Dünyada benzeri sadece Barcelona’da bulunan otelin her odasına caz tarihinin önemli bir sanatçısının adı verilmiş.
Bizim odamız Billie Halliday’di, yan oda ise Duke Ellington. Frank Sinatra, Louis Armstrong, Ella Fitzgerald otelin 12 odasından birkaçı... Oda kapılarında her sanatçının orjinal 33’lük plağı asılı, odanın duvarlarında ise büyük boy posterleri. Odaya girdiğinizde, o sanatçının müziğini duyuyorsunuz.
Otel tamamen caz konseptiyle dekore edilmiş, her yerde caz müziği esntrümanları, tabloları ve fotoğrafları var. Peçeteler, biblolar, saatler her şey cazla ilgili.
Oteli incelerken, lobideki fotoğraflar bir an tanıdık geldi. Daha dikkatli bakınca bunların İzmirli sanatçı Aykut Uslutekin’in fotoğrafları olduğunu gördüm. Aynı zamanda önemli bir caz fotoğrafçısı olan Aykut Bey’in, “Caz Sanatçıları Fotoğrafları” tam yerini bulmuş, Jazz Otel’i tamamlamış. İzmir Caz Derneği’nin kuruluşunda da büyük katkıları olan Aykut Uslutekin tam bir caz müziği aşığı.. Hatta kendi adıyla açtığı internet sitesine girdiğinizde harika caz müzikleri karşılıyor sizi… İstanbul’a gelen dünyanın en önemli caz sanatçılarının mutlaka konakladığı bu özel otelde, İzmirli bir fotoğrafçının sanatıyla yer alması çok hoş…
Bu kadar hoş ve güzel olan otelden ayrılırken güzel caz müziklerinden derlenmiş bir de cd hediye etmesinler mi? E, daha ne olsun...
Girişimci Cevriye Hanım’dan mesaj var
ALDIĞIM her e-postaya cevap yazamıyorum. Ama Cevriye Hanım’ın sorununu birçok kadının da yaşadığını düşünerek mesajını yayınlıyorum.
? Ne üzerine eğitim aldınız?
? Bornova Anadolu Lisesi’nden sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde makine mühendisliği yüksek lisansı yaptım. ABD Ohio Üniversitesi’nde doktoraya başladım ama tezimi tamamlamadan danışman olarak çalışmaya başladım. İşletme üzerine MBA yaptım ve ABD’ye yerleşerek Seattle’da yaşamaya başladım.
? Spor yapıyor muydunuz?
? Dört yaşında kayak yapıyordum. 11 yaşımda babam beni Erciyes Dağı’na çıkarttı, Eğridir Gölü’nde yüzmeyi öğrendim. Ortaokul, lise çağlarımda güreş, disk atma, atletizm yaptım, maraton koştum.
Madagaskar’da Türk fırkateyni ile 29 ekim kutladık
? Devr-i Alem yolculuğunuza nereden başladınız?
Dünyanın her yerinde dev projeler yapan büyük bir kuruluşuz
- Dünyada Lions kulüplerinin çalışmalarından örnekler verebilir misiniz?- Afrika toprağında üreyen patates geliştirmekten, Nepal’in eğitim sisteminin oluşturulmasına, Bosna’da yıkılan okulların inşa ve tefrişinden Akdeniz’in kirlenmesini önleyen politikalar oluşturulmasına kadar çok proje var. Son 5 yıldır ana konumuz körlükle savaştır ve bunun için çeşitli ülkelerde 100 milyon doları aşkın proje gerçekleştirildi.
- Türkiye’de neler yapıldı? - Sayısız eğitim ünitesi, binlerce öğrenci bursu, hastane odaları tefrişi, okuma yazma kursları, beceri kazandırma kursları, kütüphaneler, Atatürk büstleri, paneller, kampanyalar, sağlık taramaları, ağaç dikimleri, kültür yarışmaları, sergiler, ülkeyi tanıtan doküman, toplantı gibi hizmetleri sayabilirim. Bayrampaşa ve İdealtepe göz hastaneleri, Ahmet Ermiş Böbrek Hastahanesi, Çapa Hastanesi’ne diyabet merkezi ve göz bankası, Eskişehir ve Anadolu Özürlüler Rehabilitasyon Merkezleri, Sakarya Üniversitesi Sapanca Öğrenci Yurdu, Sakarya Üniversite binası, Ataşehir Engelliler Okulu, Silivri Spastik Çocuklar Eğitim Okulu, Sabahat Akşiray Spastik Çocuklar’a ek bina, Türk Böbrek Vakfı bünyesinde 50 dializ cihazı, 40 odalı Özürlüler Yaşam Evi, çeşitli kentlerde 35 ilkokul gibi kalıcı hizmetlerimiz de var.
Hasta dışarı çıkmadan üç ay kalıp tedavisini görsün
- Ege’nin en büyük kanser hastanesi projesi nasıl oluştu?- Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Mehmet Füzün ile yaptığımız görüşmelerde çıktı. Her yıl bin 600 kişi Dokuz Eylül Tıp Hastanesi’ne kanser için başvuru yapıyor, bölgede her yıl 15 bin kişi yeni hasta olarak ekleniyor. Tedavi için ancak 3 ay sonraya gün veriliyor. Kanser hastası için 3 gün bile önemli. O bakımdan kesin ihtiyaç. Rektör, ‘Ölümlerin ilk sebebi kalp, ikincisi kanser’ diyor. Bu nedenle kanser hastanesi çok önemli.
- Bu hastanenin diğerlerinden ne farkı olacak?- Kanserle ilgili gereken her şeyin yapılabileceği bir hastane olsun istiyoruz. ‘Kan tahlilleri, ışın tedavileri, sosyal dinlenme alanları hatta hasta yakınlarının dinlenme alanları olsun’ diyoruz. Yani hasta dışarı çıkmadan 3 ay kalıp tedavisini olsun.
Yerel medyayı desteklemek için kampanya düzenliyoruz
-
Üyesi olduğum Kültürpark Rotary Kulübü ile destek ve yardım amacıyla gittiğimiz Narbel’deki Hasan İçyer İlköğretim Okulu’nda hoş bir süprizle karşılaştım geçenlerde.
Okulun Türkçe öğretmeni Vaner Alkaç, ünlü Hollywood yıldızı Jason Lee’nin kayınpederiymiş. Jason Lee, Amerika’da izlenme rekorları kıran ‘My Name is Earl’ adlı dizisiyle tanınıyor. Tom Cruise ile Vanilla Sky, Morgan Freeman ile Dreamcatcher, Kate Hudson ve Frances Mc Dormand ile Almost Famous, Alvin ve Sincaplar gibi büyük Hollywood filmlerinde başrollerde oynayan Jason Lee, Vaner Öğretmenin İzmirli kızı Ceren ile evli.
Öğretmenliğe başladığı yıllarda, yaşadığı sıkıntılar sonucu Avustralya’ya göç etmiş Vaner Alkaç. İzmir’de doğan kızı Ceren, o zaman 9 aylıkmış. Birçok işler yapmış Avustralya’da. Okul öncesi ve sonrası bakım servislerinde çalışmış, restoran açıp yıllarca işletmiş. ‘20 sene kaldım, ama mutlu olamadım’ diyor Vaner Alkaç ve ekliyor; ‘Türkiye’yi çok özledim, ama en çok mesleğimi, öğretmenliği özledim’. Döndükten sonra önce Van’a tayini çıkmış, sonra İzmir’e gelmiş.
Ceren ile Jason Lee nereden nereye tanışmış diyorum, anlatıyor Vaner öğretmen:
“Ceren liseyi bitirdikten sonra Hukuk Fakültesi’ne girdi Avustralya’da. Bir Türkçe öğretmeninin kızı İngilizce konuşulan bir ülkede üstelik de hukuk gibi bir bölüm kazandığı için çok gururlandım o zaman. Ama bir sene sonra kızım ‘Baba, bu bölümü senin için kazandım, ama ben burada mutlu değilim. Okulu bırakıp, modellik yapacağım’ deyince çocuğumun mutluluğu benimkinden daha önemli diyerek kabul ettim. Ceren, Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere ve Türkiye’de modellik yapmaya başladı. İngiltere’deyken Jason Lee ile tanışmış. Çok kısa süre sonra evlenmeye karar verdiler ve Ceren Los Angeles’a taşındı. Şimdi 2.5 yaşında Casper isimli bir torunum var. Bana dede diyor, ama henüz Türkçe’yi tam sökemedi. Tabii, ben Türkçe’yi de öğreteceğim ona” diye anlatıyor..
Babamın genç versiyonuyla evlenmişim..
Damadınızla ilişkiniz nasıl? diye soruyorum..
İzmir Kent Konseyleri Birliği’nin “Yoksulluğa Sessiz Kalma” projesi kapsamında Rotary 2440. Bölge, her yaştan vasıfsız kişileri, üstelik yük-sek oranda iş garantisi olan meslekler edindirmek için, kurslar açıyor.
Türkiye’de bir ilk olan projenin mimarlarından İzmir Kent
Konseyleri Birliği Sözcüsü Murat Bakan ve Rotary Bölge Kültür
Sanat Komite Başkanı Işıl Nişli’den bilgi aldım.
- Yoksulluğa Sessiz Kalma Projesi neyi amaçlıyor?
- Murat Bakan: Tüm dünyada yoksullukla mücadele çabası var zaten. 2010, Avrupa’da Yoksullukla ve Sosyal Dışlanmışlıkla Mücadele Yılı’ydı. Farkındalık için 17 milyar euro kullanıldı. 1992 Rio Bildirgesi’nde 35 bin sivil toplum kuruluşu, 179 hükümet temsilcisi, ‘Dünyanın en büyük sorunu yoksulluk ve açlık’ dedi. Bin yılın zirvesi, New York’taki Birleşmiş Devletler Zirvesi’nde de, ‘2015’e kadar çözülmesi gereken sekiz temel sorundan biri’ denildi. Biz de yanımızda yoksul ve aç insanlar var, bu sorunu kökten çözmeliyiz, bunu görün derken bir de çözüm önerisi getiriyoruz. Orada proje partnerimiz Rotaryenler ve Sürekli Eğitim Merkezi devreye giriyor.
- Işıl Nişli: İş ve meslek sahibi kişilerin bir araya geldiği bir sivil toplum kuruluşu olduğumuzdan yoksullukla mücadelenin en etkili yolunun meslek edindirmek olduğunu düşündük. Bu nedenle vasıfsız kişilere eğitim vererek meslek sahibi yapacağız.
Çok kurs var ama biz istihdam olanağı da yaratacağiz
Türkiye’nin yanı sıra KKTC, Pakistan, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi birçok ülkede başarılı çalışmalar yapan Odi Group’un bünyesindeki Odeion Mimarlık olarak, dünyanın sekizinci harikası kabul edilen, Victoria-David Beckham, Angelina Jolie-Brad Pitt gibi ünlülerin de evlerinin bulunduğu Dubai’de Palmiye Adası’ndaki beş villayı dekore ettiklerini anlattılar.
Villaların dekorasyonunda, kendi tasarım ve üretim mobilya ürünlerini kullandıklarını, anlaşmaları gereği isimlerini saklı tuttukları bu önemli müşterilerinin özellikle sade ve yalın çizgiler istediğini ve dekorasyonu da buna göre oluşturduklarını anlattılar. Anahtar teslim hazırlanan projelerde, müşterileri sadece bavullarını alıp geliyor ve orada yaşamaya başlıyorlarmış.
Dünyaca ünlü kişilerin lüks villalarını İzmirli tasarımcıların, İzmir’de üretilmiş mobilyalarla dekore etmesi bana gurur verdi. Biz İzmirliler, çoğu zaman kendi içimizdeki değerleri bilemezken dünyanın önemli isimlerinin bu değerleri fark etmesi gurur verici.
Nilüfer ’in yeni albümü
İlk, ekonomi editörümüz sevgili Ergül Satıç bahsetti Nilüfer’in yeni albümünden. Yıllarca, benim için iyi bir şarkıcı olan Nilüfer’in hiçbir albümünü almamıştım açıkçası. Ama eski şarkılarını, 12 rock müzisyeni ile birlikte seslendirdiği ‘Nilüfer&12 Düet’ albümü arabamın cd çalarından hiç çıkmıyor bugünlerde. Olgunluk çağını yaşayan bir sanatçının gençlerle yaptığı bu çalışma, geleceğin gençlere olduğu kadar onlara destek veren eski kuşağa da ait olabileceğini gösteriyor. Tavsiyem, Nilüfer’in yeniden doğduğu bu albümü, arabanızı Çeşme Otobanı’nda sürerken, yalnız başınıza (hele bir de yağmur varsa) yüksek sesle dinlemeniz. Daha çok keyif alacaksınız...
Zihinsel Engelliler Merkezi desteklerle kurtuldu
Geçtiğimiz aylarda, Gülsen Keserman’la yaptığım röportajda, Yenişehir’deki zihinsel engelli çocuklara eğitim veren Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nin parasızlık nedeniyle kapanma noktasına geldiğini duyurmuştum. 1979’da İzmir’de kurulan Zihinsel Engellileri Yetiştirme ve Koruma Vakfı’nın 28 yıl önce açtığı okul kapansaydı onlarca zihinsel engelli çocuk çok şey kaybedecekti diyen Vakıf Başkanı Gülsen Keserman’dan güzel haberler var.
- İzmirlisiniz ama kökeniniz farklıymış. Aileniz nereli?- Baba tarafım İran kökenli. 50’li yıllarda Menemen’e gelmişler. Anne tarafım ise Selanik göçmeni. Büyük topraklar alıp bağcılık işine başlamışlar.
- Annenizin rahatsızlığı hayatınızda çok yer etmiş. Nasıl ortaya çıktı?
- Annem çok güzel bir kadındı. Ben 5 yaşına geldiğimde görememeye başlamıştı. Meğer ‘Multiple Skleroz’ ağır seyredecekse önce gözleri kapatırmış. Annemin hastalığı içimde yara açtı, arkadaşlarımdan, çevremden koptum. Arkadaşlarımın çoğu yurt dışında. Annemin hastalığı olmasaydı belki ben de yurt dışında okuyacaktım, sanata atılmayacaktım. Annemin hastalığı beni sanatçı yaptı.
- Nasıl oldu bu?
- Zaten devamlı şarkı söylüyordum. Annem, MS Derneği’ne gidiyordu. Yanında olmak istediğimden, ben de gidiyordum. Acılarıyla, hastalıklarıyla mücadele eden insanları görerek olgunlaştım. Onlara yardım edeceğime söz verdim. Yaşım ilerleyince onlara şarkı söylemeye başladım. Bu da bir profesörün dikkatini çekti. ‘Senin sesinin çok değişik bir tınısı var, sanat müziğini de, yabancı şarkıları da kendi kalıplarında okuyorsun’ dedi.
Galler’de engellilere tasavvuf müziği dinletiyordum
- Peki Galler’de neler yaptınız?
Büyük bir destanın yazıldığı bu savaş hakkında daha önce bilmediğim ilginç bir şey öğrendim.
Biliyorsunuz Kurtuluş Savaşı boyunca kadınlarımız cepheye mermi taşımış, askerlere sıcak yemek sağlamış, yaralılara bakmış. Ama Çanakkale Savaşı’nda bununla kalmayıp bilfiil savaşmışlar. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. A. Mete Tunçoku, incelediği Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde ‘Keskin nişancı Türk kadınları’, ‘Türk Kadın Savaşçıları’nı anlatan asker mektup ve günlükleriyle karşılaşmış.
Avustralya Piyade Er J.C. Davies annesine yazdığı mektupta şöyle diyor;
‘Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde, yanında başka bir Türk’ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.’
Mısır’da yayınlanan ‘The Egyptian Gazette’ gazetesinde yer alan bir askerin İskenderiye’den ailesine yazdığı mektup ise şöyle;
‘15 Ağustos 1915 pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamış.’
Yeni Zelanda’dan savaşmak için gelen Otago Birliği’ne mensup bir askerin savaştan sonra ülkesine döndüğünde, kendisiyle yapılan ses kayıtlı görüşme sırasında, ‘Bir keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde şaşırıp, kadın olduğunu gördüğünü’ söylediğini ifade eden Tunçoku, Çanakkale 1915, Buzdağının Altı ve Anzakların Kaleminden Mehmetçik adlı kitapların da yazarı.