Ayşe Arman

Bende varsa herkeste olsun ne biliyorsam herkes bilsin

1 Mart 2019
MÜTHİŞ bir kadın var karşınızda... Münteha Adalı... Cumaları biliyorsunuz, kadın girişimcileri yazıyorum. Kafayı farklı çalıştıran, yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları. Bugün Urfa Siverekli Mühteha Adalı huzurlarınızda... Türkiye’nin en büyük temizlik şirketlerinden GÜVENSAN Tesis Hizmetleri’ni yöneten, 81 ilde hizmet veren, 950’den fazla çalışanı olan bir iş kadınından söz ediyoruz. Aynı zamanda hem ‘seri girişimci’ hem de genç girişimcileri ve kadınları destekleyen bir melek yatırımcı.2004’ten beri KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği)’in üyesi. Yıllarca sivil toplum örgütlerinde kadınların ve gençlerin güçlenmesi için çalışmalar yapmış, halen de devam ediyor. Sıkı bir iş kadını ama filozof bir tarafı da var, deneyimleri ve tespitleri enfes. Bayıldım...HAMİŞ: Merak edenlere, Münteha Adalı’nın isminin anlamı ‘son’ demek. 8 çocuklu bir ailenin kızı. 5 ablası var. Münteha doğduğunda, dedesi “Artık bu son olsun” demiş ve sonraki kardeşi erkek doğmuş. Röportajın tamamı hurriyet.com.tr’de.

Türkiye geneline yayılmış bir temizlik şirketiniz var. Ne zaman kurdunuz?

1992’de. Sektörün ilklerindeniz...

Daha önce bildiğiniz bir iş miydi?

Hayır. Bilmediğiniz işi yapmanın en güzel yanı, zorluklarını da bilmemeniz. Suya öylece atlıyorsunuz. Müthiş bir başarma ve kazanma arzunuz oluyor. Bizde de öyle oldu.

Size en çok ne öğretti bu iş?

Oooo çok şey. Türkiye’de mavi yakaysanız, hafife alınıyorsunuz, küçümseniyorsunuz. Sürekli bir “Siz ne bilirsiniz ki!” tavrıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Haksız rekabet de diz boyu. Temizlik faaliyetinin küçümsenen bir şey olarak algılanması beni kışkırttı! O yüzden de işime dört elle sarıldım. Bir de ben her şeyde bir felsefe aradım. Temizlik işinde bulduğum felsefeyi de çok sevdim.

Yazının Devamını Oku

Sazına AŞK ile dokunmazsan sana kendini teslim etmez!

28 Şubat 2019
Dün başlayan kanun sanatçısı Ahmet Baran röportajı bugün de devam ediyor. Çok üretken bir sanatçı. Mersin’de yaşıyor ama tüm dünyada konserler veriyor, ülkemizi yurtdışında temsil ediyor. Çaldığı saza tutkuyla bağlı olan bu genç yeteneğin yolunun hep açık olması dileğiyle...

Bir kanun virtüözü olarak dünyanın dört bir yanında konser verdin...

Evet, ne mutlu bana ki öyle. Sahnede bir çocuk gibi özgür ve mutluyum! Bukalemun gibi renkten renge girebiliyorum. Müziğin içine saklanabiliyorum, hatta müziğin kendisi olabiliyorum. Kısacası, yorumlarken özgürleşiyorum. En çok da yenilik arayışında olmayı ve müziğin gizlerini kurcalamayı seviyorum...

Müziğini yaparken ne kadar samimisin?

Çoook. “Çıkar kendini aradan, kalsın sana yaradan.” Bak, çalarken sağ elime taktığım yüzüğümün içinde Yunus’un bu sözü yazıyor. Sazına aşk ile dokunmazsan, sana kendini teslim etmez! Yeryüzündeki bütün sevgililer saf bir ruh, samimi bir diyalog istemez mi? Benim kanununla kurduğum ilişkim de işte böyle...

Hep motivesin, hep yeni fikirlerin var. Motivasyonunu nasıl koruyorsun?

Profesyonel hayatın getirdiği zorluklar tabii ki oluyor. Ama müziğin güzelliğini, hiçbir kötü duyguyla örtmüyorum. Bu, benim hayatta en iyi yapabildiğim şey, ibadetimin bir parçası. Gelene, olana, olmayana şükretmeyi tercih ediyorum ve üretmeye devam ediyorum hep.

İnsanlar bu değişik tarzını nasıl buluyor?

Gençler bayılıyor! Ama genel olarak herkesten çok olumlu tepkiler alıyorum. Ben yaptığım işlerde, klişelerle savaşıyorum. Milletin, “Yapamazsın!” dediklerini yapmaktan hoşlanıyorum. Olumlu olumsuz bütün yorumlara kulak veriyorum ama insanların gürültüsünün kalbimin sesini duymama engel olmasına müsaade etmiyorum.

Yazının Devamını Oku

Ahmet Baran... O bir rock star! Ama elinin altında gitar değil kanun var!

27 Şubat 2019
ALTI kıtada bini aşkın konser veren kanun virtüözü Ahmet Baran’ı huzurlarınıza getiriyorum. O bir kanun âşığı, kanuna kafayı takmış biri. O kanuna bir takım yenilikler getirip modernleştirmenin peşine düşmüş biri. Ve başarılı da olmuş.Bugüne kadar Rusya Devlet Başkanı’ndan Papa’ya, İngiltere Kraliçesi’nden Norveç Kralı’na kadar 55 devlet insanı onuruna Türk musikisini tanıtan konserler vermiş. Pek çok ödül almış. Ama en acayibi, kanun icrasına kendi adıyla anılacak yeni bir teknik kazandırmış olması. Adını ve imzasını taşıyan özel kanun serileri üretiliyor. Ve bu enstrümanlar tüm dünyada satışa sunuluyor. Ahmet Baran’ın yorumculuğu ve farklı vizyonu devlet konservatuvarlarında bitirme tezlerine konu oluyor. Karşınızda bir rock star duruyor ama elinin altında gitar yerine kanun var. Ve kanunu gitar gibi çalıyor. Bu röportaj yarın da devam edecek...

Sendeki bu kanun tutkusu ne zaman başladı?

Aslında benim derdim futbolcu olmaktı. Dedem, Adana Demirspor’un efsane isimlerinden Füze Selami. Topa füze gibi hızlı vururdu. Benim kahramandı. Ama müzikle de ilgili bir durumum vardı. Bir taraftan da boynumda gitar küçükken, ‘Life is Life’i söylüyordum. Ya topçu ya da popçu olacaktım yani! Futbol da oynadım, Genç Milli falan da oldum ama sonrasında müzik ağır bastı. Çocuk korusu, derken TRT, derken 16 yaşında oraya sözleşmeli sanatçı olarak kabul edildim. Ardından konservatuar yılları geldi. Ben artık kanun aşkına düşmüştüm...

Neden başka bir müzik aleti değil de kanun?

Çünkü kanun, Tanrı’nın bana verdiği bir çift kanat. “Mızrapları takıp bana içini dökebilirsin, her zaman yanındayım” diyen bir yoldaş. Kalbimi tellerine bağlayıp, dünya etrafında neredeyse iki tur attığım sihirli müzik kutum. Evet, gözde olan ya piyanodur ya gitar. Ben onların ikisini de seviyorum ama benim aşkım kanun...

 

Onları da çalabiliyor musun?

Hepsinden ses çıkarabilirim ama ben kanunu, piyano ya da gitar gibi çalmayı seçtim! Hep farklı teknikler arayışına girdim. Kanun normalde iki işaret parmağına yüzükler takılarak çalınan bir enstrüman. Diğer kalan 8 parmağı da icranın içerisine dahil edebildiğinde kendi kendine eşlik edebileceğin bir teknik ortaya çıkıyor. Zaman zaman perküsyon gibi, zaman zaman arp gibi, zaman zaman lir gibi çalabiliyorsun. Ben biraz kendi tekniğimi oluşturmuş durumdayım.

Yazının Devamını Oku

Biz de adalet istiyoruz

26 Şubat 2019
Artık yeter ya!

El insaf ya!

Milli seferberlik mi yapılacak, ne yapılacaksa yapılsın.

Bu erkek şiddeti dursun!

Bu vahşet son bulsun!

Dilimizde tüy bitti.

Sürekli kadına şiddet haberleri yapıyoruz.

Katledilen kadınların hikâyelerini bu sayfalara taşıyoruz.

Elbirliğiyle...

Yazının Devamını Oku

‘Kaşına, gözüne vuruldum’ demek gibi bunlar da benim protezime vuruluyor

24 Şubat 2019
Lisa Çalan 31 yaşında... Yönetmen, senarist, oyuncu ve sanat yönetmeni. Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği üyesi. Beş yıllık kariyerinde bir kısa filme imza atıyor, çok sayıda uzun metraj film, belgesel ve dizi projesinde yer alıyor. Bundan dört yıl önce, HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan Allah’ın belası bomba ile iki bacağını kaybediyor. 12 ameliyat geçiriyor, müthiş zor zamanlar ama asla pes etmiyor. Avustralya’da bacaklarına protez takılıyor, oradan yürüyerek dönüyor. Ondan bugüne kadar hiç duymadığım bir kavram duydum; bir fetiş, bir saplantı: ‘Devotee’. Ampute erkeklerden ve kadınlardan hoşlananlara ‘devotee’ deniyormuş. Bunu nereden mi biliyor? Yaşadıklarından, başına gelenlerden...

2015’te Diyarbakır’da bir mitinge gidiyorsun, bomba patlıyor ve iki bacağın yok! Bu nasıl bir travma?

- E zor. Hayatın elinin altından kayıyor, tamamen değişiyor. Ama bir taraftan da biz coğrafya olarak bu hallere alışığız. Bildiğimiz, duyduğumuz hikâyeler bunlar. Bombalar patlıyor, insanlar hayatlarını yitiriyor; bombalar patlıyor, insanlar enkaz haline geliyor... Hep başkasının başına geliyordu. Bu sefer benim başıma geldi! Tabii ki kimse kendini o karede hayal etmez. Kendi iki bacağının yok olacağını düşünmez. Travma meselesine gelince... Açıkçası kendi yasımı tutamadım.

Nasıl yani?

- Fırsatım olmadı. Benim başıma gelenlerden sonra IŞİD’in bombaları patladı bu ülkede. Bir sürü benzer, acılı durum yaşandı. İki bacağını kaybetmekten daha kötü halde olanları gördük. Bu silsilede hem psikolojik hem fiziksel olarak o kadar zarar görmüş insan var ki... Çok ağır hikâyeler... İnsan kendi acısından utanıyor! Başkalarını düşünmek, onların acısını kalbimde hissetmek belki de farkında olmadan beni tedavi etti.

HİÇ ‘NEDEN BEN’ DEMEDİM

Bacaklarını kaybettiğini ne zaman, nasıl fark ettin?

Yazının Devamını Oku

Yaşasın Türkiye’nin mühendis kızları!

22 Şubat 2019
BUGÜN o gün... Yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları yazdığım gün...Onlardan biri de Ebru Özdemir.

Limak Vakfı Başkanı mühendis Ebru Özdemir. Geçtiğimiz günlerde, ‘Türkiye’nin Mühendis Kızları Buluşması’na davet ettiler beni. Limak Vakfı, UNDP Türkiye, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı paydaşlığında yürütülüyor bu proje. Türkiye’nin dört bir yanından gelen o pırıl pırıl, gencecik mühendis kızları görünce aklım uçtu. Bu proje, eğitim ve meslek hayatlarında onlara destek olmayı hedefliyor. Hepsi de ateş parçası. ‘Türkiye’nin Mühendis Kızları’ projesini anlatması için teybimi kaptım, Ebru Özdemir’e sordum...

- Tebrik ediyorum. “Türkiye’nin Mühendis Kızları” projesi müthiş. Kızlar müthiş. Enerji müthiş. Yapılanlar müthiş... Bu proje nasıl doğdu?

İlham kaynağı, rahmetli annem Gülseren Özdemir. Bugünkü Gazi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümüne, döneminin tek kız öğrencisi olarak giriyor. Babamla da orada tanışıyorlar. Sonra Ege Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği yüksek lisansı yapıyor. Aynı bölümde asistan olarak akademik kariyerine adım atıyor. Sonra yıllarca öğretim üyeliği yaptı, pek öğrenci yetiştirdi. “Türkiye’nin Mühendis Kızları” onun eseridir.

- Ne güzel! Siz de annenizin misyonunu devam ettirmişsiniz...

Evet, annem çocuklara, gençlere, kadınlara ve ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmayı bir yaşam felsefesi olarak benimsemişti. Yıllarca Ankara Atatürk Çocuk Yuvası’nda kimsesiz çocuklarla ilgilendi. Mehmetçik Vakfı’yla şehit ailelerine ve gazilere destek oldu. Ne yazık ki 2016’da kaybettik annemi. Ama onun vizyonunu, gelecek idealini ve hatırasını “Türkiye’nin Mühendis Kızları”yla yaşatıyoruz.

- Siz aile boyu mühendissiniz değil mi?

Evet. Annem, babam, kardeşim, ben... Babamın ortağı Sezai Bacaksız da babamla üniversitede aynı sınıftan. Onun çocukları da mühendis. Şirketteki herkes de neredeyse mühendis! Ben de bir mühendis olarak, tıpkı annem gibi kadın mühendisler yetiştirme alanını sahiplendim ve bunu kendi sorumluluğum olarak gördüm... 

- Bu proje ne zaman başladı?

Yazının Devamını Oku

Performans uğruna ‘AŞK’larımızı feda ediyoruz

21 Şubat 2019
BEN galiba hızlı, parlak, her şeyi ‘küt’ diye kavrayabilen, yeniliklere açık insanlardan etkileniyorum. En önemlisi, hayatı anlamaya ve yakalamaya çalışan... Yüce Zerey onlardan biri!Bir pazarlama profesyoneli.Aynı zamanda akademisyen.Çok sıkı bir eğitimi var. Üstelik eğitiminin tamamı burslu. London School of Economics’te okursun da, burs alarak okumak tabii daha özel...THY, Coca Cola, Unilever gibi büyük şirketlerde çalışmış, şimdi de Hepsiburada’nın CMO’su...Araştıran, okuyan, yazan, her şeyin dibini kurcalayan biri. En son ‘Fabrika Ayarlarınıza Dönün’ diye bir kitap yazmıştı. Şimdi aşmış kendini, bir roman yazmış: ‘Mima’...Bu söyleşiyi ‘Mima’ şerefine yaptık.Çarpıcı ve derin bir kitap. ‘Mima’, son insan topluluğunun yönetim modeli. Toplulukta dünyanın farklı milletlerinden insanlar var. ‘Mima’nın iki kurucusu ve romanın ana kahramanı da Türk.Roman şu tespitle başlıyor: “İnsanoğlu olarak biz, bu zamana kadar en iyi neyi yönettik? Şirketleri. Dünya da bir şirket gibi yönetilmeli... Bu mümkün mü?”İşte kitapta pek çok şey gibi bunun da cevabını buluyorsunuz.Ama Yüce Zerey’den bu söyleşide öğrendiğim bir şey beni çok çarptı. Performans meselesi. Bana da sanki öyle geliyordu. Hayat bir performans sergileme alanı. Ve yaşarken yaptığımız, tüm performansları üst üste koymak. Yani şöyle: Her gün benim daha iyi performans sergilemem gerekiyor. Hep daha iyi işler yapmam, daha iyi röportajlar sunmam, daha fit olmam, daha derin olmam, daha bilgili olmam...Yüce bu röportajda dedi ki “Artık kendimizle yarışmaktan öleceğiz!”. Doğru. Başkasıyla değil, kendimizle yarışıyoruz! Çok matah bir şeymiş gibi. Hep daha iyisi için. Ve sürekli “performans” sergiliyoruz. Ben sevgilimi arıyorum, o da o sırada performans sergiliyor, ya toplantıda ya seyahatte oluyor. Ulaşamıyorum. Çünkü o da elinden gelenin en iyisi yapmaya çalışıyor, kendisiyle yarışıyor, hep daha iyi olmak için...Ve şimdi dönüyorum Yüce’nin lafına: “Performans uğruna aşklarımızı feda ediyoruz!” Valla bana hayat dersi gibi oldu Yüce Zerey. Size de olması dileğiyle...

Biz seni profesyonel dünyanın “pazarlama dehası” olarak tanıyoruz. Öyle misin gerçekten?

Ben işini tutkuyla yapan bir pazarlamacıyım. Bunun dışında söylenenlere ancak teşekkür edip, “Söyleyenlerin teveccühü!” diyebilirim. Yaptığın işi nasıl tanımlıyorsun?

Pazarlama dünyasının merkezinde yer alan “insan”ı, doğru gözlemlerle anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum...

Sence “pazarlama çağı”nda mı yaşıyoruz?

Gerçek ihtiyaçlarla illüzyon ihtiyaçlar arasındaki ayrım ortadan kalkmış, toplumda geçerli tek gerçeklik “tüketimin kendisi” olmuşsa, kesinlikle pazarlama çağında yaşıyoruz...

Yani sorunun cevabı “Evet”...

Elbette!

Yazının Devamını Oku

Atatürk’e çok düşkünüm aynı anda dindarım

20 Şubat 2019
DÜN başlayan CHP İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu röportajı bugün de devam ediyor. Bugün yanında doktorasına devam eden, üç çocuk annesi eşi Dilek İmamoğlu da var...

- Hep “Sağ-sol yok, herkese hizmet var!” diyorsunuz. Kutuplaşmanın bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bunu nasıl başaracaksınız?

Bu konuda marifetli olduğumu düşünüyorum. Çünkü pek çok farklı görüşten insanın olduğu bir ailede büyüdüm. CHP’lisi, MHP’lisi, Adalet Partilisi... Birleştirici olmayı ailemde öğrendim. En önemlisi, farklı görüşten olmanın “araç” olduğunu, esas olanın o ortamı yaşamak olduğunu öğrendim. Bazen diyorlar ki “Sen her kesimle kolay ilişki kurabiliyorsun!” E sebebi bu. O insanların hepsinden benim ailemde var çünkü! Ben insanların siyasi kimlikleri ve eğilimleriyle değil, kişilikleriyle, hayata katacaklarıyla ilgileniyorum. Biz siyaseti partileri, hayatımızın çok önüne koyduk. Bence bu biraz geride kalmalı. Esas olan hizmet olmalı. Beylikdüzü’nde ortaya koyduğumuz kültür merkezlerinden, kütüphanelerinden, yeşil alanlardan, eğlence merkezlerinden, festivallerden herkes faydalanıyor. “Bir kesime kapalı, bir kesime açık!” mı diyoruz? Hayır. Herkes geliyor. Zaten şehirler söz konusu olduğunda ideolojiler değil, felsefeler ve o felsefeyi korumak vardır. O yüzden benim için sağcıymış, solcuymuş, o partiliymiş, bu partiliymiş hiç önemi yok! Gözlerinin içine bakarım, duygularımı ve yapacaklarımı anlatırım. Ayrıca benim anlattığım şeylerin bedeni yok, her bedene uyar!

GÜÇLÜ BİR DEMOKRATIM

- Sizin için “Tipik CHP’li değil” diyorlar. Ne demek istiyorlar?

Tipik CHP’liyi nasıl tanımladıklarını bilmiyorum. Ben CHP’in örnek bir üyesiyim. Hem bu ülkenin değerlerine hem de evrensel değerlere saygılı bir insanım. Cumhuriyet’i çok seviyorum. Atatürk’e çok düşkünüm. Ama dindarım da, inançlı bir insanım. Bu benim kişisel hayatım. Kişisel hayatlar özeldir, kimsenin o çembere girmemesi lazım. Ben kendi inancıma ne kadar saygılı bir insansam, başkalarının inançlarına da o kadar saygılıyım. Bu anlamda kendimi güçlü bir demokrat olarak tanımlıyorum. Toplumda bir kişi bile inançlarının karşılanmadığını düşünürse, bu beni çok mutsuz eder...

AŞK ENGEL TANIMIYOR

- Eşinizle nasıl tanıştınız? Nasıl bir aşk sizinki?

Bir arkadaşımın işyerinde tanıştım. O kadar etkilendim ki sıklıkla gidip gelmeye başladım. Sonra anladım ki arkadaşımın kız kardeşiymiş. Biraz geri adım atmak istedim... Ama aşk engel tanımıyor. 24 yaşındaydım, eşim de 20’ydi evlendiğimizde. Benim eğitim hayatımın son dönemiydi. Yeni çalışmaya başlamıştım. Hayatı her anlamıyla paylaştık, beraber mücadele ettik. Aynı anda 3 çocuk büyüttük. En büyük oğlumuz İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üçüncü sınıfta okuyor. Küçük oğlumuz 8. sınıfta, kızımız 2. sınıfta. Eşim eğitimine hâlâ devam ediyor. Doktora sınavını verdi, şu an tez aşamasında. İşletme master’ı yaptı. Üzerine yönetim organizasyon doktorası yapıyor...

Yazının Devamını Oku