Bu sene aklıma cin bir fikir geldi; “Len Ayşe” dedim, “sen de kendine bir koltuk bulsan, şöyle havan 15 dakikalığına da olsa değişse ama tabii bu arada eline de bir şey geçse; sen dünün çocuğu, bugünün kartısın, çıkacağın koltuktan elin boş dönmeyeceksin.”Eee, bu koltuk hangi koltuk olacak? Dişçi koltuğu olacak hali yok. Devletin koltuğu olacak hali de yok.
Tabii ki bu koltuk olsa olsa eski kocanın koltuğu olacak.
Maddi-manevi seni tatmin edecek; bingo!
Eee, nasıl oturacaksın oraya?
Başladım planları yapmaya...
Hemen buldum ses değiştirmede başarılı bir erkek arkadaş.
Aradı şirketi, oradaki yetkiliye: “Ben yarın gelemeyeceğim, hafta sonu tatile gidiyorum, benim eski hanım gelecek, hesaplara falan bakıp gidecek...”
Ruhum aldı başını gitti, buluşamıyoruz bir türlü ki...
Ve artık gerçekleri haykırma zamanı.
Bana faydası olur, olmaz ama tüm kadınlar adına haykırmam lazım. Yüreğim çok yandı.
Şu ara, yani yaklaşık yedi yıldır yanacak yürek kalmadı.
Güvendiğim dağlara zaten karlar yağmıştı.
Üstüne yaşadığım ülke de tuzla buz oldu.
İçime etti.
Çünkü hayatınızda sürekli adrenalin var, sürekli öyle ya da böyle bir dik durma, bir ayakta kalma, bir pençeleri hazırda bulundurma hali var.
Kendi kendinin patronu olunca oluşan salıverme durumunu evliyken sıkıyorsa yap, yapabiliyorsan.
Evliyken her an bir çıldırma, çıldırtılma, çıldırtma potansiyeli var. Alınan, yerine getirilen, getirilmeyen, getirilemeyecek sözler var.
Cevabından hoşlanmayacağın, vermeyeceğin ya da ne olacağını bilmeyeceğin cevaplar var.
Dakikası dakikasına uymayacak haller, hareketler, duruşlar, şutlar, goller, frikikler, ofsaytlar, defanslar var.
Bunların hepsi adrenalin.
Karşında bir türlü evcilleştiremediğin, yoğurup yoğurup kendi istediğin şekle sokamadığın bir karşı cins var.
Bazen bıkkınlık hissettiğin, bazen “ya giderse bir gün?” diye ödünün mokuna karıştığı bir adam var.
YETİŞ AYŞE
Bir buçuk yıldır yaralarım iyileşemedi, çok zor durumdayım. Hastane masrafını karşılamıyorum, özel bir hastanede oksijen tedavisi görüyorum.
Çocuklarım okul masrafı, kira, benim hastane masraflarım derken çok zor durumdayım. Ne olur bana da yardımcı olun bir an önce iyileşip çalışmak istiyorum. Teşekkür ederim. İlgilenirseniz sevinirim. Tedavi olmazsam ayaklarım kesilecek.
Nurettin
Cevap: Nurettin Bey, geçmiş olsun. Acil şifa diliyorum. Okur dostlarımdan yardım etmek isteyenleri yönlendireceğim.
….
SARA HASTASIYIM
Merhabalar Ayşe Hanım;
Sana buradan “helal olsun” da yazdım günü geldiğinde. Şimdi de soruyorum, sen gerçi cevap vermezsin de...
Mehmet Ali’yi yavşak yaptın kaç yıl önceki röportaj için ama iki sene evvel Nazlı Hanım’ın evindeki yemekte pek kankiydin.
Ferhat’ı sesi için eleştirebilirsin. Bir kere olur, tamamdır ama sen resmen aklını Ferhat’ın sesiyle bozdun, bırak gazeteyi Twitter’ı kasıp kavurdun
geçen gece.
Yine hatırlıyorum, yine Nazlı Hanım’ın evinde Ferhat’la pek kankiydin.
Ben mi o davette yoktum?
Sen mi?
Korkacaksın
Varsa paranız, alınız; çanta, ayakkabı, hatta mücevherleri.
Ama alırken baştan peşinen onlarla bir gün vedalaşacağınızı biliniz ve satmaya kalkarsanız bir aylığınızı verdiğiniz çantanın üç kuruşa bile gitmeyeceğini de.
Mücevherde de öyle.
İyi günde dosttur kanka. Ama kötü günde elini bırakır, gider, arkandan pis pis güler.
Bunlar yenilecek yutulacak şeyler. Ama ya şerefsiz bir koca?
Ulen neresinden tutsan elinde kalır hayatının en büyük yatırımı. Ne dükkân geri kabul eder, ne de başkası; yapışır kalır tepene bir de.
Hele sen aldığında üç kuruş edip şimdilerde değeri maddi olarak beş binlerdeyse...
Bir de yürür bu işin moku.
Nisanın eli kulağında, 14 yıl olmuş, şaka gibi valla...
Ama bu bir ağlama yazısı değil, Teko’mla yüz bin anımdan bazılarını sizinle paylaşmaca, neticede benim babamdı ama sizin de Tekin Aral’ınızdı o bıçkın yakışıklı.
Yedi yaşında kalp ameliyatı olunca ben, elini hiç çekmedi elimden.
Tuhaf bir tipti; utanmasa, doktorlar “he” dese üzerimde yatıp kalkacaktı.
Sonra beni her ay Ankara’ya kontrollere götürdü, eğlendirdi, “kalbin ne özel” diye diye beni ikna etti; hasta kalbimi bana bulunmaz Hint kumaşı hissettirdi.
Çok geç gelirdi eve.
Elleri hep siyah; “Pis mi bu adam?” derdim, meğer mürekkeptenmiş, dergi çıkarır, karikatür çizermiş.
O kadar çok şey alırdı ki bana, ben yıllarca kendimi Aral Gölü’nün sahibinin kızı, meşhur bir bakliyat fabrikatörünün varisi, hele bir de yurtdışında bir resmi var; Aral petrolleri, onu çekmiş; hep onun sandım.
Tabii bu demek değil ki sadece işlerinde isim olmuş insanlar ölüyor. Kim bilir hangi evlerde, hangi hastanelerde, kimlerin yüreklerine acı düşüyor.
En son Metin Serezli’yi uğurladık, mekânı cennet olsun.
Ölüm demişken bazı şuursuzlara da iki kelam edeceğim. Yahu Nejat Uygur’u ve Münir Özkul’u bir rahat bırakın.
Adam gibi araştırıp öyle yapın haberlerini. Rekor sayıda ölüm haberini yaptınız. Her şeyden önce ayıptır ve günahtır.
Yine ölüm demişken şu biyografi yazma olayına da geleceğim.
Bir ünlünün biyografisi yaşarken yazılır, onun ağzından kaleme alınırsa biz de okumaktan keyif alırız.
O öldükten sonra yapılan her iş, ölünün üzerinden prim yapmaktır.
Biz de düştük o kuyuya, “Mizahın Abisi Oğuz Aral” diye bir kitap var piyasada, yarısından çoğu fasarya.