Herkesten daha az elektrik, su, doğalgaz kullanırım; en yüksek meblağlı faturalar bana gelir.
Ne zaman iki kuruş kıyıya koysam; bir yerden borç çıkar, iki daha üstüne koyar, tekrar eksiye geçerim.
Millet lokantada balık yer, ben köfte yerim; benim hesap daha yüksek gelir.
Tasarruf edeyim diye neyin ucuzuna kaçsam sonucu hüsran olur.
Ve yine oldu.
Adetten ya, her sene olduğu gibi yine hindi için araştırmalara başladım.
Gezdim, dolandım marketleri, lokantaları. O yetmedi internetten araştırdım. O da yetmedi telefonla bir sürü yeri aradım; en ucuz, hazır nazır hindi, pilav nerede diye. Çünkü bu sene kendim pişirmeye üşendim.
Bayıldım. “İçindeki magandayı durduramadığın için yuh olsun” demiş, az bile demiş.
O kadar güzel haddini bildirmiş ki Kırca’ya, valla tebrik ediyorum Ahmet seni.
Nasıl bir şey ya yılların sanatçısı, bir zamanlar kalbimizde yer kazanmış olan bir adam nasıl böyle bir cümle kurar?
Hem de bir içki masasında değil, 5-10 erkek geyik yaparken değil;... Sanatçılar girişimi toplantısında, hükümete karşı bir konuşmada.
“Bu geceye geliyorsan bekleyeceksin, bla bla, benim de işim var; belki bir karı buldum, gidip onu düz.....” demiş.
Bir, beraber olduğun kadından utan.
İki, sanatçıları rezil ettiğin için sanatçılardan.
Aman kötü anlama çekmeyin haa.
Yani yer mer, mal mülk demek istediğim.
Yeni arkadaşım- sanırım can dostum olacak- Sema’dan duydum (Çelebi).
“Kızım” dedi, “yazsana bak, köprüler de gitti.”
“Ana” dedim, “nasıl yani?”
Baktım gazeteye, mesaj attım Sema’ya, “köprülerle kalmamış şekerim, yedi otoyol da gitmiş.”
Sonra başladık geyik yapmaya.
Hem bunu yorulmadan yapacağım.
Tutacağım kendime üç odalık bir ofis, paraya kıyıp içini saray gibi döşeyeceğim.
Sabahları sağ kolum Nesibe’ye evi temizlerken yardım edeceğim çünkü evin işi çabuk bitmeli ki onu da yanımda ofise götürebileyim.
Bir şık masa da girişe koyup, Nesibe’yi oraya oturtup sekreterim yapacağım. Telefonlara baktırıp randevularımı ayarlatacağım.
Ofisin kapısına şık bir tabela hazırlatacağım, üzerine; “Uzman diyetisyen, ordinaryus astrolog, yaşam koçu Ayşe Aral” yazdıracağım.
Bir odayı loş yapıp duvarlara gezegen resimleri asacağım.
Bulduğum yerli-yabancı tüm astroloji kitaplarını alıp kütüphaneme koyacağım.
Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Turgut Özal, Ahmet Cem Ersever, Madımak olayı, 33 erin şehit olması ilk anda aklıma geliverenler.
Belli ki ‘93 yılı birilerine göre temizlik yılı.
Peki ya Adnan Kahveci’nin ölümü?
Ben hamileydim ‘93 yılında, hatta o gün doğum günümdü.
Ve bir telefonla yıkıldım; Adnan’ım, Füsun’um, Aslı’m bir trafik kazasında göçüp gittiler.
Kimsenin aklına acaba bu da muammalı bir ölüm mü diye gelmiyor ya da gelse de bu konuyu araştırmak bazılarının işine gelmiyor.
Adnan içki içmezdi, arabayı kendi kullanırdı.
Her gün her kafadan bir ses çıkıyor. Rusya neredeyse olağanüstü hal ilan etti.
Tibetli bir gerzek 21 Aralık’ı kıyamet günü ilan etti, NASA’yı uyardı.
Hayatta kalmak isteyenlerin gitmesi gereken iki yer belirlendi.
Neymiş, biri Şirince, diğeri de Fransa’nın güneyindeki Bugarach köyüymüş.
Geriye kalan biz zavallıların başına gelecekler de şunlarmış;
Sonbahar, kış sıcak olacakmış.
Tam karanlık çökecekmiş.
Tam Gayrettepe’nin orada küçük bir oğlan çocuğu camıma yapışıp işaret ediyor.
“Abla sana arka arabadan sesleniyorlar” diyor.
Yiyorum haliyle.
Kafamı arka arabaya çeviriyorum, seslenen falan yok, sonra yan koltuğa bir bakıyorum; çantamın yerinde yeller esiyor.
Tabi şok!
O şokla kapıyı açıp başlıyorum arkasından koşmaya.
Ve bağrınıyorum; “Yardım edin!” diye ama kimse oralı değil.
“Yarın bana geliyorsun.”
“Niye?”
“Kızım, bir falcı bulduk, inanamazsın. Kadın gelmişi geçmişi, her şeyi söylüyor, yarın bende beş kişiyiz, bekliyorum.”
Hemen atladım, meraklıyım ya.
“Tamam, geliyorum” dedim ve gittim.
Kadının tip enteresan, gözler hele bir tuhaf; nereye baktığı belli değil.
Oturdum, başladım sıramı beklemeye.