Geçtiğimiz günlerde internette dolanırken rastladığım şey umutlarımı yeşertti. Bu toplumda hala iyilik peşinde koşan güzel kalpli insanlar var – mış.
Durur muyum, hemen geçtim iletişime. Nedir, ne değildir didikledim.
İstanbul'da yaşayan evsizlere sıcacık bir tas çorba içirerek aç yatmamalarını sağlamak amacıyla çıkmış bu güzel kalpler yola ve başlamışlar toplam 420 litre – 1000 kişilik çorba kapasitesi olan "Gezici Gıda Dağıtım Aracı Aşhane” ile İstanbul sokaklarında ki evsiz kardeşlerimizi ziyaret etmeye.
Üşenmeden, Asya'dan Avrupa'ya İstanbul sokaklarını turlayıp bulabildikleri kadar evsiz bulmuşlar ama tabii ki daha fazla evsize ulaşmak istiyorlar. Bunun için de bölgenizdeki evsizleri bize bildirin çağrısında bulunuyorlar.
Nasıl bir tezatlık içinde yaşıyoruz ya da nasıl bir algı karmaşıklığı içerisindeyiz anlamakta zorlanıyorum.
Yok, yok bence ne tezatlık ne karmaşıklık ne de başka bir şey. Bu düpedüz samimiyetsizlik.
Sözde engelli bireylerle eşit olduğunu savunup, bir engelli gördüğünde “halimize binlerce şükürler olsun” demenin başka bir açıklaması olamaz.
Sizin o kendi adınıza sözde iyi niyetiniz, sizin o halinize şükretmeniz ne anlama geliyor aslında biliyor musunuz? Ve birileri için ne denli yıkıcı oluyor?
Bazı şeyleri anlamakta insan gerçekten zorlanıyor. Deniz Seki mahkum olduğu halde bir dizide yer almış ve cezaevinde ciddi ciddi set kurulmuş. Üzüldüm açıkcası, diğer mahkumlar adına çok üzüldüm. İçeride onlarca insan sesini duyuramazken, belki de bir kağıda, kaleme hasretken birileri bir şeylerin avantajını mı kullanıyor?
Eminim bu durumdan haberdar olan diğer mahkum statüsündekiler “O Deniz Seki tabii ki farkı olur” diye akıllarından geçirmişlerdir.
Deniz Seki adına çok sevindim. Cezaevi ortamında olan biri için çok çok iyi bir motivasyon, çok iyi bir güç kaynağı ve nefes olmuştur mutlaka ama cezaevlerinin amaçları açısından değerlendirdiğimde bir tezatlık yok mu?
Haksa herkese hak olmalı, değilse kimseye olmamalı. Hak olmaması ya da olması neye göre belirleniyor? Statülere göre mi, mesleklere göre mi vs...neye göre?
Bu aralar pek bir yoğun zamanlar geçiriyorum. Kafa yoruldu tabii, dağıtmak için okuyacak bir şeyler aradım internet ortamında ve bir yazı çıktı karşıma. Kime ait olduğunu bilemediğimden yazının alıntı olduğunu belirtmem gerekiyor.
Yazı alıntı’dır.
Başlık dikkatimi çekti önce.
Doğru mesaj içeren bir başlık, buraya kadar bir sıkıntı yok.
Zamanında bir zat tartışma sırasında suratı sinirden pancara dönmüş şekilde, bana vuramayacağı içinde masaya yumruk indirirerek aynen şöyle demişti;
"Hiç bir kadın bana karşı gelmez, sen resmen bana kafa tutuyorsun"
Sadece iki cümle toplum gerçeğini bu denli net şekilde ortaya koyabilir miydi?
Koydu işte!
Geçtiğimiz aylarda bir arkadaşımın skolyoz röportajı sayesinde tanıdım Fulya Küçükaksoy'u ve kısa zamanda “iyi ki tanımışım” dediğim insanlardan oldu. Onun yaşıtları günlerini gün etme peşindeyken Fulya Küçükaksoy kendisini sanata ve gönüllülük işlerine adamış. Adamış demem size abartı gelmesin, www.fulyakucukaksoy.com'u ziyaret edin ve kendi gözlerinizle görün. Ülkemizde böylesine gönül vermiş insanları bulmak zor, ben o zor bulunanlardan birini buldum ve sizlerle de tanıştırmak istedim.
Hadi, hep birlikte Fulya Küçükaksoy'un dünyasına ufak bir gezintiye gidiyoruz.
1) Sevgili Fulya Küçükaksoy, bize kısaca kendinden bahsedermisin?
Merhaba, öncelikle bu samimi röportaj için çok teşekkür ederim. 1988 Eylül doğumluyum. Doğduğum yer olan Kırklareli’den hemen ayrılıp, Kocaeli Değirmendere’ye yerleşmişiz ve o günden beri bu küçük, sakin ve huzurlu sahil kasabasında yaşıyorum. İşletme ve Konservatuar mezuniyetimden sonra girdiğim iş yerimde, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Gölcük Kültür ve Sosyal Yaşam Merkezi’nde 5 yıldır çalışmaktayım. Kültür sanat, organizasyon, sosyal sorumluluk projeleri yapıp, aynı zamanda aşık olduğum müziğime de devam etmekteyim. Bunun yanı sıra çeşitli klüplerde gönüllü olarak yer alıp, yapılan projeleri tüm Türkiye’ye duyurma gibi bir misyonla yaşıyorum diyebilirim. Aynı zamanda sürekli farklı yerleri gezip, oradaki kültürü ve sanatı bilmeyenlerle paylaşıyorum. Kısacası hayattan zevk almayı biraz erken yaşta yakalayabilenlerdenim.
2) Seni tanıdığım ve takip ettiğim kadarıyla sanat senin hayatında önemli bir yer kaplıyor. Sana göre sanat nedir? Sanat dediğimiz kültürel olgu toplumumuzda hak ettiği değeri görüyor mu sence?
Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, ben bir yandan değerli sanatçımız Metin Şentürk' ün elinden DEV – Dünya Engelliler Vakfı ve WDU – Dünya Engelliler Birliği tarafından layık görüldüğüm “Küresel Sosyal Farkındalık Ödülü”mü almaya hazırlanırken bir yandan da burukluk duyuyorum.
365 gün boyunca engelleri ve engellerinin getirdiği zorlukları yaşamak zorunda kalan bu insanları sadece yılda bir gün hatırlayarak toplu vicdan rahatlatmaktan burukluk duyuyorum.
Onların değil birey olma, toplumda var olma, eğitim, erişebilirlik sorunlarını çözmek onlara karşı kullandığımız ifade sorununu dahi çözememiş olmaktan derin bir burukluk duyuyorum.
Gel arkadaşım, engelli bir bireye
İlişkiler vıcık vıcık, bayağı.
Cinsellik sadece tatmin adına yaşanır oldu. Ruhsuz, sevgisiz sevişmelerle skor gösterisine döndü.
Hasta yakınları doktor dövüyor.
Koca koca adamlar küçücük bir çocuğa cinsel bir gözle bakıp tecavüz edebiliyor.
Adam, kız arkadaşına baktı diye yanında taşıdığı bıçağı çekip adamı öldürüyor.
Fikir ayrılıklarından sebep hakaretlerin, küfürlerin bini bin para.
Engellilere ayrılan yerler saygı engellileri tarafından işgalde.
“