Bir kere İzmir’den rahat bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Sun Express’in erken uçuşuyla 1,5 saatlik yolculukla sabah 8.30’da Gaziantep’teydim. Böylelikle harikulade bir kahvaltı ile güne başlama şansımız oldu. Doğan Haber Ajansı’ndan sevgili dostum Aynur Tattersall ve İngiltere’de yaşayan dünyaca ünlü Blogger Katrina Howe ile Orkide Pastanesi’nde dillere destan bir kahvaltı yaptık. Hem de kavurmalı yumurta bile yiyerek. İnanır mısınız bu sıcakta, sabah sabah yediğim o kavurma beni hiç rahatsız etmedi, hatta tadı hala damağımda... Güzel kalesi, Geleneksel Hamam Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi derken Antep’in bir müzeler şehri olduğunu gördüm. Ama tabii en etkileyici olanı Zeugma Mozaik Müzesi. Bu topraklarda nasıl medeniyetler yaşamış, hayran kalmamak mümkün değil. Hele Çingene Kızı mozaiği var ki, Katrina’nın dediği gibi Mona Lisa kadar ilgi görmeyi hakediyor. Yemekleri konusunda ne desem az... Aldığı ünü boşuna haketmemiş. Gaziantepliler geleneksel tüm yemeklerine sahip çıkmışlar.
Kebapların yanısıra tencere yemeklerini de korumuşlar. Yeni bir görünümle dekore edilen Hisvahan gibi mekanlarda, belediyenin işlettiği Gaziantep MSM gibi modern restoranlarda, tüm geleneksel tatlar modern sunumlarla zenginleşmiş. Ama tabii Kebapçı Halil gibi kendini yıllardır değiştirmeyen sokak arası mekanlar da çok ilginç. Baklava yapımını izlerken bu işin ne kadar zahmetli olduğunu görmüş oldum. Tatlıyla aram yok ama o zahmeti gördükten sonra tatmadan edemedim. Gaziantep’in bir başka zenginliği ise Saray Kumaşı olarak bilinen Kutnu Kumaşı ve bakırcılık, tahta işçiliği gibi el sanatları. Bizi davet eden Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ile sohbet ederken tüm bu konularda nasıl bilinçli bir çalışma yaptıklarını anladım. Bir kere, en başta Gaziantep ile ilgili Swat Analizi denilen güçlü ve zayıf yanlarını ortaya çıkaran bir analiz yapmışlar. Bunun sonucunda Antep’in sanayi şehri olduğu kadar arkeolojik, tarihi değerler ve gastronomik açıdan da daha fazla öne çıkması gerektiği sonucu çıkmış. Böylelikle neredeyse yok olan Kutnu dokumacılığını canlandırmışlar. Şimdi birçok tasarım mağazaları var. Hatta eylül ayında Londra Moda Haftası’nda Bora Aksu tasarımları ile dünya podyumuna çıkacaklar. En önemlisi gençler de bu sanata ilgi duymaya ve öğrenmeye başlamışlar.
Doğrusu, bu kadar zengin bir tarihi, mutfağı, kültürü olan bu güzel şehri tanımakta oldukça geç kalmışım. Fakat hiç bir şey için geç değil. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin dediği gibi... ‘Şimdi Gaziantep Zamanı’..
Emin, 76 ülkede binlerce okulda uygulanan sistemle çocukların, muhteşem doğada ağaçlar, hayvanlar ve bitkilerle etkileşim içinde okuyacaklarını, sanatın ve bilimin her dalını deneyimlebileceklerini söyledi.
MELİS Kurtel Emin, çocuklarının eğitimi için araştırma yaparken tanıştığı Montessori Eğitim Sistemi’nin İzmir’deki ilk ilkokulunu Bademler’de açıyor. ‘Eğitimde metot değil, insan kişiliği göz önüne alınmalı’ diyerek çocuğun kişiliğinin oluşumunu öncelik alan Montessori sistemi, 76 ülkede binlerce okulda uygulanıyor. Çocukların özellikle çevre ve doğa ile ilişkisine büyük önem vermesine dikkat eden Melis Kurtel Emin, bu nedenle okulu Bademler’de açmayı tercih etmiş. Muhteşem bir doğanın içerisinde, ağaçlar, küçük hayvanlar ve bitkilerle etkileşim içerisinde okuyacak çocuklar, sanatın ve bilimin her dalını bu güzel çevrede deneyimleyecek.
- Montessori Okulu açma fikri nasıl oluştu?
Benim iki kızım var. Biri 6, diğeri 4 yaşında. Büyük olan ilkokula başlayacak. Zaten şu an İzmir’de bulunan Montessori Anaokulu’na gidiyorlar. Bu sistemin çocuklar üzerindeki etkisi ve faydasını görünce eğitim alanında bir şeyler yapmak istedim ve Montessori İlkokulu açmaya karar verdim.
- Montessori eğitim sisteminin çocuklar üzerinde ne gibi etkileri oluyor?
Çocuklara özgüven, kendi kendine yetebilme, empati ve topluma faydalı birey olarak yetişme sorumluluğunu verebildiklerini gördüm. Günümüzdeki eğitim sistemlerinde maalesef bu değerler arka planda kalıyor. Aile görgüsü ile siz istediğiniz kadar çabalayın, eğitim ve toplum içerisinde pekişmediğinde etkili olamıyorsunuz. Bunların değerini insan kendisi anne baba olmadan anlayamıyor. Okulda da bunlar tekrar tekrar öğretilmeli. Sağlıklı bir toplumun tohumları bence hem ailede hem de okulda atılmalı. Montessori sistemi de ‘yetişkinlerin görevi çocuğun içindeki yeteneği ve gizil gücü uyandırmak ve onları gelişim sürecinde desteklemektir’ diyor.
Koleksiyonlarında hayatındaki kadınlardan etkilendiğini anlatan Aksu, geçen yılki koleksiyonunu Aydınlı olan anneannesi Emine Hanım’a adamış. Bu yıl Gaziantep Kutnu kumaşı ile de tasarımlar yapan Bora Aksu, Gaziantep’in vizyoner Belediye Başkanı Fatma Şahin sayesinde Anadolu’nun kültürel zenginliğini dünyaya tanıtmaktan büyük mutluluk duyduğunu söylüyor. Umarız, bir gün dünya podyumlarında Ege Kumaşlarını da görmek nasip olur.
- İzmir’den Londra’ya gitmeniz nasıl gerçekleşti?
- Çocukluğum İzmir’de geçti. Özel Türk Koleji ve Atatürk Lisesi’nden sonra Londra St. Martins Üniversitesi’ne gittim. Annem, babam, abim doktor ama annemin sanata hep ilgisi vardı. O yüzden beni hep destekledi. 23 yıl önce Türkiye’de moda tasarım bölümü yoktu. Kalıpçı, tasarımcı hepsi aynı sanılırdı. Şimdi çok gelişti. O dönemde bu eğitimi almak için annemin de desteğiyle Londra’ya gittim. İyi ki de gitmişim.
- Böyle bir marka olabileceğinizi öngörüyor muydunuz?
- Kesinlikle düşünemezdim. Ben öğrenciyken tek isteğim ünlü bir modaevinde çalışmaktı. Hatta Balenciaga’da çalışmayı isterdim. Çünkü öyle bir moda devinin parçası olmak istiyordum. Ama şu anda düşüncem; hayatı akışına bırakıp, açılan kapılardan girmek gerekli. Olmayan şeyleri çok zorlamadan, olanları kabul edip ilerlemek. Açıkçası olan her şeyi ben sürekli gibi değil, bir kez olacak gibi düşünüyordum ama ilerledi ve güzel yerlere açıldı. Bence yaptığınız şeyleri sevmeniz çok önemli.
2016’da ise Merkez kortta görev alan ilk Türk hakem olan Mutlu Yücebaş, ‘İzmir Karşıyakalıyım, Wimbledon bizim için yaz tatillerinin aktivitesiydi, şimdi burada bir Türk hakem olarak bulunmak çok gurur verici. Merkez kortta maç yöneterek en büyük hayalimi gerçekleştirdim. Şimdiki hayalim merkez kortta ‘Final Maçı’ yönetmek’ diyor.
AKTİF OLARAK TAKIM KAPTANLIĞI YAPIYORUM
- Tenise ilginiz nasıl başladı? İzmir Karşıyaka’dan Wimbledon’a olan süreç nasıl gelişti?
- Tenise ilgim yaz tatillerinde Wimbledon’u izleyerek başladı. Öğleden sonraları televizyonda maçları izler, sonra o motivasyonla Bostanlı’da tenis oynardık. İş için İstanbul’a taşınınca Bahçeşehir Tenis Kulübü’nde iki yıl kadar oynadım. Halen aktif olarak Middlesex Bölgesel Ligi’nde Teddington Tenis Kulübü takım kaptanlığı görevinde oynamaya devam ediyorum.
Her zaman iki kültürü yakınlaştırmaya yönelik organizasyonlar yapan İzmir’in Yunanistan Başkonsolosu Argyro Papulia ve ekibinin liderliğinde düzenlenen gezi ile daha önce 4 kez gittiğim adaya giderken, öncekilerden farklı bir şey beklemiyordum. Yanılmışım, meğer ben Rodos’un gerçek güzelliklerini görmemişim. Rodos Belediyesi’nin son derece iyi ve misafirperver çalışanları da cabası. Aydınlık bir gelecek için farklılıklardan ziyade ortak noktalara odaklanıp birlikte güçlenmek gerekli. Bizim de Yunanistan ile çok ortak noktamız var. En azından her iki ülke için de büyük gelir kaynağı olan turizm konusunda o kadar çok proje yapılabilir ki... Bu gezi sırasında bunu bir kez daha algıladık. Şu anda krizde olan ülkemiz turizmi açısından da bu çok olumlu bir çözüm yaratabilir.
Rodos gerçek bir kale kent. Şehre hakim olan surların içerisinde yer alan ‘Eski Şehir’; dar sokakları, güzel kafeleri, alışveriş mekanları ile çok keyifli. Güzel bir şekilde korunan ve UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde bulunan ‘Ortaçağ Bölümü’ ise görülmeye değer. O kadar gerçek ki, köşe başından bir şövalye çıksa yadırgamayacaksınız. Şehrin içerisindeki Cafe Auvergne ise müthiş bir atmosfere sahip. Rodos her yıl milyonlarca turist ağırlıyor. O nedenle devasa oteller tüm adaya hakim. Kaldığımız Rodos Palace Oteli de adanın en eskilerinden, birçok ünlü ismi ağırlamış. Sahibi Rodos Oteller Birliği Başkanı. Her yıl Temmuz - Eylül arası binlerce kelebeğe evsahipliği yapan Kelebekler Vadisi ile buz gibi sularıyla serinleten 7 Kaynaklar Rodos’un çok fazla bilinmeyen doğal güzelliklerinden. Yol üzerinde uğradığımız doğal ürünler satan Natura Rodos dükkanının sahibi Stavros Kallas volkanik sabundan, incirli yoğurda kadar birçok yerel ürün satıyor.
YÜZYILLIK RESTORAN
Adada, Türklerin en çok tercih ettiği yer olan Lindos Köyü beyaz kübik evleriyle meşhur. Ortaçağ, Bizans ve Arap etkileri taşıyan mimari etkilere sahip Lindos aslen bir Dorian şehri. Oldukça yüksekte yer alan Akropol’e çıkıp inebileceğiniz eşekler ise bir nevi Lindos’un simgesi. Köyün merkezindeki ünlü Mavrikos Restoran adanın en eski restoranlarından. Sahipleri ise Michalis ve Rodos’un en ünlü şeflerinden olan Dimitris Mavrikos. Şöyle söylüyor: “Büyük büyük dedelerimiz yıllar önce Fransa’nın Marsilya şehrine göç etmiş. 1912 yılında ise Rodos’a geri gelerek yan binada Mavrikos Restoran’ı işletmeye açmışlar. 1933 yılında ise şu an bulunduğumuz yere geçmişler. Müşterilerimiz arasında çok fazla Türk var. Bize uğramadan gitmezler. Genellikle mezeler, geleneksel Yunan yemeklerini seviyorlar. Biz ailden eğitimliyiz ama Dimitris İtalya’da da eğitim aldı. Ailemizde herkes harika yemek yapar çünkü ailemiz için bu bir gelenek”
3 BİN RODOSLU TÜRK
Bunlardan en önemlisi ise mutfak kültürü. Slow Food hareketinin Türkiye’deki öncülerinden olan Arkeolog Ayfer Yavi ve Raife Polat işte bu zenginliği kuşaklara geçecek şekilde kaydetmek amacıyla bir çalışma yaptılar. ‘Anadolu’nun Tadı Tuzu, Kardeş Mutfaklar’ adlı kitaplarında bu topraklarda yaşayan halkların hem kendi mutfak kültürlerini hem de yaşadıkları hikayeleri derlemişler. Ege’nin levanten ve mübadil kültürlerinin de geniş yer kapsadığı kitap, hayata olan tüm algılarımızı genişleterek yaşadığımız kültürü daha iyi algılamamızı sağlıyor.
- Anadolu’nun Tadı Tuzu Kardeş Mutfaklar projesi nasıl oluştu?
Ayfer Yavi: Kitap, 10 yıl önce kurduğum Slow Food Türkiye’nin ilk birliklerinden Yağmur Böreği’nin çalışmalarının ürünü aslında. 2009 yılında, tüm Slow Food camiasında 10 Aralık’ta kutlanan Terra Madre Day / Toprak Ana gününde düzenlediğimiz etkinlikle başladı her şey. Türkiye’ye mübadeleyle, göçle gelen ve zaten yüzyıllardır bu topraklarda bir arada yaşadığımız halkların mutfaklarına odaklanan bir dizi etkinlik planladım. Bu projeyi oluştururken tabii hep aklımda mübadele ile Selanik’ten gelen anne tarafım ile Arnavutluk’tan göçen baba tarafımın yıllarca bizlerden gizledikleri belki de çekilen acıların paylaşılmak istenmemesinden kaynaklı bir kapalı kutuyu açmak isteme hissiyatım yatıyor. Dedemler ilk kuşak acılarıyla göçtü, annemler 2. kuşak anıları içlerine gömdü, biz 3. kuşak onların peşine düşerek toparlayıcı olabildik. Belki de onlara bir şükran, vefa hediyesi bu kitap. İlk yıl Balkanlar’dan, Adalar’dan mübadeleyle gelenlerin mutfağıyla başladı etkinliğimiz, sonra her yıl kuzeyden- Kafkaslar’dan, güneydoğu-güneyden-İran, Suriye, Lübnan, KKTC’den gelenler ve burada yüzlerce yıldır bir arada yaşadığımız Rum, Ermeni, Sefarad, Levanten, Kürt gibi halkların mutfaklarıyla devam ettik. Bunlar açık mutfak etkinlikleriydi. Biz bir restoranı sponsor yaptık, üyelerimiz o bölgelerin yemeklerini yapıp getirdiler ve hep birlikte hem yedik, hem göç anılarını, yemeklerin hikayelerini dinledik. Dört yılın sonunda bir ara verdik ve sonraki yıl da tüm mutfakları bir masada buluşturduk. Bu noktada artık bu birikimi kitaplaştırma fikri doğmuştu zaten.
- Raife Hanım siz Ayfer ile nasıl bir araya geldiniz? Nasıl bir çalışma yaptınız?
Dünyanın en büyük ve ciddi spor organizasyonlarından olan ve 1877’den beri düzenlenen Wimbledon’da bu yıl, 31 milyon 600 bin sterlin ödül dağıtılacak. Birkaç yıl öncesine kadar kadınların erkeklerden daha az para ödülü aldığı turnuvada yapılan düzenlemeyle kadınlar erkeklerle eşit ödül alıyor. Bu yıl şampiyonlar 2 milyon sterlin alacak.
Taze taze çilek
Çimde oynanan tek Grand Slam olan Wimbledon’da sporcuların tamamen beyaz giyme zorunluluğu var. Maçlar dışında da müthiş bir atmosfere sahip olan Wimbledon’da şampanya ve çilek ikramının ayrı bir yeri var. Geçtiğimiz yıl 115 bin paket tüketilen çilek, her sabah saat 04.00’te toplanarak taze olarak servis ediliyor.
Bu yıl kadın sporcularla temsil edildiğimiz Wimbledon’da Türk hakemler de görev yapıyor. Hatta içlerinden biri Karşıyakalı... Oldukça hoş bir hikayesi var ama onu da röportaja saklıyorum...
Alışılmışın dışında, belirgin bir biçimde ayrılan özellikleri olan birisi... Doğan Haber Ajansı’nın Londra Muhabiri Aynur Tattersall, yaklaşık 20 yıldır İngiltere’de yaşıyor. ‘Gazeteci gezerek, görerek dünyayı yakından tanımalı. Okumadığın gün karanlıktasın’ düsturunu benimseyen Tattersall’un, ‘Türkçe-İngilizce Haber Çeviri Teknikleri’ adlı ilk kitabı 2012 yılında yayımlandı.
İngiliz ‘Ulusal Gazeteciler Birliği’ üyesi ve Sarı Basın Kartı sahibi Tattersall, aynı zamanda İngiliz Kraliyet Yatçılık üyesi, Dalış Eğitmenleri Profesyonel Birliği, Lawn Tennis Association ’Tenis Koçluğu’, CPCC Profesyonel yaşam koçu ve Liderlik eğitmen sertifikalarına sahip. Maceraperest bir ruha sahip ve her gazeteci gibi çok meraklı olan Tattersall, dünyanın bir çok ülkesini gezebilmiş. Amerika kıtasında da 52 eyaletin 47’sinde bulunmuş. San Fransisco’dan New York’a kadar 3 ay otomobil sürmüş. İzmirli meslektaşımın önce Londra, oradan da dünyanın sayısız ülkelerine uzanan tecrübe ve başarı dolu hikayesinin genç gazetecilere bir yol haritası olacağına inanıyorum.
* İzmir’den Londra’ya gidişin nasıl oldu?
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV Bölümü’nün ardından TRT Ankara’da iki yıl staj yaptım. Ardından İzmir SKY TV’de haber muhabiri olarak çalıştım. O yıllarda kazandığım Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması’nda ‘En İyi Haber, En İyi Program, En İyi Haber Araştırma’ dallarında birincilikler beni daha çok yüreklendirdi. 1999 yılında, yüksek lisans eğitimini tamamlamak için İngiltere’ye gittim ve Gloucesteroshire Üniversitesi’nde “Medya” bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Buradaki eğitiminin ardından Londra’da The London Drama School of Performing Arts Koleji’nde ‘Güzel ve Etkili Konuşma’ Londra Üniversitesi Birkbeck Koleji ‘Uluslararası gazetecilik’ eğitimi aldı ve ardından St George Koleji’nde İngilizce eğitmenlik sertifikası aldım.
* İngiltere’de gazeteciliğe nasıl başladın?
2008 yılında Hürriyet Londra Bürosu’nda Londra muhabiri olarak göreve başladım. 2009’dan sonra DHA Londra muhabiri oldum ve Londra’da gerçekleştirilen ve uluslararası önem taşıyan birçok etkinliği takip ettim. Bunların arasında İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’in Dışişleri Bakanlığı konutunda Afganistan savaşı ve Türkiye-İngiltere ilişkileri gibi konuların ele alındığı ‘yuvarlak masa’ toplantısının özel konukları arasında yer almam, Londra’da düzenlenen ve 20 ülkenin devlet başkanları ve dışişleri bakanlarının katıldığı G20 Zirvesi’ne katılarak, burada bir çok devlet adamıyla özel röportajlar yapmam var.