Ayşe Aral - Kelebek

Simsiyah

16 Mayıs 2014
Siyahı en güzel tarif eden renk kömür.

Kömür gibi siyah gönüllerimiz üç gündür. Yüreklerimiz paramparça.
Kömür deyince ateş geliyor akla. Ateş yanıyor içimizde hepimizin.
Ateş düştüğü yeri yakar derler, öyle değil, hepimizi yakıyor bu ateş, en derininden hem de.Nasıl bir acı bu, nasıl bir çaresizlik...
Nasıl bağlı elimiz kolumuz.
Bekliyoruz, elimizden gelen tek şey dua etmek.
Dualarımız bile birbirine karışıyor, önce aşağıdakiler için yakararak yalvararak dua ediyoruz.
Hadi bir can daha, hadi iki can daha, hadi bir sürü can sağ çıksın, kurtulsun diye.

Yazının Devamını Oku

Konumuz yine erkekler

10 Mayıs 2014
Dört kadın benim evin salonunda sohbetteyiz. Çay içiyoruz, pasta-börek yiyoruz.

Sohbet o anda harika... Çocuklarının okulunu anlatıyorlar, yazın planlarını, programlarını konuşuyoruz...
Ayakkabılar bu sene yine platformmuş, oh diyorum, ne rahat.
Sonra para-pul dertleri, ay diyorum ya susun.
İlerleyen dakikalarda kızlardan biri diyor ki “Aman benimki yok, ben yemeğe kalayım”, öbürü diyor; “ben bekârım, uyar”, bir diğerinin sevgilisi iş seyahatinde, “aaa” diyor, “valla Ayşe, hadi makarna yap.”
Hal böyle olunca yemekte -yani elma suyu içmiyoruz herhalde- konu yine erkeklere geliyor.
Bugünlerde hiç konuşmak istemediğim tek konu belki de.
Ah diyorum, ben başıma bunun geleceğini biliyordum, size meyve suyu verseydim keşke.

Yazının Devamını Oku

Şeytan çıkarma

9 Mayıs 2014
Tüm gün oyulmuş içim, stres yine had safhada.

Sokağa atıyorum her gün, fibromiyalji geçsin, aman insan göreyim bolca, kafama bir şey takılmasın diye.
Hata, hata, sokak büyük stres ya.
Şaka bir yana, eve geldim, elimde filmler, hepsi korku filmi yine.
Şeytanın Çıkmazı, Şeytan Gelirse, Şeytan Çıkarma...
Korku Denizi, Kâbuslu Ev...
Daha bir sürü böyle şey.
Satan şahıs dedi ki alırken “aman yani, korkarsınız.”

Yazının Devamını Oku

Tekin Aral yazdı

3 Mayıs 2014
Her yıl babamın vefat yıldönümü âdetimdir, köşemi babama veririm.

Zaten bu köşeyi ondan devir aldım. Tahminimce sizler de özlemişsinizdir, bu vesileyle de anmış oluruz, az söz ve yazı...
Antika
Bir tarihte “Antika” işine kafayı fena takmıştım.
Zaten bu antikacılık bizim ulusça geleneğimizde vardır. Öyle olmasa neredeyse yarım yüzyıl Demirel’ler, Ecevit’ler, Sezgin’ler vs.’ler hâlâ tepemizde olmazlardı.
Benim bu takıntım, bir tarihte evdeki koltuk sehpa üç beş parça eşyayı yenilememle başladı.
Yenileri yerlerine yerleştirdik. Eskilerini de bir eskici çağırıp satmak üzere salonun bir yanına koyduk. Eve gelen eskiciler, eşyalara o günün parasıyla yüz bin lira civarında bir para verince de sevinçten neredeyse havalara uçtuk.
Ama bu yüz bin kâğıdı eski eşyalara değil de, güç bela denkleştirip birkaç milyona aldığımız yeni eşyalara verdiklerini öğrenince, fenalık geçirip, herifleri boğazlamaya kalktım.

Yazının Devamını Oku

Sevgilim gerikafalı

26 Nisan 2014
Eee ben bundan şikayetçi miyim, ayol olur mu, inanılmaz mutluyum. Sonunda şans yüzüme güldü de aradığımı buldum.

Peki ben geri kafalı mıyım, yok değilim ama erkeğin geri kafalısından haz etmekteyim.
Günümüzdeki ilişkiler nedense açmıyor beni. Millet koyuvermiş gidiyor, kimse kimsenin ne ettiğiyle ilgilenmiyor, bırakın ilgilenmeyi kaç kere duydum, tanık oldum, adamlar sevgililerini, karılarını gittikleri sinemalarda, lokantalarda unutup eve yalnız dönüyor.
Geri kafalı erkek ilişkide daha sağlam oluyor, insana her anlamda daha çok güven veriyor.
Ayrıca ben üzerimde hakimiyet kurulmasından da hoşlanırmışım meğer, ee her kadın az da olsa sahiplenilmek ister.
Çok kadın itiraf etmez ama her kadın az da olsa arada höt zöt denilmesini sever.
Geçen akşam oturuyoruz, o bilgisayarda e-postalarını okuyor, ben de House of cards diye bir dizi seyrediyorum.
Dizinin bir sahnesinde kadın o gece beraber olduğu, tabir-i caiz ise taş gibi adama dönüp hadi canım bir gecelik bir ilişkiydi, güle güle falan gibi laflar ediyor.

Yazının Devamını Oku

Fibromiyalji

19 Nisan 2014
Sevgili okurdostlarım, birkaç gündür çok hastayım.

Önce yediğim balık dokundu, kustum durdum.
Onun halsizliğini, yorgunluğunu üzerimden atamadan bu sefer bir ağrıdır başladı.
Her yerim ağrıyor ama anlatamam o nasıl bir ağrımaktır. Eklemlerim de tutmuyor.
Sabah yataktan kalkacağım baktım bacaklar tutmuyor, sanki dayak yemişim gibi, aldı mı beni bir panik.
Fibromiyalji imiş bunun adı. Stresten olurmuş.
Özellikle 40’ından sonra kadınları bulurmuş.
Kötü tarafı bu mok yiyenin kesin bir tedavisi de yokmuş.

Yazının Devamını Oku

Tuhaf bir Ayşe

18 Nisan 2014
Sabah kalktım, etlerim acıyor, etlerim. Sanki birileri gece gelmişler, beni preslemişler. Bu bana yılda bir- iki sefer olur, sabah kalkarım sanki gece yoğrulmuşum.

Kalkamam yataktan çokça çabalamadan. Anlamı şudur, vücut gitmiş, yorgun, teslim bayrağını çekmiş.
Hatta o sırada kafama bakarım, “he de...” falan ondan da sinyal çıkmaz, kahve demem bile iki dakika alır.
O an yapılması gereken şey, beni alacaksın direk tatile ya da bir odaya kapatıp müzik, güzel sözler...
Faturaları yok edeceksin gözümden, asla telefon yok, bırakacaksın ağlayacağım. İçime kimi kapattıysam ona küfür kıyamet...
Ama bunlara imkân nerede, yok elbet.
Bu sabah kalktığımda vücut ağrım dışında bacağım da tutmuyordu, bir de başım kaşınıyordu.
Hastaneye gittim.

Yazının Devamını Oku

‘Yetiş Ayşe’ yetişti

12 Nisan 2014
Geçen hafta çarşamba hurriyet.com.tr yazımı yazamamış, Yetiş Ayşe için yollarda olduğumu söylemiştim ve sizlerden dua istemiştim.

Çokça e-posta geldi, nereye gittin, ne yaptın diye.
Dayak denilince herkes gibi benim de kanım donuyor, hele kadına dayak söz konusu olunca çıldırıyorum. Haftalardır Yetiş Ayşe’ye yazan bir kadın okurumuz vardı.
“Ne olur yazdıklarımı yayınlamayın Ayşe Hanım” diyordu ve anlatıyordu. “Eşim madde bağımlısı, iki çocuğumuz var, üçüncüsü ise yolda. Annem beni doğururken doğumda ölmüş. Babam ise şu an başkasıyla evli. Allah’tan hanımı iyi birisi. Ama bu derdimi, eşimin madde bağımlısı olduğunu onlara anlatamıyorum ve yediğim dayakları. Aslında dayak yiyorum dersem yanlış olur. Zaten dayak yesem anlarlar görüntüden ve olaya el koyarlar belki. Bizimkisi işkence. Bana türlü türlü işkenceler uyguluyor.”
İşkence şekillerini bana yazdı ve ben ağlamaya başladım, inanamadım inanmak istemedim. İşkencelerin en hafifi göğüslerinde söndürülen sigaralardı.
Hazal’la bu yazışmalarımız 10 gün devam etti, sonra bu yazışmalar telefon konuşmalarına döndü ve dedim ki “geliyorum.”
Bekledim ki aman hayır, sakın, olay çıkar diyecek. “Gerçekten mi?” dedi, “gelir misin abla?”
Asistanım, yol arkadaşımı, bir de bir dostumu daha alıp şehir dışına koyuldum yola.

Yazının Devamını Oku