Sömestr anılarım

Birkaç gündür haberlerde, sosyal medyada herkesin derdi okullar kar nedeniyle tatil olacak mı olmayacak mı?

Haberin Devamı

Öğrenciler valiye tweetler atıyor, tahminler, iddialar, geyikler gırla...
Birkaç yıldır hava sıcaklığı hiç bu kadar düşmedi ya, doğru düzgün yağmadı ya kar, beklenti büyük.
Oysa yerlerde en fazla birkaç santim tuttu İstanbul’da, Erzurumlu görünce dalga geçiyor yani.
Beyazlar düşüverdi ya İstanbul’a, trafik felç, hayat zorlaştı ama ben seviyorum karı ya.
Biraz camdan izledim, müzik açıp eski günlere dalıverdim.. Seksenlerin müziklerini dinleyerek...
Uludağ’dayız her sene olduğu gibi, her sömestr tatilinde olduğu gibi. Mekânımız Otel Fahri.
Ama o sene nereden bilebilirdik ki iki ayrı olay yaşayacağımızı değil mi?
Her zamanki gibi ben otele girinceye kadar çığlık çığlığayım yol boyunca.
Bayılıyorum aslında Uludağ’a ama yok mu o dağ yolu, arabayla o yolu tırmanma, başının etini yiyorum babamın yol boyunca “Bak şimdi uçacağız baba aşağıya, bu sefer uçuyoruz valla...”
Neyse kazasız mazasız otele varınca mutluluk doruk noktada.
Ve ertesi gün, benim kadar başarılı bir kayakçı çıkıyor yine arkadaşlarıyla kayağa. (Başkası benim kaydığım sene kadar kaysa ödül falan alırdı ama işte kabiliyet, vücut esnekliği diye şeyler var, o da başka)
Arkadaşlarımdan biri de Tayyar, kulakları çınlasın buradan da.
Ve ben bir bombeden atlarken tepe üstü çakılıyorum karlara.
Bir süre ses çıkmıyor benden, acım doruklarda. Ve Tayyar panik halinde beklenmedik soruyu soruyor bana;
“Ayşe öldün mü?”
Benden gelen cevap düşündürücü oluyor galiba...
“Evet Tayyar, öldüm.”
İşte o an karışıyor ortalık, Tayyar bas bas bağrınıyor; “Yetişin öldü!”
Ortalık ne hale geliyor artık orasını da siz düşünün.
Sonra benim kol sargıda ama tatil devam ediyor, tabi ertesi gün yaşanacak ikinci vakaya kadar.
Babamın kayakla arası harika.
O kayağa çıkarken bütün kayak hocaları işi gücü bırakıp ona yardım ediyor, eldivenlerini giydiriyorlar, şapkasını, atkısını, bir ayakkabısını önce, bir yarım saat sonra bir diğer ayakkabısını...
Neyse bir saat sonra Tekin Aral kayağa hazır hale geliyor.
Tabi yanında da hocasıyla beraber.
O gün de aynı işlemlerden geçen babacığım kayağa çıkıyor.
Ama öğlen oluyor, yemeğe bekliyoruz, babam gelmiyor.
Tabi bizi bir panik alıyor.
Ve bir süre sonra bütün hocalar babamı bulmak üzere aramaya çıkıyorlar.
Akşam yedi buçuk gibi babam hocalarla güle oynaya geliyor.
“Neredeydin Tekin?” Annem babamı yolmaya hazırlanıyor...
“Ya İnci, tepede bizim Ahmet Hoca’yı gördüm. Dersi bitmişti, benim ders saatimdi ya bırak dersi mersi dedim, gel, sucuk ekmek şarap yapalım.
Saatin de farkına varmamışız sohbetten, telesiyejler falan da kapanmış, kusura bakma canım.”
O an nasıl kızıyoruz babama da, Ahmet Hoca’ya da.
Ama şimdi babam da, Ahmet Hoca da göçüp gittiler bu dünyadan.
Keşke yaşasalardı da o karın altında sucuk-ekmek yapsalardı. Keşke geç kalsalardı, keşke kızsaydık onlara...
Kar yağdı işte, bir duble daha, bir şarkı daha...
Ah ne güzel günlerdi yaaa.
Kar yağdı ya aklıma geldi.
Kar tabi evinde pencereden seyredene, dağda kar tatili yapana güzel, Allah hiçbir canı aç açıkta bırakmasın o ayazda.

Yazarın Tüm Yazıları