Aslında başta ödül verecek denmişti, fakat son anda programda değişiklik olmuş sadece anonsla sahne aldı.
Olsun, tüm dünyanın takip ettiği, en önemli sinema ve televizyon yıldızlarının 1-2 dakika için bile olsa, görünmek için can attığı böylesi bir törende bir Türk sanatçıyı, hem de İzmirli bir sanatçıyı görmekten çok büyük onur duydum. Hele Atatürk’ün evrenselliği tartışılmaz sözü ile konuşmasını bitirmesi mükemmeldi.
Hemen belirteyim, Meltem Cumbul en beğendiğim oyuncu diyemem. Fakat evrensel vizyonunu her zaman takdir ettiğim bir sanatçıydı, özellikle bu hamlesinden sonra daha da fazla saygı duymaya başladım.
Forest Whitekar’dan ‘Yurtta Barış
Dünyada Barış’
Her zaman olduğu gibi bu önemli olayı da eleştirenler oldu. Elbisesi güzel değilmiş, neden uluslararası sanatçı denmiş v.s.
Evet, Meltem Cumbul’u daha şık gördüğümüz zamanlar oldu, ama oradaki havayı en iyi bilen o. Bu elbiseyi seçtiyse bir bildiği vardır diye düşünüyorum..
Serenad kitabı yazarlığınızın hangi noktasında duruyor sizce?Serenad benim romanlarım içinde çok değerli bir yer tutuyor. Bunda 2 şey etkili olabilir. Biri, her romancı en son romanını yeni doğmuş çocuk heyecanıyla karşıladığı için ‘galiba, bu kez en güzelini yaptım’ diye düşünür. Yaşar Kemal gibi birçok yazar arkadaşım da bunu söylerdi. Diğeri ise, Serenad’da zor bir işe kalkışmam... Çünkü romanda çok fazla tarihsel katman, çok kişi ve çok kopuk olaylar var. Bunların hepsini bir kurgu içerisinde yedirebilmek zor bir işti.
Bu kadar çok tarihsel konuyu aynı anda anlatmak, araştırmak zor olmadı mı? Aslında ben de roman bitip geriye bakınca korktum nasıl bir işe kalkışmışım diye… William Faulkner’ın ‘Bir romancının başarısı göze alabildiği başarısızlıkla ölçülebilir’ diye çok güzel bir sözü vardır. Serenad da başarısız olabilirdi ama okuyucular, basın ve eleştirmenlerden gelen tepkilere göre olmadı. Hatta benim en iyi romanım olduğunu düşünen çok kişi var.
Fazla edebiyat yapmak iyi bir şey değil
Serenad’da ana karakter Maya ‘Bu kitabı edebi kaygım olmadan yazıyorum, amacım hikâyenin duyulması’ diyor. Romanı yazarken böyle düşünmüş olabilir misiniz?Buna yayıncılarım da dikkat çekti. Sebebi şu. Bence edebiyat konusunda yanlış bir algı var. Halk arasında ‘edebiyat yapma’ derler. Bir bakıma haklılar da.. Çünkü edebiyat yapmak yani süslü, tumturaklı cümleler, edebi benzetmeler gerçek edebiyatın dışında. Bunlar, yazarların ilk acemilik zamanlarında yaptıkları şeylerdir. İnsan geliştikçe, ustalaştıkça sadeleşir, yalınlaşır. En uç örneği ise Yunus Emre. Serenad’da okuyucu ile anlatıcıyı karşı karşıya bırakmak istedim. Anlatıcı da zaten ‘ben sizi inandırmaya çalışmıyorum, edebiyat tekniği de kullanmıyorum, yüreğimi döküyorum’ diyor. Ama bunu yapabilmek de önemli bir teknik gerektiriyor.
Bir kadının ağzından bu kadar doğru yazabilmenize çoğu kişi şaşırmış değil mi?Evet, bana devamlı, ‘Kadın ağzından nasıl yazabiliyorsun’ diyorlar. Bence bir romancı herkesin ağzından yazabilmeli, yoksa tüm insanlığı anlatamaz. Romancılık empati kurma ve başka insanları anlama sanatıdır. Ben romanlarımı kafamda oluşturuyor, karakterleri ve hikâyemi birkaç yıl pişiriyorum. Onları tanır hale geliyorum. Roman kendini yazdıracak hale gelince de günlük hayattan kopup aylarca romanımı yazıyorum.
Irkların dinlerin boyların soyların karman çorman olduğu yer
Kitapta Mavi Alay olayı, Hitler zulmü gibi birçok tarih olayı anlatılıyor. Tarih bu kadar iç içe mi sizce?
Taptaze ve kimyasal kullanılmayan her türlü sebze ve meyveyi, gerçek köy yumurtalarını yemiştim afiyetle kahvaltıya gittiğimde... Sonradan ben de abonesi oldum çitliğin... Her cumartesi, Pınar Kaftancıoğlu’nun gönderdiği listeden siparişlerimi seçip işaretliyorum ve 2 gün içinde tazecik domatesler, müthiş yayla salatalıkları, rokalar, yumurtalar, tarhanalar, hatta otlu börekler kargoyla teslim ediliyor, müthiş bir gönül rahatlığıyla yediriyorum oğluma...
Sonrasında basında da haberleri çıkmaya başladı çiftliğin. İpek Hanım’ın Çiftliği’ni kurana kadar farklı bir hayat hikâyesi olmuş Pınar Kaftancıoğlu’nun... Son olarak işlettiği su fabrikasını satıp, aldığı parayla erken yaşta emekli olup 70 haneli Nazilli Ocaklı Köyü’ne yerleşmiş. Ama yine boş duramamış, aldığı 5 dönümlük arazide önceleri kendi küçük kızı için yetiştirdiği ‘gerçekten’ kimyasal maddesiz, doğal gübreli ve 30 yıl önce nasıl yetiştiriliyorsa aynen öyle elde edilen ürünler ekmiş. Mahsul fazla gelmeye başlayınca önceleri İstanbul’daki eşe dosta sonraları istek üzerine Türkiye’nin her yerine kolilemeye başlamış.
Toplum destekli ilk tarım projesi
Bir anda iş büyüyünce Pınar Hanım, köyün neredeyse tüm kadınlarını işe almış. Hepsi ürünlerin toplanması, paketlenmesi, ekmeklerin pişirilmesi, böreklerin yapılması, makarnaların kesilmesi, tarhanaların hazırlanmasında çalışarak gelir sahibi olmuş. Profesyonel olmayan ama eşi işten çıkmış, borcu harcı olan ya da ek gelire ihtiyacı olan kadınlar, hem de sigortalı olarak çalışmaya başlayınca köyün havası da değişmiş. Pınar Hanım, yılbaşında attığı mesajda, bir müşterisinin köyde yaptıklarını Türkiye’nin ilk “Community-Supported Farming” yani ‘Toplum Destekli Tarım Projesi’ olarak tanımladığından bahsediyordu.
Nazilli Ocaklı Köyü’nden Tokyo’ya...
İpek Hanım’ın Çiftliği ürünleri ülke sınırlarını da aşmış bu arada. Pınar Hanım’ın yakın arkadaşı olan Fakir Baykurt’un kızı Işık Hanım aldığı ürünleri Japonya’da master yapan oğluna göndermiş. Düşünsenize Nazilli Ocaklı Köyü’nde üretilen granola, sebze çorbası ve makarna dünyanın öbür ucuna, taa Tokyo’ya gitmiş...
Bu kadar önemli bir iş başarmanın gururunu ve mutluluğunu sadece Pınar Hanım yaşamıyor kuşkusuz... Yeni yılımızı kutlamak için fotoğraf çektiren, çalışan kadınların yüzleri de aynı duygularla aydınlanmış. Darısı diğer köylerimizin başına...
Işıkkent’ten İzmir öyküleri
Çünkü o, kanserle, kanser olmayanlardan bile daha rahat başa çıkabilmeyi öğrenmiş. Uzun yıllarını tiyatroya vermiş İzmirli sanatçı Emrah Çamdereli İstanbul’da birçok oyunda yer aldıktan sonra Didim’e yerleşmiş. Burada Didim Halk Tiyatrosu’nu kuran Çamdereli, bir süre sonra kanser olduğunu öğrenmiş. Kanser hastaları için en önemli ilacın moral olduğunu söyleyen oyuncu, tedavi sürecini bir oyuna hazırlanmak olarak kabul etmiş ve ‘Hücrelerime Sahip Olabilirsin Ama Ruhuma Asla’ adlı stand-up gösterisini sergilemeye başlamış. Bir nevi oyununun ön gösterimi olan ve kahkahalarla geçen sohbetimizin tadını röportajıma da yansıtmaya çalıştım.
Ne zamandır Didim’de yaşıyorsunuz? 3 yıldır Didim’de yaşıyorum. Önceki 10-12 yılım İstanbul’da geçti.
İstanbul’da ne yapıyordunuz?İzmir’de özel radyolarda çalıştıktan sonra İstanbul’a gittim ve Gösteri Sanatları Merkezi’nde tiyatro eğitimi aldım. Yalçın Yelence, Mehtap Ar Tiyatrosu, Yalçın Menteş, Selahattin Taşdöğen Umut Tiyatrosu, Volkan Saraçoğlu ile çalıştım. 4 yıl Gırgır dergisinde Emrah’ın Mıntıkası adlı köşemde karikatüristlik yaptım.
Kendi tiyatronuz da varmış değil mi? Tiyatromun ismini Hande Kazanova koymuştu. Bilmem Ne Tiyatrosu olarak 1 yıl çalıştık. Çünkü biliyorsunuz Türkiye’de tiyatrolar ölü doğuyor. Sonra memleketime döndüm.
DİDİM’E YERLEŞMEK ASKERLİKTEN GELİP ILIK DUŞ ALMAK GİBİYDİ
Uzun, sağlıklı ve daha iyi bir yaşam için yapacaklarınız aslında pek bir işe yaramıyor. Çünkü 80 yıllık bir deney, hayat üzerine doğru bildiğimiz birçok şeyin yanlış olduğunu ispatladı.
Uzun ve sağlıklı yaşamak için ne yapmak gerekli sorusuna çoğumuz ezberden aynı yanıtları veririz. ‘Stresten kaçınmak, ideal işini yapmak, evlenip düzenli hayat kurmak, iyi düşünmek vs.’ Oysa, psikoloji tarihinin en uzun ve en kapsamlı deneylerinden olan Terman deneyi bunların uzun ve sağlıklı bir yaşam için kesin doğrular olamayacağını gösteriyor.
1921 yılında Stanford Üniversitesi psikologlarından Prof. Lewis Terman, tam 1500 çocuk seçerek 80 yıl sürecek bir deney başlatmış. Her birinin aileleri, yaşam şekilleri, kişilikleri incelendikten sonra çocukların yapacakları tek şey hayatlarını normal bir şekilde yaşamaya devam etmek olmuş...
1956 yılında Prof. Terman ölünce, deneyi meslektaşları devralmış ve 1990’da psikologlar Howard Friedman ve Leslie Martin yaşam süresini belirleyen bileşenleri toplamak üzere çalışmaya başlamışlar. 20 yıllık çalışmanın ardından ‘The Longevity Project’ yani ‘Uzun Ömür Projesi’ sonuçlanmış ve ortaya yıllardır, sağlıklı ve uzun yaşamak için bildiğimiz birçok şeyin yanlış ya da katkısız olduğu çıkmış... Neler mi?
Hayalindeki işi yapan ve strese girmeyen uzun ve sağlıklı yaşar; YANLIŞAzıcık aşım, ağrısız başım deseniz de, küçük bir kıyı kasabasında bir kafe açsanız da bu uzun ve sağlıklı yaşamanızı sağlamıyor. Çünkü Prof. Terman’ın 80 yıl boyunca incelediği kişiler arasında daha uzun yaşayanlar yüksek stres ve sorumluluk gerektiren işleri yapan ve üstesinden gelenler olmuş...
İyi düşünen ve endişe etmeyen uzun ve sağlıklı yaşar; YANLIŞ
Sağlık ve mutluluk size kalmış ama başarının formülü konusunda belki yardımcı olabilirim. Nasıl mı? Uzun yıllardır ‘Başarı’ üzerine çalışan ve uzmanlaşan Mümin Sekman’a sorarak...
‘Başarı Düşünürü, Konuşuru, Yazarı’ olarak tanımlanan Mümin Sekman’ın kişisel gelişim ve sosyal başarı üzerine yazdığı 9 kitabı toplam 1,5 milyon kişiye ulaşmış. Bizimki gibi az okuyan bir ülkede, kısa zamanda, bu rakamlara ulaşabilmesi başarısının en büyük kanıtı.
Tüm çalışmalarını başarı ve başarmanın yollarını anlatmak üzerine yapan Mümin Sekman ile fotoğraf çekimimiz bile başarı odaklıydı. ‘Şimdi başarı merdivenlerini çıkıyor olalım’ ya da ‘ Klasik başarmış insan pozu verelim’ gibi esprili yaklaşımları bile başarıyla ilgili olan Sekman’ın söylediği her kelime öyle anlamlıydı ki, neredeyse hiç firesiz yazmak sorunda hissettim kendimi...
Üniversiteye hazırlanırken irade, adanmışlık ve ‘yapamazsın’a rağmen yapabilmeyi öğrendim.
Çocukluğunuzda başarılı bir öğrenci miydiniz?İlk ve ortaokulda teşekkür, takdir alırdım ama sınıf birincisi değildim. Lisede bir ara boşladım, not ortalamam çok düştü. Ama üniversiteye hazırlanırken, yani lise sonda iradem devreye girdi. 10 ay boyunca günde 10 saat ders çalışıp üniversite sınavında yüzde 1’lik dilime girdim.
Nereyi kazandınız?
Adına filmler yapılan, efsaneler yazılan 2012’ye giriyoruz. Sizi bilmem ama ben çocukken, bu yıllarda havada giden araçlarda gezeceğiz, uzaya rahatça gideceğiz sanıyordum. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar naif mişim? Savaşlar, açgözlülük ve güç hırsıyla devamlı kendi kendini sabote eden insanoğlunun, bu gelişmeleri göstermesi için daha uzun yıllar gerektiğini anlayabiliyorum artık...
Neyse, gelelim insanlık için küçük, ama kendimiz için büyük adımlara... Şimdi, herkes yeni yılla birlikte alacağı kararlardan ya da yapacağı değişikliklerden bahsediyor. Açık söylemek gerekirse, hayatımızı daha iyiye yönlendirmek adına aldığımız bu kararlar en fazla üç ay gidiyor, sonra eski tas eski hamam.. Peki, bunun sebebi ne, tembellik mi, adam sendecilik mi, zayıf irade mi?
Ben de bilmediğimden bunu bir uzmana sordum, hem de bir Başarı Uzmanı’na… Siz de yanıtları merak ediyorsanız 1 Ocak Pazar sabahı yayınlanacak Mümin Sekman röportajımı mutlaka okuyun ve başarının sırlarını öğrenin...
Umuyorum, 2012’de başarılı ama daha da önemlisi çok mutlu olursunuz...
Soru sormazsanız doğayı anlayamaz bilim ve ülkenizi geliştiremezsiniz
HAFTA sonu CERN deneylerinde görev alan Prof. Durmuş Ali Demir ile yaptığım röportajda, yerim elvermediğinden, kendisi hakkında fazla bilgi veremedim. Oysa birçoklarına, özellikle çocuk ve gençlere örnek olabilecek bir öyküsü var Prof. Demir’in...
Değerli bilim insanlarımıza olduğu üzere ona da birçok ülkeden cazip teklifler gelmiş. Bunlara rağmen, ülkesinde kalmayı seçen ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde öğretim üyesi olan önemli bir bilim insanımızın nasıl yetiştiğini anlatmak istiyorum size.
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Fizik Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Durmuş Ali Demir. ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği mezunu Prof. Demir, fiziğe öyle meraklıymış ki, aynı üniversitenin fizik bölümünü de bitirmiş ve doktora yapmış. Şimdi ise ‘Yüksek Enerji Fiziği’ konusunda dünya otoriteleri arasında sayılıyor. Aslında Demir’in hakkında anlatılacak ve gençlerimize aktarılması gereken çok şey var ama şimdilik sizleri CERN deneyleri hakkında bilgilendirmekle yetineceğim. Devamı sonraya...
Geçen hafta CERN’de yapılan deneylerin ve açıklanan sonuçların içeriği nedir?CERN’de geçen hafta yapılan toplantıda, birbirinden bağımsız iki deneyin ulaştıkları araştırma sonuçları duyuruldu. Bu iki deney, ATLAS ve CMS deneyleri, birbirinden bağımsız olarak belli doğa olaylarını araştırıyordu. İki deneyin benzer sonuçlar vermesi bir doğruluk göstergesi olarak alınıyor. Bu deneylerde proton (Hidrojen çekirdeği) demetleri çarpıştırılıp, çıkan ürünler arasında bildiklerimizin dışında yeni atom altı parçacıklar olup olmadığı araştırılmakta. Çarpışan protonların enerjileri durgun enerjilerinin 3500 katıdır ki böylesi büyük bir enerjiye daha önce hiç ulaşılmış, denenmemiş. CERN’deki deneyler bu yüzden en ileri düzeyde, en kapsamlı deneylerdir.
Higgs Parçacığı’nda kesin sonuç 2012’de çıkabilir
Bazıları geçen hafta yapılan deneylerin sonuçlarını hayal kırıklığı olarak değerlendirildi. Siz ne diyorsunuz? CERN’deki toplantının konusu Higgs parçacığı üzerine yapılan araştırmaların sonuçlarıydı. ATLAS ve CMS Deneyleri’nin ikisi de, aşağı-yukarı aynı bölgede, Higgs parçacığı olarak yorumlanabilecek bir sinyalin varlığını rapor etmiştir. Ama sinyal zayıftır. Higgs’in varlığı veya yokluğunu kanıtlayabilecek kesinlikten tamamiyle yoksun. Ancak, iki bağımsız deneyin benzer kütle değerlerini işaret etmesi ve sonuçlar vermesi Higgs’in keşfi anlamında ümit verici bir durumdur. Bütün bunlara karşın, kesin sonucun 2012 sonlarında, yeterince veri biriktikten sonra, hassas ve ayrıntılı analizlerle ortaya çıkacağı unutulmamalıdır. Mevcut sonuçlara göre, Higgs parçacığının proton kütlesinin yaklaşık 125 katı bir kütleye sahip olabileceği görülüyor.
Peki Tanrı Parçacığı da denen Higgs Parçacığı nedir?Yaz tatillerinde kumsalda koştuğumuzda kumda koşmanın asfalt yolda koşmaktan çok daha zahmetli olduğunu biliriz. Kumda koştuğumuzdan habersiz bizi uzaktan izleyen biri, bizim aşırı kilomuzdan dolayı hızlı koşamadığımızı düşünebilir. İşte fizikçiler atom altı parçacıkların kütlelerini bu şekilde kazandıklarını düşünüyor. Daha açık bir deyimle, kumsal “Higgs alanı” tabir edilen dağılımı, aranan “Higgs Parçacığı” ya da “Tanrı parçacığı” ise kumun üzerindeki tepeciklerin, çukurların dağılımını gösterir.
CERN dünyanın en ileri bilim ve teknoloji merkezlerinden
CERN tam olarak nasıl bir kuruluş?