Perşembe günü olmalı, olayın görüntüleri ana haberlere, internete düştü, yayınlandı.
Bu iğrençliğe bir de gözlerimizle şahit olduk, içimizdeki sinir, nefret, kızgınlık ve üzüntü kat be kat arttı.
Olayı ilk duyduğumuzda Burger King’i boykot ettik, “yemeyeceğiz artık” dedik. İlk tepkimiz buydu.
Sonra mantıklı düşününce, tek bir şuursuzun, kendini bilmezin, hasta ruhun yaptığını, orada çalışan, evine ekmek götüren masumlardan çıkarmak akılsız bir davranıştı.
Ama Burger King’in belki şurada bir hatası vardı ve belki nice işyerlerinin de...
Siz müdür yaptığınız adamı ya da diğer çalışanlarınızı nasıl işe alıyorsunuz?
İlk başvuru formunuza baktım. Çok az şey talep ediyorsunuz. Bu insanların ruh sağlığını araştırıyor musunuz?
Kanım dondu, gözyaşım akmadı da adeta böğürdü, parçalamak istedim etrafımdaki her şeyi.
Problem insan olunca git, yakala, sarıl boynuna, sor hesabını, deş yarayı, ama iş dört ayaklısına gelince ne gezer ki hak, adalet?Pislikler ötesi, ne ettiniz?
İki gün arayla üç canı öldürdünüz?İkisi cins köpek (gerçi biz ayırmayız da pek)...
İki terrier, beyaz, poşette ölü bulundu, hem de Sarıyer sahilde.
Tanık yok, enteresan işte. Köpeklerden çıkan tek ortak şey birer tutam kadın saçı. Bu köpekler belli ki evcil. Terrier özel cins ev hayvanı, en pahalılarından.
Pislik kokuyor.
Birçoğu “ölüm büyüsü” diyor.Varmış böyle bir şey.
“Sakin” yazmıştı, kuyruğuna basılmadıkça genelde zaten öyledir Yonca.
Ben de bugün okurlarıma sesleneceğim; elbette bazılarına... Ama benim ciddi anlamda kuyruğuma basıldı cumartesi günkü Ebru Gündeş yazımdan sonra.
Çok kızdım.
Daha doğrusu alındım.
Altı senedir -ki üç senesi hurriyet.com.tr, üç senesi Kelebek olmak üzere- yazarım.
Hiç mi huyumu suyumu, kim olduğumu, kendimi anlatamamışım?
Yetiş Ayşe diğer adım; yardım için çırpınırım.
Tüm yazılan eden senin iyiliğin için, çıkmalısın evinden, açmalısın davanı, boşanmalısın.Bu defteri de kapamalısın, daha da ileriye gitmeden.
Yahu inanamıyorum!
Daha cuma günü yazdım sevgi diye. Bağırdım içimden yazarken kendimce.
Nasıl bir baskıdır bu?
Bir kadını, erkeğini, kocasını seven bir kadını, kocasının işiyle, yapıp yapmadıklarıyla bütünleştirip; “Nasıl yaşarsın onunla”, “Nasıl sesin çıkmaz adama”, “Sana yakışanı yap, boşan” falan filan diye nasıl yazılır orada burada, Twitter’dan tut köşe yazılarında?
Günah ya!
Kime ne kardeşim? Herkes baksın kendi hayatına. Kadın ortalıklara çıkıp çıkıp gözünüze bir şeyler mi sokuyor devamlı, şımarıkça?
Ne oldu, sevindin mi?
Senin bir robottan ne farkın var ki?
Yaşamak zorunda olduğun rutininden bahsetmiyorum; son yıllarda kaybettiğin sevgiyi kastediyorum.
Sahi sen kimseyi seviyor musun; ama gerçekten?
Hani evlat, ana, baba, can onları geçeceksin.
Gerçi evladını çok seviyorsun ama kendisine hiç sormadan onu kendi egonun seçtiği, belki birazca ağır bir okula yolluyorsun. Sonra orada başarısız olunca da hesap soruyorsun.
Ekstra zorlu faaliyetleri bak yazmıyorum bile.
Geçen akşamüstü, sanki biri beni pompayla şişirmeye başladı, karnım burnuma ha dayandı, ha dayanacak...
Aha dedim, gaz, geçecek ama sonra bir ağrı sırtıma, belime yayıldı, başladım ağlamaya... Anne benim yine bağırsaklarım düğümlendi.
Bin ilaç, nafile.
Ağlıyorum fena halde. Hemen Amerikan Hastanesi acile.
İlk el muayenesi, evet muhtemel peritonit, bağırsaklar düğümlenmiş olabilir.
Tetkikler hemen...
Benim için tetkik önemli değil, bana morfin verin.
Bu kadar hastalık geçmişi bulunan, en yakın dostları doktorlar olan ben, hemen duruma uyandım.
Talihsizlik işte, Sinan Bey hastalanmış. Benim teşhisim şu; beyin ön loblarında zedelenme.
Nasıl mı olur; küçük bir çarpma bile yeterli.
Peki beyin ön lobları zedelenince ne olur? Bilinçli düşünememe, ruh hali ve hissiyat bozukluğu gelişir. Tedavi edilebilir. Acil şifalar diliyorum.
Bol temiz hava iyi gelebilir. Tabii öncelikle doktora danışılmalı. Ama boşluk iyi değil, hastalığı artırabilir. Şu sıralar bir Ağaoğlu reklamı olsa, binaların dikileceği araziler idealdir.
Sezenim
Bin senedir görmemiştim ama rüyalarımda neredeyse sürekli görürüm.
Öğrenciler valiye tweetler atıyor, tahminler, iddialar, geyikler gırla...
Birkaç yıldır hava sıcaklığı hiç bu kadar düşmedi ya, doğru düzgün yağmadı ya kar, beklenti büyük.
Oysa yerlerde en fazla birkaç santim tuttu İstanbul’da, Erzurumlu görünce dalga geçiyor yani.
Beyazlar düşüverdi ya İstanbul’a, trafik felç, hayat zorlaştı ama ben seviyorum karı ya.
Biraz camdan izledim, müzik açıp eski günlere dalıverdim.. Seksenlerin müziklerini dinleyerek...
Uludağ’dayız her sene olduğu gibi, her sömestr tatilinde olduğu gibi. Mekânımız Otel Fahri.
Ama o sene nereden bilebilirdik ki iki ayrı olay yaşayacağımızı değil mi?