Nasıl gidiyor çalışmalar? İstanbul için hazır mısınız? Sokak sokak dolaşıyorsunuz, herkesle konuşuyorsunuz...
Aynen öyle yapıyorum. İnsanlarla buluşmadığım günler, benim için verimsiz günler. Çünkü ben sahada olunca kendimi rahat hissediyorum.
Bu seçimi alacak mısınız?
Kendime çok güveniyorum. Hislerime de güveniyorum. Şu andaki hissiyatım, alacağım yönünde. Heyecan var ama tedirginlik yok. Aksine bir rahatlık var. O rahatlığı bana veren de sahada aldığım elektrik.
Rakibinizin Binali Yıldırım olması, eski başbakan ve eski meclis başkanı olması gözünüzü korkutuyor mu?
Böyle bir göreve talipken rakibe göre pozisyon almak benim karakterimde asla yoktur.
Seçimi kazanma konusunda güvendiğiniz en önemli unsur ne?
Kişiliğim. İş yapma becerim. Çalışkanlığım. Bu şehre duyduğum tutku. Duyarlılığım. İnsanlarla diyalog kurma ve onlarla ortak iş üretme konusunda da meziyeti yüksek bir insanım.
Her daim genç, her daim yaşsız.
15 yaşında ‘Dünya Dönüyor’ ile hayatımıza felsefeyle girmişti.
Şimdi 45 sene sonra, yeni single’ı ‘Tik Tak’ ile yine felsefe yapıyor.
Şehrazat imzalı çok güzel bir şarkıyla karşımızda, seveceğinize eminim.
Bir yerlerde Nihat Odabaşı’nın çektiği klibe denk gelebilirsiniz, o da çok güzel. Hayatın çok iyi bir döneminde Nilüfer. Huzurlu ve mutlu, iki kadın güle oynaya sohbet ettik. Ayşe Nazlı 19 olmuş, Nilüfer sık sık ona ziyarete gidiyor, İngiltere’de okuyor. Tam 12 kediyle birlikte yaşıyor. Hepsi de Nilüfer’in çocuğu...
Bomba gibi bir single geliyor... ‘Tik Tak’... Nereden çıktı bu?
CUMA günleri hep yaratıcı kadınları yazıyorum. Bugün yaratıcı bir adamla karşınızdayım: Fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut.
Biz onu hep sıradışı fotoğraflarıyla tanıdık. Cesur, içinden geldiği gibi yaşayan, kendi deyimiyle “akışta olan” biri. Bu sefer ilginç bulduğum bir sergiye imza attı. Bir Türkiye hikâyesi aslında. Bu ülkeye damga vurmuş isimlerin, sanatçıların onlarla özdeşleşen “parça”larla kolajını yapmış. Ben çok sevdim, sizinle paylaşmak istedim. Sergi 13 Mart’a kadar Arnavutköy’deki Galeri Kambur’da olacak. İlgilenenler gezebilir...
- Yepyeni ve heyecan verici bir projeyle karşımızdasın. Nereden çıktı bu?
Ben farklı işlere imza atmayı seven biriyim, bu konsept beni heyecanlandırdı. Gece gündüz çalıştım, ortaya bu eserler çıktı. Ben de sergilemeye karar verdim. Bir benzeri yok dünyada. En azından ben örneğine rastlamadım. Sadece kendimi aşmadım yani, fotoğraf sanatını da bir noktaya taşıdım. Türkiye’ye damga vurmuş isimlerin onlarla özdeşleşen “parçalar”la kolajını yaptım. Her birinin kompozisyonu için günlerce düşündüm. Ama değdi, sonunda feci içime sinen işler çıktı!
- Nasıl bir duygu geçsin istiyorsun insanlara?
Bu coğrafyada yaşayan herkesin bildiği, tanıdığı belki sevdiği, sevmese de mutlaka başarısı dolayısıyla saygı duyduğu sanatçıların eserleri var sergide. Onların kendilerine has özelliklerini, o isimleri özel kılan “parçalar”la sundum. Ama duygu konusu tamamen izleyicinin bakış açısına kalmış. Ona ben karışamam. Ben yaptığım işler hep bir duygu uyandırsın isterim. O duygu nefret dahi olabilir. Ne çıkar? Nefret de bir duygu! Yeter ki kayıtsız kalınmasın...
Bugün de sizi Şule Çet’in babası İsmail Çet’in derin acısıyla baş başa bırakıyorum.
Bu davanın takipçisi olacağız. İkinci duruşma 15 Mayıs’ta, adaletin yerini bulması dileğiyle...
- İsmail Amca... Başına gelenler bir anne-babanın yaşayabileceği en kötü şey. Ne denir, nasıl denir bilmiyorum. Başın sağ olsun. Hepimiz acını paylaşıyoruz. Bil ki herkes Şule’nin katillerinin hak ettikleri cezayı alması için uğraşıyor...
Allah razı olsun kızım.
- Sana sormak istiyorum, neler hissediyorsun?
Çok acılıyım. Duygularını da gösterebilen biri değilim. Öyle büyük bir acı ki dondum sanki. Taş gibi kaldım. Önceleri geri gelir sanıyordum, hani Ankara’da üniversitede okuyordu ya, okul kapanacak Şule geri gelecek. Belki birlikte memlekete Giresun’a gideceğiz. Hep yaptığımız gibi. Ama 7 ay geçti. Artık gelmeyecek. Onu bir daha hiç göremeyeceğim. İnsanın evladının öldürülmesi çok korkunç bir şey. Allah kimseye böyle bir acı vermesin. Düşmanıma bile...
- Ne desen haklısın... Geçen hafta mahkemede neler yaşandı?
Çok üzüldüm. Katil taraf, intihar süsü vermek istiyor olaya. “Senin kızını biz öldürdük!” demiyorlar. Yok atlamış, yok bilmem ne! Neden atlasın? Sağlıklı çocuk. Hem intihar etmeye niyetli olsa orda mı eder? Zaten mahkemede de iki sanık birbirine düştü.
Yani Şule Çet’e tecavüz ediliyor, sonra boğazı sıkılıyor, öldürülüyor. Zaten tüy gibi küçücük bir kız, sonra da pencereden aşağı atılıyor...
Aynen öyle. Ama öldürme aşamasında Berk olmayabilir. Bilemiyoruz şu anda. Bir sonraki duruşmada daha da dökülmeler başlayacak, o zaman gerçek açığa çıkabilir. Cinsel saldırı noktasında ikisi de işin içindeler. Sonra öldürme olayı gerçekleşiyor...
Tabii tüm bunları aileye anlatmak çok acı ve zor...
Evet. Ben babaya daha Şule’nin otopsi resimlerini veya olay yeri resimlerini gösteremedim. Kızının nasıl öldüğünü, nasıl düştüğünü bilmiyor. Avukatın bilgi verme yükümlülüğü var ama doğru kelimeleri bulmak, seçmek çok zor...
Böylesine korkunç ve vahşi bir cinayette “Efendim bakire değildi!” denmesini o kadar çaresiz ve acımasız buluyorum ki... Bütün ülke olarak isyan etmeliyiz...
Zaten konuşacak başka bir şey bulamayınca bu noktaya getirdiler. “Oraya geldiyse, alkol aldıysa rıza var... Rıza varsa cinsel saldırı yok!”. İlk önce “Hayır yapmadı, tecavüz-mecavüz yok” noktasındalardı. Sonrasında da böyle bir savunmayla, “Tamam, olduysa bile rıza vardı”ya getirecekler. Ki bu sadece sanıkların veya müdafilerin savunmaları değil ki. Uzman mütalaa raporu diye, Mehmet Nuri Aydın isimli birinden rapor alıp dosyaya soktular. O raporu da okumuşsunuzdur. O raporda ifadeler bir doktorun dilinden döküldü...
Bu konuda ne diyeceksiniz?
Mahkemede sanıklar birbirlerine düştü, değil mi?
Evet. Berk, Çağatay hakkında itiraflarda bulundu. Şule düştükten ya da atıldıktan sonra Çağatay’ın odaya geldiğini, sonra odadan çıkıp mutfağa gittiğini, bardakları yıkadığını, içki şişelerini topladığını, kısacası “bir düzeltme faaliyeti içine girdiğini” itiraf etti.
Delilleri karartıyor yani...
Elbette. Tüm bunlar Şule düştükten ya da atıldıktan sonra, yani 03.50’den sonra gerçekleşiyor. Zaten 03.50 ile 04.08 arasında bu iki adam ofisten çıkmıyorlar.
Kız aşağıda yatıyor, onlar yukarıda...
Evet. Tam 18 dakika olay yerini düzeltme çabası içerisine giriyorlar. Berk’in itirafıyla birlikte bu ortaya çıktı. Bunun üzerine sanık Çağatay Aksu’nun müdafisinin söyleyeceği hiçbir şey kalmadı. Duruşmanın sonuna kadar susmak zorunda kaldı.
İkisinin avukatı aynı değil, değil mi?
Hayır. Berk’in 3 avukatı var, Çağatay’ın 2 avukatı...
İnegöllüsün... İnegöl deyince aklına gelen ilk şey ne?
- Köfteeeee! Valla da öyle, billa da öyle. Nefistir bizim İnegöl’ün köftesi. Bak, canım istedi...
Nasıl bir çocukluk seninki...
- Çok şanslıydım ki İnegöl gibi küçücük bir yerde büyüdüm. Herkes birbirini tanır. Sakin, güvenli, huzurlu bir yerdir. 18 yaşına kadar orada yaşadım. En yakın arkadaşlarım kardeşlerimdi. Hep bir sürü hayvanımız oldu. Teknoloji falan da pek yoktu. Çok mutluyduk.
Üç kardeşsiniz ve mutlu bir ailesiniz... Sırrı ne?
- Kesinlikle annem ve babam! Bizi, biz yapan onlar. Hayatımız boyunca bize yol gösteren de onlar...
Onlar çok mu âşıkmış...
- Hem de nasıl. Hâlâ öyleler. El ele geziyorlar her yerde. Babamın, anneme sesini yükselttiğini hiç duymadım. Ya da annemin ona... Çok özen gösterirler birbirlerine. Aralarındaki sevgiyi hep hissedersiniz. Elle tutulabilecek kadar somuttur. E şimdi böyle bir ailede büyüyünce sevgi, sizin için hayattaki en önemli şey oluyor. Annem, babam da bu arada çok genç insanlar, arkadaş gibi büyüdük. Küçüklüğümüzden beri her şeyimizi bilirler, anlatmadığımız hiçbir şey yok. Ve sağ olsunlar açık görüşlü insanlar...
Yürünmeyen yollarda yürüyen kadın girişimcileri yazdığım gün. Pelin Rua da onlardan biri. En çok bu hikâyeleri seviyorum, kendi yaşadıklarından, kendi ihtiyaçlarından yola çıkarak bir şeyi üreten kadınlar. Pelin Rua, uykusuz çocuklarına çare ararken, “ağırlıklı battaniye”yi keşfediyor.
İçerisindeki dengeli ağırlıklar sayesinde kucaklanma hissi yaratarak oksitosin hormonu salgılanmasına destek olan bir battaniye. Kortizolü düşürüyor, sakinleştiriyor; derin uyku, serotonin ve melatonin üretimini destekliyor.
Şimdi bu battaniyeler Rua tarafından Türkiye’de de üretilmeye başlandı.
Sizi 2018’in sonunda Hepsiburada Kadın Girişimci Programı’yla Capital ve Ekonomist Dergisi Perakende İnovasyon Ödülleri’nde ‘Girişimci Kadınlar E-ticaret’ kategorisinde ödül alan Pelin Rua’yla baş başa bırakıyorum.
- Sizi tanıyalım...
Ben Pelin. Girişimci bir aileden geliyorum. Ben de girişimci oldum sonunda. Armut dibine düşüyor...
- Eğitim?
İzmir Saint Joseph mezunuyum. Ardından Marmara Üniversitesi’nde İletişim Reklam ve Halkla İlişkiler okudum. Kendimi bildim bileli çalıştım. Üremekten, çalışmaktan hep çok zevk aldım. İmalattan ihracata birçok farklı sektörlere hizmet verdim. Bir süre İzmir’deki aile şirketimizde çalıştıktan sonra âşık oldum. İstanbul’a taşındım, evlendim. Veeeee kafe restoran işletmeye başladım.