Ayçe Bükülmeyen

Butik pastacı dört kadın ortak, üstelik AB’den ödüllü

15 Kasım 2009
İZMİRLİ Nazan Eroğlu ve Bilge Güdüm, farklı eğitimler görmelerine rağmen Avrupa Birliği kredisi alarak pastacılık işine girmiş.

İzmir’in ilk butik pastanelerinden olan Jocelyne’in sahipleri Jocelyne Edgel ve Joel Özmirze Tanık ile ortak olduktan sonra, az krediyle gösterdikleri büyüme hızı Avrupa Birliği komisyonu yetkililerini hayran bırakmış ve Türkiye’de doğru büyüyen dört işletmeden biri seçilmişler. Dört kadın girişimcinin butik pastacılıkta gösterdiği çabalar önemli bir işletmeye dönüştü.
? Gıda işine girmeniz nasıl oldu? Nasıl bir araya geldiniz?
? Nazan: Gıdanın farklı alanlarında çalışmıştım. Geliştirmek ve eğitim almak istiyordum. Mimar olduğu halde ABD’de Culinary School’da aşçılık eğitimi alan Elif Kolonkaya İstanbul’da kurs veriyordu. Bilge ile önceden tanışıyorduk, beraber eğitim aldık.
? Bilge: Mesleğim olan inşaat mühendisliğine çocuğum olunca ara vermiştim. Zaten ülke koşulları, İzmir’de fazla iş olmaması gibi sebeplerden aynı işe dönmeyi düşünmüyordum. Mutfaktan çok zevk alıyordum. Hep düşünüyordum böyle bir şey yapabilir miyim diye ama cesaret edemiyordum. Nazan ön ayak oldu birlikte kursa gittik.
? İzmir’e dönünce hemen kafe mi açtınız?
? Nazan: Daha önce Pastavilla restoranları projelerini geliştirmiştim. Birikmiş tariflerim vardı. İstanbul’daki hoca, Bilge ile beni çok uyumlu buldu, ortak olmayı düşündük.
? Bilge: Çamlık Sokak’ta bir kafe açtık, kendi imalathanemizi kurduk. Birçok ürün yapmaya başladık.

4 Kadınız, farklılıklarımızı avantaja çevirdik

Yazının Devamını Oku

İzmir’in seyircisi çok kültürlü, samimi, eğitimli

1 Kasım 2009
ANJELİKA Akbar, Mavişehir Rotary Kulübü’nün konuğu olarak İzmir’e geldi, Cumhuriyet Bayramı nedeniyle konser verdi.

“İçimdeki Türkiyem” adlı albümünde yer alan, Türkiye’de etkilendiği olaylardan esinlenerek yaptığı bestelerini yorumlayan sanatçı, sohbetimizde İzmir ve İzmirli dinleyicilere hayranlığını sıklıkla vurguladı. Duyarlılığını her çalışmasına aktaran Akbar, gerçek bir Türkiye aşığı...
? “İçimdeki Türkiyem” projesi nasıl ortaya çıktı?
- Üç yıl önce “İçimdeki Türkiyem” diye bir kitap yazmaya başladım. Türkiye’ye adım attığım andan itibaren yaşadıklarım, gözlemlerim, sosyolojik değerlendirmelerimi topladım. Daha sonra albüm ve konserlere karar verdim. Etkilendiğim her olay için beste yaptım, bunları bu albümde toplayıp konserlerimde seslendiriyorum. Türkiye’yi çok sevdiğimden kalbimden böyle bir isim geldi ve proje ortaya çıktı.
? Siz Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
? Bir cümleyle şöyle diyebilirim, “Ben sizi, size sevdirmeye çalışıyorum.” Çünkü ben Türkiye’yi ve Türk insanını daha çok seviyorum. Geldiğim ilk yıllarda Türk kültürüne, doğasına, insanına herşeyine bir yabancı olarak hayran kalmıştım. Burada benim hayatım değişti.

İzmir, konser vermeyi en çok sevdiğim şehir

? İzmir’e kaçıncı gelişiniz?

Yazının Devamını Oku

231 yıllık La Scala’da çalan ilk Türk bir İzmirli

25 Ekim 2009
İZMİRLİ keman sanatçısı Özlem Adıgüzel, İzmir’de başlayan sanat yaşamını dünyaca ünlü La Scala Tiyatrosu Orkestrası’nda sürdürüyor.

Verona Orkestrası’nda da çalan Adıgüzel, 1778’de kurulan La Scala’da çalan ilk Türk müzisyen olmanın hem gurur, hem de ayrı sorumluluk verdiğini söylüyor. Geçtiğimiz günlerde La Scala Orkestrası ile İzmir’de konser veren Özlem Hanım’ın mütevazılığı ve samimiyetine de en az sanatı kadar hayranlık duydum.
? Müziğe nasıl başladınız? Babanız da müzisyendi galiba...
? Babam müzisyendi, deniz bandosu şefiydi ve keman çalıyordu. Askerden çok, müzisyen bir insandı. İlk mandolinle başladım, sonra İzmir Devlet Konservatuvarı’na girdim. Lise dönemine kadar burada çalıştım sonra Ankara’da yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans yaptıktan sonra İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’na girdim. Bir sene çalıştım burada.
? İtalya’ya nasıl gittiniz?
? İtalya’ya kemanımı ilerletmek amacıyla kursa gittim. Milano yakınlarında Bergamo adlı şehirde, konservatuvarın yaptığı özel bir kurstu. İtalyan Christian Rossi’yle çalıştım. Kurstan sonra bana burs verdiler, kalmamı ve orkestrada çalmamı istediler. Kabul edip, buradan istifa ettim ve Bergamo Orkestrası’nda çalmaya başladım ve aynı zamanda Rossi ile başka bir şehirde çalışmaya da devam ettim.
? Verona Orkestrası’na geçişiniz nasıl oldu?
? Bir yıl Bergamo’da çaldıktan sonra Verona’da bir sınava girdim. Verona Orkestrası’nın yaz sezonunda çalma hakkına sahip oldum. Zaman ilerledikçe tanınmaya başladım, başka sınavlara katıldım. Parma Orkestrası, Arturo Toscanini Orkestrası’nda, Brescia’da orkestrada çalıştım. Verona da 2-3 günlük bir sınav yapıldı. 100-150 kişi arasından büyük bir seçimle 5-6 kişi Verona Orkestrası’nın kadrolu sanatçısı seçildi. Biri de bendim.

Yazının Devamını Oku

40 yaşında ölüyor 80 yaşında mezara giriyoruz

18 Ekim 2009
VEDAT AKAR, hayatını, insanlara doğal tedavi yöntemleriyle stres ve buna bağlı rahatsızlıklardan korunmayı öğretmeye adamış.

Hem eczacılık, hem de fizyoterapi eğitimi alan Akar, Bornova Kavaklıdere Köyü yakınında, doğa içerisinde bir cennet olan Yaşam Vadisi adlı merkezinde, batı tıbbı ile doğu tıbbını sentezleyerek İzmirlilere hizmet sunuyor.
» Hangi konuda eğitim aldınız?
» Muğla’da Erkek Sağlık Koleji’nde okurken ABD’den gelen sağlık gönüllüleri bize yatalak hasta bakımını, beslenmeleri ve masaj tekniklerini öğretti. Sonra Ege Üniversitesi Ortopedi Kliniği’nde fizyoterapist eğitimi aldım. Kanada’dan gelen Dr. Türkan Özşahin bana işin ruhunu, anatomisini, fizyolojisini anlattı. Her kırığın sebebine göre farklı tedavisi gerektiğini öğrendim.
» Eczacılık okumanız nasıl oldu?
» O dönemde çok vaka geldiğinden tecrübe ve bilgi birikimim yoğundu. Hocalarım, “Tıp Fakültesi’ne gir, sen bu işi çok iyi biliyorsun” diyordu. Fakat ben eczacılığı tutturdum ve Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirdim.
» Yoga ile nasıl tanıştınız?
» Ege Üniversitesi Spor Hekimliği, 1983’te bir yoga semineri düzenlemişti. Hindistan’daki Ananda Marga Yoga Enstitüsü’nden yoga direktörü Dada Nanda geldi. Çok ilgimi çekti. Sorularım üzerine Dada Nanda benimle özel konuşmak istedi. Onunla bir hafta geçirdim, ne yerse onu yedim, ne yaparsa onu yaptım. O dönem benim için evrene açılan pencere oldu. Çünkü çok çalışıyordum ama ne yapacağımı tam bilemiyordum.

Yazının Devamını Oku

45 yaşımdan sonra her hafta İstanbul’da eğitim aldım

4 Ekim 2009
NUR YARAŞ, başta avukat olmak için hukuk eğitimi almış, bu yönde çalışmış.

İlerleyen zamanla başka bir iş yapmak istediğini farketmiş ve eğitim sektörüne geçmiş. Yılmadan iki yıl, her hafta sonu İstanbul’a giderek eğitim alan Yaraş, bugün Takev Okulları ile sadece İzmir’de değil, Türkiye’de hatırı sayılır bir başarı kazanmış durumda. Nur Yaraş ile hem özel okulları hem de eğitim sistemimizi konuştuk. 
» Hukuk eğitimi almanıza rağmen neden mesleğinizi yapmadınız?
» Çok istemiştim avukat olmayı ama sonradan sevemedim. Bankada hukuk müşaviriydim, biraz icralara dayalı bir avukatlık belki o nedenle sevimsiz geldi.
» Eğitime geçişiniz nasıl oldu ?
» Eğitimle ilgili bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Çocukları çok seviyorum. İlk anaokulumuzla başladık. 21 yıl önce kurduğumuz Beyaz Balon, çalışanları, öğrenci sayısıyla şu anda Türkiye’nin en büyük anaokulu. Zaten 45 yaşımdan sonra bu konuda eğitim aldım.
» 45 yaşından sonra ne eğitimi aldınız?
» Yeditepe Üniversitesi’nde ‘Eğitim Yönetimi ve Denetimi’ okudum. 2 yıl her hafta sonu İstanbul’a gidip geldim. Çoğunluğu genç öğretmenler olan 150 kişilik bir gruptuk. Zaten şu anda İstanbul’da hemen hemen her okulda çalışan öğretmen arkadaşlarım var.

Yazının Devamını Oku

ESBAŞ'tan pişman değilim düşündüğüm kadar büyüyemediğim için üzgünüm

13 Eylül 2009
KAYA TUNCER, ülkemizin öncü işadamlarından. Uzun yıllar ABD ve farklı ülkelerde çalıştıktan sonra İzmir’de Türkiye’nin ilk özel serbest bölgesi olan Ege Serbest Bölgesi A.Ş.’yi kurdu. ESBAŞ sadece yabancı yatırımcıları değil, yurtdışında yaşayan Türk bilimadamları ile yüksek teknolojiyi de ülkemize getirmeye çalışıyor. ESBAŞ’ın kuruluşunun 20. yılında sohbet ettiğimiz Tuncer, yapılan bazı uygulamaların yatırımcıları ürkütüp ülkemizin ilerlemesinin önüne geçtiğini vurguluyor. È Nerelisiniz?

È Anadolu’da büyüdüm. Doğum yerim Trabzon ama babam öğretmen olduğundan farklı şehirlerde okudum. Daha sonra Galatasaray Lisesi’nde yatılı okudum.

È Amerika’ya gidişiniz nasıl oldu?

È Teknik Üniversite’de okurken ABD’den burs kazandım ve mühendislik okudum. Yüksek lisans yaptıktan sonra Suudi Arabistan gibi farklı ülkelerde uluslararası şirketlerde çalıştım.

È İzmir’de bir serbest bölge kurma fikri nasıl oluştu?

È Merhum Turgut Özal, ’Serbest bölgeyi başlatalım, Mersin ve Antalya’da devlet olarak yaptık ama İzmir’de Ege Serbest Bölge’yi özel sektöre verelim’ deyince İzmir’e gelip baktım. Konumu, imkanları güzel, İzmir’in potansiyeli çok büyük. 1987’de Ege Serbest Bölge çalışmalarına başladım.

È Daha önce deneyiminiz olmuş muydu?

È İnşaat mühendisi olduğumdan organize endüstri merkezlerinin yapımlarında çalışmıştım. Arabistan’da endüstri merkezi ve organize sanayi kısmının yapımında önemli görevler aldım. Bu nedenle organize sanayi bölgeleri ve serbest bölgeler kurulmasının avantajlarını biliyordum.

È Serbest bölgelerin pratikteki yararları neler?

È Özellikle ihracat yapan firmalar için ideal. Çünkü vergisel avantajları var. Ürettiklerini ihraç eden firmalara yüzde 25 civarında gelir vergisi avantajı sağlıyor. Bunun yanında kurumlar vergisi yoktur. Türkiye’den buraya malzeme alıp işledikleri malzemede KDV yok, gümrük yok. Prosedürler aza indirgenmiştir. Bu bakımdan ciddi avantajları olan yerler.

İzmir’in en büyük eksiği tanıtım

È Ege Bölgesi’nde olmanızın nasıl etkileri var?

È Ege bölgesi tercih edilen bir yer. Mesela yabancı bir firma buraya gelmeden önce 9 ülkede 24 bize benzer yeri incelemiş, sonunda buraya karar vermiş. Çünkü İzmir rahat çalışılan ve yaşanan bir şehir. Ulaşım çok önemli. Avrupa’ya direkt uçuşlar olması büyük rahatlık.

È Eksikleri ne peki sizce İzmir’in?

È Tanıtım eksikliği bence önemli. Bazı projeler yapılabilir. İstanbul’daki Formula 1 deniz tekneleri yarışını getirdik ama arkası gelmedi. Çok ciddi ve kaynak gerektiren olaydı. Şimdi İZKA var, belki o zaman olsaydı böyle bir programı kabul edip arkasında olurlardı.

ESBAŞ’ta eski araba müzemiz var

È Esbaş’ın içerisinde eski araba müzeniz de var. İlginç öyküsü olan var mı bu arabaların?

È Ben çocukluğumdan beri araba meraklısıyım. Ufak ufak arabalarım, kendi yaptıklarım vardı. Burada yerimiz olunca hepsini topladık. Bunlar daha

ziyade benim geçmişimle bağlantısı olanlar. Mesela ilk aldığım arabalardan biri benimle, diğeri eşimle yaşıt. Biri gençliğimde otomobil kullanmayı öğrendiğim. Biri, komşumun kullanmadığı evin önünde tuttuğu. Yani hepsinin benim için anıları var.

1930’da gelen Ford, ilk serbest bölge kapanınca gitti geri getirmek 50 yıl aldı

È 2000’lerde değişen bir şey var mı?

È Maalesef var. Bizim çok güzel bir kanunumuz vardı. 2001’de kanunun değişeceğine dair söylentiler çıktı ve 2004’de kanun değiştirildi. Teşvikler hakikaten çok kötü bir şekilde baltalandı. Bunların hepsi hem bölgeye, hem de Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen firmaları ürküttü.

È Burada yatırım yapmış bazı firmaların da gidişine sebep oldu mu bu?

È Tabii. Bakın, 1930’larda İstanbul Tophane’de bir serbest bölge kurulmuş. ABD’den gelen Ford otomobil parçalarını monte edip Ortadoğu pazarına sunuyormuş. Modern zamanlarda ilk serbest bölgemiz. Gayet güzel çalışan o serbest bölge bürokratik nedenlerle kapanmış ve Ford terk etmiş. Rahmetli Vehbi Koç anılarında, "Ford çekti gitti, geri getirmemiz 50 yıl aldı" diye yazmış.

È Yanlış uygulamaların sonuçlarını hesap etmek bu kadar zor mu?

È Başbakanımız hep ’oyunun ortasında kural değişmez’ diyor, ama serbest bölgelerde oyunun ortasında kural değiştirildi. Çünkü bizim hesaplarımıza göre burada 14 bin değil 25 bin kişi olmalıydı. Bize gelmeye hazır olan birkaç ciddi firma buradaki yatırımlarından vazgeçip Romanya, Polonya’ya gitti. Türkiye çok önemli bir şeyi kaybetti. 1995-2005 arası dünyada yabancı yatırım eğrisi hızla büyürken biz onları çekemedik. Şimdi çekmeye çalışıyoruz ama şimdi de o eğri çok aşağıya düştü.

20 yıl önce

öngördüğümüz

yerden gerideyiz

È İzmir’de Türkiye’nin ilk özel serbest bölgesini kurarken neler yaşadınız?

È 9 ay devletle oturup bölgenin kurallarını yazdık. Özel sektörle devletin çalışmasını belirleyen Ege Serbest Bölgesi yönetmeliğini hazırladık. 1990 yıllarında sözleşmemizi bitirip ESBAŞ’ı kurduk. Neredeyse 20 yıl sonra ESBAŞ 14 bin çalışanı olan bir bölgedir.

È 20 sene sonrası için öngördüğünüz yerde misiniz?

È Hayır, gerideyiz.

È Bunun sebepleri ne?

È Kanunsal, bürokratik sebepler. 90’larda Türkiye’de ciddi politik ve ekonomik istikrarsızlık vardı. Ayrıca Irak savaşı, Ortadoğu’ya güvensizlik, iki Almanya’nın birleşmesi sonucu bazı yatırımların oraya yönelmesi, Çin’in yabancı sermayesi, SSCB’nin yıkılıp ülkelerin serbest olarak bir sürü girişimlerde bulunması hepsi olumsuz etkiledi.

Böyle bir yerin

yapılıp, başarılı olunabileceğini gösterdik

È Bir işadamı olarak böyle bir yatırım yaptığınız için pişman mısınız?

È Pişman değilim; ülkede böyle bir yerin yapılabileceğini, başarılı olunabileceğini gösterdik. Bizden sonra bir sürü serbest bölge açılmak üzere teşebbüse geçti. Fakat yeterli büyüyememesinden dolayı, istediğimiz yere varamadığımız için üzgünüm.

È Egeliler ve İzmirliler’den beklentiniz var mıydı? Yeterince sahiplendiler mi ESBAŞ’ı?

È İlk başlarda vücuda yeni konulan bir parçanın reddedilmesi gibi bir dönemden geçtim ama sonra alışma, ılımlılık oldu. İzmirlilerin bu bölgeye daha fazla yatırım yapmış olmasını, bölgeyi daha fazla kullanmasını, tanıtımında daha aktif olunmasını isterdim. Sanki biraz Ege Serbest Bölgesi’nden uzak durma yaklaşımı var. Gerçi doğrudan yabancı yatırımlara hazırladığımız için İzmirli işadamlarının burada iş kurmaları çok beklenmiyor. Çünkü onlar zaten bu işleri AOSB’de, Manisa’da gerçekleştiriyor. Benim gayem ESBAŞ olarak yabancı sermayeyi getirip rahat ettirmek.

Amerika’dan gelen Türk bilimadamları hep küstürülüp dönmüşler, ben Esbaş’ta imkan vermek istiyorum

È Özellikle yüksek teknoloji alanında da çalışmalar yapıyorsunuz değil mi?

È Ancak yüksek teknolojinin gelmesiyle istihdamı artırabiliriz. Yüksek teknolojiyi getirmek için çok çaba gösterdik. Son çalışmalarımız yüksek teknoloji ve bilimi kullandığımızı gösteriyor. Yazın üniversitelerle, ’Sürdürülebilir Bilim ve Teknoloji Köprüsü’ projesi yaptık. ABD’de Türk-Amerikan bilim adamlarının kurduğu TASA diye kuruluş var, onlar da gelip bir şeyler yapmak istiyor. İdeallerimden biri de Ege Serbest Bölgesi gibi yerde bu bilimadamlarının rahatça çalışıp ülkeye katkıda bulunabilmeleri.

È Yüksek teknolojinin ülkemizde gelişmemesinin sebebi ilgi gösterilmemesi mi, yer sıkıntısı mı?

È Yer değil çünkü imkán ve rahatlık sağlıyoruz. Ama Amerika’dan bildiğim buraya birşeyler yapmak için gelen arkadaşlarım var seneler önce fakat buraya gelip mağdur edilmişler. Onları rahat ettirecek ortamı sağlamak gerekli buraya. İnşallah bu TASA grubunun ve İzmirli Prof. Dr. Banu Onaral’ın çalışmalarıyla bu sağlanır.

Dünyadaki 4 uzay kampından biri İzmir’de

È Uzay Kampı mesela İzmir’e kazandırdığınız önemli bir olgu. Uzay Kampı fikri nasıl doğdu?

È 1990’ların ortasında teknoloji transferi için çalışıyordum. NASA’da da uzay teknolojilerinin ticari alanlara döndürülmesi için proje transfer çalışmaları vardı. Araştırma yaparken ünlü roket bilimci Dr. Wernher Von Braun ile çalışmış ve NASA’dan emekli, Amerika’da Teknoloji Transfer Dairesi Başkanı olmuş İsmail Akbay ile tanıştım. Uzay Kampı’nda şu an müzesi var. Teknoloji transferinde belki o kadar başarılı olamadık ama uzay kampı doğdu.

È Dünyada kaç tane var?

È İlki ABD’de, ikincisi Kanada’da. Sonra da bir tane Belçika’da ama orası kamptan ziyade Uzay Disneyland’ı gibi. Dörtten biri olsak da Ortadoğu’da tekiz. Birçok ülkeden buraya geliyorlar. Haftada 160 civarı çocuk oluyor. Birçok değişik ülkeden gelip kaynaşıyorlar. ABD’den astronotlar geliyor, hepsi ülkemizi tanıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Dominik'ten Alaçati'ya

6 Eylül 2009
İndhira Taşpınar, Dominik’te başlayan yaşamını, şu an Alaçatı-İstanbul arasında sürdürüyor. İspanya’da turizm ataşesi olarak ülkesini temsil ettikten sonra evlenip yerleştiği İstanbul’da yemek işine giren İndhira Taşpınar dondurmacılık üzerinde uzmanlaşmaya karar vermiş ve bunun için İtalya’da özel eğitim almış. Alaçatı’daki restoranının ikincisini İstanbul’da açmayı düşünüyor. È Nerelisiniz?

È Dominik Cumhuriyeti’nde doğdum. Ailem hala orada. Çok güzel bir Karayip adasıdır. Tipim de tipik bir Karayiplidir.

È Ülkenizde ne iş yapıyordunuz?

È Dominik’te reklamcılık üzerine üniversite okudum. Ama hep medya sektöründe çalıştım. Oradayken kendi TV ve radyo şovum vardı.

È Yani ülkenizde ünlü müydünüz?

È Öyleydim, ama 26 yaşımda her şeyi bırakıp İspanya’ya gittim. Barselona’da yaşamaya başladım. Orada da iletişim ve sinema üzerine eğitimler aldım.

È Herkes sizinki gibi bir adada yaşamayı hayal ederken siz neden ayrılıp büyük şehre gittiniz?

È Ben orada yaşarken de giyinişim, davranışlarımla hep farklıydım. Belki diğerleri daha muhafazakardı ama benim mantalitem, anlayışım hep farklıydı. Kardeşlerim de farklıydı ki şimdi onlar da başka ülkelerde yaşıyor. Ülkemi kesinlikle çok seviyorum ve her fırsatta gitmeye çalışıyorum. Ama orada yaşamayı düşünemem. Zaten bir süre sonra orası bana dar gelmeye başladı.

È Neden?

È Dominik’te babamın ünlü bir politikacı, annemin 1969 Dominik Güzellik Kraliçesi olması nedeniyle ailem çok tanınıyordu ve ben artık bundan sıkılmıştım.

È İspanya’da ne iş yaptınız?

È Babam politikacı olduğundan benim de o dönemdeki Dominik Hükümeti ile ilişkilerim iyiydi ve Barselona’da Dominik Cumhuriyeti Turizm Ataşesi oldum. 2,5 yıl bu görevi yaptım. Ülkemi Avrupa’da temsil etmekten mutluluk duydum.

Babam eşimin evlenmek için izin istemesinden çok etkilendi

È Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu?

È 2004 yılında tatil için İstanbul’a geldim. Burada yaşayan bir Türk arkadaşım vardı. Aklımda Türkiye ile ilgili bir düşünce yoktu. Bir şey beklemiyordum. Çok iyi vakit geçiriyordum. Dönmeden bir gün önce eşim Adnan’la tanıştım. Çok etkilendim. Barselona’ya gittim ama 12 gün sonra geri geldim ve 2 hafta ülkenizin güneyini gezerek çok güzel vakit geçirdik. Adnan bana İstanbul’da yaşamamı teklif etti.

È Kısa sürede bu aşamaya gelmek sizi korkutmadı mı?

È Aslında başlarda korkuttu. Ailem de çekindi. Babamla ilişkim çok iyidir, endişeliydi ama bunu çok istediğimi söyledim. Ayrıca Adnan, babamla telefonda konuştu. Daha önce bir evlilik yaptığını, kızı olduğu için kendisini çok iyi anladığını söyleyince babam ikna oldu ve içi rahat etti. Bir ay içinde İstanbul’a taşındım.

È İstanbul’a taşındıktan sonra neler yaptınız?

È İlk başlarda Türkçe bilmemek sorun oldu. Herkes İngilizce konuşamadığından kendi başıma bir şey yapamıyordum. Türkçe dersleri aldım. 6 ay içerisinde de Adnan ile evlendik. Beni istemek için babamı aradı. Babam tüm bu izin istemelerden çok etkilenmişti. Şu anda 4 yaşında bir kızımız var.

İtalya’da 30 yıl dondurmacılık yapmış bir aileden eğitim aldım

È Yemek işine nasıl başladınız?

È Başlarda dil bilmediğimden bir iş yapamadım. Zaten bir süre sonra kızım oldu. Sonrasında ben de bir şeyler yapmaya karar verdim. Her zaman yemek yapmaya merakım vardı. İstanbul’da aşçılık kursuna gidip şef oldum Tuus Restoran’da staj yaptım. Orada çalıştıktan sonra Vakko’da çikolata koordinatörü olarak çalıştım.

È Dondurma yapma işine nasıl girdiniz?

È Adnan ile hep bir yer açma planımız vardı. Dondurma üzerine yoğunlaştık ve ben İtalya’ya dondurmacılık eğitimi almaya gittim.

È Neden İtalya?

È İtalyanlar için dondurma çok önemli. Nefes almak gibi, kültürlerinin çok önemli bir parçası.

È Kimden eğitim aldınız?

È TV programım sırasında bir İtalyan şefle tanışmıştım. Dondurma fikri çıkınca onu arayarak nereden öğrenebileceğimi sordum. O da bana kendi ailesinin 30 yıldır dondurma işinde olduğundan bahsederek eğitim verebileceğini söyledi. Ben de üç hafta Calabria’da yanlarında kalarak ev yapımı dondurma tekniklerini öğrendim.

Herkes dondurma yapabilir ama kalitesini herkes yapamaz

È Özel dondurma tarifleri öğrendiniz mi?

È Bana her şeyi öğrettiler. Aile bana birçok tarif yanında kendi gizli tariflerini de öğretti, bana, ’Sana altın veriyoruz’ dediler. Ben de bunları kimseyle paylaşmıyorum.

È İyi dondurma yapmanın püf noktası nedir?

È Çok zor değil, ama yaratıcılık gerektiriyor. Mesela biz gorgonzola peynirli dondurma yapıyoruz. Türkiye’ye özel malzemeleri de karıştırıyorum. Aslında herkes dondurma yapabilir ama herkes kaliteli dondurma yapamaz. Bunun için yatırım yapmanız ve para harcamanız, en iyi malzemeleri almanız gerekiyor.

È Bildiğimizden farklı dondurmalar da var mı?

È En çok mavi dondurmamız ilgi çekiyor. Vanilya ve karamelli. Rengi organik malzemelerle sağlanıyor ama maalesef nasıl olduğunu söyleyemem. Devamlı müşterilerimiz ya da birbirinden duyup gelenler var. Herkes çok meraklı. Sakızlı da yapıyoruz ama benim favorim yoğurtlu vişne dondurması.

È Dondurmacılık işinde neler yapmak istiyorsunuz?

È Dondurma yapmak çok keyifli, başta bu kadar ciddiye almamıştım ama şimdi Türkiye’nin en iyisi olmak istiyorum. Yurtdışındaki fuarlara gidiyorum, dünyadaki her şeyi takip ediyorum. Marka olmak istiyoruz.

Alaçatı’da yanıma para almayı bile unutuyorum

È Türkiye’de yaşamak sizin için ne ifade ediyor?

È İstanbul’da yaşamaktan çok memnunum. Türkiye, Latin insanları için harika bir yer. Çünkü çok benzer taraflarımız var, aile değerleri, ilişkiler aynı. Benim için İstanbul, Latin Amerika ile Avrupa karışımı bir yer. O nedenle eşsiz bir kombinasyon ve harika bir denge var. Türkiye’de yaşadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

È Peki Alaçatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

È Biz Alaçatı’yı çok seviyoruz. Herkes birbirini tanıyor, iyi davranıyor, hatta ben bazen yanıma para almayı bile unutuyorum. Arabam günlerce hareket etmiyor. Burada rahatlıyorum, şehrin problemlerinden uzaklaşıyorum. Gerçek anlamda köy hayatı yaşıyorum. Alaçatı’da müthiş bir potansiyel var. Daha iyi olabilir.

Biz fakir ülkeler krize sizden daha alışkınız

È Siz turizmin güçlü olduğu öncü bir ülkeden geliyorsunuz. Alaçatı’da özellikle sizin de bulunduğunuz caddede yoğunluğun bu derece fazla olması sizi olumsuz etkiliyor mu?

È Kalabalıktan bazen biz de rahatsız olabiliyoruz. Sokaktaki masalarımızda yemek yemek isteyen müşterilerimize servis yapamayabiliyoruz. Belki kalabalık başka sokaklara da dağılsa iyi olabilir. Ama ben yine de Alaçatı’nın ne olursa olsun ilerlemesi ve gelişmesinden yanayım.

È Mekanınıza Obama’nın resimlerini de koymuşsunuz, çok mu seviyorsunuz?

È Benim ülkemde Obama çok seviliyor ve her şeyi düzelteceği umuluyor. Biz Karayip ülkeleri, Amerika’ya çok bağlı ve ondan çok etkilenen ülkeleriz. Kriz bizi de etkiledi ama bizim gibi fakir ülkeleri sizden daha az etkiledi. Çünkü biz bu tip krizlere çok alışkınız. İdare edebiliriz.
Yazının Devamını Oku

Türkiye'de İzmirli bir marka olmayı amaçlıyoruz

30 Ağustos 2009
SON dönemde, İzmir’de bir orkestra büyük övgü alıyor. Başta herkesin İstanbul’dan geldiğini sandığı Sunshine Band, gururla söylüyorum, tamamen İzmirli müzisyenlerden oluşuyor ve bence şu anda Türkiye’deki en kaliteli canlı orkestra performanslarından birini sergiliyor. Orkestrasıyla çok başarılı işlere imza atan Muhittin Yıldız, Londra’daki müzikal deneyimlerinin grubu kurmasında büyük payı olduğunu anlatıyor. È Eğitim ve müzik kariyerinizden bahseder misiniz?

È Hacettepe Üniversitesi Orkestra Şefliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde trombon sanatçısı olarak uzun yıllar çalıştım. Opera’da orkestra sanatçısı olarak çalışmanın müzik kariyerimde önemli yeri oldu. Bu kurumda çalışmak bana gurur verdi.

È Hangi enstrümanları çalıyorsunuz?

È Piyano ve trombon.

È Yurt dışında nerelerde bulundunuz, ne eğitimler aldınız?

È Operada sanatçı olduğum dönemde burs alarak Münih Flarmoni Orkestrası solo tromboncusu Abbie Conant ile bir yıl çalışma fırsatım oldu. Sonrasında Londra ve Los Angeles’ta birçok müzikal etkinliklerde piyanist olarak çalıştım. Özellikle Londra’daki müzikal deneyimlerimin bugünkü Sunshine Band’in oluşmasında önemli yeri oldu.

È Grup kurma fikri nasıl gelişti? Örnek aldığınız oluşumlar var mıydı?

È Sunshine Band projesi uzun yıllar önce planladığım konseptdi. Çocukluğumuzda James Last ve Paul Mauriat gibi orkestralar vardı. Bu muhteşem orkestraları hayranlıkla izler ve böylesini oluşturmayı hayal ederdim.

È Sunshine Band nasıl oluştu?

È Üzüntü duyduğum bir konu, İzmir’de gerçekleşen önemli etkinliklerde ve organizasyonlarda yıllarca İstanbul ve diğer şehirlerden orkestralar getirilmesiydi. İsim yapmış birçok sanatçı ve müzisyenin yetiştiği İzmir’imizde böyle bir oluşum gerektiği düşüncesinden yola çıkarak Sunshine Band’i kurma çalışmalarına başladım. Orkestra kadrosu, projenin en önemli aşamalarından biriydi. Genelde senfoni ve opera sanatçılarıyla İzmir’in deneyimli müzisyen ve solistlerini bir çatı altında toplayarak uzun provalar sonrasında Big Band olarak 35 kişilik kadroyla 1 Eylül 2007’de ilk performansımızı gerçekleştirdik. Bu, Sunshine Band’in doğum tarihidir.

È İzmir’de olmanızın avantaj ya da dezavantajları nedir?

È İzmir’de farklı orkestra olmamızın şüphesiz bize sağladığı avantajlar var. İzmir’de gerçekleşen tüm önemli etkinliklerde Sunshine Band’in tercih edilmesi gurur verici. Ama bizim gibi hedefler koyan bir orkestranın Türkiye genelinde popüler ve marka olabilmesi İzmir’de zor. Bu da dezavantaj.

È İstanbul, ya da Türkiye’nin farklı yerlerinde çalışıyor musunuz?

È Oluyor, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinden yoğun talepler alıyoruz. Bu bölgelerde oldukça iyi bilinen ve tercih edilen orkestra olduk. İstanbul’da da bazı etkinliklere katıldık. Öncelikli hedeflerimizin arasında Sunshine Band’i İstanbul’da tanıtıp Türkiye genelinde marka yapmak var.

Halk

konserleri de

vermek

istiyoruz

È Ne tip organizasyonlarda yer alıyorsunuz, halk konserleri de veriyor musunuz?

È Cumhurbaşkanlığı Expo yemeği, valiliğin cumhuriyet baloları gibi birçok önemli organizasyonda sahne aldık. Daha çok düğün-davet, açılış, kongreler, özel toplantı, şirket yemekleri, balolar ve konserlerde çalıyoruz. Halk konserlerini genelde belediyeler düzenliyor. Bugüne kadar halk konseri gerçekleştirmedik. Ancak müziksever halkımızla bütünleşmeyi çok arzu ediyoruz.

È Ne tür müzikler yapıyorsunuz?

È Bir orkestra için repertuvar kadar, çalınan parçaların düzenlemesi ve aranjesi de çok önemli. Bu nedenle repertuvarımızdaki çoğu parçanın notalarını orjinal versiyonlarıyla yurt dışından getiriyoruz. Jazz, Latin, Napoliten ve aryalar, 50’lerden 90’lara yabancı ve Türkçe poptan oluşan geniş bir repertuvara sahibiz.

Ekim ayından itibaren

her ay bir konser

È Ne gibi projeleriniz var?

È 2 yılda çok büyük etkinliklerde görev aldık. Hedeflerimize ulaşma konusunda tüm orkestra arkadaşlarım büyük çaba gösteriyor. Projelerimiz arasında Türkiye’de bir marka olmak öncelikli hedefimiz. TV programları, albüm ve konserler diğer projelerimiz. Geçen yıl Atatürk Kültür Merkezi’nde 35 kişilik Sunshine Band kadrosuyla üç büyük konser gerçekleştirdik, çok ilgi gördü. Biletler 3-4 gün gibi kısa sürede tükendi. Bu sezon ekim ayından itibaren her ay bir olmak üzere, altı konser gerçekleştireceğiz. Bu konserleri www.sunshineband.com.tr adresimizde duyuracağız.

È Albüm düşünceniz var mı?

È Albüm için beste çalışmaları içindeyiz. Kendimize ait birkaç parçayla birlikte Jazz Latin ve oldies türünde parçaların olduğu bir albüm çıkarmak istiyoruz.

È İzmir’den başarılı bir orkestranın çıkması çok sevindirici, bu konuda neler söyleyeceksiniz?

È Bunu sizden duymak beni mutlu etti. İzmir’de gerçekten güzel bir şey yarattık. Sevgili İzmirliler’in bizlere gösterdiği ilgiden bunu anlıyoruz. Durmak yok, yolumuza devam edeceğiz. Yeni parçalarla, yeni projelerle müzikseverlerle birlikte olacağız.

Solist kadromuz

Türkiye’nin en

başarılı vokalleri

È Grubunuzda kaç müzisyen var?

È Sunshine Band’i farklı kılan taraflardan biri de 6-7 kişiden başlayıp 60 kişiye kadar çıkabilme özelliğidir. Combo, bigband ve senfonik orkestra olarak üç ayrı oluşumda müzik yapabilmekteyiz. Örneğin yarın 60 kişilik orkestra konseri teklifi alsak, karşılayacak kadro ve repertuvar mevcut.

È Grubu oluştururken müzisyenleri nasıl seçiyorsunuz?

È Grubu oluşturan müzisyenler bu oluşumda olmaktan büyük keyif duyan ve bunu müziğine yansıtan amatör ruhlu profesyoneller olmalıdır. Bu Sunshine Band kriterlerinde önemli bir konudur.

È Tüm müzisyenler ve özellikle vokaller çok başarılı...

È Sunshine Band’i oluşturan müzisyen ve solist kadrosu, kariyerlerinde başarılı, yetenekli elemanlar. Söylediğiniz gibi, özellikle solistler Türkiye’nin en başarılı vokalleri olup yeteneklerini Sunshine Band’le en üst seviyede sergiliyor. Bu sanatçılarla gurur duyuyorum.

Muhittin Yıldız

Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı bitirdi. İzmir Devlet Opera ve Balesi’ne trombon sanatçısı olarak atandı. 1989’da Almanya Münih Filarmoni Orkestrası solo tromboncusu Abbie Conant ile çalıştı. Londra ve Los Angeles’ta çalışmalar yapan Yıldız, edindiği deneyim ve birikimle Sunshine Band’i kurdu ve halen piyanist ve orkestra şefi olarak grupta çalışıyor.
Yazının Devamını Oku