Paylaş
HER yıl olduğu gibi bu yaz başında da Selimiye’ye giderek ruhumuzu dinlendirdik. Öyle bir yer ki Selimiye, yazsan bir türlü, yazmasan bir türlü...
O güzelliğinin yanı sıra sessiz, sakin ve bir tablo gibi durağan olan bu güzel kıyı beldesi hiç bozulmasın istiyor insan...
Gerçi 4 yıldır gidiyoruz ya, bakıyorum da yine aynı huzurlu yer hala...
Denizinin durgunluğu, koyu çevreleyen sarp kayalıkların aynı sertlikte denizin içinde de devam etmesiyle teknelerin kıyıya çok rahat yanaşabilmesi sonucu yat turizminin en önemli merkezlerinden biri olmuş Selimiye...
Yine de rahatsızlık verecek bir tekne trafiği yok. Tek sıkıntı, teknelerle kıyı arasında işleyen zodyak botların hızlı gitmesi... Bu tüm kıyılarımızda yaşanan bir sorun aslında...
Hisarönü Körfezi’nin en güzel yeri olan Selimiye’de değişenler yok mu, var tabii...
Sanırım yeni yapılaşmaya izin verilirken dikkat ediliyor, o nedenle çok hızlı büyümüyor. Fakat gördüğüm birkaç yeni bina maalesef betonarme yapılmış, hiç yakışmamış Selimiye’ye.
Bodrum ya da Alaçatı gibi kendi içinde bir tarzı olsa Selimiye’nin de ruhunu koruması daha kolay olmaz mı? Tabii buna orada yaşayanlar karar verecek... Tavsiyem bir an önce bu konuda kesin bir belirleme yapılması. Herkes kafasına göre bina yaparsa geri dönüşü pek mümkün olmuyor çünkü...
En önemli sorunlardan biri de otopark... Kaldığımız küçük otel Selimiye Mavisi’nde olduğu gibi her yerde bir otopark alanı problemi var. Bu konuda acil önlem alınması gerekecek gibi görünüyor. Eskiden daha çok tekne turizmi olduğundan bu sıkıntı hissedilmiyordu belki ama artık karadan gelen turist sayısı arttı, bunun dikkate alınması gerekli...
Selimiye denince akla gelen en ünlü restoran Sardunya’da yemek yiyelim dedik ama geç kalmışız tabi. Zar zor yer bulduk. 11 kişilik grubumuzu bir yerlere sığıştırmayı başaran Muhammed Bey ve eşi yine mükemmel ev sahipliği yapıyordu tüm müşterilerine... Evet, yemekler güzel ama galiba daha da güzel olan Sardunya’da gösterilen gerçekten samimi ilgi ve sıcaklık. Yıllardır insanları bu mekana çeken bu olsa gerek...
Bu yıl doğumgünümü de Selimiye’de kutladık arkadaşlarımızla. Eşim aldığı tavsiyeler üzerine Neşe Hanım’ın sahibi olduğu Cafe Ceri’ye yaptırmış pastamı. İnanın uzun zamandır yediğim en güzel pastaydı. Hatta ayrılmadan tekrar gidip çikolatalı kek yedik bu sefer... Benim gibi tatlıyla pek arası olmayan birini bile kendine esir eden bir lezzet...
Bir de kaldığımız otelin de sahipleri olan Badem Mantı... Çikolatalı mantıya kadar birbirinden farklı birçok mantıyı çok güzel yapıyorlar. O öğlen sıcağında, mideme oturma pahasına yediğim sarımsaklı mantılar hiç rahatsız etmeyince daha da bir takdir ettim...
Anlayacağınız, Selimiye doğal güzelliğiyle olduğu kadar gerek yerli gerekse büyük şehirlerden gelen rafine zevklere sahip insanların işlettiği mekanlar ve sundukları lezzetlerle de dikkat çekiyor artık. İddiasız, huzurlu ve gerçekten dinlenebileceğiniz bir tatil istiyorsanız Selimiye’ye mutlaka gidin...
Yetenekli çocuklarımız artsa
HAFTA sonu röportaj yaptığım yetenekli piyanist çocuklarımızın haberinden sonra birçok anne-baba, çocuklarını nasıl yönlendirmeleri gerektiğini bilemediklerini anlatan mesajlar atmış. Sanıyorum ülkemizin en büyük problemlerinden biri de yeşeremeden kaybolup giden dehaları, yetenekleri... Açıkçası bu konuda ne yapılması gerektiğini söyleyecek bir uzman değilim. Fakat bunca yıl yaptığım röportajlar ve haberler sonucu en önemli kırılma noktasının ailenin yaklaşımı ve maalesef zorlayıcı akademik sistemimiz olduğunu söyleyebilirim. Çünkü çocuklarımız bu sistemle öyle bir noktaya geliyor ki mutlaka keskin bir tercih yapmak zorunda bırakılıyor. Oysa belli bir yeteneği olan bir çocuğa bırakın karar verme baskısını kendisini rahat hissedecek her türlü konforu sağlamak olmalı görevimiz. Ama olmuyor maalesef... Olmayınca da birçok yetenek yok olup gidiyor. Bu arada Baden Baden’deki yarışmada derece alan Emir ve Arkın’dan bahsetmiştim sadece İzmirliler diye, ama yerel gazete olmamıza rağmen her yerden okunuyoruz ki İstanbul’dan İlayda Öykü Yeğin de mesaj atmış, “Ben de 11-14 yaş grubunda üçüncü oldum” diye. Sevgili İlayda’yı da gönülden tebrik ediyorum...
Smyrna sponsorsuzluktan Selanik’e gidemedi
GEÇEN yıl İzmir’de, Kadınlar Basketbol Ligi’nde yıllarca oynayan eski profesyonel kadın basketbolcuların kurduğu Smyrna Takımı ile röportaj yapmıştım. Takım sporunun her yaşta yapılabileceğini göstermek için bir araya gelen 35 yaş üstü veteran kadın oyuncular arasında kimler yok ki...
Ege Üniversitesi’nden bir profesör, bir doçent, eski bir bankacı, avukat ve eczacı, beş beden eğitimi öğretmeni, ev hanımları, basketbol hakemi, işletmeciler ve hatta emekliler...
Aynı zamanda Dünya Veteran Basketbol Federasyonu’na (FİMBA) da üye olan Smyrna Takımı birçok başarı kazanmasının yanı sıra davet edildiği bazı organizasyonlara katılamıyor. Çünkü sponsor bulamıyor. Özellikle 12-21 Temmuz tarihleri arasında Selanik’te yapılan Dünya Maxi Basketbol Şampiyonası’na katılmak istiyorlardı, olmadı. Ankara’dan bile giden takım olmasına rağmen burnumuzun dibindeki Selanik’e sponsorsuzluktan gidememek sporcuları hüzünlendirmiş. FİMBA’nın ‘Yaşına göre hayatını yaşama, hayatına yaş ekle. Durmadan basketbol’ sloganını benimseyen Smyrna’yı durduran yaş değil, para olmuş bu kez, ne yazık ki...
Paylaş