Ben, bütün gelecek umutları sönmüş genç bir kadınla konuştum. 24 yaşında. Bütün hayali polis olmak. Üstelik Polis Akademisi’nde başarılı bir öğrenci. Küt diye kapının önüne konuluveriliyor...
Sen bizden değilsin deniliyor.
Çıkar o üniformayı, yakışmıyor deniliyor. Neden? Rahmi yok diye! Bakın, G.K. başına gelenleri nasıl anlatıyor...
Seni tanıyabilir miyiz?
- Adım G.K. Ankaralıyım. 24 yaşındayım. Memur bir ailenin kızıyım. Hayatım boyunca polis olmak istedim. Polis Akademisi’ne girdim. Çok da iyi öğrenciydim. Mezun olmak üzereyken beni attılar! Bunları hak etmedim. Onurum zedelendi. Ayrıca yapılan şey insan haklarına da aykırı. Dava açtım ama kaybettim. Olsun, pes etmeyeceğim...
Bir dakika... Başına gelen nedir?
- Doğuştan rahmim ve vajinamın üçte ikisi yok. İşte bu yüzden beni Polis Akademisi’nden attılar!
İyi de ne alaka? Rahmin ve vajinanla, Polis Akademisi’nin alakası ne? Ben bir bağlantı kuramıyorum...
Okçuluğa nasıl başladın?
- Tamamen tesadüf eseri! Bu sporun varlığından haberim bile yoktu. Okçulukla ilgilenen birkaç arkadaşım vardı, ben de izlemek için yanlarına gittim. ‘Sen de denesene, birlikte başlayalım!’ dediler, ‘İşim olmaz!’ dediysem de birden kendimi yay çekerken buldum....
Arkadaşların zoruyla başladığın bu spora, nasıl bu kadar tutkuyla nasıl bağlandın?
- İlk okumu attığım an, kendimi çok farklı hissettim. Nasıl desem, özgür his. ‘İşte bu!’ dedim. Sanki hayatım bir yapbozdu ve okçuluk, o eksik parçaydı. İnsanlar bana ‘Yapamazsın!’ dedikçe, ben daha büyük bir tutkuyla bağlandım.
2011’de Muğla’da başlıyorsun. 6 sene sonra nasıl dünya ikincisi oluyorsun?
- (Gülüyor) Cevabı basit: Azim, hırs ve çok çalışmak. Milli Takım’a girmeden önceki yaz, sabah evden çıkıyordum, akşama kadar antrenman yapıyordum. Ne kadar çalışılabilirse, o kadar çalışıyordum. Evde de işin mental kısmıyla ilgileniyordum. Ailem delirdiğimi düşündü! Bu kadar çok sevmek birtakım fedakârlıkları da beraberinde getirdi tabii. Ben ‘Bu sporu bırak!’ diyen babama karşı çıktım. Gelecek hayallerimi değiştirdim. Arkadaşlarım gezerken ben hep antrenman yaptım. İyi ki de yapmışım.
Ne zaman iyi okçu oldun?
- Atış çizgisine geçtiğimde kafamın içinde konuşan o çılgın sesleri susturduğum gün iyi okçu oldum. Ok atarken bir şeyler düşünmek garip bir şekilde okun gideceği yeri değiştiriyor. Bazen yine konuşuyor o sesler. Mesela ne zaman ‘9 puan atsam yeter!’ diye düşünsem, 8 puan atıyorum. Böyle de garip yönleri var.
Katman katman bir kadın.
Tatlı, komik ve alçakgönüllü.
Kendisiyle sonuna kadar dalga geçebilen...
Kahkahası metrelerce öteden duyulan efsane hoca, Oya Başak.
Boğaziçi Üniversitesi’nin simge profesörlerinden.
Hayranlık duyduğum kadınlardan biri.
Çünkü gerçekten sıradışı.
O kadar çok genç onun sağladığı destekler ve burslar sayesinde okudu ki...
Üniversite öğrencisiyken, çiftçilerin bilgiye erişiminin zorluğunu fark ediyor, Türkiye’nin ilk tarımsal iletişim ve e-ticaret sitesini kuruyor.
Çiftçilerin bilgi alabilecekleri ve ürünlerini satabilecekleri bir web sayfası bu...
Sonra başka ihtiyaçlarını da fark ediyor. Çiftçiye uygun kredi kartı, SMS ile bilgilendirme...
Bilgiye ve teknolojik araçlara erişimi kolaylaştıran projeler gerçekleştiriyor.
Evet, doğru tahmin ettiniz, hepsi alanında ilk kez uygulanıyor. Haliyle Türkiye’de ve dünyada birçok ödüle layık görülüyor.
Ödüllerin hepsini yazsam bu köşe dolar!
Hadi bazılarını yazayım...
2012 Anita Borg Dünya Sosyal Etki Ödülü, 2013’de JCI Dünyanın En Başarılı 10 Genç Girişimcisi Ödülü, 2013 KAGİDER Yılın Kadın Girişimcisi Ödülü, yine aynı yıl ‘Barış için iş’ dalında NOBEL adaylığı...
Vakıftaki herkes, gönüllü destek veriyor.
Hepsi de şahane tipler, güzel insanlar.
Kitap okumanın insana nasıl bir değer katacağını ve bundan yola çıkararak, insanlığa nasıl bir yarar sağlayacağını bilen insanlar.
Kitap okumayı herkese sevdirmek ve yaygınlaştırmak en büyük amaçları.
Kitapların, cezaevindeki tutuklulara da iyi geleceğini, kendilerini geliştirebileceklerini düşünüyorlar... Haksızlar mı?
Sloganları da: “Benden sana bir nefes.”
“Her kitap, yeni bir pencere açar. Cezaevindekilere bir nefes de sen ver!” diyorlar.
Türkiye’deki 9 kadın cezaevindeki tutuklular kitap okusun diye Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’yle “Herkese Kitap Vakfı” iş birliği yaptı ve vakıf, cezaevlerine 36 bin kitap bağışladı.
Annesi tarafından satılan kıza siz nasıl ulaştınız?
- Size de anlattığı gibi, defalarca karakola başvuruyor. Bir sonuç alamayınca, tavsiye üzerine, baronun kadın hakları merkezine ulaşıyor. Yardım istiyor. Oradaki arkadaşlar da benim ensest ve çocuk tacizinde birlikte çalıştığım arkadaş. Hemen haberdar ettiler...
Atladınız, o ilçeye mi gittiniz?
- Evet. Kızla ve teyzesiyle tanıştım. Bütün hikâyeyi dinledim. Belgeleri inceledim. Sonra ikinci kez buluştuk. Geçmişe dair araştırmaları da yaptık...
Hikâyeyi dinlediğinizde nasıl bir şok yaşadınız?
- İnsanın kendi annesi tarafından satılması korkunç bir şey tabii. Ama 27 yıl kadın hareketinde çalışınca, o kadar çok şeye tanık oluyorsunuz ki, bu da o sapıklıklardan biri. Bir aylık bebekle ensest ilişki kuran ebeveynlere bile denk geldik. Kendi kızını pazarlayan anne, tabii ki öfkemizi ve üzüntümüzü bir kat daha yukarı çıkardı. O anneye duyduğumuz öfke kadar, devletin önlem alamamasına da öfke duyuyoruz. Bir çocuk düşünün ki, sığınmak için gittiği yerden darbe alıyor. Karakola gidiyor, onu yurda yerleştiriyorlar. Baba, “Vasisi benim!” diye çıkarıyor ve tekrar o fuhuş batağına götürüyor. Kendisini fuhuşa sürükleyenlere, satanlara, aracılara, dava açıyor, isim veriyor, her şeyi ayrıntılarıyla anlatıyor... Ama 8 aydır tık yok! Devletten umudu kestiği anda da, sivil topluma yöneliyor. Fakat bu süreçte, Aile Bakanlığı müsteşarının da çok desteği oldu. Şu an görevde değil ama sağ olsun Ebubekir Bey’le yol haritamızı birlikte çizdik.
NEREDE KALDI KUTSAL AİLE?
Siz bu durumu nasıl izah ediyorsunuz?
Bir insan evladının, asla karşı karşıya kalmaması gereken bir durum.
Öz annesi tarafından fuhuşa teşvik ediliyor.
Bitmedi! Satılıyor! Defalarca.
Bu anne-baba, daha büyük bir fuhuş çetesine bağlı çalışıyor.
Ve kendi evlatlarını kurban vermekte bir sakınca görmüyorlar, aynı şekilde kız kardeşlerini de... Kız kardeş yani teyze kaçmayı başarıyor ama küçük kız ne zaman kaçsa, bir şekilde eve iade ediliyor. Çünkü bu ülkede yasalarda boşluklar var.
Anneden kaçıp polise sığındığında, yurda verildiğinde, baba gidip çıkarabiliyor.
Kolluk kuvvetleri, “Annesidir, babasıdır!” deyip kızın şikâyetlerini ciddiye almıyor.
Sonunda kız ne yapıp edip teyzesinin yanına kaçmayı başarıyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun desteğiyle, bakanlıktan yardım alınıyor, bu iki kadının kimlikleri, adresleri karartılıyor, başka bir şehre götürülüyor... Fakat sonuçta, bu iki kadını korumaya çalışan devlet öyle bir hata yapıyor ki, adreslerini, yaşadıkları şehri, yeni isimlerini, anneye ve onların bağlı olduğu çeteye iletiyor... Şimdi onlar bu çetenin tehdidi altında ne yapacaklarını bilemez halde bekliyor.
Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın eski başkanıydı, ama çok ön plana çıkıyor, hatta ismi Eğitim Gönüllüleri’nin önüne geçiyor diye uzaklaştırıldı, o da gitti, bundan seneler önce Toplum Gönüllüleri Vakfı’nı kurdu. Gençlerle birlikte...
Şu anda Türkiye’nin en büyük gençlik örgütü.
Üniversiteli gençler Türkiye’nin her yerinde müthiş sosyal projelere imza atıyorlar.
Kuruluşunu üstlendiği ve yönetiminde yer aldığı daha pek çok sivil toplum örgütü var.
Bu topluma, 55 yaş ve üstü erkeklerin el koyduğunu söylüyor İbrahim Betil.
“O yüzden de bu toplum bir türlü gelişemiyor!” diyor. O ise gençlere ve kadınlara inanıyor. Şahane biri yani. Bir süredir Türkiye sınırlarının da dışına çıktılar; Gambia ve Senegal’de, Sen de Gel Derneği’yle harika şeyler yapıyorlar. Şimdi sizi güzel bir kalple baş başa bırakıyorum.
Siz bir efsanesiniz! Bir sivil toplum gurususunuz. Gençlerin büyüyünce olmak istediği insansınız...
- Ne güzel iltifatlar bunlar, mahcup oldum, teşekkür ederim.