Kadın danışma merkezlerinden danışmanlık hizmeti alan kadınlardan kurulu bir gruba, yaklaşık 3 aydır koro ve ritim çalışmaları veren Dayanç, bu projeyi İzmir’de büyük bir destek zeminine oturtmayı başarmış.
30 kadar kurum ve kuruluşun, ayrıca bir çok İzmirli kadın kanaat önderinin de desteğini alan proje 28 Aralık’ta Ahmed Adnan Saygun Merkezi’nde sergilenecek. Fakat müziğin ve notaların iyileştirici gücü daha şimdiden koroda yer alan şiddet mağduru kadınlar üzerinde olumlu etkisini göstermeye başlamış bile...
ÖZGÜL BARMANBEK
BANA KİMSE BU KADAR ÖZEL DAVRANMAMIŞTI
- Özgül hanım siz bu koroya nasıl katıldınız?
- İnternetten koronun başladığını gördüm. Katılmayı çok istedim. Çünkü ben de eşimden daha önce şiddet görmüştüm. Çok zor bir şekilde ayrıldım. Çok sıkıntılı dönemler geçirdim. Çocuklarım büyüdükten sonra ayrılma kararı aldım. Babalarını görüyorlar, şimdi bir problem yok. Ve bu projenin içinde olursam kendimi daha rahat ifade edebileceğimi düşündüm. Çok özgür olabileceğimi, mutlu olabileceğimi düşündüm. Muharrem Bey ve belediye başkanları bizi hep el üstünde tuttular. Kraliçeler gibi ağırlandık. İnanın şimdiye kadar kimse bana bu kadar özel davranmamıştı. Kendimi çok özel, çok mutlu hissettim. Ve öyle mutlu bir hayatın içindeydim ki, ‘neden daha önce kendim için böyle bir şey yapmadım, bir adım atmadım’ dedim. İyi ki böyle bir proje oldu, iyi ki biz buradayız.
Başarılı bir akademisyen, genç bir anne ve heyecanlı bir siyasetçi olarak ülkenin gündemini çalışan Sayek Böke, İzmir’in değerlerini Türkiye’nin değerleri haline getirmek istediklerini anlatıyor. İzmirle ilişkisi konusu sıkça gündeme getirilen Selin Hanım’ın ailesinin çoğunun bu kentte olmasının yanı sıra bu konuya yanıtı net; “Benim ruhum İzmirli!”
- Selin Hanım İzmir Milletvekilisiniz, İzmir’i gerçekten temsil edebilecek, bizim de güvenebileceğimiz bir vekilsiniz. Ama yine de İzmir’le ilişkiniz hakkında eleştiriler geliyor. Siz bunlara ne diyorsunuz?
- Siyasete giriş sebebim Türkiye’ye hizmet heyecanıydı. Bunun içerisinde, kişisel değerlerimin mücadelesini vermek de siyasetimin bir parçasıydı. Şimdi böyle baktığımız zaman, İzmir, Selin Sayek Böke’nin değerleriyle yüzde yüz örtüşen bir şehir. Yani İzmir’in ruhu beni tanımlayan değerlerle bire bir aynı. Böyle düşündüğüm zaman işte ben İzmirliyim diyorum.
- Ruhum İzmirli diyorsunuz yani.
- Evet, ruhum İzmirli. Hakikaten öyle hissediyorum. Ruhumun ve değerlerimin İzmirli olmasının ötesinde zaten İzmirli bir ailenin de çocuğuyum. Dedem Üsküp göçmeni. Dayımlar, kuzenlerim herkes İzmir’de. İzmir’le bir gönül bağımda var dolayısıyla. Aile bağım, gönül bağım ve ortak taşıdığım değerler var. Bu soru siyasete girdiğimden beri ve İzmir’den aday olacağım ortaya çıktığından beri çok karşılaştığım bir soru. Onun için gülümseyerek cevaplıyorum her defasında bu soruyu. Aynı zamanda İzmir’in değerlerini Türkiye’nin değerleri yapacak mücadelenin de önemli bir parçası olduğumu düşünüyorum.
Türkiye’nin en önemli özel koleksiyonlarından biri olarak gösterilen Muharrem Kayhan Koleksiyonu’na ait sergi, Arkaik Dönem’den Bizans Dönemi’ne, 300 adet obje ve 477 adet sikkeden oluşuyor. Serginin en önemli özelliği Antik Çağ’da Anadolu’daki yaşamı, alışkanlıkları, inançları, günlük hayatta kullanılan ve ait oldukları dönemin yaşam biçimini gözler önüne sermesi.
Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas’ın da dediği gibi “Belirli bir tarihsel dönem ve coğrafya ile sınırlı tutulmuş olan bu koleksiyon, hiç kuşkusuz sadece Türkiye’de değil, dünyada da özellikle Batı Anadolu sikkeleri konusunda en önemli koleksiyonlardan bir tanesi...”
Aslında bu koleksiyon daha önce yurtdışına götürülmüş, Muharrem Kayhan sayesinde Türkiye’ye geri kazandırılmış. Zaten Kayhan’da en büyük mutluluğunun sikkeleri ‘darp edildikleri topraklara geri kazandırmak olduğunu’ anlatıyor. 1980’lerin sonundan itibaren 2000’e yakın antik sikke topladığını belirterek bunlarla ilgili iki uluslararası bilimsel katalog yayınlandığını, referans kitap haline geldiklerini ekliyor.
Daha çok yurtdışındaki sergi salonlarında görmeye alıştığımız Anadolu’nun çok değerli eserlerini bu kez kendi topraklarımızda görmenin keyfini yaşamak istiyorsanız, Arkas Sanat Merkezi’ni mutlaka ziyaret edin...
Geçtiğimiz hafta uzun süredir üzerinde çalıştığım ve İzmir Ticaret Borsası desteğiyle hazırladığım ‘Ege’nin Öncü Kadınları’ adlı belgeselin ilk gösterimi yapıldı. Bu belgeselde adı geçen kadınlarımız, eğitimleri ve cesaretle verdikleri mücadeleleri sayesinde mesleklerinde en iyi noktaya gelmiş hatta çoğu Türkiye’de alanlarında ilkleri başararak öncü olmuş kadınlar. Öncü olmakla kalmamış arkalarından gelen birçok kadına da ilham kaynağı olmuşlar.
Bu çalışmayı yapmamdaki amaç, bu kadınlarımızın hangi zorlu şartlardan geçerek öncü olabildikleri, önlerine çıkan engellere rağmen kendilerine olan inançları ve eğitimle beslenmiş özgüvenleri sayesinde neler başarabildiklerini anlatabilmekti...
İtiraf etmeliyim, özellikle vefat etmiş kadınlarımız ile ilgili bilgileri derlemek kolay olmadı. Uzun bir dönem araştırma yapmakla geçti. Bu süreçte, ülkemizdeki arşiv sisteminin ne kadar zayıf olduğunu anladım. Tüm bilgileri, bulabildiğim her kaynaktan doğrulatmaya çalıştım. Yine de eksik veya yanlış bir bilgi varsa şimdiden affola...
Yakında kitaba da dönüştüreceğim bu çalışmanın tüm kadınlarımıza yol gösteren, ufuk açan, cesaret veren bir kaynak olması en büyük arzum.
Bir başka arzum da bu kitaba yenilerini ekleyebileceğim ‘Öncü Kadınlar’ımızın artması...
GÜL ESİN HANIM
Türkiye’nin İlk Kadın Muhtarı
Aslında bu süreç, 1930’da belediye ve muhtarlıklar için tanınan seçilme hakkı ile başlamış.
8 Şubat 1935’teki seçimlerde meclise giren 18 kadın milletvekiliyle devam etmiş.
Aradan geçen onca yıla baktığımızda durum maalesef pek iç açıcı değil.
Kadınların temsil organlarında yer almasında hala büyük sıkıntılar var.
Bu konuda birçok şey söylenebilir, ama önemli olan bunların ülkemiz gerçekleriyle ne kadar bağdaştığı...
İşte, 4 Aralık Cuma günü (yarın) bu konuyu konuşmak üzere kadınlar bir araya geleceğiz.
Önce EBSO Vakfı’nın düzenlediği panelde Işılay Saygın, Selin Sayek Böke, Sema Pekdaş ve Sibel Uyar’la konuşacağız.
- Ege Art Sanat günlerinin 6’ncısını düzenliyorsunuz. Altı yılda nereden nereye geldi EgeArt?
- Ege Üniversitesi EgeArt Sanat Günleri geçen 10 yıllık sürede sanat camiasında tescillenmiş bir marka değeri kazandı. 2005’teki EgeArt dört günde 25 bini aşkın sanatsever tarafından izlenince bu projenin iki yılda bir sürdürülmesi kararı alındı. Ege Üniversitesi 2013’te ÇAĞSAV Kurum Onur Ödülü’nü aldı. Mayıs 2015 itibari ile ‘Festivaller İçin Avrupa-Avrupa İçin Festivaller’ eşgüdüm organı EFFE; Ege Üniversitesi Uluslararası EgeArt Sanat Günleri’ni Merkez Uzmanları tarafından ulusal seviyede değerlendirmiş, sonrası uluslararası jüri tarafından üyeliğe kabul edilmiştir. EgeArt, artık ulusal, yerel ve uluslararası seviyelerde belirgin bir etkisi olan ve sanatsal kaliteyi temsil eden Avrupa Festivaller Birliği tarafından başlatılan EFFE Platformunun bir parçasıdır. Etiket sahipleri 31 Avrupa ülkesini temsil etmekte ve dinleyicilerine geniş bir yelpazede çeşitli aktiviteler sunmakta. Bu etkinlik, Ege Üniversitesi’nin kuruluşunun 60’ıncı yılı; EgeArt Sanat Günleri’nin 6’ncı kez yapıldığı 2015’te, geçen yıllarda kazanılan deneyimle ve daha fazla sanatçının katıldığı bir etkinlik haline gelmiştir.
26 ÜLKEDEN 50 SANATÇI KATILIYOR
- EgeArt’ın Ege Üniversitesi ve İzmir için önemi nedir?
- Sanat ve kültür etkinlikleri bir ülkenin görünen yüzü ve çağdaşlığın önemli bir göstergesidir. EgeArt Ege Üniversitesi’nin en önemli kültür sanat etkinliği, dahası markasıdır. İzmir adına önemini anlamak için etkinliği sadece zihinde canlandırmak yetecektir. Bir etkinlik düşünün ki, içerisinde sunumlar, konferanslar, dinletiler, film gösterimleri, konserler, çalıştaylar, yarışmalar barındırsın. Türkiye’den ve dünyanın çok sayıda ülkesinden yüzlerce değerli sanatçının plastik sanatlar alanındaki eserlerinden oluşan özel seçkilerle 20’nin üzerinde çağdaş sergiye imza atılsın. Tüm bu etkinlikler İzmir’in semtlerine yayılsın ve halka ücretsiz olarak sunulsun. Bununla yetinilmeyip genç sanatçılar ustalarla buluşturulsun, sanata akademik yaklaşımlar önerilsin, Türkiye’nin çağdaş sanatına yeni katkı ve açılımlar sağlansın. Üstelik de yorulmadan, heyecanla yeniden her iki yılda bir Ege Üniversitesi kalitesi ve titizliği ile tekrarlansın. Bütün bu söylediklerimiz aslında kocaman, özverili bir kültür hizmetine ve sanat eğitimine işaret etmektedir. Üstelik yoğun katılım istatistikleri, EgeArt’ın sadece İzmir’in değil, aynı zamanda Ege Bölgesi’nin sanat yaşamına yeni bir açılım kazandırdığını göstermektedir.
- Kaç ülkeden kaç sanatçı katılıyor bu yıl?
- Bu yıl 26 ülkeden 50 sanatçıyı İzmir’de konuk ediyoruz. 6’ncı Uluslararası EgeArt Sanat Günleri’ne resim, baskı resim, heykel, seramik, cam, fotoğraf, videoart ve kağıt sanatları ile güncel sanat dallarından Türkiye’nin yanı sıra 26 ülkeden 50 yabancı sanatçı katılıyor. Bu ülkeleri saymak gerekirse; Amerika, Avusturya, Bangladeş, Belçika, Bosna- Hersek, Bulgaristan, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, İran, İspanya, İtalya, Kanada, Kore, Küba, Macaristan, Malezya, Mısır, Norveç, Polonya, Rusya, Tayland ile Tayvan sanatçılarının yer alacağı EgeArt’ta 2 binden fazla eser, İzmir’in farklı noktalarındaki kültür merkezlerinde ve sanat galerilerinde sergilenecek.
Dünyada da birçok ülkede keçi ürünlerine ilgi ve yatırım artıyor. Seferihisar’da kurulan Baltalı Keçi çiftliği bembeyaz Saanen ırkı 250 adet keçi ile başladığı yolculuğuna Ekim 2010’da tamamlanan dünya standartlarındaki mandırası ile başarıyla devam ediyor. Baltalı Gıda Kurucusu Funda Özer Baltalı, gelecekte ürünlerinin değerinin daha da iyi anlaşılacağını ve talebin artacağını anlatıyor.
HALKIMIZ DAHA DA BİLİÇLİ DAVRANIYOR
- Keçi ürünleri piyasasında son dönemde nasıl bir durum var? Ülkemizde bu ürünleri tüketme konusunda alışkanlıklar çoğaldı mı?
- Keçi sütü özellikle son yıllarda sağlıklı beslenmeye verilen önemin artması ve keçi sütünün yararlarının giderek daha fazla duyulmasıyla ivme kazandı. Daha da önemlisi faydası bilinen ve giderek daha yaygın olarak bilinç kazanılan %100 keçi sütü ve ürünlerini satın almak isteyenlerin ulaşabileceği şekilde mümkün olan her noktada bulunarak ve geniş bir ürün yelpazesi ile her damak tadına hitap ederek, arz ve talebi doğru noktada buluşturmaya çalışmamızın da bunda katkısı olduğunu düşünüyorum. Keçi sütü ve süt ürünleri ile ilgili son birkaç yıldır halkımız tarafından bir bilinçlenme söz konusu. Bu durum beni çok sevindiriyor ve gün geçtikçe bu hassasiyetin artacağına inanıyorum.
- Baltalı Gıda olarak ülke içerisinde durumunuz nedir?
Ege ve İzmir’de de bu konuda yapılan çalışmalar bölgeye büyük bir potansiyel teşkil ediyor. Dış İlişkiler Kurulu bünyesinde kurulan Sağlık Turizmi İş Konseyi’nin başında ise bir İzmirli hekimin bulunması ayrı bir önem taşıyor. Kent Hastanesi Genel Müdürü Dr. Ruşen Yıldırım, 5 yıldır yaptığı başkanlık görevine tekrar seçilerek bu alanda yaptığı başarılı çalışmaların altını çizmiş oldu.
- SAİK Başkanı olarak ne zamandır görev yapıyorsunuz? Yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
- Sağlık Turizmi İş Konyesi (SAİK) Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde 5 yıl önce kurulan ve aktif çalışan bir iş konseyi. 5 yıldır başkanıyım. Geçtiğimiz günlerde yapılan genel kurulda tekrar bu göreve seçildim. İş başına geldiğimizde aldığımız stratejik karar; hedef ülkelerden Türkiye’ye hangi alanlarda hasta getirme potansiyelimizin olduğunun belirlenmesiydi. Sağlık turizmi ile ilgilenenlere gerek kamu gerekse özel sektöre yollarını açmaktı amacımız. Bakın burada potansiyel var gidin ilgili mercilerle görüşün, bir fuar yapılacak veya toplantı organize edilecek, mutlaka yer alın, demek. Sonucunun olumlu olmayacağını verilerle saptadığımızda ilgili kuruluşları, hastaneleri, üyelerimizi oralarda yatırım yapmama konusunda uyarmak.
- Sağlık turizmi deyince ne anlamalıyız?
- Sağlık turizminin ne olduğu konusunda ciddi bir kavram karmaşası yaşandı. Yurtdışından gelen hastanın sağlığını iyileştir, hastalığını tedavi et bir de turizmden yararlanmasını sağla, sağlık turizminden anladığımız buydu. Bu çok yanlıştı, çünkü sağlıkla sorunu olan bir insanın en son aklına gelecek şey tarihi eserlerle ilgileneyim, gidip şu restoranda yiyeyim, gezeyimdir. Örneğin kanserle mücadele ediyorsa, Amerika’ya, Almanya’ya tedavi için giden de gezeyim, göreyim demiyordur. Sağlık turizmi sağlık hizmeti almak amacıyla bir yerden bir yere gitme aktivetisiyle sınırlı.
ALMANYA’DA 400 BİN EURO OLAN AMELİYAT BİZDE 100 BİN EURO
- Termal turizm, yaşlı, engelli turizmi, estetik, diş, saç ekimi gibi... Türkiye’de bir sağlık turizminden söz ediliyor. SAİK’in hedefindeki sağlık turizmi nedir?