YAŞADIĞIMIZ HER ŞEY GERÇEKTİ AMA AŞK BİTTİ!
Kızma ama sizin yaşadığınız şeyi nesi gerçek, üç gün sonra ikiniz de sevgili yaptınız… Artık hayat hızlı diye, aşklar da mı hızlı…
-Bizim yaşadığımız her şey gerçekti. Ben hayatımda hiç yalan bir şey yaşamadım. Evet büyük aşk vardı ama sonra aşk bitti, yok oldu, gitti… “Ayrılmak isteyen Acun’du” diye bir şey de yok, karşılıklı bir şeydi…
MELİSA, TÜRKİYE’DE OKUYACAK
Healthyish’de buluştuk.
O ne ya! Bebek’teki kafenin önünde öbek öbek insan. Ben, önce bir olay var zannettim, kalabalığa anlam veremedim. Sonradan anladım ki, hepsi kafeye girmeye çalışıyor. Şaka gibi. Benim gittiğim güne özel miydi bilmiyorum ama resmen izdiham vardı, bazıları girip yer varsa oturuyor, bazıları meraktan şöyle bir dolaşıp, yer olmadığı için çıkıyor. Her telen çalan bir müşteri profili. Arap turistler de vardı, 15 tatil için Türkiye’nin her yerinden gelen yerli turistler de. Anneler, babalar, lise öğrencileri, spor yapıp gelenler, kitap okumak için gelenler, story çekenler, bloggerlar, influence’lar, vay anam vay, İstanbul’da görülecek cazibe merkezlerinden biri olmuş.
“Ben de oradaydım” diye sosyal medyada paylaşılacak bir yer olmuş, Şeyma da, Nusret gibi bir şey olmuş! Herkes ama herkes onunla selfie çektirmek istiyor. Hatta, sıraya giriyor. O da, Allah için, kimseyi kırmıyor.
Uzuuuun bi röportaj oldu. Ancak bir bölümü gazeteye sığabildi, tamamı burada…
Hızına yetişmek mümkün değil Şeyma! En son konuştuğumuzda Acun sana çok aşıktı! Öyle demiştin. Sonra küt diye boşandınız… Neler oldu? Bu noktaya nasıl gelindi?
-Hayat dediğin şey, tam da bu! Dünü biliyorsun, yaşadığın anı biliyorsun ama yarını kestiremiyorsun. O yüzden ben hep kaderci oldum: “Bir anda her şey değişebilir. Ayağım takılır düşerim ya da başıma bir şey başıma gelebilir!” Önemli olan tek şey, çocuğumun, ailemin, sevdiklerimin ve benim sağlığım. Gerisi, olacağına varıyor “Acun bana çok aşık!” lafı, o konuştuğumuz zaman dilimi için geçerliydi…
İyi de bu kadar hızlı mı değişir duygular?
Yürünmeyen yollarda yürüyen ve kafayı farklı çalıştıran cesur kadınları yazdığım gün...
Canan Bayrak onlardan biri.
İki kız çocuğu annesi bir psikolojik danışman, aynı zamanda çok vizyoner bir girişimci.
Veeee ‘Manibux’ın kurucusu...
“Manibux da ne?” diyeceksiniz, ben de bilmiyordum.
“Çocuklarımız kendi paralarını yönetmeyi bilmiyor. Parayı sınırsız bir şey zannediyorlar. Kendi kızlarımın ve çevremdeki gençlerin harçlıkla ilgili ihtiyacına çözüm aramak ve çocuklara kendi paralarını yönetmeleri konusunda beceri kazandırmak amacıyla Manibux’ı kurdum!” diyor. Gerisini de röportajda okuyun...
- Sizi tanıyalım?
Ben bir psikolojik danışmanım. 17 yıl çeşitli okullarda mesleğimi yaptım. İki kız çocuğu annesiyim. Ve bir girişimciyim. ‘Manibux’ diye bir sistem kurdum.
“Hepimizin bu hayata ruhsal olarak olgunlaşıp tekamül etmek için geldiğimize inanıyorum. Bu yüzden insanın bu dünyayla paylaşacağı hediyesini bulması önemli. Bunun için de kendi içine yolculuk yapmak, kendini, özlemlerini, hayallerini, neyin bizi heyecanlandırdığını bulmak çok önemli. İçsel yolculuğumda benim rehberim masallar oldu.”
“Masal-İki Dünya Arasındaki Aşk” kitabın yeni çıktı. İnsanı yükseltiyor, içini ısıtıyor... Hadi başlıyorum sormaya: Masallar bizi neden heyecanlandırıyor? Çocukluğumuza mı dönüyoruz? Hayal kurmayı mı hatırlıyoruz? İnsanlığın kadim bilgilerine mi kulak veriyoruz?
Hepsi! Bence masallar hepsini yapabilecek güce sahipler. Masal dinlerken, o masalın görüntülerini, seslerini, kokularını hayal etmeye başlıyoruz. İç âlemimizde bir sinema perdesi aralanıyor. Almanlar buna “Kopfkino”, yani “kafa sineması” diyorlar. Tıpkı bir sinema filmini izler gibi iç gözümüzle o perdeye yansıyan masalı izlemeye başlarken hayal kurmuş oluyoruz. Masal, insanın aklına değil kalbine hitap ediyor. Bence en sihirli tarafı da bu. Kalp, Arapça bir kelime ve iki anlamı var. İlk anlamı vücuda kanı pompalayan yürek, ikinci anlamı ise değişim, dönüşüm. İşte masal bize bunu yapıyor, efsunlu yapısıyla tıpkı masal kahramanları gibi bizi değiştiriyor, dönüştürüyor. Bu arada, tabii ki masallar insanlığın kadim bilgilerini anlatıyor. Ama bunu bizim anladığımız günlük dilde değil, rüyalarımızın dili olan sembol diliyle anlatıyor. Çünkü masallar insanlığın ortak rüyalarıdır. Bana öyle geliyor ki kadim atalarımız, insana ve yaşama dair sorduğumuz en temel soruların cevaplarını masalların içine sırlamışlar...
Sen nasıl takıldın masallara?
Masalla ilk tanışmam, Clarissa P. Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabıyla oldu. O kitaptan çok etkilenmiştim. Ama daha sonra unuttum gitti. Yıllar sonra tiyatro pedagojisi yüksek lisansı yapmak için Berlin’e gittiğimde masallar ve masal anlatıcılığıyla karşılaşana dek bir daha da hatırlamadım. İlk dönem gördüğümüz derste her hafta profesyonel anlatıcılardan masallar, mitler, efsaneler dinledik. O zaman anladım ki ben de bu işi yapmak istiyorum. Daha sonra bu alanda uzmanlaştım...YORUMLANMAMIŞ RÜYA AÇILIP OKUNMAMIŞ MEKTUP GİBİDİR
İnsanın hangi özelliklerini geliştiriyor masal?
İnsan her şeyden önce rüyalarını hatırlamaya başlıyor. Talmud da “Yorumlanmamış bir rüya, açılıp okunmamış bir mektup gibidir” diyor. Rüyalarımız en derin hakikatlerimizi, özlemlerimizi ve ihtiyaçlarımızı bize hatırlatıyorlar. Kaybettiğimiz kendimize nasıl kavuşacağımızı anlatıyorlar. Aynı şekilde masallar da, insanın, hayallerine, özlemlerine, içsel güçlerine daha fazla sarılmasına yardımcı oluyor.
EN BÜYÜK SORUNUMUZ MADDEYİ BİRİKTİRME HIRSIMIZ!
Günün kaç saati yazıyorsun?
4.
Günün kaç saati okuyorsun, araştırıyorsun?
En az iki.
Her kitabı yazarken oğlundan vakit çaldığın için suçluluk duyuyor musun?
Evet. Özellikle bu yıl çok suçluluk duydum.
Peki fikirlerini topluma iletmekle annelik arasında ikilem yaşıyor musun?
Bak ona hayır! Yavrusunu seven anne, akıllıysa gezegeni de düşünür, sadece evini değil.
Yeni kitabın ‘Gör Beni’, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında başlayan bir roman. Nefis bir kurgu. Bugüne kadar hiç okumadığımız bilgiler... “Vatan delirmişti! Tıpkı bugün gibi kıyametin kıyısındaydı dünya...” diye başlıyor. Sadrazam oğlu Selim, bir Osmanlı torunu. Kitap, onun Cumhuriyet coşkusuna duyduğu öfkeyle başlıyor. Selim o güne dek öğrendiği ve doğru kabul ettiği her şeyin elinden alınmasına ve geleneklerinin yok edilmesine kızgın. Bir de Ülkü var, Kurtuluş Savaşı’nda babasını ve abisini kaybetmiş Atatürkçü bir kız. Tamamen zıt kutuplarda bulunan iki fikri, aşk, bilgi ve merhamet aracılığıyla bir araya getiren bir hikâye bu. Nereden çıktı bu kitap? Niye böyle bir roman yazmak istedin?
- Dünyada çok ciddi bir öz kaynak savaşı var. Gelişmiş ülkeler, daha az gelişmiş ülkelerin öz kaynaklarından beslenebilmek için ciddi bir manipülasyon uyguluyor. Bunu kişisel algılamadan, bir insanlık sorunu olduğunu anlamak lazım. Ben de lezzetli bir hikâyede bunu örnekleriyle, kaynaklarıyla net bir şekilde sunmak istedim. Çünkü bir problemi çözebilmek için, kaynağını doğru teşhis etmek lazım. Ve sözünü ettiğim bu problemin çözümü, birlik duygusundan geçiyor. Birlik duygusu olmayan insanlar ülke olamıyorlar!
Sen hep böyle büyük resmin mi peşindesin!
- Elbette! Bu küçücük kapasitemle ne kadar başarabiliyorum bilmiyorum ama büyük resme bakmaya çalışıyorum. Şunu da biliyorum: Neyi yaşamamız gerekiyorsa onu yaşıyoruz. Tekâmül böyle bir şey. İzleyerek öğreniyorsan ne âlâ ama yaşaman gerekiyorsa da yaşatıyor hayat! Dayak ihtiyacı içindeysen, en güzel dayağı da hayat atıyor yine! Öğrenmek, anlamak, anlamlanmak için buradayız, televizyon seyretmek için değil.
Peki bu kitapla ne diyorsun aslında? “İçinde bulunduğumuz döneme benzer dönemler oldu geçmişte, benzer kutuplaşmalar yaşadık. Ama bir uzlaşma sağlamak mümkün” mü diyorsun?
- “Bu kutuplaşma bize ait değil!” diyorum, “Suni bir şey!” diyorum. Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza çarpıştığımız Kürt kardeşlerimizle bizi kapıştırmaya çalışıyorlar. Yakında Lazları da sokarlar bu saçmalığın içine, tabii biz izin verirsek. 1946’dan beri süregelen manipülasyonun seviyesini, delilleriyle bu kitapta sunuyorum. Üstelik çok akıcı bir aşk hikâyesinin içinde. Komplo teorisi olarak değil ama İngiltere Milli Kütüphanesi’nde 60 yıllık aralıklarla yayınlanma zorunluluğu olan resmi devlet yazışmaları gibi ciddi belgelerle, Irak İstihbaratı’nın Amerika girmeden 6 ay önce hazırladığı raporlarla konuyu incelemeye alıyorum. Bir şeyleri de bildiğimi iddia etmiyorum. Sadece birlikte soru soralım istiyorum. Çünkü ‘birlik’, bir coğrafyada yaşayanların soruları aynılaşınca kendini gösteren bir şey. Birlikten doğan şey sadece kuvvet değil, öncesinde bir sürü ortak soru doğuyor.
Öyle bir kurmuşsun ki hikâyeyi, ben kendi hayat duruşuma göre asla hak vereceğimi düşünmediğim Selim’e bile hak verir buldum kendimi. Onun yerine koyunca kendimi, hak veriyorum. Ama Ülkü’ye de hak veriyorum. Bunu özellikle mi yaptın? Aslında günümüz Türkiye’sinde de durum bu mu? Herkes, kendi durduğu yerde, kendi hayat görüşüne göre haklı mı?
Pek çok değerli kadınla tanıştım bu süre zarfında.
İlham aldığım ve size de ilham vereceğini düşündüğüm kadınların hikâyelerini paylaştım.
Bana varlıkları çok iyi geldi. Umut verdi. Devam etme gücü verdi. Onlar benim için “yürünmeyen yollarda yürüyen kadınlar”.
Ve o kadar çoklar ki Türkiye’de!
Amacımız onların artmasını sağlamak ve sesini duyurmak...
Bir kısmının varlığından ‘Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği’, yani KAGİDER sayesinde haberdar oldum.
Bu vesileyle KAGİDER Başkanı Sanem Oktar’a, tüm ekibine, özellikle de Aylin Dinler’e teşekkür ederim.
Ne zaman kurduğu işle, geliştirdiği projesiyle, aldığı ödülle heyecan verici bir kadın girişimci karşılarına çıktı, sağ olsunlar benimle paylaştılar.
Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da...
Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var...
İşte onlardan biri de Ahmet Baran.
83 doğumlu, genç ve çok yaratıcı bir müzisyen.
Bence dâhilerden.
Gerçekten müthiş biri.
Bir kanun solisti.