Ayçe Bükülmeyen

Bırakın her devir kendi Shakespeare’ini yaratsın

18 Temmuz 2013

YAŞADIĞIMIZ dönemde anne-babaların en büyük şikayeti çocuklarının gerektiği kadar kitap okumaması. Mutlaka klasikleri okusun, Shakespeare’i de bilsin diyenler bile var.
Dünyasını gördüklerinden ziyade okuduklarıyla şekillendiren benim gibi biri için kitapların önemi tartışılmaz. Ama ben kitapları ve yazarlarını putlaştırmadan sadece yarattıkları etkiye odaklanmanın önemine ve bunların sadece o etkiyi ya da gelişimi yaratacak araçlar olduğuna inanıyorum. O nedenle birinin Sheakspeare edebiyatını hatmetmiş olması kişiliğinde, fikirlerinde ya da hayata bakışında yaratması gereken etkileri yansıtmadıktan sonra benim için hiç birşey ifade etmiyor.
Çoğu insan sadece kitaplara ve yazarlara takılı kalıp, gelişmenin tek yolunun kendi kabul ettikleri bu kalıplar olduğunda diretiyorlar. Oysa gelişim ve ilerleme ancak bulunduğu zamanın kalıplarını genişleterek, ilerleterek gerekirse kırarak gerçekleşir. Sheakspeare ya da başka bir çok yazar kendi yaşadığı dönemde hemen kabul görmüş müydü? Çağdaşları, ‘A biz de senin gibi büyük bir edebiyatçıyı bekliyorduk, iyi ki yazdın eserlerini’ dedi sanıyorsanız çok ama çok yanılıyorsunuz. Her büyük yazar, düşünce ya da kitap önceleri mutlaka reddedilmiş ve ondan önceki büyük yazarlar, düşünceler ya da akımlara uymaya zorlanmıştır. Yani Shakespeare için de ‘Bu ne biçim yazar, geçen asırın büyük düşünürü filancayı okumadığı belli. Onun kitaplarını okumadan yazar, düşünür olunur mu? Bir de kitap yazmış utanmaz’ denmiş olabilir. Hatta Shakespeare yaşadığı dönemde popülizmle bile suçlanmış. Bunu söyleyen çoğu insan Shakespeare’in Shakespeare olduğunu görmeden de ölmüştür zaten. Sağlığında saygı duyulmasına rağmen Shakespeare’in esas etkisi bir yüzyıl sonra çıkmıştır ortaya, hala da sürmektedir. Emir Kusturica boşuna dememiş, “Shakespeareyen bir çağda yaşıyoruz, ama bizi anlatacak bir Shakespeare’imiz yok” diye... Dolayısıyla eskilerin görevini yaptığını kabul edelim ve bırakalım da her devir kendi Shakespeare’ini yaratsın...

Üniversite okumayan dahilerAynı şeyi önemli okulları, üniversiteleri bitirenler için de söylemek mümkün. ‘Aa ama o kişi profesör olmuş, öyle diyorsa öyledir’ ya da okullarını hep birincilikle bitiriyor denilen kişiler maalesef gerçek hayatta aynı başarıyı gösteremeyebiliyorlar. Bilgisayar teknolojilerinde devrim yaratan, yaşadığımız dönemde çağ atlatan kişiler Bill Gates ile Steve Jobs’un da başladıkları üniversiteleri bitirememiş olmaları yani lise mezunu olmaları kalıplar konusunda tekrar tekrar düşünmemizi gerektiriyor. Şimdi bu yazdıklarımı kalkıp ‘Ne yani okulu ve eğitimi kösteklemeye mi çalışıyorsunuz, kimse okula gitmesin mi’ gibi sığ bir argümana dönüştürmek isteyenlere baştan yanıt vermeyi de bir borç bilirim. Aradaki fark şu; eğitimler kişinin ilgi alanı ve yetenekleri dahilinde verilmeli artık. Çoklu zekaya inanmalı insanları kalıplaştırmaktan uzaklaşmalıyız. Gerçi bu karşıt düşüncelerin hemen yok olmasını beklememeli. Evrimleşmenin doğası karşıtlığı da gerektirir. Güçlü karşıtlıklar ilerici düşüncenin yerleşmesi için gereken enerjinin ortaya çıkmasını sağlayan reaksiyonları doğuracaktır. O nedenle ilerlemenin doğasında karşıtlıkların olduğunu da düşünerek bunlara tavır geliştirmek direkt mücadeleden daha doğru bir yaklaşımdır. Hayatta en sevdiğim rolün öğrencilik olduğunu ve dünyanın farklı üniversitelerinden eğitimler almaya devam ettiğimi daha önce de belirtmiştim. Diyeceksiniz ki, ‘bu eğitimleri alıyorsun da ne oluyor yani, bu yaştan sonra başka bir şey mi olmaya kalkacaksın’. Hayır kalkmayacağım. Çünkü, ben bu eğitimleri birşey olmak için değil birşeyler öğrenmek için alıyorum. O zaman da eğitim sıkıcı değil, çok eğlenceli ve istenen bir şey haline dönüşüyor. Olması gereken de bu...

Sade tatilin oteli Pınar Altuğ ile hazırlandıAlaçatı’daki birbirinden güzel mekanlara her yıl yenileri ekleniyor. Çoğu da güzel taş binaların içerisinde özel olarak tasarlanarak hazırlanmış. Bunlardan biri de Sade Alaçatı Butik Otel... ‘Sade ve huzurlu bir tatil’ anlayışıyla hizmet veren otelin tüm tekstil tasarımını henüz tasarım olmasa da başka bir alanda ünlü olan bir isim yapmış; Pınar Altuğ... Her biri ayrı konseptle hazırlanan tüm odalarda ‘By Pınar Altuğ’ markasının tekstil ürünleri kullanılmış. Görünen o ki, Alaçatı her kesimden sanatçıya ilham vermeye devam ediyor... Bu sade ve huzurlu deneyimi denemek isterseniz www.sadealacati.com adresinden bilgi alabilirsiniz...

Yazının Devamını Oku

Hayatımda uyguladığım doğal formülleri kitap yaptım

14 Temmuz 2013

Aslıhan Koruyan Sabancı, ‘Evinizde Sağlık ve Güzellik, Doğal Tarifler- Öneriler’ adlı bir kitap çıkardı. Uzun yıllardır tanıdığım Aslıhan, 3 çocuklu bir anne olarak, doğallık ve sağlığı ön planda tutarak yaşıyor. Kendi evinde uyguladığı formülleri kitap haline getirerek başkalarıyla da paylaşan Aslıhan Koruyan Sabancı, daha önce yazdığı ‘Glutensiz Gurme Lezzetler’ adlı kitabıyla da Paris’te ‘Dünya Gurme Yemek Kitapları Yarışması’nda ödül kazandı. Ben de dahil, tüm arkadaşlarını spora ve sağlıklı yaşama teşvik eden Aslıhan Koruyan Sabancı ile yeni kitabı üzerine sohbet ettik. Ayrıca kitabından birkaç öneriyi de sizler için yayınlıyorum. Daha fazlası ‘Evinizde Sağlık ve Güzellik’ kitabında.

- ‘Evinizde Sağlık ve Güzellik’ adlı bir kitap çıkardın. Kitaptaki doğal tarifleri nereden derledin?

- Kitaptaki tüm tarifler kendi uyguladıklarım. Dışarıdan hiç tarif almadım. Hepsi ailemden ve çevremden öğrendiğim ve mutlaka denediğim bitkisel tavsiyeler...

- Tarifler sanki eski zamanlardan günümüze aktarılmış gibi. Sen de aile büyüklerinden mi öğrendin?

- Annem, yengem, zamanında güneşe çıkmayan ve bembeyaz bir cildi olan anneannem gibi yakın çevremin tarif ve tavsiyelerinden faydalandım. Bir arkadaşımın annesi bana, ‘Bizim 100 yaşında anneannemiz ne zaman bir meyve soysa kabuğunu alnına yapıştırır’ demişti. Halbuki biz tüm meyve kabuklarını, yani doğal vitaminleri çöpe atıyoruz. Aslında tüm bu tarifler çok basit ve klasik.

GÜNEŞ LEKELERİMİ GEÇİRMEK İÇİN BAŞLADIM, KİTABA DÖNÜŞTÜ

- Peki nasıl başladın bu doğal güzellik ve sağlık uygulamalarına?

Yazının Devamını Oku

Bir tatlı huzur: Selimiye

11 Temmuz 2013

HER yıl olduğu gibi bu yaz başında da Selimiye’ye giderek ruhumuzu dinlendirdik. Öyle bir yer ki Selimiye, yazsan bir türlü, yazmasan bir türlü...
O güzelliğinin yanı sıra sessiz, sakin ve bir tablo gibi durağan olan bu güzel kıyı beldesi hiç bozulmasın istiyor insan...
Gerçi 4 yıldır gidiyoruz ya, bakıyorum da yine aynı huzurlu yer hala...
Denizinin durgunluğu, koyu çevreleyen sarp kayalıkların aynı sertlikte denizin içinde de devam etmesiyle teknelerin kıyıya çok rahat yanaşabilmesi sonucu yat turizminin en önemli merkezlerinden biri olmuş Selimiye...
Yine de rahatsızlık verecek bir tekne trafiği yok. Tek sıkıntı, teknelerle kıyı arasında işleyen zodyak botların hızlı gitmesi... Bu tüm kıyılarımızda yaşanan bir sorun aslında...
Hisarönü Körfezi’nin en güzel yeri olan Selimiye’de değişenler yok mu, var tabii...

Yazının Devamını Oku

Uluslararası ünlü İzmirli piyanistler

7 Temmuz 2013

İZMİRLİ piyanistler, Emir İlgen ve Arkın Akçagül, Almanya Clara Schuman Musikschule’de düzenlenen 3. Uluslararası Piyano Yarışması’nda çok önemli dereceler elde etti. Baden Baden kentinde düzenlenen yarışmada 10 yaşındaki Emir birincilik ödülü kazanırken, 15 yaşındaki Arkın ise 15-19 yaş kategorisinde 2. oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi Yard. Doç. Demet Eytemiz’in öğrencileri olan piyanistler daha şimdiden dünyanın en önemli konservatuvarlarından teklifler almaya başlamış. Başarılarını ailelerinin desteği ile öğretmenleri Demet Eytemiz’in profesyonel ve içten yaklaşımına bağlayan genç sanatçılar, İzmir ve Türkiye’yi daha çok gururlandıracaklar gibi görünüyor.

EMİR İLGEN (10 yaş)

BESTELERİMİ BÜYÜYÜNCE NOTERE GÖTÜRECEĞİM

- Piyano çalmaya ne zaman başladın?

Çok erken başlamıştım. 2008 yılıydı ama o zaman küçüktüm. Sonra profesyonel olmaya başlayınca başka hocalarla çalıştım. 2011’den beri de Demet Hoca ile çalışıyorum.

- Ne ödüller kazandın bugüne kadar?

Daha önce 2 ödül kazanmıştım. 7. Pera Piyano Festivali’nde mansiyon ve 8. Pera Piyano Festivali’nde 2’lik ödülü almıştım. Şimdi de Almanya’da 1’lik ödülü kazandım.

Yazının Devamını Oku

Stanford Üniversitesi’nden İzmir araştırması

4 Temmuz 2013

Geçtiğimiz günlerde İzmir Kalkınma Ajansı çok önemli bir uluslararası toplantı düzenledi. Orta ve Küçük Ölçekli İşletmeler için Uluslararası Ağ Oluşturma Konferansı’nda (INSME) günümüz dünyasındaki yenilikçi, ilerici ve teknolojik gelişmelerin yönlendirilmesi ve yönetilmesi ele alındı. Birbirinden ilginç ve önemli konuşmacıların arasında en çok ilgimi çekenlerden biri Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden olan Stanford Üniversitesi’nden Dr. Marina Ranga oldu. Ebiltem’den Dr. Serdal Temel ile birlikte ‘Bölgesel Inovasyon’da Üçlü Helix Sistem’ adlı bir modeli İzmir’e uygulayan Dr. Ranga, İzmir’in Bölgesel Gelişimi İçin İnovasyon konusunda ilginç açıklamalar yaptı. Dr. Ranga’nın sunumundan yaptığım alıntılar şöyle;

* İzmir’de sadece yüzde 15 oranında işletmenin şirket içi Ar-Ge Bölümü mevcut...

* İzmir’deki işletmelerin sadece yüzde 25’i inovasyon, yani yenilikçi aktivite yapıyor. Sadece yüzde 5’i köklü yenilikçi değişikliklere gidebiliyor. Yani çoğu statükoyu koruma derdinde...

* Pazar ya da kendi işletmesi için yenilikçi ürün geliştirenlerin sayısı çok az...

* Yenilikçi teknoloji denilince yüzde 14 işletme yeni ürün geliştirme ve üretme için Ar-Ge düşünürken, sadece yüzde 5 işletme yenilikçi servisleri geliştiriyor.

Sanayi ve üniversite işbirliği yok

Yazının Devamını Oku

Gençler bilgece seçimlerle kötülüğü iyiliğe çevirdi

30 Haziran 2013

Türkiye son bir ayda bambaşka bir ülke oldu sanki. Birçok insanın hayata bakışı, değer yargıları, düşünce şekli bir anda değişti. Bir kuşağın hiç görmediği şiddet sahneleri sokakta yaşandı, hak ve adalet kavramları kökünden sarsıldı. Konuştuğum bir çok insan eskiden hoşlandığı birçok şeyden artık zevk almıyor, eskisi kadar iyimser olamıyor. Aslında bunların hepsi yaşadığımız toplumsal travmanın etkileri. Peki bu travma bizi nasıl etkileyecek ve ne zaman geçecek? İşte bu soruları konunun uzmanına, aynı zamanda ‘Travma ve Emdr Terapisi’ de uygulayan Psikolog Gülgün Sharafat’a sordum.

BÜYÜKLÜK ONU YORUMLAMANIZA BAĞLIDIR

- Filmlerde bile seyretmeyip kafamızı çevirdiğimiz şiddet sahneleri sokaklarda yaşandı. Bunları gören bir toplumda travma olur mu?
- Travma kişide iz bırakan, beklenmedik duygusal bir yaşantıdır. Travmanın büyüklüğünü olayın büyüklüğü değil, kişinin olayı yorumlama şekli belirler. Bu olaylar hepimizin gözü önünde yaşandığından hepimiz etkilendik. Ama hepimiz etkilendiğinden insanların kendine duyduğu suçlama, öfke, üzüntü azalıyor diyebiliriz. Tek başına olmadığımızdan daha az etkilenebiliriz.
- Olaylarla ilgisi olsa da olmasa da şiddeti bilfiil yaşayanlar üzerinde daha büyük bir etkisi olacak mı?
- Travmada olayı bizzat yaşayan kişi şahit olan kişiden daha fazla etkilenir gibi bir kural yok. Birini köpek ısırır, hayatının travması olur. Diğeri hayatı boyunca şiddet görür o kadar etkilenmez. Kadınlar, çocuklar ve geçmiş hayatında daha çok travmaya maruz kalmış kişiler daha çok etkilenir.

TRAVMANIN ETKİLERİ GELECEKTE ORTAYA ÇIKAR

Yazının Devamını Oku

Anlaşmazlık iyi mi, kötü mü?

27 Haziran 2013

DOKUZ Eylül Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Abbas Türnüklü ve ekibi tarafından yürütülen Akran Arabuluculuk ve Anlaşmazlıkların Çözümü Projesi’nden bahsetmiştim iki hafta önce. İzmir’den başlayan ve toplumda hoşgörü, anlaşma, iyiliği artıracak bu proje şimdiden İstanbul, Bursa ve Diyarbakır gibi büyük şehirlerimize de yayılmaya başlamış. Özellikle okullarda arabulucular yetiştirerek yaşanan problemleri arabulucular vasıtasıyla çözmeyi amaçlayan projede, öğrencilerin kendi seçtikleri arabuluculara özel bir eğitim veriliyor. Böylelikle geleceğin arabulucuları yani ‘anlaşmazlık yöneticileri’ yetişiyor.

Geçen hafta ben de bu eğitimin bir bölümüne dahil oldum. Vizyon genişleten, farklı gözlerle bakmayı öğreten çok farklı bir eğitim. Anlaşmazlık deyince aklımıza olumsuz bir imaj geliyor ya, Prof. Türnüklü diyor ki; ‘Aslında anlaşmazlık güzel bir şeydir, farklılığın yani demokrasinin olduğunu gösterir. Önemli olan bu anlaşmazlığı yönetme biçiminizdir.’

Düşününce ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz zaten. Hepimiz tek tip, tek cins olsaydık hiç anlaşmazlık olmazdı belki, ama hayat ne sıkıcı olurdu kimbilir. Oysa şimdi farklı görünümler, farklı görüşler, farklı bakış açıları arasında bizler de zenginleşiyor ve evriliyoruz. Önemli olan bizden olmayana anlayış gösterebilmek, onun da en az bizim kadar varolma hakkı olduğunu bilmek, hatta bunu savunabilmek, bizimle çatıştığı noktada ise her iki tarafın da iyiliğine olacak şekilde orta noktada buluşmayı başarabilmek...

Bu konuda atılacak adımları eğitimin devamında öğreneceğim, fakat şimdiden kendimde bile kemikleşmiş yargıları farketmemi ve normal şartlarda fevri davranabileceğim olaylarda daha sakin olabilmemi sağladı. Tabii bir de arabuluculuğun ne kadar önemli ve zor bir iş olduğunu anlamamı... Sonu kötü bitebilecek bir anlaşmazlıkta kendini tarafların yerine koyarak, onlara uygun gelebilecek çözümü bulup, bunu kabul ettirebilmek gerçekten hiç kolay iş değil. Bunu da ancak iyi eğitim almış arabulucular yapabilir. O nedenle Dokuz Eylül Üniversitesi Anlaşmazlık Çözümü Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından başlatılan proje geleceğin uygar, çağdaş ve hoşgörülü toplumunu yaratmada büyük önem taşıyor.

Değişmeyen tek şey

Son dönemde yaşananlar birçok konuda değişim özlemini de beraberinde getirdi. Özellikle gençlerin yaklaşımları hepimizden farklı. Onlar birçok konuda değişim ve gelişim olması gerektiğini düşünüyor. Pek de haksız sayılmazlar. Dünya çok farklı işliyor artık. Artık, Türkiye’de de siyasetin şekli değişmeli ve her parti önce insan diyen bir politika yürütmeli. Herkesin insanca yaşayabildiği, gerçek anlamda eşit haklara sahip olabileceği, kendisine, kişiliğine saygı gösterilen ve hayatındaki zorlukların aslında son derece basit düzenlemelerle yok edilebileceği ve tek bir kişinin bile umutsuz olmadığı bir gelecek olmalı.

Ama, bunları gerçekleştirirken, “Evrensel Temel Değerler” olan hak, hukuk, sağduyu, doğruluk ve dürüstlükten de asla ödün verilmemeli...


Yazının Devamını Oku

Üniversiteden diplomalı mutfak sanatçıları

23 Haziran 2013

SON dönemin en popüler mesleklerinden biri aşçılık hiç şüphesiz. Artık sadece alaylı değil, okullu birçok aşçı yetişiyor.

En güzel üniversitelerin birbirinden değerli öğretmenlerinden aldıkları eğitimlerle yemek kültürümüze büyük katkı sağlıyorlar.

Bu okullardan birisi, İzmir Ekonomi Üniversitesi Uygulamalı Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü. Okulun kurucularından olan Rektör Prof. Tunçdan Baltacıoğlu ile Yüksekokul Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nilgün Gürkaynak, giriş kriterlerini ve alınan dersleri anlattı. Biz sohbet ederken öğrenciler de mutfakta müthiş eserler çıkarmaya devam ediyordu.

Mutfak Sanatları Yönetimi ne zaman açıldı?

Tunçdan Baltacıoğlu: Bölümü 2008’de kurduk. Bu bir cesaret işiydi çünkü 4 yıllık böyle bir eğitime aileler çocuklarını gönderir mi, ilgi görür mü diye düşünüyorduk. Fakat gerçekten çok ilgi gördük.

Siz Türkiye’de ilk misiniz?

T.B.: Bizden 1 yıl önce rahmetli Tuğrul Şavkay Yeditepe Üniversitesi’nde kurmuştu aynı bölümü. Bugünse birçok üniversitede aynı bölüm var. Yıldan yıla talep artıyor. Bizim 50 kontenjanımız var, hemen doluyor. Eğitimimiz uygulamalı olduğundan daha fazla öğrenci almıyoruz.

Yazının Devamını Oku