Tombulluğa karşı verilen savaşın felsefesi değişiyor ve şöyle oluyor; kendinizi tutkuyla çikolatanın kollarına terkediyor, orgazm olana kadar yiyor ve asla pişmanlık duymuyorsunuz. Çünkü onu seviyorsunuz. İçinizde uyanan şehvetin akışına kapılıp, zevkin doruklarında eriyorsunuz. O karşı konulmaz yemek libidosu yüzünden beslenebilecek utanç ve pişmanlık benzeri her türlü nahoş duyguyu cehennemin dibine gönderiyorsunuz. Hayır! Birkaç dakika süren bu zevk biçare bir şişmanın hayatından trajik bir kesit değil. Gelecek bin yılın diyet felsefesi böyle. Diyet bunun neresinde diye düşünüyorsanız, cevabı İngiliz oburluk uzmanı Dr.Deanne Jepson'un yazdığı kitapta. Geçenlerde piyasaya çıkan kitabın adı ‘‘Orgazm Olana Kadar Yiyin Ama Zayıflayın’’. Sinsice planlanmış her türlü kalori hesabını 20'inci yüzyılın karanlık sayfalarına gömen yeni bir felsefe sunuyor Jepson. Öncelikle yemek aşkıyla cinsellik dürtüsü arasında hiçbir fark olmadığını savunuyor. ‘‘İnsanın içine yemek ateşi düştü mü, doruğa çıkmadan duramaz. Yemek onun aşığıdır. Eğer tatmin olmazsa, kendine yeni bir sevgili arar. Onunla doyuma ulaşınca bu kez de pişmanlık duyar. Yemeğe tutkuyla bağlı olanlar, aynı zamanda seks tutkunudur. İyi bir yemek ve seks dünyanın en büyük zevkleridir’’ diye yazıyor.İşte bu nedenle, diyet arası kaçamaklar ve pişmanlıklarla dolu bir yaşam yerine haftada en az bir kez mükemmel bir orgazm öneriyor Jepson. Kendinden geçercesine yemek serbest. Böylelikle iflah olmaz bir obur olarak hem ruhunuzu, hem de bedeninizi tatmin ediyorsunuz. Jepson'un yöntemi son derece mantıklı görünüyor. Çünkü, insanı sevdiği yemeklerden koparıp, asla hazetmediği ıvır zıvırla kıvrandıran ‘‘yiyerek zayıflayın’’ içerikli diğer reçetelere benzemiyor. Oburların, tutkulu bir aşkla bağlandığı yiyeceklerle dengeli bir yemek kültürü oluşturmasını içeriyor. Önce verdiği testlerle ne tür bir yemek libidosuna sahip olduğunuzu ölçüyor. Sonra sevilen yemekleri ritme bağlıyor.Jepson şişmanlığın metabolizma, hormonlar ve genlerden değil, düpedüz aşırı yemekten kaynaklandığını, ayrıca diyetin hiçbir işe yaramadığını söylüyor - ki bunun doğru olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü uslanmaz oburların yüzde 95'inin belirli bir süre diyet yaptıktan sonra, aynı kiloları çok daha hızlı biçimde aldığı artık kanıtlanmış durumda. Şişmanların iradesiz olduğu iddiasını da reddediyor Jepson; ‘‘Tam tersine son derece iradeli oluyorlar, ancak diyet süresince kendilerini öyle helak ediyor, öyle acıkıyorlar ki, diyet bittikten sonra iştahlarını kontrol altına alamıyorlar. Zayıflar ise sevdikleriyle tatmin olup, sonraki öğünlerde daha az yiyerek bedel ödedikleri için zayıf kalıyorlar’’ diyor. Orgazmdan sonra sıra geliyor zayıfları taklit etmeye; ya da Jepson'un deyişiyle o ‘‘Büyük Tıkınma’’nın tazminatını ödemeye. Jepson'un ‘‘yemek frijitleri’’ diye tanımladığı zayıfların yanı sıra isterseniz Çinlileri de taklit edebiliyorsunuz. Malum, dikkati çekecek şekilde şişman tek bir Çinli bile yoktur dünya üzerinde. Çünkü Çinliler ve diğer zayıflar öğün aralarında asla atıştırmaz, gidip gelip buzdolabından çöplenmez ve tabaklarında birkaç parça yemek artığını mutlaka bırakırlar. Bu arada birazcık zahmete katlanıp, gün boyunca tüketilen gıdaları saymak ve günde sekiz çeşit yemeği aşmamak gerekiyor. Örneğin meyve ve bir yemek kaşığı pirinç bir gıda sayılıyor. Pasta ve çikolata iki, hamburger ve pizza ise üç gıda yerine geçiyor.Böylece insan yiyip içtiklerinin kölesi değil, efendisi haline geliyor. Orgazmlar sayesinde gidip gelip çöplenmeyi bırakıyor. Protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden oluşan dengeli bir yemek kültürü oluşturuyor. Diyeti bırakıyor ve zayıf insanların yaptığı gibi canı ne çekiyorsa onu yiyor. Kimse tipini değiştiremez İNGİLİZ oburluk uzmanı Dr.Deanna Jepson'a göre kadınlar diyet yaparak tiplerini değiştirmek için boşuna uğraşıyorlar. Çünkü Marilyn Monroe, ya da Sophia Loren tipinde birinin Kate Moss gibi çiroz bir görünüme bürünmesine imkan yok. Bütün kadınların öncelikle tipini benimsemesi gerekiyor. Jepson kadınları üç tipe ayırıyor. Bunlardan birincisi Kate Moss gibi uzun ve ince olan ‘‘ektomorfik’’, yani sinirleri ve beyin kısmı gelişmiş olanlar. İkincisi Sophia Loren gibi adale ve kemikleri gelişmiş olan ‘‘mezomorfik’’ tipler. Üçüncüsü de Marilyn Monroe gibi kısa ve tombul yapılı olan yuvarlak hatlı ‘‘endomorfik’’ler. Kadınların tip değiştirme çabalarını çok tehlikeli bir girişim olarak gören Jepson, ‘‘Bütün genç kızlar Kate Moss'a benzemek istiyor ama, gelin görün ki, erkekler o tipten hiç hoşlanmıyor. Prenses Diana da mezomorfik bir tipti. Diyet yaparak ektomorfik olmak istedi. Bunun bedelini de yeme hastalığına (bulimia) tutularak ödedi’’ diyor.