Ayşe Özek Karasu

Ayşe Teyzesi gitme, kal!

29 Ocak 1998
Ana-kız ev pikniği yapıyorlar. ‘‘Beyefendi ne alemdeler?’’ diye soruyor anne mahsuscuktan. Küçük kız rolünü çoktan ezberlemiş; ‘‘O da, hep toplantı, hep toplantı’’ diye yanıt veriyor.Başka bir sahne: Muhtemelen bu tür evciliklerle büyümüş bir ev kadını börek açmakla meşgul. Kocası ise kahvede. Adam ille de eve gitmek istiyor, arkadaşları alıkoymak için çırpınıyor. Adam böreğine kavuşmak üzere eve gidiyor. Börek aşkına da olsa, eve geliyor ya, karısı memnun. Yine ev pikniğiyle büyümüş başka bir kadının mutfağından bir sahne: Oğlan arkadaşlarıyla eve gelip annesini ipnotize ediyor ve tüyler ürpertici bir gaddarlıkla ‘‘Bize sosis pişir!’’ diye emrediyor. Arkadaşları da farklı türlerde sosis pişirmesini buyuruyorlar. Çocuk maalesef annesini nasıl uyandıracağını bilmiyor. Kadın öylece kalakalıyor. Kadının kimliğini sıfırlayan bu reklamlar halen yürürlükte mi, Ayşe Teyze çantasında hala çamaşırsuyuyla mı dolaşıyor bilmiyorum ama, reklamlara bakarsanız, Türkiye'deki kadınların tek derdi gömlek yakalarının kiriyle börekte kullanılan yağın markası gibi görünüyor. Türkiye'de sadece dolma saran, çocuk bezlerini test edip, deterjanlarla flört eden kadınlar yaşıyor ve bunların tamamı kanatlı pet kullanıyor. Ya da bahçeli villada oturup naylon leğende yıkadığı çamaşırları ipe seren kadın tipine ne demeli? Böyle bir tabloya gerçek hayatta rastlanması mümkün mü? İşte, bu tür veya benzeri talihsiz tablolar yüzünden eleştiri alan Alman Reklamcılar Derneği, ürünlerin tanıtım felsefesinde ‘‘geleceğin kadını’’ konseptine uygun son derece dramatik bir değişim gerçekleştirdi. Şimdi artık Alman TV'lerindeki reklamlarda kadınlar on parmaklarında on marifet görünüyor. Bu reklam tipleri hem mesleki kariyer sahibi, hem mükemmel anne, hem entelektüel ve çekici birer kadın. Üstelik evleri de pırıl pırıl tertemiz. Peki acaba kadınlar bu şablondan memnun mu? Ya da bu yeni konsept gerçekten ‘‘geleceğin kadınını’’ yansıtıyor mu? Pazarlama ve medya analizleri yapan bir Alman kuruluşu bu soruların yanıtını bulmak üzere bir araştırma gerçekleştirmiş. Psikologlar, 25-35 yaş grubundan 40 kadınla konuşup, reklamlarda çizilen kadın tipleriyle kendilerini ne kadar özdeşleştirdiklerini sormuşlar. Ortaya şöyle bir tablo çıkmış; kadınlar toplumsal planda her açıdan mükemmel olmak ve amaçlarına ulaşmak için mücadele etmek istediklerini söylemişler. Ancak psikologlar bu kendinden emin tavrın arka planında beslenen derin korkuları farketmişler. Kadının birden fazla rolü üstlenmesinin onu özgürleştirmediği, en az börek ve çocuk mahkumu kadınlar kadar köşeye kıstırdığı ortaya çıkmış. Psikologlar bu tablodan şu sonucu çıkarıyor:‘‘Kadınlar artık kendilerine belirgin bir rol biçilmesini, ideal kadın portresi çizilmesini istemiyor. Çocuk projeleri sürekli erteleniyor. Kılık kıyafetten ev dekorasyonuna kadar her alanda genç kız kalmak istiyorlar. Bu nedenle de reklam ve iletişim sektörünün, kadınlar üzerindeki güvensizlik ve aşırı yük duygusunu hafifletmesi, her işin üstesinden gelebilen üstün kadın tiplemesine son vermesi gerekiyor.’’Yani kadınlar reklamlarda ne evin kölesi gibi, ne de üstün insan gibi görünmek istiyor. Hatta bu ikinci tip daha fazla stres yaratıyor. Galiba ideal formül bulunana kadar Ayşe Teyze'nin çantasında çamaşırsuyuyla dolaşmaya devam etmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Gelecek bin yılın diyeti

18 Ocak 1998
Tombulluğa karşı verilen savaşın felsefesi değişiyor ve şöyle oluyor; kendinizi tutkuyla çikolatanın kollarına terkediyor, orgazm olana kadar yiyor ve asla pişmanlık duymuyorsunuz. Çünkü onu seviyorsunuz. İçinizde uyanan şehvetin akışına kapılıp, zevkin doruklarında eriyorsunuz. O karşı konulmaz yemek libidosu yüzünden beslenebilecek utanç ve pişmanlık benzeri her türlü nahoş duyguyu cehennemin dibine gönderiyorsunuz. Hayır! Birkaç dakika süren bu zevk biçare bir şişmanın hayatından trajik bir kesit değil. Gelecek bin yılın diyet felsefesi böyle. Diyet bunun neresinde diye düşünüyorsanız, cevabı İngiliz oburluk uzmanı Dr.Deanne Jepson'un yazdığı kitapta. Geçenlerde piyasaya çıkan kitabın adı ‘‘Orgazm Olana Kadar Yiyin Ama Zayıflayın’’. Sinsice planlanmış her türlü kalori hesabını 20'inci yüzyılın karanlık sayfalarına gömen yeni bir felsefe sunuyor Jepson. Öncelikle yemek aşkıyla cinsellik dürtüsü arasında hiçbir fark olmadığını savunuyor. ‘‘İnsanın içine yemek ateşi düştü mü, doruğa çıkmadan duramaz. Yemek onun aşığıdır. Eğer tatmin olmazsa, kendine yeni bir sevgili arar. Onunla doyuma ulaşınca bu kez de pişmanlık duyar. Yemeğe tutkuyla bağlı olanlar, aynı zamanda seks tutkunudur. İyi bir yemek ve seks dünyanın en büyük zevkleridir’’ diye yazıyor.İşte bu nedenle, diyet arası kaçamaklar ve pişmanlıklarla dolu bir yaşam yerine haftada en az bir kez mükemmel bir orgazm öneriyor Jepson. Kendinden geçercesine yemek serbest. Böylelikle iflah olmaz bir obur olarak hem ruhunuzu, hem de bedeninizi tatmin ediyorsunuz. Jepson'un yöntemi son derece mantıklı görünüyor. Çünkü, insanı sevdiği yemeklerden koparıp, asla hazetmediği ıvır zıvırla kıvrandıran ‘‘yiyerek zayıflayın’’ içerikli diğer reçetelere benzemiyor. Oburların, tutkulu bir aşkla bağlandığı yiyeceklerle dengeli bir yemek kültürü oluşturmasını içeriyor. Önce verdiği testlerle ne tür bir yemek libidosuna sahip olduğunuzu ölçüyor. Sonra sevilen yemekleri ritme bağlıyor.Jepson şişmanlığın metabolizma, hormonlar ve genlerden değil, düpedüz aşırı yemekten kaynaklandığını, ayrıca diyetin hiçbir işe yaramadığını söylüyor - ki bunun doğru olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü uslanmaz oburların yüzde 95'inin belirli bir süre diyet yaptıktan sonra, aynı kiloları çok daha hızlı biçimde aldığı artık kanıtlanmış durumda. Şişmanların iradesiz olduğu iddiasını da reddediyor Jepson; ‘‘Tam tersine son derece iradeli oluyorlar, ancak diyet süresince kendilerini öyle helak ediyor, öyle acıkıyorlar ki, diyet bittikten sonra iştahlarını kontrol altına alamıyorlar. Zayıflar ise sevdikleriyle tatmin olup, sonraki öğünlerde daha az yiyerek bedel ödedikleri için zayıf kalıyorlar’’ diyor. Orgazmdan sonra sıra geliyor zayıfları taklit etmeye; ya da Jepson'un deyişiyle o ‘‘Büyük Tıkınma’’nın tazminatını ödemeye. Jepson'un ‘‘yemek frijitleri’’ diye tanımladığı zayıfların yanı sıra isterseniz Çinlileri de taklit edebiliyorsunuz. Malum, dikkati çekecek şekilde şişman tek bir Çinli bile yoktur dünya üzerinde. Çünkü Çinliler ve diğer zayıflar öğün aralarında asla atıştırmaz, gidip gelip buzdolabından çöplenmez ve tabaklarında birkaç parça yemek artığını mutlaka bırakırlar. Bu arada birazcık zahmete katlanıp, gün boyunca tüketilen gıdaları saymak ve günde sekiz çeşit yemeği aşmamak gerekiyor. Örneğin meyve ve bir yemek kaşığı pirinç bir gıda sayılıyor. Pasta ve çikolata iki, hamburger ve pizza ise üç gıda yerine geçiyor.Böylece insan yiyip içtiklerinin kölesi değil, efendisi haline geliyor. Orgazmlar sayesinde gidip gelip çöplenmeyi bırakıyor. Protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden oluşan dengeli bir yemek kültürü oluşturuyor. Diyeti bırakıyor ve zayıf insanların yaptığı gibi canı ne çekiyorsa onu yiyor. Kimse tipini değiştiremez İNGİLİZ oburluk uzmanı Dr.Deanna Jepson'a göre kadınlar diyet yaparak tiplerini değiştirmek için boşuna uğraşıyorlar. Çünkü Marilyn Monroe, ya da Sophia Loren tipinde birinin Kate Moss gibi çiroz bir görünüme bürünmesine imkan yok. Bütün kadınların öncelikle tipini benimsemesi gerekiyor. Jepson kadınları üç tipe ayırıyor. Bunlardan birincisi Kate Moss gibi uzun ve ince olan ‘‘ektomorfik’’, yani sinirleri ve beyin kısmı gelişmiş olanlar. İkincisi Sophia Loren gibi adale ve kemikleri gelişmiş olan ‘‘mezomorfik’’ tipler. Üçüncüsü de Marilyn Monroe gibi kısa ve tombul yapılı olan yuvarlak hatlı ‘‘endomorfik’’ler. Kadınların tip değiştirme çabalarını çok tehlikeli bir girişim olarak gören Jepson, ‘‘Bütün genç kızlar Kate Moss'a benzemek istiyor ama, gelin görün ki, erkekler o tipten hiç hoşlanmıyor. Prenses Diana da mezomorfik bir tipti. Diyet yaparak ektomorfik olmak istedi. Bunun bedelini de yeme hastalığına (bulimia) tutularak ödedi’’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Hani Diana ölmeyecekti

12 Ocak 1998
Kahinlerin dediği doğru çıksaydı, Diana'nın 1997'de yaşayacağı tek trajedi, evli bir erkeğe tutulmaktan ibaret olacaktı. Amerikalı ünlü medyum Jeanne Dixon'ın geçen yılbaşındaki kehaneti böyleydi. Ya da başka bir yıldız falcısına göre Diana feci şekilde kilo alacak, yusyuvarlak bir kadın olup çıkacaktı. Ama, hiçbiri tutmadı. Diana bütün kehanetleri altüst ederek, gitti öldü. Tutmayan tek kehanet Diana'ya ilgili değil. Dixon'a göre ABD Başkanı Bill Clinton, bir yurtdışı gezisi sırasında fettan bir dişi tarafından baştan çıkarılacak ve bu kişi Başkan'a suikast girişiminde bulunacaktı. Ayrıca Saddam bir akrabası tarafından devrilecek, Castro da iktidardan düşecek ve Küba, Dominik Cumhuriyeti ile birleşecekti. ABD ve Kanada'daki yerliler de güya devlet kurmak üzere birleşeceklerdi. Aktör John Travolta, bütün mürettabatı zehirlenen bir yolcu uçağını indirmeyi başararak büyük bir kahraman olacaktı. Her yılın başında türlü kehanetlerde bulunan falcılara göre her ünlünün başına son derece sıradışı işler gelmesi gerekir ama, bunların hiçbiri doğru çıkmaz. Hepsi de inanılmaz derecede abartılıdır. Örneğin Tunuslu bir falcı bu yıl içinde Clinton, Yeltsin ve Netanyahu'nun istifa edeceklerini iddia ediyor.Amerikalı falcılar da bol bol bilimsel kehanette bulunuyorlar. Örneğin bu yıl içinde mucize bir içecek icat edilecek ve bundan içen geceyarısı joggingcileri gece karanlığında fosforlu olarak koşacaklar. Ayrıca insanları kör eden bir virüs nedeniyle kedilerin kitleler halinde itlaf edilmesi gerekecek. Siyasi analizcilerin tahminleri de pek tutmaz. Beklenen olaylar asla gerçekleşmez, beklenmeyenler ise ansızın patlak verir. Örneğin 1989 yılı başında analizcilerin büyük çoğunluğu Doğu Bloku'nda hiçbir değişim umudu bulunmadığını öne sürüyordu. Ancak aynı yılın sonunda Berlin Duvarı çökmüş ve doğuda tek bir komünist rejim bile kalmamıştı. Irak'ın Kuveyt'i işgali de aynı şekilde gerçekleşti ve hiç beklenmeyen bir savaş patlayıverdi. Şah'ın düşüşünü ve Humeyni liderliğindeki İran İslam Devrimi'ni de hiç kimse tahmin edememişti. İran'daki değişim sinyallerini farkedenlere ise deli gözüyle bakılmıştı. Alman basını yıllardır Başbakan Helmut Kohl'un gidici olduğunu yazar durur. Özellikle genel seçim yıllarının başında ‘‘Artık Kohl'ü uğurluyoruz’’ türünden gazete manşetleri, dergi kapakları çıkar ama, Kohl her badireden yakayı sıyırır. Şimdi bu yılın eylül ayında Almanya'da yine seçim var ve Kohl'ü postalamaktan umudunu kesen basın, Başbakan'ın bu seçimden de zaferle çıkacağını yazıyor. Eh bütün tahminler ters çıktığına göre, Kohl bu yıl da sürpriz yapıp, iktidardan düşebilir demektir. Yeltsin'e gelince; son yıllarda hakkında en fazla spekülasyon yapılan lider olarak bu yıl da başına kötü şeyler gelmesi gerekiyor. Aslında 1993'ten beri siyasi ya da biyolojik ölümü bekleniyor, bir hastanenin önünden geçse ajanslar ‘‘acil’’ koduyla haber geçiyor, nezle olsa enfarktüs sanılıyor ama, o yeniden ortaya çıkıveriyor. Kahinlerle analizcilerin gözdeleri Castro, Saddam ve Yeltsin doğanın kuralları gereği günün birinde elbet gidecek. Ama, muhtemelen hepsinin de gidişi büyük sürpriz olacak. Hiçbiri önceden tahmin edilemeyecek. Castro'dan sonra Küba'nın ne olacağını, Yeltsin'den sonra Rusya liderinin demokrat mı yoksa milliyetçi mi olacağını, ya da Kuzey Kone'de rejimin ne zaman çökeceğini kimse bilemeyecek.
Yazının Devamını Oku