği müdahaleleriyle
* Kullanılmış enjektör paylaşımıyla
* Tıraş bıçağı, diş fırçası gibi eşyaların paylaşımıyla
Otizm Spektrum Bozukluğu doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nörogelişimsel farklılık. Bu farklılığın beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülüyor.
Otizm Spektrum Bozukluğu’ na neyin neden olduğu henüz bilinmemekle birlikte genetik temelli olduğuna ilişkin bulgular mevcut. Ancak hangi gen ya da genlerin bu durumdan sorumlu olduğu konusunda bilgi bulunmuyor. Çevresel faktörlerin de otizme yol açabileceğine ilişkin görüşler de var. Bu yüzden hem genetik temellerin hem de çevresel faktörlerin etkileri üzerine çok sayıda araştırma yapılıyor.
Dünya Sağlık Örgütü raporları, son yıllarda Otizm Spektrum Bozukluğu görülme sıklığında önemli bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Otizmle ilgili verilere bakıldığında, 1980’lerde binde 2-3 görülme oranı var iken bu oranın yavaş yavaş artmış olduğu görülüyor. Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, son 20 yılda otizmin dünyada görülme sıklığının 240 kat artmış olduğuna dikkat çekiyor. Bu artış, yapılması gereken hizmetlerin önemini de ortaya koymuş bulunuyor.
T.C. Sağlık Bakanlığı, yaklaşık beş yıl önce başlattığı otizm tarama programı ile yaklaşık iki milyon çocuğa ulaşmış bulunuyor. Program; Aile Hekimleri, saha koordinatörleri ve çocuk, ergen ruh sağlığı uzmanları tarafından başarı ile uygulanmaya devam ediyor. Bu başarının ardından yeni hedef, erken müdahale konusunda da çok daha nitelikli bir hizmet seviyesine ulaşmak. Zira erken tanı ile doğru bir eğitim gören çocukların yaklaşık %50’sinde otizm belirtilerinin kontrol altına alınabilmesi, gelişim sağlanabilmesi ve büyük ilerleme kaydedilmesi mümkün olabiliyor. Hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkları kalmayabiliyor.
Tohum Otizm Vakfı’ndan alınan bilgilere göre, günümüzde her yirmi dakikada bir çocuk otizm tanısı alıyor. Bu artışın son yıllarda otizm farkındalığının artmasıyla birlikte ailelerin doktorlara daha çok baş vurmasına bağlı olduğu düşünülüyor.
Otizmi erken dönemde fark etmek, çocukların eğitim alarak gelişimlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmeleri açısından büyük önem taşıyor. Otizm belirtileri şöyle sıralanıyor:
* Göz teması kuramamak
* İsmi söylendiğinde dönüp bakmamak
Geçtiğimiz bir ayda, elimde olmayan, sağlık sorunları nedeniyle Gazetem’ den ve Sizler’ den ayrı kalmak zorunda kaldım. İyileşip yeniden sizlerle buluşabileceğim günleri ne denli büyük bir özlemle beklediğimi anlatamam.
21 Haziran 2022 tarihinde yayımlanan “Yarın İçin Şimdi” başlıklı yazımı kaleme aldıktan sonraki gün, yemek yerken yutmakta zorlandım. Sanki yediklerim yanlış bir yere gitti. Sonraki üç gün sürekli boğazımdaki rahatsızlığın düzelebilmesi için öksürmeye çalıştım. Ancak kas rahatsızlığım nedeniyle öksürmekte de zorlanıyordum. Sonunda, doktorumun önerisi ile Koç Üniversitesi Hastanesi’ne müracaat ettim.
Acil Servis’ te yapılan ön müdahalenin ardından yatarak tedavi edilmem uygun görüldü. Aynı gün hastaneye yattım. Önce rutin testler uygulandı, ardından akciğer filmi ve tomografisi çekildi. Sonraki gün endoskopi ve bronkoskopi yapıldı. Akciğerime kaçan kırıntılar temizlendi. Daha sonra da Baryum Yutma Testi’ ne tabi tutuldum. Diğer adıyla Esofagogram olan bu test, üst gastrointestinal (GI) sistemde herhangi bir problem olup olmadığını belirlemeye yarayan bir görüntüleme testi. Üst gastrointestinaI sistem içerisinde ağız, özofagus/yemek borusu, mide ve ince bağırsağın ilk kısmı yer alıyor. Bu testte floroskopi denilen özel tipte bir X-Ray tekniği kullanılıyor. Bu teknikle iç organ aktivitesi gerçek zamanlı olarak görülebiliyor. Test yapılmadan önce baryum içeren kireç tadında bir sıvı içilmesi gerekiyor. Baryum, vücudun belirli kısımlarının X-Ray altında daha net görülmesini sağlayan bir madde. Baryum içeren sıvı, yutmayı kolaylaştırmak için, çikolata ya da çilek aromaları ile karıştırılmış olarak veriliyor. Hastalar bu sıvıyı yutarken, kendileri ile ilgilenen radyolog baryumun boğazdan üst GI sisteme geçişini görüntülüyor. Görüntüleme sırasında, zaman zaman, nefesin tutulması isteniyor.
YUTMA TESTİ SIRASINDA
Bir sonraki gün yutma testi sonuçlarını doğrulamak için üst gastrointestinal sistemin tomografisi çekildi. Sonuçta, yemek borusunun genişlediği, yanlarında cepler oluştuğu, yemeklerin bu ceplerde birikerek reflüye neden olduğu belirlendi. Bu durumun en önemli sebebi ise, kas hastalığım. Tek çaresi de yiyecekleri tam dik oturarak, çok yavaş tüketmek.
Bu teşhislerin ardından hastaneden ayrıldım. Ancak aradan üç gün bile geçmeden bağırsak enfeksiyonuna yakalandım. Durumum o kadar kötüleşti ki tekrar hastaneye yatmak zorunda kaldım. Hastanede, CRP oranın çok yükseldiği görüldü ve hem damar yolundan hem ağızdan antibiyotik yüklemesi yapılmaya başlandı. Dört günlük yoğun bir tedavinin ardından CRP oranı düşmeye başlayınca, tedaviye evde devam etmek üzere taburcu oldum.
Evde beni hiç de kolay günler beklemiyordu. Bu kadar ağır bir bağırsak enfeksiyonunu ilk kez yaşıyordum. Bir hafta süreyle mide bulantısından dolayı hiç yemek yiyemedim. Bunun üzerine, doktorum antibiyotiği kesmemi önerdi. Antibiyotiği bıraktıktan sonra bir hafta kadar yalnızca patates haşlaması ve pirinç lapası ile beslendim. Sonunda diyare sona erdi. Ancak ben kolumu bile kaldıramayacak ölçüde güçsüz düştüm. Bu nedenle geçtiğimiz Çarşamba günü serum almaya başladım ve gücüm yavaş yavaş geri geliyor.