Çünkü benim kızım, babasının postişli hali.
Yok böyle bir benzerlik.
Kızımlayken hep eski kocamı görüyor gibi oluyorum, bu da bazen iyi bazen kötü hissettiriyor beni.
Ama huyu suyu derseniz işte orada ben devreye giriyorum.
Yine yok böyle bir şey.
Nasıl aynıyız anlatamam.
Aklımızdan geçenler, bir beş dakika sonrası sarf edeceğimiz kelimeler bile aynı.
Tıpkı Türk halkının bundan tam 89 yıl önce 29 Ekim’de yaşadığı gibi.
Bunu yazarken aklıma Müjdat Ağabey (Gezen) geldi, doğum günü 29 Ekim.
Çocukken her 29 Ekim bambaşka duygular yaşarmış.
Her yerde bayraklar, törenler, havai fişekler, insanlarda büyük bir coşku...
“Vay be” dermiş kendi kendine, “ne mühim bir zatım ki tüm ülke coşuyor benim için.”
O zamanlar coşulurmuş 29 Ekim’de... Ne yasak varmış, ne ceza.
Bu yıl kalktım, baktım etraf karanlık, etrafta sadece balkonlardan sarkan bayraklar, sokaklar boş.
BAYRAM ÇOCUĞUBayram sabahı erkenden kalktım, banyoya yürürken topalladığımı fark ettim. Yine terliklerimden bir tekini giymeyi mi unuttum diye ayaklarıma baktım. İkisini de giymiştim. Demek ki topallamam, terlik eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Banyoda iki bileğimin birbirine hiç benzemediğini gördüm. Sol ayak bileğim davul gibi şişmişti. Üstelik aşık kemiğim de acıyordu. Ayağımın bayram bayram bana attığı kazığa bakın!
Ben de ona inat olsun diye, teybe Sümer Ezgü’nün “Ferai”sini koyup sabahın köründe bir güzel zeybek oynamaya başladım.
Bileğim sızladıkça, “Çatlasan da patlasan da oynayacağım!” diye homurdanıp yorgunluktan dilim çeneme sarkana kadar oynadım.
Sonra da sabah denizini seyretmek için pencerenin önündeki koltuğa oturdum. Karla karışık yağan yağmurdan deniz filan görünmüyordu.
Yalnız, önümdeki bütün apartman bacalarının üstüne birer martı tünemişti. Baca deliklerine mabadlarını hizalamışlar, içeriden gelen sıcaklıkla kıçlarını ısıtıyorlardı. Demek ki kent yaşamı, martıların da ahlakını bozmuştu. Buz gibi suya fişek gibi dalıp balık avlayan o babayiğit martılar gitmiş, yerine kıçı üşüyen yumuşakça kent martıları gelmişti.
Derken, çevre gecekondularından bayram harçlığı seferine çıkan çocukların akınları başladı. Demek ki din ticareti eğitimi artık küçük yaşlarda başlıyordu. Hiç tanımadıkları evleri bayramlaşma bahanesiyle dolaşıp para toplama işi gecekondulaşmayla başlamıştı.
Ben bayramlaşmaya gelen eski bekçilerimle çöpçülerimi özlemiştim oysa...
Bir şarkı var o sıralar dilimde... “Ye, iç, eğlen, çok kısa ömrün. Sev çünkü sevmek en kolay.”
“Bu ne dünya kardeşim...” diye devam eden.
Güzel gözlü genç bir kadın söylüyor şarkımı, adı Yeliz.
Aradan yıllar geçiyor, inanılacak gibi değil, bu kadın benim arkadaşım oluyor. Asil, efendi, narin, haddini bilen, alçakgönüllü bu kadını çok sevmeye başlıyorum.
Cuma gecesi Nanna’da Yeliz’i izledim.
Gitmeden telefon açtığımda sesi bomboktu.
“Ne oldu?” dememe kalmadı, kendi söyledi; “Ayşe babamı kaybettim.”
Hatta “bizim ufaklığı okulundan alıp daha ucuz bir okula yerleştirelim” diyor.
Kadın ayrı ağlıyor, adam ayrı.
“Ya” diyorum, “maalesef durum hepimizde böyle.”
Ama sonra ne oluyor, bayramda ben mıçımın üzerine oturup İstanbul’da takılıyorum.
Bana ağlayanların hepsi şimdiden tatile gidecekleri yerlerin parasını dahi yatırmış oluyor.
Yahu siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Hadi o da mühim değil, ayıp olanı siz halkla dalga geçiyorsunuz.
Kocamın sevgilisi
Bir mangal partisindeyiz, ev sahibi beni bir karı kocayla tanıştırıyor. Kadın marka kılık kıyafet satıyor, adam bir markanın Türkiye mümessili.
Yazılarımda da bu konuda sınırımı bilirim.
Ama olan oldu, yağmurdan kaçarken doluya tutuldum.
Geçen akşam televizyon camiasından çok sevdiğim genç bir arkadaşım; Berk aradı.
“Abla sağlık kanalımız var; Htv. Pazartesi akşamı seni Doktor Akif Poroy’un programına davet etmek istiyorum, ne olur kırma.”
Aslında gitmezdim ama kıramadım.
“Sağlık kanalı, zarar gelmez, eh beni davet etmekte de pek haksız sayılmazlar, ne de olsa başımdan bin bir şey geçti, bakarsın birilerine faydalı olursun Ayşe” dedim ve gittim.
Kanala girince doktorun kadın doğumcu olduğunu, programa girerken ise seksolog olduğunu öğrendim mi!
“Vay be, ne şanslı herif” diyor. Bir elinde Hülya, bir elinde dünya.
Eee normal, herifte 10 numara karizma.
Uçan kuşu yakalamış.
Daha doğrusu tüm hatunlar zaten Kaya’ya bayılırmış.
Kimi istediyse elde etmiş.
Vay Kaya vay.
Erkeklerin yüz akı, kadınların beyaz atlısı.
Ben resmen yemek için yaşayanlardanım.
Yemek yapmak en büyük hastalığım.
Geçen gün kafaya taktım, “ulen” dedim, “mankeninden tut, oyuncusuna, herkes bir yemek kitabı çıkarıyor.
Alıyorlar yanlarına bir aşçı, sonrası yemek kitabı.
Bir sürü kadın da catering merakında.
Herkes mi pasta kek, börek, çörek yapar be kardeşim?”
Ve catering yapmaya karar verdim.