Ayşe Özek Karasu

Nerede bu Üçüncü Yol

27 Eylül 1998
Eski bir Beyaz Saray yetkilisine soruyorlar ‘‘Nedir bu Üçüncü Yol?’’ diye. O da şu yanıtı veriyor: ‘‘Üçüncü Yol, Clinton'ın buluşudur ve seks yapıp da yapmamış gibi görünmektir.’’ Yani, merkez solu gelecek yüzyıla taşıyacak yeni felsefe ABD'de pek ciddiye alınmıyor. İngilizler ise solcu Blair'in sağcılığa bulduğu yeni bir kılıf gözüyle bakıyor Üçüncü Yol'a.Röntgenci savcıların Clinton'ı nasıl linç etmeye çalıştığını gösteren bantları izlerken New York'taki ‘‘önemli’’ buluşma tamamen gündem dışı kaldı. Clinton, İngiltere Başbakanı Blair ve İtalya Başbakanı Prodi, 21'inci Yüzyılın merkez sol politikalarını belirleyen Üçüncü Yol'u kamuoyunda tartışmaya açabilmek için New York Üniversitesi'nde bir seminer düzenlediler. Üçüncü Yol'un üçüncü semineriydi bu. Ama, liderler yeni yolun rüzgarını estirmeyi başaramadılar. Blair'in sağa kayan İşçi Partisi'ne bulduğu yaldızlı bir ambalaj gözüyle bakıldığı için İngiliz kamuoyu Üçüncü Yol felsefesini pek umursamıyor. Amerika'da ise skandal nedeniyle bir çeşit olağanüstü hal yaşandığından kimsenin yeni ideolojilerle uğraşacak vakti yok. Bu nedenle seks skandalına endeksli Üçüncü Yol esprileri yapılıyor: ‘‘Clinton Üçüncü Yol hakkında daha fazla bilgi almak için Blair'i çağırdı. Çünkü bir tek bu pozisyonu denememişti’’ gibi.Blair'in ABD ziyareti sırasında ‘‘Üçüncü Yol: Yeni Yüzyıl İçin Yeni Politikalar’’ başlıklı 20 sayfalık bir kitapçık yayınlandı İngiltere'de. Bu kitapçıktaki tanımlamaya göre Üçüncü Yol, sol ile sağ arasındaki farkı ortadan kaldırmayı amaçlamıyor; eski sol ile yeni sağ değerlerinin ötesinde bir konsept oluşturuyor. Değişen dünyada esnek bir sol ile vahşi olmayan liberal değerlerin buluşturulmasını hedefliyor. Sol hareket bir yandan, demokrasi, özgürlük, sosyal adalet ve enternasyonalizm gibi değerlerini korunurken, diğer yandan devlet kontrolü ve yüksek vergilendirme gibi ilkelerinden arınıyor, daha esnek, yaratıcı ve ilerici bir şekil alıyor. Yeni teknolojileri reddetmiyor. Neo-liberalizmin ise vahşi unsurları ayıklanıyor ve sosyal demokrasiyle yeniden uzlaşıyor. Liberallerin savunduğu, piyasa ekonomisi içindeki bireysel özgürlükler ile solun savunduğu sosyal adaletin ille de çelişmesi gerekmiyor. Bu reçete ile yemek yapılmaz Doğrusu bu reçete insana çok karışık geliyor, bu nedenle de ‘‘ilkesiz’’ olarak tanımlanıyor. Zaten İngiliz basını da Blair'e ‘‘Sen kısaca ben sağcı oldum desene’’ yaklaşımı sergiliyor. Üstelik bir ayağı çukurdaki Clinton'la dans ederek Üçüncü Yol'da ilerlemesi artık iyice zor görünüyor. İngiliz basınına göre Blair'in partner değiştirmesi gerekiyor, çünkü Thatcher-Reagan aşkına benzer bir Blair-Clinton ilişkisi yürütmek artık mümkün değil. Clinton'ın cinsel zaafı nedeniyle İngiltere'nin Atlantik aşırı romantizmi bir kenara bırakarak, Avrupa ve tek para birimiyle daha yakın ilişkiler kurmak zorunda kalacağı tahmin ediliyor. Bu arada ortalık Clinton'ın seks skandalıyla çalkalanırken, Blair'in Üçüncü Yol konsepti içinde aile değerlerini vurgulaması da ironik bir durum yaratıyor. Ailenin toplumun en önemli birimi olduğunu ve kişilerin ancak güçlü bir aile içinde gerçek bir birey olabileceğini yazan Blair şöyle diyor:‘‘Ama, artık zaman değişiyor, bazı evliliklerin ömür boyu sürmeyeceğini kabul etmek gerekiyor’’
Yazının Devamını Oku

Sandıktan armut çıkar mı

20 Eylül 1998
Kohl'ü nasıl bilirsiniz? 16 senedir başbakanlık eden, geldiği ırkın genetik yapısına uygun iri kıyım bir Alman. Yunanistan'ın ağzı bozuk Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos'a göre ‘‘cüce beyinli bir dev’’. Alman karikatüristlere göre, şişko ve aptal bir armut. (Kohl sözcüğü Almanca'da lahana anlamına geldiği halde Başbakanı armutla özdeşleştiriyorlar, çünkü armut boş kafayı sembolize ediyor)Kohl'le uzun süre yakın dostluk sürdüren Başbakan Mesut Yılmaz'a göre ise bizi Avrupa Birliği'ne aldırmayan ve Hitler'in Lebensraum hayalleri peşinde koşan adam. Yani genelde olumsuz yansımaları olan bir kişilik Alman Başbakanı. İstanbul ziyareti sırasında günübirlik takip ettiğim, Almanya'da Federal Meclis'te konuşma yaparken izlediğim Kohl ise alabildiğine şen, esprili, cüssesiyle bütünleşen matrak ruh haliyle babacan bir politikacıydı.Biz Türklerin fazla hazetmediği Kohl, önümüzdeki pazar günü siyasi hayatının en kritik dönemicine giriyor. 68 yaşındaki Kohl, nispeten genç Sosyal Demokrat Gerhard Schröder'le (54) seçim sandığında kozlarını paylaşmaya hazırlanıyor. Anketlerdeki son duruma göre Kohl puan farkını dramatik bir şekilde kapatıyor. Schröder'in partisi SPD yüzde 41; Kohl'ün CDU'su ise yüzde 38'lik desteğe sahip. Kohl sadece iki hafta içinde tam üç puanlık ilerleme kaydetti. Yani 16 yıllık liderliğine rağmen halk arasındaki kredisini yitirmiş değil. Üstelik de ülkenin en büyük sorunu olan işsizlik oranı yüzde 10'lara yükseldiği halde. Peki nedir bu başarının sırrı?İngiliz BBC2 Televizyonu'nun ünlü liderler ve Alman mizah ustalarıyla yaptığı söyleşiler, Kohl'ün kişiliğiyle ilgili şaşırtıcı ipuçları veriyor. Bir kere karikatüristler, alay ettikleri aptal armut tipinin sevimli bir figüre dönüştüğünü düşünüyorlar. Ayrıca Kohl'ün çoğu orta sınıf Alman gibi şişman olması da sempatik etki yaratıyor; gırtlağını tutamayan bu adamı, ‘‘İşte bizden biri’’ diye seviyorlar. Kohl onca alaycı saldırıya maruz kaldığı halde sürekli hoşnutluk hissi duyabilen bir insan. Internet'teki web sitesinde şu satırlar yer alıyor: ‘‘Ben kolay tatmin olurum. İnsan Almanya'da başbakan olunca süprüntü muamelesi görür, aşağılanır, alaya alınır. Bütün bunların en iyi örneği benim diye düşünüp, mutlu oluyorum.’’Çeşitli dönemlerde Kohl'le birlikte çalışan dünya liderlerine gelince; hepsi de Alman lideri son derece şakacı ve karizmatik buluyor ve ‘‘büyük adam’’ diye niteliyorlar. Siyasette kişisel dostluklara büyük önem veren ABD eski Başkanı George Bush, ‘‘Helmut'la birbirimize güveniyor, çok iyi geçiniyorduk. Birlikte müthiş eğleniyorduk’’ diyor. Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov ise şöyle bir Kohl portresi çiziyor: ‘‘ Kocaman yürekli bir adam. O bildiğiniz soğuk ve rasyonel Alman kafasına sahip değil. Duygusal bir insan. İyi içkiden anlaması da hayatı sevdiğini gösteriyor.’’İsrail eski Başbakanı Şimon Peres ise Kohl'ün battal cüssesinden hayli ürkmüş görünüyor: ‘‘Öyle devasa, öyle büyük duruyor ki, insan onun yanında kendini minyatür gibi hissediyor. Ama, tam bir can yoldaşı.’’Eski İngiliz Başbakanı John Major da dönüp dolaşıp ‘‘eğlence’’ faktörünü vurguluyor; ‘‘Görüşmelerimizde adı geçen kişilerle ilgili fıkra ve anekdotlar anlatıp dururduk. Çok eğlenirdik. Bir tek kusuru vardı, yemeklerde bana sürekli olarak domuzun idrar torbasını yedirmeye çalışırdı. Ben de kibarca reddederdim. O nesneyi iştahla yediğini gördükçe dehşete düşerdim.’’Burada Major'ın küçük bir yanılgısı var. Kohl'ün favori yemeği içi patatesle doldurulmuş domuz işkembesi; hayvanın idrar torbası değil. Hazır yeri gelmişken Kohl'den yemekle ilgili küçük bir itiraf: ‘‘Geceleri uyandığımda hükümeti değil, sadece yemek yemeyi düşünürüm...’’İktidarın anahtarı küçük partilerALMAN seçimlerinde sadece iki partinin parlamentoya giriş garantisi bulunuyor; Yüzde 5'lik ülke barajı nedeniyle, Kohl'ün Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD). Ancak her iki partinin de tek başına iktidara gelemeyeceği kesin. Bu nedenle üç küçük partinin elde edeceği seçim sonuçları koalisyonun kaderini belirleyecek. Anketlere göre Hür Demokratlar (FDP), Yeşiller ve Doğu Alman Komünist Partisi'nden türeyen Demokratik Sosyalizm Partisi'nin (PDS) oyları baraj cıvarında dolaşıyor. Yani meclisteki oy dağılımına göre ya CDU-FDP koalisyonu devam edecek, ya da SPD ile Yeşiller ortaklık kuracak. Küçük partiler meclise giremediği takdirde CDU-SPD arasında ‘‘Büyük Koalisyon’’ kurulması da söz konusu. Kohl, bu formülü kesinlikle dışlıyor, ancak partisi büyük koalisyona sıcak bakıyor.
Yazının Devamını Oku

Mehter usulü globalleşme

13 Eylül 1998
Demir Perde'nin kalkmasından sonra önlenemez bir ivmeyle yayılan Amerikan tarzı kapitalizm, piyasalarda yaşanan depremle birlikte duraklama dönemine girdi. Üstelik dünya, kriz giderici tek bir lidere bile sahip değil. Herkesin kendi kişisel krizleri ve hesapları var. Dünya ekonomisini seçilmişler değil, bürokratlar ve güç simsarları yönetiyor. BUSINESS Week'e göre globalleşme bu depreme rağmen devam edecek ama, iki adım ileri bir adım geri şeklinde. Yani globalleşmenin şu andaki seyri biraz Mehter yürüyüşünü andırıyor. Ve bu yürüyüşü birer adım ileriye götürmek için kimse parmağını kımıldatmıyor. Monica kurbanı Bill Clinton bugünlerde ekonominin adını bile anmıyor; Boris Yeltsin ekonomik çöküşün yanı sıra müthiş bir siyasi kaosla boğuşuyor. Japonya'da yeni Başbakan Keizo Obuchi bankalar krizini yönetmeyi beceremiyor; muhalefet engeli yüzünden vergi reformuna el atamıyor. Yatırımcı ise dolara kaçıyor.Alman Helmut Kohl ise 27 Eylül'deki kritik seçim için kampanya yaptığından ekonomiyle hiç ilgilenmiyor. Daha da beteri, seçmen zor zamanda nasıl olsa iktidara oy verir diye bu krizden yararlanmayı bile düşünüyor. Japon lider, İngiliz Tony Blair'i telefonla arayarak acil bir zenginler zirvesi toplanması için ricada bulunuyor ama, ABD, İngiltere ve Almanya bu talebi reddediyor. Çünkü kimsenin krizi çözecek bir reçetesi bulunmuyor. Böylece para kuruluşlarının başındaki bürokratlar idareyi ele alıyor.Örneğin ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan; Amerikan faiz oranları veya genel ekonomi politikasıyla ilgili aldığı tek bir karar piyasalarda ani reaksiyonlara yol açıyor. Ve Başkan Clinton'ın Greenspan üzerinde çok az kontrol yetkisi bulunuyor. Bir yandan doların güçlenmesi, diğer yandan piyasaların verdiği ani tepkiler nedeniyle Greenspan gün geçtikçe güçleniyor. Greenspan hemen yarın doları korumak için faiz oranlarını artırmaya kalksa, birçok ülkenin iflasa sürüklenmesi işten bile değil.GÜÇ SİMSARLARI IMF Başkanı Michel Camdessus de seçilmemiş patronlar arasında yer alıyor. Uluslararası Para Fonu durmadan reçete çiziktiriyor. Son bir yıldır Asya, Latin Amerika ve Doğu Avrupa hükümetleriyle görüşmelerde bulunan IMF, verdiği toplam 140 milyar dolarlık krediyle bu ülkelerin reform politikalarını yönlendiriyor. Ödeme güçlüğü içindeki bankaların kapatılması, rekabetin artırılması, kamu harcamalarının azaltılıp vergilerin yukarı çekilmesi için baskı yapıyor. Ancak Tayland gibi IMF buyruklarına harfi harfine uyan ülkelerde bile durum daha da kötüye gidiyor. Tasarruf önlemleri yüzünden şirketler batıyor, durgunluk yayılıyor. Güney Kore'de ekonomi giderek küçülüyor.Önümüzdeki 4 Ocak 1999 günü, yani borsaların yeni yıldaki ilk işlem gününde Avrupa da güçlü bir isimle tanışacak. Avrupa Merkez Bankası'nın başkanlığına seçilen Hollandalı Wim Duisenberg, AB'nin para birimi Euro'nun efendisi sıfatıyla işbaşı yapacak. Seçimle değil, liderlerin uzlaşmasıyla başkanlığa getirilen Duisenberg, Euro'nun dolaşıma çıkacağı 4 Ocak'tan itibaren Avrupa ekonomisinin en yetkili ve etkili şahsiyeti olacak. Dünya bu güne kadar hiçbir zaman yeryüzü coğrafyasına bu denli yayılmış bir depresyon yaşamadı. Amerikalı ekonomistler finansman krizinin daha da beter aşamalara geleceği kehanetinde bulunuyor. Hatta dünyanın 21'inci Yüzyıla girerken, Avrupa ve Amerika'yı da içine alan görülmemiş bir durgunluk dönemiyle tanışacağı söyleniyor.‘‘Dünyanın acele tarafından iyi bir habere ihtiyacı var, hem de çabuk’’ diye yakarıyordu geçenlerde Wall Street Journal, Bu şartlar altında o iyi haber biraz gecikecek galiba...
Yazının Devamını Oku

Tatlı ilaçla tatlı hayat

6 Eylül 1998
Ben bu kanserle AIDS'e gelecekte çare bulunacağına kesinlikle inanmıyorum. Hastalıklar aşırı belalı olduğundan değil, ilaç şirketlerine güvenmediğimden...Dünya çapındaki dev firmalar, ‘‘life-style drug’’ denilen, yani yaşam kalitesini artıran ilaçlar sayesinde kasalarını öyle bir dolduruyor ki, gerçek hastalıklarla ilgilenmeleri için tek bir neden kalıyor; insaniyet namına araştırma yapmak. Özellikle Amerikan farmakoloji sektöründe geleceğin rekabeti hayat kurtaran ilaçlarda değil, büyük kar getirdiği için ‘‘blockbuster’’ diye anılan tatlı hayat ilaçlarında düğümleniyor. Bugünkü kâr tabloları, geleceğin trendini şimdiden gösteriyor. Tabii ki bu trend sadece Amerika'yı ilgilendirmiyor; çünkü ilaçlar çok kısa sürede yasal veya illegal olarak bütün dünyaya yayılıyor. KELLERE PROPECİAKellik, iktidarsızlık, can sıkıntısı, yüz kırışığı, şişmanlık dertlerine birebir ilaçlar piyasaya bombardıman halinde çıkıyor ve Amerikalılar bu ilaçları rekor düzeyde yutuyor. Keller Propecia, mutsuzlar Prozac, iktidarsızlar Viagra, yüzü kırışanlar Retin-A, şişmanlar Xenical alıyor. Ya da kel, mutsuz, iktidarsız, kırışık, şişman biri bunların hepsini birden yutuyor. Büyük çoğunluğu aşırı tüketimden kaynaklanan dertler, bu sefer de bol bol ilaç tüketimiyle giderilmeye çalışılıyor.ABD'de bu yılın ilk üç ayında en çok satan ilaçlar listesine baktığınızda ilk on sırada bir tane bile tedavi edici nitelikte ilaca rastlayamıyorsunuz. Örneğin ülkenin en büyük ilaç şirketi Merck'in ürettiği kolesterolü düşürmeye yarayan Zocor, bu yılki 1.4 milyar dolarlık satışıyla üçüncü sırada yer alıyor. Oysa ki, kolesterolden kurtulmak için gırtlağı tutmak yeterli ama, bu ilaç sayesinde Amerikalılar Big Mac'ten vazgeçme zahmetinden kurtuluyor. Ve Merck'in bu yılki kâr oranında yüzde 15-18'lik artış bekleniyor. En büyük voliyi vuran şirketin ise Pfizer olması bekleniyor. Artık herkesin bildiği gibi Viagra, bütün zamanların en hızlı satan ilacı. Mart ayında piyasaya çıktığından ilk üç aylık dönemin listesinde yer almayan Viagra için 2 milyon reçete yazıldığı biliniyor. SİŞMANLARA XENICALVe şimdi de Xenical ve Reductil (Avrupa'daki adıyla Meridia) furyası başlıyor. Bu ilaçların da kellik ve iktidarsızlık gibi büyük ayıp örtücü niteliği bulunuyor. Xenical alınan yağların depolanmadan vücuttan atılmasını sağlayarak, Reductil ise beynin salgıladığı serotonin hormonunu yönlendirip kısa sürede doygunluk hissi yaratarak şişmanlamayı önlüyor. Ancak hekimler bu ilaçların kesilmesiyle birlikte kiloların eski yerine döndüğünü ve diyet uygulanmadığı takdirde ilaçların hiçbir işe yaramayacağını belirtiyorlar.Xenical'i geliştirmek için 490 milyon dolar harcayan Hoffmann-LaRoche bu ilaç sayesinde dünya çapında 600 milyon dolarlık ciro bekliyor. Bu arada ilacın geçen temmuz sonunda AB ülkelerinde piyasaya çıkmasıyla birlikte şirketin hisse senedi fiyatları birden fırlıyor. Toplumsal değerlerdeki değişim, şişmanlığı inanılmaz bir ayıp konumuna getirmiş bulunuyor. İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre çocuklar şişmanları, tekerlekli sandalye ve protez ele mahkum insanlardan daha özürlü sayıyor. Amerikalı öğrenciler ise şişman bir kadınla evlenmektense, akıl hastası, kokain bağımlısı ve görme özürlü bir kadını yeğ tutacaklarını söylüyorlar. Almanya'daki bir araştırmaya göre de kadınların yüzde 20'si, ‘‘Eğer doğuracağım çocukta kilo alma eğilimi tespit edilirse, derhal kürtaj yaptırırım’’ diyor. Ama şişmanlığın ayıptan öte çok daha feci sonuçları da var. Bugüne kadar estetik bir sorun kabul edilen şişmanlık birçok uzman tarafından ‘‘Adipositas’’, yani kısmen genetik bir hastalık olarak değerlendiriliyor. Şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve kalp krizi ölümleriyle sonuçlanabiliyor. Bugün sadece Amerika'da bir yıl içinde 300 bin insan aşırı yağlanmadan ölüyor.Ve Dünya Sağlık Örgütü Adipositas'ı bu yıl içinde aldığı bir kararla artık global salgın olarak değerlendiriyor.
Yazının Devamını Oku