“1 Kadın 2 Salak” kitabını duyunca ben de sordum...
İzmirli Fatih Aker ve Livio Jr. Angelisanti’nin birlikte yazdıkları ve Okuyan Us Yayınları’ndan çıkan bu kitabı sadece okumuyor, aynı zamanda film gibi seyrediyor ve dinliyorsunuz. Nasıl mı? QR (Quick Response) denilen yeni bir sistemle...
Kitabın kapağında ve sayfalarında çeşitli barkodlar var. Telefonunuza, ‘Neo Reader’ gibi bir barkod tarayıcı program yüklüyorsunuz. Barkoda geldiğinizde telefonunuzun kamerasıyla tarıyor ve internet üzerinden hemen o linke bağlanarak, o an okuduğunuz bölümle ilgili sürpriz içeriklere ulaşıyorsunuz. Bu; kitaptaki kahramanların o an dinlediği şarkıyı youtube’dan dinlemek, bulundukları mekanları foursquare’den görmek ya da bahsettikleri filmleri, sahneleri, reklamları izleyebilmek anlamına geliyor.
Diyelim ki, telefonunuzda barkodları görüntüleyebileceğiniz teknoloji yok. O zaman da kitabın arkasındaki web adreslerine girerek ekstra içerikleri görebiliyorsunuz.
Kitap, aynı kadına aşık olan iki yakın arkadaşın karşılıklı yorumlarını ve arkadaşlıklarıyla arzuladıkları kadın arasındaki çıkmazlarını esprili ama bayağı bir küfürlü anlatıyor. Kitabın bir başka özelliği, biz İzmirlilerin çok yakından tanıdığı İzmir ve Çeşme’deki mekanlarda geçiyor olması ve alışkanlıklarımızı bu yöre insanlarının çok iyi anlayabileceği bir özgünlükle dile getirmesi.
Teknolojiye ve yeniliklere meraklı olduğumdan bu kitapla heyecanlandım ama diğer yandan dijital medyanın basın ve kitap dünyasını ne hale getireceğini merak ediyorum.
Kolay ve sağlıklı zayıflamanın yeni yöntemi: Hypoxi
Yaz geliyor ya, herkes bir şekilde zayıflıyor ama kimse hangi yöntemlerle zayıfladığını açıklamak istemiyor...‘Biraz ekmeği kestim canım’ ya da ‘Yaa zayıflamış mıyım, hiç farkında değilim’ gibi safiyane tavırlara bürünenlerin aslında ışınlar, ışıklar, sesler, elektrik şokları vs gibi işkencesel yöntemleri denediklerini tahmin etmek zor değil.
Bu yıl, ikincisi gerçekleştirilen yarışmayı “Kremalı Kahvem” adlı pastasıyla İzmirli Didem Dalan kazandı. Pastalarının tadı kadar resme olan yeteneğiyle tablo gibi süslediği pasta üstleriyle de kendinden söz ettiren Didem Hanım ile evinin mutfağında, pasta yaparken çok tatlı bir sohbet gerçekleştirdik.
- Pasta yapımı eğitimi aldınız mı?- Hayır, işletme mezunuyum. Evlenene kadar babamın yanında çalışmıştım. Sonra iki çocuğum olunca onlarla ve pasta yapımıyla ilgilenmeye başladım.
- Pasta yapma merakı nasıl başladı?- Küçüklüğümden itibaren merak vardı. 12-13 yaşımdan beri pasta yapardım, hatta annemin misafirlerine bile yapardım. Pasta yemeyi de seviyorum. Herhalde onun da etkisi oldu. Evlenince devamlı pasta yapmaya başladım.
Önceleri arkadaşlarıma pasta yapmak için yalvarırdım, şimdi onlar istiyor
- Üzeri şekilli, şeker hamurlu pastaları ne zamandır yapıyorsunuz?- Şeker hamuru pastaları görünce hemen inceliyordum. Özellikle çocukların doğum günlerinde pastaları yapabilir miyim diyerek malzeme araştırıyordum. Ama o dönem şeker hamurları pek yoktu, bulunmuyordu. Bir gün, İstanbul Mısır Çarşısı’nda bir dükkanda gördüm ve aldım. Önceleri renkli alırken sonraları alıp kendim gıda boyaları ile renklendirmeye başladım. Artık burada Gıda Çarşısı’ndan da alıyorum.
- Peki bu merakınız nasıl yayıldı? Arkadaşlarınız gördükçe sizden pasta mı istemeye başladılar?- Hayır, başlarda ben onlara ısrar etmeye başladım, ‘Size pasta yapayım’ diye. Hatta doğum günlerinde hediye almayıp pasta hediye ediyordum. Ama artık onlar benden istiyor. İnternetten bir sürü pasta resmi indirip hepsini yapmaya başladım.
İlk 10’a kalışımı 1 Nisan şakası sandım
-
EŞİMİN işi nedeniyle tanıştığımız Fransız dostumuz Maurice Guesnerot, geçen yıl geldiği İzmir’e hayran kalmış, Marsilya’daki katamaranını buraya getirip Ege kıyılarını gezmek istediğini söylemişti. Hatta kışın bizi Strasbourg’daki evinde ağırladığında bu isteğini yinelemiş, plan yaptığını anlatmıştı. Açıkçası ben, ‘dur bakalım, o kadar yolu gelmek kolay mı?’ diye düşünürken, 1 ay önce arayan Maurice, 4 arkadaşıyla birlikte yola çıktıklarını söyledi. Marsilya’dan başlayan yolculuklarına, Korsika, Sardunya, Malta, Patras, Korint Kanalı ve Yunan Adaları arasından devam eden Fransızlar, geçen hafta sonu bir baktık İzmir’e Pasaport ile Konak arasına yanaşmışlar. Hatta hiçbir işaret olmadığından bir gezi teknesinin yerine yanaşınca gezi teknesinin kaptanı “çekilin, burası benim yerim” demiş. Zaten geldiklerini gören polis hemen gelip onları gümrüğe çektirmiş ve giriş işlemleri yapılmış. Neyse sonunda sevgili Maurice ve katamaran teknesi Ulysse, artık İzmir’in Kordon’unda misafir... Hatta gelişlerini, henüz yola çıkmadan, varışın şerefine patlatmak için aldıkları şampanya ile kutladık.
Onların teknesinden İzmir’e bakınca bu kadar güzel bir şehirde yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm... Ama biz nedense bu şansımızın ya farkında değiliz ya da önemsemiyoruz. Öyle ya, insanlar ta Marsilya’dan kalkıp bizim şehrimize, denizimize seyir yapmaya geliyor. Biz, burnumuzun ucundaki deniz ve doğa ile ilgilenmiyoruz bile. İlgilenenlerimizin deniz kültürü ise Çeşme’de, marinadan Aya Yorgi açığına gidip cıs tak müzik çalıp, denize girmek, maalesef...
Diyeceksiniz ki, tekne pahalı uğraş, her isteyen yapamaz. Açıkçası bu görüşü savunan çoğu kişinin arabasını yenilediği küçük bütçe ile de alınabilecek birçok tekne ve yelkenli var. Yeter ki, istensin...
Kabul edelim, ülke olarak, çoğumuzun deniz kültürü rakı-balıktan öteye gitmiyor...
Türkiye bize böyle anlatılmadı
Teknedeki, 4 Fransız ilk kez geldikleri Türkiye’ye, hele İzmir’e hayran kaldılar. Efes, Afrodisias, Bergama gibi İzmir çevresindeki kültür zenginliğimizi de anlatınca iyice şaşırdılar. Dünyanın birçok denizinde seyahat etmiş, farklı ülkeleri, kültürleri tanımış Avrupalıların, kendilerine bu kadar yakın bir ülke hakkında bu kadar az bilgisi olması beni hayrete düşürüyor. Ama acaba, bunun sorumlusu onlar mı, biz mi?
Maurice’in arkadaşları bu kez çuvaldızı kendilerine batırarak, onlara okulda bizlerin böyle anlatılmadığını, hep kötü yanlarımızın, agresif olduğumuzun, savaşlarımızın anlatıldığını söylediler.
Işıkkent Eğitim Kampüsü ile gurur duyduklarını ifade eden Çimentaş Eğitim ve Sağlık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Akgerman, eğitimin ve buradaki öğrencilerin kendisine enerji kattığını ifade ediyor. Öner Akgerman ile “Kaliteli Eğitim” üzerine başladığımız sohbetimiz İzmir ve gençlerimiz ile devam etti.
Babam ülkenin ilk şapka fabrikasını İzmir’de kurmuş
- Babanız ülkenin ilk şapka üreticisiymiş, değil mi?- Rahmetli dedem tuhafiye dükkanında fes tamiri ve ütü işi de yaparmış. Erken yaşta vefat edince işi babam üstlenmiş. Cumhuriyetle birlikte fes yasaklanıp şapka giyimi başlayınca, babam Avusturya’ya gidip bir teknisyen ve şapka makineleriyle dönmüş, Türkiye’nin ilk şapka fabrikasını kurmuş. İlk müşterilerinden biri de İstanbullu ‘Şen Şapka’ yani Vitali Hakko’ymuş.
Çimentaş ilkleri gerçekleştiren bir firma
- Sanayiye geçiş nasıl olmuş?- 2. Dünya Savaşı’ndan sonra şapka kullanımı azalınca, babam 18 arkadaşıyla, ‘Marşal Planı’nın yurdumuza teklif ettiği krediyle çimento fabrikası kurmaya karar vermiş, sermaye yetersizliğinden İş Bankası’nı da ortak almışlar. İşin ilginç yanı, hiç bir ortağa yüzde 10’dan fazla pay vermemişler; bu anlamda Türkiye’deki ilk çok ortaklı şirket diyebiliriz.
- O zamanlar böyle büyük ve zor sanayi yatırımı cesaret ister...- Evet, gerçekten büyük risk. Tabiatiyle böyle riski alırken, harcamalarda da çok hassas davranılması gerekiyor, çünkü sınırlı maddi olanaklarla çıkılan yolda kalmak da büyük risk! Tasarrufa örnek vereyim, her biri 30 ton civarında yedi fırın gövdesini limandan fabrika sahasına taşımak için araç araştırılmış. Yugoslavya’dan bir araç 25 bin liraya bulunmuş. Ancak, bunun yerine piyasadan iki kamyonu beheri 10 bin 500 liraya alıp arka arkaya yanaştırıp, biri ileri, biri geri giderek parçalar fabrikaya nakledilmiş. İşin sonunda iki kamyon da hizmet verebilecek vaziyette fabrikaya kalmış. Böyle titiz tasarruf anlayışıyla yönetilen fabrika bugün 60 yıllık, başarılı bir tesis olarak faaliyetine devam etmektedir.
Okulun altyapısısı iyi kurduk ekibimizle geliştirdik
-
Bırakın çalışmayı, sokağa bile çıkamayan 8.5 milyon engelli vatandaşımız için tek yaptığımız ya tekerlekli sandalye hediye etmek ya da bir günlüğüne toplu bir aktiviteye götürmek... Oysa sokaklarımız bırakın tekerlekli sandalyeyi, engelsizler için bile yürümeye müsait değil. Bir günlük saadet de ihtiyaçları olan son şey...
Engellilerin toplum içerisinde birey olarak var olabilmeleri, kendileri için gereken düzenlemeleri yaptıracak gücü kazanmaları için ihtiyaçları olan tek şey İŞ.
Karşıyaka Rotaract Kulübü gençleri, İzmir Kent Konseyi Engelliler Meclisi ve Kariyer.net işbirliğiyle, İzmir’in önde gelen firma temsilcileriyle iş arayan engellilerin buluşabileceği ENGELLİLER KARİYER GÜNÜ düzenliyor. 6 Mayıs Cuma günü, Alsancak’taki tarihi Havagazı Fabrikası’nda İzmir’in önde gelen firma temsilcileriyle iş arayan engelliler bir araya gelecek. Daha önce İstanbul’da yapılan organizasyon İzmir’de ilk kez düzenleniyor. Şimdiden birçok önemli firmanın yerini aldığı kariyer gününe katılmak istiyorsanız www.engellilerkariyergunu.org adresine hemen başvurun. Bence, engelliler kadar İzmirli firmalar da bu projeye gereken ilgiyi göstermeli...
Sınav skandalını yaşayan gençlerden mesaj var
Sınav şaibelerine şimdi de Akademik Personel ve Yüksek Lisans Sınavı eklendi. İsmi bende bulunan İzmirli bir gencimizin gönderdiği mesajdan alıntılıyorum...
“24 Nisan sabahı ALES’e giren adaylardan biriyim. Sınava girip kitapçıklar dağıtıldığında bize kitapçıkları kontrol etmemiz söylendi. Kitapçığı açtığımda sayfa numaralarının yerlerini görünce “Herhalde ÖSYM yeni bir sisteme geçmiştir” diye düşündüm. Çünkü başlayacağım soru en başta değil en sonda idi. Sonra kitapçıklar toplandı ve bize yedek kitapçıkların geleceği söylendi. Bir saat geçti ve kitapçıklar gelmedi. Adaylardan bazıları, “Sınava girmeyeceğim” dediyse de dışarı çıkarılmadı. Bir saat sonra Manisa’dan kitapçıklar geldi ama bizim bulunduğumuz sınıfa yetmedi. Daha sonra ÖSYM’den açıklama geldi: Var olan soruları çözün ona göre değerlendirilecek” denildi. Biz iki saat sonra sınava başladık ancak adayların çoğu soruları çözmedi.
...ÖSYM’nin hatalar zincirine bir de ALES kitapçık krizi eklenince, “Acaba birileri bilerek belirli bir görüş çizgisinde olanları belirli sınav merkezlerine yerleştirmiş ve bu adaylara bilerek yanlış ve hatalı kitapçık göndermiş olabilir mi” düşüncesi bile aklıma gelmedi değil. Bunca emeğin bu şekilde heba olması zaten gelecek kaygısı içinde olan adayları ne biçimde etkiler artık yorumu sizlere bırakıyorum.
VERGİLER VE MAHALLE BASKISI ŞARAP TÜKETİMİNİ AZALTTI
- Vergilerdeki artışlar geçen sene sektörü nasıl etkilemişti? - Sigara, alkol, araba gibi lüks tüketim mallarındaki ÖTV şarap sektörünü biraz zorladı. Şöyle ki; 30, 60, 90 gün vadeli mal satıyorsunuz, ama o malın ÖTV’sini sonraki ayın 15’inde hemen ödüyorsunuz. Sofra şarabında ürünün dörtte üçünü zaten ÖTV olarak devlete veriyorsunuz. Parayı da geç tahsil ettiğinizden bizi zorluyor. Ama her şeye rağmen şarap sektörü çok güzel büyüyor.
- Şarap tüketimi bu fiyat artışlarından etkilendi mi?- Evet etkilendi. ÖTV nedeniyle fiyat artınca tüketim azaldı. Bir başka sebep de mahalle baskısı sanıyorum. Genel olarak ülkemizde şarap tüketiminde bir azalma var.
HER GİRİŞİM OLUMLU YANSIYOR
- Üzümlerinizi nereden temin ediyorsunuz?- Turgutlu Çepnedere Köyü’nde 350 dönüm bağımız var. Bir de Kemalpaşa Ulucak Köyü’nde kendimize özel 60 dönümlük bir yerimiz daha var. Oradan da şarap üretiyoruz. Ayrıca Türkiye’nin her yerinden üzüm alıyoruz.
- Az üreten, özel girişimciler hakkında ne düşünüyorsunuz?- Özel girişimciler kendi bağlarında ürünler yapıyor. Az miktarda olduğundan belki biraz pahalı oluyor ama o da tüketicinin takdirine kalıyor. Bu girişimlerin de sektörümüzü desteklediğini düşünüyoruz.
MAHRA BRONZ MADALYA ALDI
- Geçen ay yeni bir ödül kazandınız değil mi?
Siyaset ve politikayı hiç sevmem diyemem, aksine bayağı ilgi alanımın içerisinde ama bizim ülkemizdeki haliyle pek de hoşlandığım söylenemez.
Misal, milletvekili seçimleri...
İzmir milletvekili adaylarından kaçı İzmir’de yaşıyor, İzmir’i biliyor? İçlerinde isimlerini sadece listeler açıklandığında duyduğumuz, İzmir için bugüne kadar hiçbir çalışma içerisinde olmamış insanlar var.
İzmirli olsalar bile, biz onları, bizi temsil etmek için yeterli buluyor muyuz, uygun görüyor muyuz diye soran yok... Tabii biz kimiz...
Alt tarafı seçilecek vekillerin asilleriyiz...
Bizden beklenen, zamanı gelince sandığa gidip önümüze pişmiş şekilde konan listelere oy vermek. Yani biz seçme hakkımızı birilerinin önseçimleri üzerinden kullanabiliyoruz.
Deveye boynun eğri demişler misali, aslında sorun, tüm siyasi parti sistemimiz. Neden bir sürü düzgün insan ya da farklı alanlarda çok başarılı olmuş insanlar politikaya girmiyor diye soruluyor. Girip de ne yapsınlar? Devamlı ayak oyunlarıyla uğraşmakla, çalışmalarıyla kendilerini dünyaya kabul ettirmiş bile olsalar partilerin çook önemli kişilerine ispat etmekle, hiçbir şekilde bilimsel ve sistematik olmayan bir düzene uyum sağlamakla mı uğraşsınlar? Aday adayı olan birçok değerli kişinin neden liste dışı kaldığı meçhul. Hele analitik düşünce tarzındaki kişilerin bunu anlaması iyice zor. Çünkü bizim siyasi sistemimiz ‘Düşünme, dediğimi yap...’ düzeni üzerine kurulu... Nasıl olsa siyaset büyüklerimiz bizim yerimize de düşünüyorlar değil mi?
San Remo Müzik Yarışması’nda Amerikan Koleji ikinci oldu
Uzun yıllar, farklı iş alanlarındaki çalışmalarından sonra kurduğu Metis Relocation firmasıyla İzmir’e genellikle iş nedeniyle yerleşen yabancılara bir tür, ‘yaşam danışmanlığı’ yapan Zeynep Beyter, bu işin çok da kolay olmadığını anlatıyor. Belli bir önyargıyla gelen yabancıya İzmir’deki yaşamı her anlamda iyi tanıtabilmek için birçok özelliğin yanı sıra kenti ve kültürünü çok iyi bilmek gerektiğini belirten eski arkadaşım Zeynep’le ‘Relocation’ işini konuştuk.
Yerel ve yerleşik ilk firmayız
- İzmir’de daha önce aynı işi yapan var mıydı?- İzmir’de bizim yaptığımız işlerin bütününü değil ama belli bölümlerini ayrı ayrı yapan danışmanlar bulunuyor. Ayrıca İstanbul’dan bir firmanın temsilciliği var. Ama İzmir’de, bu işi yapan ilk yerel ve yerleşik firma, bizim Metis Relocation. Hem ilk olmamız, hem de İzmir’ e olan bağımlılığımın üretkenliğe dönüşmesi ayrı bir gurur. Ayrıca müşterilerimden de çok iyi geri dönüş alıyorum.
- Yurtdışında ve İstanbul’da bu işin benzerleri vardır. İzmir’in zorlukları neler?- Yurtdışında büyük uluslararası firmalar, İstanbul’da ise 6-7 firma var. Zaten İstanbul ve yurt dışından uluslararası firmalar da İzmir işleri için bizimle çalışıyor. İzmir’de şirketler ‘relocation’ tanımını genellikle bilmiyor, uzak bakıyor. Ancak görüşmemizden ve bizimle çalışmaya başladıktan sonra bu işin dışarıdan bir firmaya verilmesinin çok daha avantajlı olacağını anlıyorlar. Çünkü kendileri yapmaya çalışırken yoğun olan iş programları aksıyor. Biz firmanın hatta adeta İzmir’in bir elçisi gibi çalışıyoruz. Tüm müşterilerimize İzmir’den ayrılıncaya kadar her konuda ‘Yaşam Danışmanı’ oluyoruz.
Aileler şehir dışı, bekârlar şehir merkezi istiyor
- Daha çok hangi milletlerden gelenler oluyor? - Bu işi yaptığım 2 yıl içerisinde İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Portekiz, Cezayirli, İspanyol, Arjantinli, Alman, Hollandalı, Avustralyalı, İranlı, Ürdünlü müşterilerimiz oldu.
- Genellikle ne kadar süreyle buraya geliyorlar?- En az 6 ay, ortalama 3 yıllığına geliyorlar. Proje bazlı 1- 1,5 yıllığına kalanlar da var.