Paylaş
Adına filmler yapılan, efsaneler yazılan 2012’ye giriyoruz. Sizi bilmem ama ben çocukken, bu yıllarda havada giden araçlarda gezeceğiz, uzaya rahatça gideceğiz sanıyordum. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar naif mişim? Savaşlar, açgözlülük ve güç hırsıyla devamlı kendi kendini sabote eden insanoğlunun, bu gelişmeleri göstermesi için daha uzun yıllar gerektiğini anlayabiliyorum artık...
Neyse, gelelim insanlık için küçük, ama kendimiz için büyük adımlara... Şimdi, herkes yeni yılla birlikte alacağı kararlardan ya da yapacağı değişikliklerden bahsediyor. Açık söylemek gerekirse, hayatımızı daha iyiye yönlendirmek adına aldığımız bu kararlar en fazla üç ay gidiyor, sonra eski tas eski hamam.. Peki, bunun sebebi ne, tembellik mi, adam sendecilik mi, zayıf irade mi?
Ben de bilmediğimden bunu bir uzmana sordum, hem de bir Başarı Uzmanı’na… Siz de yanıtları merak ediyorsanız 1 Ocak Pazar sabahı yayınlanacak Mümin Sekman röportajımı mutlaka okuyun ve başarının sırlarını öğrenin...
Umuyorum, 2012’de başarılı ama daha da önemlisi çok mutlu olursunuz...
Soru sormazsanız doğayı anlayamaz bilim ve ülkenizi geliştiremezsiniz
HAFTA sonu CERN deneylerinde görev alan Prof. Durmuş Ali Demir ile yaptığım röportajda, yerim elvermediğinden, kendisi hakkında fazla bilgi veremedim. Oysa birçoklarına, özellikle çocuk ve gençlere örnek olabilecek bir öyküsü var Prof. Demir’in...
Değerli bilim insanlarımıza olduğu üzere ona da birçok ülkeden cazip teklifler gelmiş. Bunlara rağmen, ülkesinde kalmayı seçen ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde öğretim üyesi olan önemli bir bilim insanımızın nasıl yetiştiğini anlatmak istiyorum size.
Mersin’de Taşeli Yaylası’nda yörük bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş. ‘Nasıl bir şey yörük olmak’ diyorum. “Biz pek göçebe değildik. Yörüklerde ilginç olan, kadınların önde ve dominant olmasıdır. Bizde akil kişiler kadınlardır. O nedenle tamamen eşitliğe inanırız” diyor.
Dershaneye gitmemem avantaj oldu
“Peki eğitiminizi nasıl yaptınız?” deyince “Yoksul bir aile olduğumuzdan dersaneye gitmem mümkün değildi. Ama bu çok da sıra dışı bir şey değil. Oturup çalışırsanız yaparsınız” diyor. Ankara’da parasız yatılı okuduktan sonra ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü kazanmış. Okurken kendi masraflarını karşılaması gerektiğinden geceleri Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başlamış. Fiziğe de müthiş bir merakı olduğundan yan dal olarak Fizik eğitimi de alıp yüksek lisans yapmış. Sonrasında Tübitak bursu ile Amerika Pennsylvania Üniversitesi’ne gitmiş. 2003 yılında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde (İYTE) Öğretim Üyesi olarak göreve başlayan Prof. Demir, 2004 yılında “TÜBA Genç Bilim İnsanı Ödülü”nü, 2005 yılında “Tübitak Teşvik Ödülü”nü almış.
“Ben çocukların dershaneye gitmemelerinin bir avantaj olduğuna inanıyorum” diyor. “Çünkü dershanelerde insanları sorulan sorulara hızlı yanıt verme ve verilen seçenekler arasından seçmeye alıştırıyorlar. İşte bu hiç iyi değil, çünkü böylelikle zekânızı başkalarının sorularına yanıt vermeye adıyorsunuz. Oysa bilim ve teknolojinin gelişmesi için soruları siz sormalısınız. Maalesef bizdeki dershane ve sınav yaklaşımları yetenekli beyinleri törpüledi. Çünkü yeni sorular sorabilen, yeni tartışmaları yaratabilen kaç kişi var etrafımızda? Çünkü zekâ farklı farklıdır. Kimisi nümerik, kimisi geometrik, kimisi görsel, kimisi analitik zekâya sahipken herkesi tek bir zekâ türüne indirgemek ve başarısız diye yaftalamak
doğru değil.’
Çocuklar hayatın tatlarını kaçırıyor
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Elektronik Mühendisliği’nde öğretim üyesi olan eşi Güleser Hanım ile evlendikten sonra İzmir’e yerleşen Prof. Demir’in 5.5 yaşında bir oğlu var. “Ne isterse onu olsun diyorum ama o da bugünlerde ‘bilimci’ olacağım diyor. Yine de, biz onu sınavdan sınava koşturmak istemiyoruz.. Ülkemizde çocuklar, devamlı sınavlara hazırlanıyor, ortaöğretim, lise, üniversite tüm hayatları koşturmaca... Yaşamaya vakitleri yok. Soru çözmeyi, sınavları biliyorlar ama hayatın tatlarını kaçırıyorlar, olan bitenden haberleri yok” diyor. Ülkemizdeki bilimin durumunu soruyorum. “Bizim insanlarımız bilimin vazgeçilmez olduğunu ve aslında bilim olmadan hiçbir şey yapılamayacağını tam olarak kavrayamadı çünkü fabrikalarımızın makinaları batıdan getirilip kuruldu, otomobillerimizi, uçaklarımızı kendimiz üretmedik. Oysa başka ülkelerde bilim insanı iseniz müthiş saygı görüyorsunuz. Herkes bir değişik bakıyor. Çünkü bu ülkeler, bilimin neler yapabileceğini, atom bombası ile kötü bir şekilde tecrübe ettiler ve ona gereken saygıyı göstermeye başladılar. Umuyorum bizler hiçbir kötü tecrübe yaşamadan bilimin değerini anlayabiliriz.”
Prof. Demir’in yanından ayrılırken düşünüyorum; aslında bilime değer vermememizin getirdiği olumsuzlukları sık yaşamıyor muyuz? En basiti, depremlerde yaşadıklarımız, binlerce insanımızı çürük binalarda kaybetmemiz, ülke olarak bilime ve onun getirdiği bilgi ve tecrübeye itibar etmememizden kaynaklanmıyor mu?
Paylaş