Promosyon savaşı çok çetin, çok sert geçiyordu.
Bir gün bu savaşın ortasına tarihte örneği olmayan bir bomba düştü.
1992 yılında Hürriyet kupon biriktiren okurlarından 2 binine televizyon veriyordu.
Talihlilerin seçilmesi için de kura çekiliyordu.
14 Aralık 1992 günü sabah saat 10.30’da Milli Piyango temsilcisi ve noter, Hürriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasında bir araya geldi.
Kupon biriktirip gazeteye gönderen 211 bin 274 kişi arasından, “40 ekran televizyon” kazanacak 2 bin talihliyi belirlemek için kuralar çekildi.
Kazanan talihlilerden birinin kuponları koyduğu zarfın üzerinde şöyle yazıyordu:
“Semra Özal Cumhurbaşkanlığı Köşkü Çankaya/Ankara”
Sadece yakışıklılığıyla değil, ilişkileri, nezaketi, ağır başlılığı, dostluklarıyla büyük bir iz bıraktı. Set çalışanlarının da en sevdiği isimdi.
Yeşilçam’da starlık sistemini yerleştiren oydu.
Bir mecmuanın açtığı yarışmayı Belgin Doruk ile birlikte kazanarak sinemaya adım attı.
Yine Doruk ile birlikte rol aldığı Küçük Hanımefendi filmleriyle zirveye tırmandı.
Daha önce yazmıştım, Sadri Alışık ile herkesin imrendiği bir dostlukları vardı.
Kral, 13 Haziran günü Bebek’teki evinin balkonunda güneşlenirken beyin kanaması geçirdi.
Kaldırıldığı hastanede yanına ilk koşanlardan biri de Sadri Baba’ydı. Işık, Sadri Alışık’ı görünce eliyle işaret ederek odadaki herkesi dışarı çıkarttı.
Hayranı olun, olmayın...
Ama hakkını teslim edin.
Bu ülkenin gelmiş geçmiş en gözde isimlerinin başında Ajda Pekkan gelir.
Arşiv sayfalarına dalınca o kadar iyi anlaşılıyor ki...
Kuşaklar geçiyor, hükümetler geliyor gidiyor, moda değişiyor, teknoloji ilerliyor... Ama tek bir şey değişmiyor.
O da Ajda’nın gündemdeki ağırlığı.
Sürekli Hürriyet arşivlerinde turluyorum.
O yıl kentte öyle bir müzik fırtınası yaşandı ki, bugün bile anılardaki tazeliğini korur.
İstanbul’un ilk önemli konuğu Guns n’Roses oldu. İnönü Stadı’nda 26 Mayıs’taki konser hınca hınç doluydu. Tam 35 bin kişi vardı.
Guns n’Roses’dan önce sahneye Queen’in efsane gitaristi Brian May çıktı. Bir saatlik şahane şovun ardından sıra Axl Rose ile Slash’e geldiğinde stat yıkılıyordu.
Konserin sonunda alkışlara dayanamayıp tekrar sahneye gelen grup 40 dakika daha müzik ziyafeti çekti.
Konserdeki atmosfer o kadar etkileyiciydi ki, grubun basın sorumlusu Wendy Leister “Hiçbir ülkede, hiçbir yerde ben böylesine coşku, böylesine tezahürat görmedim. Türk gençleri çok sevecen ve güzel insanlar” yorumunu yaptı.
27 MAYIS 1993
Sabahın erken saatlerinden itibaren Yeşilyurt, Bakırköy, Yedikule, Samatya, Kumkapı, Ahırkapı ve Sarayburnu kıyıları tıklım tıklım insan doluydu. Bir milyon kişi tek bir şey için buluşmuştu.
İrili ufaklı yüzlerce tekne, vapur ve avcı botlarının arasından süzülerek İstanbul Limanı’na yanaştı tekne. Denizin üstü de tıpkı kıyılar gibi mahşer yerine dönmüştü. Karadenizli balıkçılar kemençe çalıyor, horon tepiyordu.
Portakal rengi denizci ceketi ile güneşten solmuş mavi bir pantolon giyinmiş adam, bir yandan yelken iplerini düzeltiyor, diğer yandan düdükleriyle kendisini selamlayan teknelere ve insan seline bakıp dirseğiyle gözlerindeki yaşları siliyordu.
Büyük bir heyecan ve gururla çevreyi selamlayan bu denizci Sadun Boro’ydu. Eşi Oda Boro ve kedisi Miço ile birlikte dünyayı dolaşmış, yurduna dönüyordu.
10.5 metrelik Kısmet isimli yelkenli ile 2 yıl, 10 ay ve 6 gün süren bu büyük macera onu Türk denizcilik tarihine altın harflerle yazdırdı.
Büyük tesisler, uluslararası acenteler, dövizle turizm geliri hesapları yoktu.
Tatil mi?
Tatil tabii ki vardı.
Ama tatil yöreleri bayağı farklıydı.
Antalya, Alanya, Kuşadası, Çeşme, Ayvalık, Akçay o yıllarda da modaydı.
Ama Bodrum, Fethiye veya Datça turizm merkezi değildi. Onların yerine bugün herkesi şaşırtacak yerlere gidiliyordu tatil için.
Hürriyet 1963 yazına girerken çok geniş kapsamlı bir yazı dizisi hazırlamıştı.
“Kesenize göre tatil”
TC-SEÇ kuyruk numaralı Viscount tipi uçak Ankara’ya gitmek için sabah 08.14’te İstanbul’dan havalandı.
Yaklaşık yarım saat sonra Pamukova üzerinde 4 bin metredeyken uçaktaki basınç düştü. Hemen ardından sağdaki motor sustu.
Önce içeriyi duman kapladı, ardından pilot mahallinin gerisindeki sol kapı birden koptu.
Üçüncü pilot Kemal Karapars kopan kapıyla birlikte dışarı fırladı.
UÇAK BAŞ AŞAĞI DÜŞÜYORDU
Uçaktan kopan kapı, çalışır halde olan soldaki tek motorun pervanesini parçaladı. Artık uçakta çalışan motor kalmamıştı.
Uçak artık uçamıyor, baş aşağı yere doğru düşüyordu.
Sadece karikatür dünyasında değil, tanısın tanımasın herkesin içinde çok büyük bir boşluk bıraktı.
Hürriyet arşivinde 1999’da Şermin Sarıbaş’ın onunla yaptığı bir röportajı buldum. Bu röportajda Latif karikatüre bakışını, neden çok konuşmadığını öyle güzel anlatıyor ki... Onu kendi sözleriyle anayım istedim.
TELEFONUN ÜSTÜNDEKİ ÖRTÜ
Karikatürist olmaya 12 yaşında karar verdiğini söyleyip, “Başka bir iş yapamazdım” diyor: “Benim mesleğim bu olacak dedim.”
Onu yakından tanıyanlar da hiç tanımayanlar da bilir, çok detaycı biriydi.
Ayrıntıların espriyi kuvvetlendirdiğini, yaşattığını düşünüyordu:
“Çok seviyorum ayrıntıyı. Çok daha yaşatıyor karikatürü. Mesela, Press laptopla çalışıyorsa ve elektrik prizi de varsa, kablo mutlaka prize takılı olmalı diye düşünüyorum. Yarım duran bir bardak, ters dönmüş bir ayakkabı, bu ufak tefek detaylar benim için çok önemli. Detaylar hoşuma gidiyor. Telefonun üstündeki örtü falan. Oradan yakalıyorum.”