Sosyal medya, geçtiğimiz günlerde Cumhur'un Başkan'ının “Doğurmayan insan yarım insandır” söylemiyle çalkalanıyor.
Kadın hakları savunucuları kendi çaplarında tepkilerini dile getiriyor. Kadınlar kendilerini savunuyor.
Evet, güzel ama engelli kadınlar “sen yarım insansın”, “sen kadın değilsin” söylemlerini her gün duyuyor. Kaçınız buna tepki gösteriyor?
Ben söyleyeyim, HİÇBİRİNİZ!
“Ayça hanım merhaba, günaydınlar. Epeydir sizin takipçinizim, başarılarınızın devamını diliyorum öncelikle. Hayata pozitif bakış açınıza hayranım, “neden?” diye soracak olursanız, 1991 yılından bu yana bende sizin gibi Romatoid Artrit hastasıyım. 41 yaşındayım, ellerim aynı sizin gibi ve ayaklarda da oluşuyor yavaş yavaş. Yıllardır tedavi görüyorum, ben bilemedim o zamanlarda iki yıl gecikmeli başladım tedaviye bu sonuca geldim. Evlendim, bir yıl sonra bu hastalık çıktı ortaya iki çocuk doğurdum büyüttüm bu süreçte. Kocam daha sonraları beni beğenmedi, küçük gördü, başka kadın var derken biz bir kaç yıl önce boşandık. Güzel bir bayan olduğumu söylüyorlar yüz olarak. Kısmetler çıkıyor. Fotoğraflarda beğeniyorlar fakat hastalığımı duyunca, ellerimi görünce çekimser kalıyorlar, vazgeçiyorlar bu da beni çok üzüyor, aşırı derecede. Bende sevmek sevilmek istiyorum, mutlu olmak istiyorum. Bazen çok içime kapanıyorum, kendimi odama kapatıyorum. Aslında gezmeyi de seven biri değilim, dışarı da insanlar ellerime bakıyor bu beni kahrediyor. Niye ben diyorum bazen, niye ben? Bunları size yazmak istedim, beni en iyi siz anlarsınız diye düşündüm bir kadın olarak. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim. Zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kolay gelsin, başarılar mutlu günler dilerim, herşey gönlünüzce olsun. Sevgi ve saygılar”
Bir kadının sevilmesi için uzun bacakları, yuvarlak kalçaları, ince beli, büyük göğüsleri mi olması gerekiyor?
İyi günde, kötü günde, hastalıkta sağlıkta diyerek atılmıyor mu imzalar?
Sevgiler kategorize edilmiş. Estetiğe göre belirlenir olmuş sevginin dozu...
Gerçek değişimler en üzüntülü olduğumuz, en acı çektiğimiz zamanlarda başlar. Bu nedenle üzüntülerimiz ve acılarımız birer büyük fırsattır aslında. Sizi bilemem ama ben üzüntülerimin ardından yenilendiğimi hissediyorum çünkü değişiyorum, gelişiyorum.
Peki, İnsan değişmek istiyorsa nasıl ve nereden başlamalı?
Bunu yapabilmek üç şeyle mümkün; gözlem, hazırlık ve gelişim.
Yazımın bundan sonraki kısmı psychologytoday.com'dan alıntıdır.
****************
Duygusal bir acı yaşıyorsanız çoğunlukla dikkatinizi dağıtmaya çalışırsınız. Bugün teknoloji bu konuda her zamankinden daha başarılı olmamıza neden oluyor. Hayat hakkında düşünmektense 500. kez Candy Crush oynamayı ya da kendi kendimize kalıp düşüncelerimizi dinlemektense şirin kedi fotoğrafları paylaşmayı tercih ediyoruz.
Fakat ne kadar zor olursa olsun artık kendi düşüncelerinizi dinleme zamanı. Kendinizle ilgili ne düşündüğünüze dikkat etmek durumundasınız. Kendi düşüncelerinizi dinlemeyi öğrenmeli ve bu düşüncelerin ne yönde olduğuna dikkat etmelisiniz:
Kendinizi çok mu eleştiriyorsunuz?
Dünya üzerinde anlatılan en bol hikayelerden biri ayrılık hikayeleridir. Düzgün ve uzun soluklu ilişkiler kurmak ise yetenek değil, emek ve farkındalık ister. Dürüstlük, merhamet, sadakat, saygı vb. klişe beklentiler aslında olmazsa olmazlardır. Daha derin ilişkiler için daha derin farkındalıklar gerekir.
Vernon Howard gerçek, sağlıklı ve uzun soluklu ilişkiler kurmanın sırrını şöyle vermiş;
***************
İki insan karşılaştığında, bu ilişkinin en güzel taraflarını kesinlikle kendini en iyi tanıyan taraf yaşar. Çünkü kendi içine bakabilen insan, daha sakin, daha kendine güvenli ve doğal olur.
Asla başka insanların sizin hisleriniz hakkında konuşmasına izin vermeyin. İnsanların duyguları tamamen şahsidir.
Hayatınızdaki insanların sözlerine ve eylemlerine karşı duyarlı olun. Böylece onların iç dünyalarına girmeniz çok daha kolay olacaktır.
Tüm arkadaşlık ilişkileri, karşınızdaki insanın tabiatı ve doğruları sizin için yanlış olsa bile bunları yargılamadan tolere etmeyi gerektirir.
İlişkilerde aslında karşınızdaki insan sizin bir yansımanızdır. Yani birinin canını acıtırken kendi canınızı acıtmamanız ya da birini mutlu ederken kendinizin de bu mutluluktan nasibini almamanız imkansızdır.
23 yaşında, İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat bölümü 3. sınıf öğrencisi olan Şule İdil Dere, İstanbul-Kadıköy'deki Yoğurtçu Parkı’nda bir hafriyat kamyonunun arkasından çarpması sonucu genç yaşta hayatını yitirdi.
Şule İdil Dere yaya ve bisiklet yolunda öldürüldü.
Onu hayattan alan kamyon şoförü ise ertesi gün cenaze henüz kaldırılmadan serbest bırakıldı.
Kitaplarım benim en kıymetlilerimdir, okumanın yanında onları kütüphanemde izlemek bile bana tarifsiz bir huzur ve mutluluk veriyor. Kitaplarımı paylaşmak benim için olabilir bir durum değildi ta ki geçen gece yarısına kadar. İşaretler ve sezgiler bir araya gelince harekete geçmek gerekliliğine fazlasıyla inanırım. Anlık bir hisle kütüphanemi boşaltma ve kitaplarımı bağışlama dürtüsüyle doldum.
Ne zaman ki hislerim kuvvetli şekilde bir şeyi yapmamı söylese sorgulamadan yaparım ve bu beni mutlaka mutlu bir şeye kendiliğinden götürür. Yine aynısını yaptım, dürtüyü ve hislerimi takip ettim.
Geçtim laptop'ın başına kitaplarımı bağışlayabileceğim okulları araştırdım fakat ne dense hislerim okul değil de farklı bir yere bağış yapmam gerektiğini söyledi.
Farklı bir yer...neresi, neresi, neresi?
Cevap karşıma kendiliğinden geldi.
MAHKUMLAR KİTAP OKUMAK İSTİYOR!
“Cezaevi dediğimizde, genel anlamda aklımıza sadece mahkumları kapalı alanlarda tutmak, dış dünyadan izole etmek ve özgürlüklerinden yoksun bırakmak gelmektedir. Ancak değişen ve gelişen cezaevi düşüncesinde; mahkûmların içeride kaldıkları zaman diliminde sağlıklı ve özsaygılı yaşamalarına, sorumluluk duygusu ve toplumun bir üyesi olarak potansiyellerini geliştirmelerine destek olacak faaliyet ve programlardan yararlanmak amaçlanmaktadır. Tutuklu ve Hükümlüler Cezaevinde kaldıkları süre içerisinde boş vakitlerinin büyük bir dilimini kitaplarla geçirmektedirler. Cezaevi kütüphanemizi yenilemek ve güncelleştirmek amacıyla Türkiye genelinde başlatılan kitap bağışı kampanyası kapsamında; roman, kişisel gelişim kitapları, edebi eserler, dergi vb. her türlü kitaba ihtiyaç duymaktayız. Ayrıca sinema gösterimi yapmakta olduğumuzdan, CD ve DVD bağışlarına da ihtiyacımız var. Göndereceğiniz tür türlü kitap ve film, bir insanı yeniden topluma kazandıracaktır”
Hemen ilan sahibiyle iletişime geçtim. Henüz 5 -6 saat olmuştu, geri dönüş maili aldım.
Yargılanıyorsun, insanlar sana yaklaşmaktan çekiniyor çünkü korkuyorlar. O günden sonra bir savaşçı oluyorsun. Hem bedenen hem de topluma karşı. Bu bir var olma ve herkes gibi yaşayabilme savaşı...
Seni biriyle tanıştıracağım; KIZ KULESİ.
O, HIV ile yaşayanlardan yalnızca biri. Hadi gel, HIV ile yaşayan bir bireyle yolculuğa çıkalım.Toplumumuz AIDS konusunda bilinçsiz olduğu için öncelikle şunu sormak istiyorum. HIV ile enfekte olmakla AIDS aşamasında olmak arasında fark var mıdır? Varsa nedir?
Röportaja başlamadan önce, HIV ve AIDS ile ilgili doğru terminolojiden bahsetmek isterim; “HIV Virüsü” dersek virüsün virüsü demiş oluyoruz. Bu nedenle sadece “HIV” veya “HIV enfeksiyonu” kullanmak yeterlidir.
AIDS bir hastalık değildir, hastalıklar bütünü/sendromdur. Bu nedenle ”AIDS hastalığı” ve “AIDS hastası” söylemi de doğru bir ifade değildir.
Dolayısıyla HIV pozitif kişiler için kullanılması gereken doğru terminoloji ”HIV ile yaşayan” veya ”HIV Pozitif” dir.
-li ve –lı gibi ekler ayrımcılığı destekleyen eklerdir. Bu nedenle ”AIDS’li” veya ”HIV’li” demiyoruz. Bunun yerine ”HIV ile yaşayan” veya ”HIV pozitif kişi” diyoruz.
"Ben böyleyim" deyip kişiliğini ortaya koyduğunu sanar. “Ben böyleyim” diyerek kenara çekilen insanlar; kendi farkedemediği mutsuzluklarından kaçma bahanesiyle çevresindeki insanların mutsuzluğundan beslenir. Geçinmeye niyeti olmayan, işine geldiği gibi davranmaya alışmış, ödün vermeyi hep karşı taraftan bekleyen insanlardır.
KAÇIŞ ve ACİZLİK...
“Ben böyleyim, bu da benim huyum işine gelirse” modunda takılmak bencillik ve saygısızlıktır. Kolay kaçış yolunu kendine bulmuş olan insandır. Devam cümlesi genelde, "beni değiştirmeye kalkma"dır.
Kendini olduğu gibi kabul etmek, “ben böyleyim” demek, kendini sevmekle aynı anlama gelmiyor. Kendinizi olduğunuz gibi sevmeli misiniz?
KESİNLİKLE EVET! Hedeflerinize yakın olsanız da olmasanız da, ilişki durumunuz, fiziksel görünümünüz, geçmişiniz, maddi durumunuz ne olursa olsun kendinizi sevmelisiniz.
Kendinizi olduğunuz gibi kabul etmeli misiniz? Belki de kabul etmemelisiniz.Kendini olduğu gibi kabul etmek, kendini sevmekle aynı anlama gelmiyor.
İşte kendinizi olduğunuz gibi kabul etmemeniz için beş neden: