Dünya çapında genç, başarılı bir kemancı.
Toplamadığı ödül yok.
Dünya klasik müzik camiası tarafından “en parlak ve heyecan verici keman virtüözlerinden biri” olarak kabul ediliyor.
İsmi, Korece “baharın sesi” anlamına geliyor...
Kemanı çalışı da aynı bahar gibi taze, berrak ve güçlü!
Klasik müzik sevenlere müjde!
Türkiye’deki ilk konserini Tekfen Filarmoni’yle verecek.
Şef Aziz Shokhakimov yönetimindeki konserler, 20, 21 ve 22 Mart tarihlerinde Ankara ve İstanbul’da gerçekleşecek.
Ayta Sözeri hayatını anlatırsa, röportaj değil kitap olur! Öyle renkli ve mücadele dolu bir hayatı var. Almanya’da doğuyor, küçük yaşlarda Türkiye’ye taşınıyor. Ortaokulda bir erkekten hoşlandığını fark ediyor ve kendini sorgulamaya başlıyor. Duygularına anlam veremiyor, annesine danışıyor, yardım istiyor, psikiyatriste gidiyor. Sonunda bir doktor, “Bu bir hastalık değil. Aklı başında bir çocuk, ileride belki trans birey olacak!” diyor. İşte o zaman, hissettiklerinin kötü şeyler olmadığını düşünüyor, bir daha da psikiyatra gitmiyor. Ama babası tarafından da ‘kibarca’ evden kovuluyor. Fakat o hep mücadeleci, hep savaşçı. Ataerkil bir ailede büyümesine, babasının evden ayrılmasını istemesine rağmen, kendi yolunu çiziyor ve Ege Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanıyor ve bitiriyor. Üniversitede okurken, bir doğum günü partisinde çok güzel dans ettiği keşfediliyor ve ‘zenne’ oluyor. Böylece sahnelere ilk adımını atıyor.
Yeteneği, cesareti ve azmi sayesinde kariyer merdivenlerini birer birer çıkıyor. Yirmili yaşlarında çok cesur bir karar daha alıyor, ameliyatla ‘trans birey’ oluyor. Sonra İstanbul’da bir restoranda sahne alırken bir yönetmen tarafından keşfediliyor ve oyunculuk dünyasına adımını atıyor... Ve maceranın gerisi geliyor. Bugün o, artık Ayta Sözeri...
- Sen sadece çok iyi bir oyuncu ve şarkıcı değil, bir LGBTİ aktivistisin. Çok meşakkatli bir yoldan geliyorsun. Çok mücadele verdin. Pek çok LGBTİ derneğinin kurucusu ve yöneticisi oldun. Şimdi de hepsinin onur üyesisin. Bütün hayatın boyunca LGBTİ’lerin “görünür” olması için uğraştın. Şu geldiğin noktada kendini nasıl hissediyorsun? “Başardım!” diyor musun?
Kısmen. “Tamamen başardım” diyebiliyor muyum? Tabii ki hayır! Kendimi şu slogandaki gibi hissediyorum: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” Bütün hak ihlalleri ortadan kalkıncaya kadar başarmış sayılmam ki! Herkes, her yerde, her koşulda, her zaman eşit olana kadar... Şimdilik başardığım daha görünür ve daha duyulur olmak. Bu bile önemli bir adım...
- İnsanlar sana saygı duyuyor ama diğer LGBTİ’ler için durum böyle değil. Burada bir “ikiyüzlülük” yok mu?
Olmaz mı? Var tabii. Ama bana saygı duyanlarda bu ikiyüzlülüğün olduğunu hiç sanmıyorum. Bana saygı duyuyorlarsa, başka LGBTİ’lere de saygı duyuyorlar eminim. Algı değişti, ezber bozuldu sanki. Sosyal medyadan çok mesaj alıyorum. Daha hiç “Sen diğerleri gibi değilsin!” türü bir mesaj almadım mesela. “Sen diğerleri gibi değilsin!” de bu arada en sevmediğimiz cümlelerin başında gelir...
-
Tebrikler, müthiş bir şey başardın! Dünya kadınlarına rol model olacak 20 başarılı kadın arasına girdin ve Barbie bebeğin yapıldı...
- Evet. Bebek yapıldı hatta beraber fotoğraf bile çektirdik! Burnu diğer Barbie’lere göre daha uzun. Ve hokka gibi kalkık değil, çok yakın hissettim kendime! Ama benden çok etraf ilgilendi bu işle. O kadar iş yaptım, diziler, kitaplar... Film 5 buçuk milyon izlendi ama ailem, arkadaşlarım bu Barbie’de olduğu kadar heyecanlanmamıştı!
Biz bugüne kadar Barbie’yi ince, güzel, uzun bacaklı, ‘prenses tipli’ kadın olarak bildik. Şimdi hat mı değiştiriyorlar? Nedir bu ‘sheroe’ (kadın kahraman) mavrası?
- Aslında 60’larda meslek sahibi Barbie’ler yapmışlar. Son yıllarda da farklı vücut tiplerinde Barbie’ler var. Yani o ‘kusursuz güzel ve prenses kadın Barbie’ klişesini kırmaya çalışıyorlar. Bu da gerçi çok tartışılası bir konu. Tüm moda dünyası, kozmetik sektörü, hatta resim ve heykel sanatının bile, ‘ideal kadın fiziği’, ‘ideal erkek fiziği’ algısı konusuna katkısı var. Bu benim Barbie projesi ise çocuklara, genç kızlara rol model olabilecek kadınların Barbie’sini yapma işi.
FLAMENKO DANSÇISI BARBİE FAVORİMDİ
Kadınların sence ‘rol model’ olacak kadın kahramanlara mı ihtiyaçları var?
- Barbie oynayacak yaşta olanların var sanırım. En azından meslek seçerken, hayalini kurarken, hayranlık duyduğun bir kadın sanatçı, mimar, uzaybilimci, sporcu heyecan yaratabilir. Örnek, özendirici olabilir. Veya istediği bir meslek için etrafından “Kadınlar onu yapamaz, boş ver!” deniyorsa, çocuğa tam tersini gösterip cesaret verebilir.
Bu teklif geldiğinde ne hissettin? Hiç endişelenmedin mi? “Eyvah! Beni sadece fiziğiyle öne çıkan bir kadın figürü yapacaklar!” diye...
Duygu Asena anısına Rahşan Gülşan’ın çektiği, Ayta Sözeri’nin oynadığı videoya yazdığın sözler müthiş. Nasıl oldu? O sözler nasıl içinden döküldü?
Bu projeyi Rahşan’la konuşalı neredeyse bir sene olacak. Uzun süre yazmadım. Malum olaylardan sonra, iki ay evvel, annem ve arkadaşlarımla evde sohbet ederken, “Bir dakika, geliyorum şimdi” deyip, içeride aniden tüm metni yazdım. Sanırım içime akan, kalemime de aktı...
Duygu Asena’ya duyguyla yazmışsın gerçekten de... “Estim, eserken benimleydin!” diyorsun... Senin için ne ifade ediyor?
Duygu Asena da benim kahramanlarımdan biri. Yazmaya başladığım yıllarda etkilenmiştim ondan. Bir başka bağ kuruyorsun. Onun posterini, duvara falan değil, içine asıyorsun. Yalnız bir yalnızlıktan ortak bir yalnızlığa geçiş gibi bir durum. On üç yaşındaydım Duygu Asena’yla tanıştığımda. Her satırı içime işledi. Bütün kitaplarını okumuş, hissetmiş ve anlamıştım ne demek istediğini. Fakat şimdi, artık koca bir kadınken tüm kitaplarını bir kez daha okumak ve altı çizilen hiçbir şeyin değişmediğini görmek insanı kırıyor. Duygu Asena’nın öngörüsü ve zamansızlığıyla savruluyorsunuz, bir yandan da olan bitenin yerinde saydığını, hatta gerilediğini görmek, insanı hem üzüyor hem düşündürüyor.
Kadınlar daha mı çok mücadele etmeli?
Allah aşkına, kadınlar daha neyin mücadelesini versin! Daha neyin mücadelesini verelim? Bence kadınların gayretine erkeklerin nasıl ses verdiği önemli... Ki bence her seferinde asıl kilitlendiğimiz nokta burası.
Sen başına gelen felaketten sonra kadınların örgütlenmesi gerektiğine mi inanıyorsun?
Başıma gelen felaketle alakası yok, ben her zaman kadınların örgütlenmesinden yanaydım. Ama bilirsin, derler ki “Bir musibet, bin nasihatten evladır!” Artık örgütlenmek gerektiğine kesinlikle eminim...
Biz seni köşe yazarı olarak biliyorduk, şimdi değişik bir işle karşımızdasın!
Evet. Birçok gazeteci arkadaşıma olduğu gibi, benim için de yirmi beş yıl yaptığım mesleğim sona erince, hayatıma yeni bir yön vermem gerekti. 40 yaşımdan sonra ve kendimi böyle bir iş yaparken buldum. Artık hikâyelerimi videolarla anlatıyorum...
Bence şahane yapıyorsun... Senin kendine özgü bir dilin, gözün var. Senin videolarını, kliplerini görünce “Bunu Rahşan çekmiş!” diyorum.
Teşekkür ederim.
Yine çok çarpıcı bir videoyla karşımızdasın. 8 Mart’ta gösterilmek üzere Duygu Asena anısına çektiğin bir videoyla... Sıla ve Ayta Sözeri bu işin içine nasıl dahil oldu?
Sekiz aydır, yaşadığımız coğrafyada mikro ya da makro ölçekte etrafındaki insanların hayatlarını değiştiren kadınları anlatan “Biz” isimli bir video projesi üzerinde çalışıyorum. Amacım, YouTube’un kitlelere ulaşma gücünü kullanarak kadınların hikâyelerini aktarmak. Ve kendimize yeni bir alan açmak...
Çünkü artık video çağındayız...
Aynen öyle! Ve bence video bu hikâyeleri topluma ulaştırmak için en etkili yol! Yine aynı proje için mesela Refika Birgül’le Kars’a gidip bebek yapan kadınları çektik. Merve Özkaynak’la Bartın’da tel kırma yapan kadınları çektik. Kalben, müthiş bir video ve şarkıyla Aysel Gürel’i anlattı. Yakın arkadaşım olan Sıla’ya da “Duygu Asena’yı da sen anlatır mısın?” diye sormuştum. O da “Çok isterim” demişti. Ayta ise ortak fikrimizdi...
Begüm’e cinsel saldırıda bulunan Can, 5 yıl hüküm yedi. Nitelikli cinsel saldırıya teşebbüsten. Ama nedense iyi hal indirimi de aldı! 5 yıl yiyince karara itiraz etti, temyize gitti. Mahkeme de temyizden sanık lehine karar gelirse diye, sanık lehine görüş bildirerek tahliye etti. Peki ya temyizden sanığın aleyhine karar gelirse ne olacak? Serbest kalarak geçirdiği zaman içinde bir başka kadına zarar verme ihtimali ne olacak? Resmen erkeklerden yana bir karar, kadınlardan değil... Neden?
Sizi Begüm’ün bir korku filmi gibi hikâyesiyle ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum...
- Sana cinsel saldırıda bulunan Can’dan son anda kaçıp banyoya girdin ve kendini kilitledin...
Evet. Elim ayağım titriyordu. Sürekli kapının dışından bir şeyler söylüyordu “Aç şu kapıyı dedim sana!” diyordu. Nasıl korktum anlatamam. Bir de banyonun kapısı, eski evlerde olur ya, desenli camdan... Gölgesini görüyordum.
- O sırada ne yapıyordun?
Sürekli arkadaşım Şafak’ı arıyordum, ama açmıyordu telefonu. Bana insanlar, “Neden anneni babanı aramadın?” diyorlar. İnsan o sırada mantıklı düşünemiyor ki. Zangır zangır titriyordum, resmen beynim durdu. Sonunda camı yumruklamaya başladı! Ben de çığlık çığlığa bağırmaya başladım, ama nasıl bağırıyorum... Yardım istiyorum, birileri beni bu manyağın elinden kurtarsın istiyorum. Derken daha da korkunç bir şey oldu...
- Nedir o?
Yumruğuyla banyonun camını patlattı. “Tamam!” dedim, “Bittim ben, yolun sonuna geldik!”. Camlar üzerime sıçradı. Refleks olarak eğildim ama yine de kollarıma ve bacaklarıma cam geldi, kesti. Adamın da eli kan revan içinde. Ama artık karşımda. Ben hâlâ ciyak ciyak bağırıyorum. Diyor ki “Şimdi silahımı getireceğim!”. Sağ tarafa yatak odasının bulunduğu kısma gitti. İşte o sırada dış kapının sesini duydum, sokak kapısının önündeki demirin açıldığını anladım. Benim bağırtım üzerine Şafak ve Yusuf geldi...
Kadınlar lehine değişen hiçbir şey yok bu ülkede.
İki gün boyunca okuyacaklarınız, herkesin çocuğunun başına gelebilecek bir rezalet...
Resmen delirir insan! Bu kadarına gerçekten pes... Begüm B., Montreal’de McGill Üniversite’sinde okuyan 21 yaşında pırıl pırıl bir genç kız. Annesi doktor, babası savcı. Tatil için Türkiye’ye geliyor ve geçtiğimiz 28 Ağustos’ta cinsel saldırıya uğruyor. Şafak, yakın bir kız arkadaşı. Onunla bir kafede buluşuyorlar. Oraya Şafak’ın kuzenleri Yusuf ve Can geliyor. Ve Begüm istemese de ısrar ediyorlar, “Biraz oturduktan sonra biz seni evine götüreceğiz!” diye Yusuf’un evine gidiyorlar. Orada Can, Begüm’ü zorla öpmeye çalışıyor, zorla yatak odasına götürüyor ve cinsel saldırıda bulunuyor. Begüm son anda kaçıp kendini tuvalete kilitlediği için tecavüze uğramaktan kurtuluyor. O tuvaletin içinde avaz avaz bağırıyor, yardım istiyor. Sanık Can ise korku filmlerindeki gibi önce tuvaletin camını patlatıp, sonra eliyle kilidi açıp içeri giriyor... Detaylarını röportajda okursunuz. Tabii ki şikâyetçi oluyor. Travma geçirdiğine dair rapor alıyor. Ve hukuki süreç başlıyor. Sanık, Begüm’e nitelikli cinsel saldırıya teşebbüsten 5 yıl ceza alıyor ama üç ay yattıktan sonra serbest bırakılıyor... Çok acayip değil mi? İnsan kafayı yer! Mahkeme adamı suçlu buluyor ama serbest bırakıyor.
İşte ben, şimdi olayı bizzat yaşayan Begüm’le konuştum.
Lütfen iki gün boyunca bu röportajı okuyun ve bu ülkede başımıza neler gelebileceğini düşünün... Bu arada Begüm’ün arkadaşı Şafak, sanığın (yani akrabasının) lehine ifadesini değiştiriyor. Önce “Evet, kendini tuvalete kilitlemişti. Biz sigara almaya çıkmıştık. Begüm, Can’la evde yalnız kalmıştı. Biz apartmanın girişinden çığlıklarını duyduk, eve koştuk” derken ifadesini değiştiriyor, şu hale getiriyor:
“Biz hep evdeydik. Hiçbir yere gitmedik. Begüm’ün migreni tuttu, kendini tuvalete kilitledi. Can onu kurtarmak için tuvaletin camını kırdı” diye!
Bakar mısınız duruma... İki ifade arasında hiçbir benzerlik var mı? Üç akraba bir oluyorlar, Begüm’ü suçluyorlar...
Peki mahkeme ne yapıyor?
Birdenbire gündeme düştün. Türkiye Komünist Partisi Güngören belediye başkan adayısın. İnsanlar seni tanımadan, başındaki türbana takılıyor. Ve “Başörtülü komünist olur mu?” diyor. Ben de bu soruyu sana sormak istiyorum: Başörtülü komünist olur mu?
- Bal gibi olur, kanıtı benim işte! Bizim mücadelemiz sınıfsız bir toplum. Başörtümün bununla ne alakası var? Sonuçta emek kavgası veriyoruz.
“Din toplumun afyonudur” diyenlere verecek cevabın nedir peki?
- Karl Marx güzel bir noktaya değinmiş, “Din toplumun afyonudur” derken yüzde 100 haklı, sanki bugünleri görmüş. Dini kullanarak insanları ne hale getirdiklerine hepimiz tanığız. Oy toplamak için cennet tapusu dağıtanlar bile var! Karl Marx’ın sözünü ettiği tam da bu. Ama tüm bunların benim durumumla alakası yok, ben dini kullanmıyorum ki. Dini kullanarak birilerine bir şeyler yaptırmaya çalışmıyorum ki. Bu benim kişisel hayatım. Kendi inancım, içimde yaşadığım şey. Kimseyi istismar etmiyorum, kimseye bir şey vaat etmiyorum. Ne giydiğim, kafama ne taktığım kimi ne ilgilendirir? Benim hikâyemin başörtüsüyle örtülmemesi gerekir!
Örtüme yüklenerek bir kadına haksızlık ediyorlar
“Başımdaki örtü, bir işçi olarak hakkımı aramama engel olamaz!” mı diyorsun?
- Elbette. Bana ve kafamdaki 50 santimlik örtüye yüklenerek yine bir kadına haksızlık yapıyorlar. Yine şekilcilik yapıyorlar. Hem de akıllarınca partimi yıpratmaya çalışıyorlar. Oysa tekstil işçisi bir kadının aday olmasına sevinmeleri gerekir. Örtünün öne çıkarılmasına bu yüzden kızıyorum. Kızmak ne kelime, öfkeleniyorum, kuduruyorum.
TKP reddediyor ama senin aday yapılmanın örtünle ilgili olduğunu düşünenler var. İlgi çeksin diye...