Çok da özleşmişiz. “Hadi” diyor, “Hadi bu hafta salı, hadi şu hafta çarşamba, cuma deyip ertelediğimiz buluşmayı artık yarın yapalım işin yoksa.”
Doğru diyorum, buluşuyoruz, zaten konuşacak çok şey birikmiş, sırlarımız dolmuş, taşmış.
Ama bana bir kazık atıyor, yanında biriyle geliyor. Hiç haz almadığım bir durumu huyumu bildiği halde bana yaşatıyor.
Hem de tanıdık, medyatik biriyle. O bir menajer.
Merhaba, merhaba.
Gözlerimle pis pis bakıyorum arkadaşıma, masa altından da çakıyorum çakabildiğim kadar.
Diyor ki, “Ay ben sizin hayranınızım, ne şeker, ne doğal ve içten yazıyorsunuz. Okumadan geçmem ki ben herkesi okumam öyle diyeyim.”
Ben de heyecanlıyım bu yüzden ama bir şey var, çözemiyorum.
Bakıyorum her yere, soruyorum bilirkişilere, Osmanlıca dili eşittir eski Türkçe diye çıkıyor karşıma her seferinde. Olur ya kısaltırız her şeyi, problem değil neticede.
İyi de ben nasıl öğreneceğim bu dili? Tekrar liseye alınma şansım zaten yok. Eh bir yolunu bulacağım artık illa.
Hadi eğlenelim yeni halimizle.
Düşünüverdim bir an, biz daha ülkemizde herkesi okur yazar yapamamış iken şimdi de bu yeni dil olayıyla nasıl baş edeceğiz diye.
Bizler Türkçe bile anlaşamıyoruz birbirimizle.
Ben bazen bir şey diyorum, karşımdakine bakıyorum, yani diyorum neresinden anladı?
LAĞIM FARELERİYLE YAŞIYORUZ
Ayşe Hanım,
Size çok ihtiyacım var, lütfen bana yardım edin.
Kötü durumdayız ve inanması güç ama lağım fareleriyle yaşıyoruz ve bir tane evladım var.
Evimin suyu da yok ve harabe evde yaşıyorum.
Ne olur sesimi duyun lütfen
Şenay
Beklenmeyen.
Uymayan.
Ben yazacaktım, Cengiz yazdı, bari üstüne kadınca ekleyeyim ben de. Ha bir de birdi, iki oldular şimdi.
Güven Hokna Hanım, valla ayıp, billa ayıp ötesi. Siz yıllarını, emeğini, bu işe vermiş bir sanatçısınız. Duayen deriz bizler size...
Hani babadan, amcadan, öyle biliriz işte.
Annesinizdir, o kesin, hatta anneanne, belki babaanne...
Gökçe evladınızı oynadı değil mi uzun süre?
Kısa bir aradan sonra merhaba. Öncelikle var olun, sağ olun geçmiş olsun dileklerinize. Vallahi Allah vermesin kimselere. Öldürmüyor ama süründürüyor sinüzit... Bilen biliyor, ağrısı fena, diş ağrısı ve migrenle eşit kulvarda.
Pazartesi öğle vakti baktım ağrım artık göz kırpar hale gelmeye başladı, gücü azaldı, savaştan çekilecek yavaş yavaş...
İki adım ötedeki kuaföre gidip azıcık toparlatayım kendimi dedim.
Oturdum, kahvemi söyledim, elime Hürriyet’imi aldım, tam okumaya başlayacağım, yanda oturan hanım; “Of” dedi manikür yapan bizim dünya tatlısı Aslı’ya, “off”...
“Ne oldu Leyla Hanım?”
“Ay Aslı ya, akşama kocamın en yakın arkadaşının doğum günü yemeği var. Hiç istemiyorum gitmek, of yani. Şimdi giyin, et. Şöyle evde otursam, ayağımı uzatsam, çayımı elime alıp televizyon falan, üfff...”
Olabilir, ben de üşengecimdir. Ama kaç gündür evde tıkılı kaldığımdan, içimden “Ne güzel işte kadın, oh mis gibi git kocanla, eğlen, ne güzel işte” diye geçirmedim de değil, doğruya doğru şimdi.
Hastalansa bile yerinde durmayan, laf anlamayan, maşallah diyelim 68’lik anam var, bırakamam. Ha tabi bir de Ayça’m. Baş belam, can yoldaşım, doğumundan beri hiç başkaları gibi kıskanmayıp kokladığım, nabız kalp yokladığım...
Bu da enteresan, di mi, şimdiki halimiz de Ayça enteresan, di mi?
Ben yedi yaşında kalp ameliyatı geçirdiğimde o katı gezerdim her gece, aman herkes iyi mi diye.Bir bebek vardı, aynı Ayça...
Beş kere örterdim üstünü.
Geri döner bir beş daha...
Başhemşirenin gözleri korku filmlerindekiler gibi bakana kadar işte.
Nereden nereye geldik.
Aldatma falan diyorlar, sanmam ya.
Ata can, kan bir tipe benziyor, aldatacaksa da bu kadar çabukça neden evlensin ki saçma.
Bir de anlayamadığım bir hal var şu boşanmalarda, bu da yeni moda.
Ayrıl, beraber yaşa, aynı evde otur.
Neymiş çocuk küçükmüş, aman etkilenirmiş.
Çocuğun falan etkileneceği yok o yaşta. Açıklanır, psikologlar var. Zaten yaşa yaşa nereye kadar?
İlla bir gün evler ayrılacak eninde sonunda.
Kardeşi Serkan Seki söyledi bunu, çünkü artık canına yetti. Dayanamadı.
“Tamam” dedi, “Ablamı taşlayın kurtulun.”
Deniz hapishanede, altı aylık kaçıştan sonra. Ben Deniz yakalanınca hiç uyumadım valla.
Mutlu olmadım, hatta ağladım.
Aksaray Vatan’da çok yattım; beş kere panik ataktan, iki kez de depresyondan. Hiç de saklamadım sizlerden. Çünkü ben çok şey öğrendim oralarda yatarken.
Madde için yatan gençler kankam oldular. Abla dediler bana, anlattılar, hepsinin hikâyesini dinledim.
“Abla” dediler, “birine hıncın varsa, tek yapacağın gidip ona eroin vermek. Hayatı kayar, ölene kadar da köpeğin olur.”Sonra konuştuk, içenlerin hepsi aynı zamanda satıcı. Eh, iç iç, para nereye kadar dayanır? Satacaksın ki kendine alabilesin.Hastanedekilerin hepsinin davası var.