Misal anneannesinin annesi Nişantaşı’nda mahalle arasındaki bahçesinde keçileriyle, tavuklarıyla yaşarken; şehir gelişiyor ve o bahçenin yerinde şimdi kocaman bir apartman, altında da bir dünya markası mağaza. Oh, ranta bak!
Dedi.
*
- Sonra oturuyorsun bir kafeye, sabahtan akşama kadar gelenle geçenle lak lak yapıyorsun. Ay başında kiraları topluyorsun. Hayalimdeki hayat budur!
- E, sıkılmayacak mısın oğlum? Karpuz gibi yayıp, bir şey üretmeyecek misin mesela? dedim.
- Üretmeyeceğim aga, dedi. Üretmek istersem de, fikrimi kendi istediğim fiyata satacağım! Ay sonunu nasıl getiririm diye düşünmeden, özgür kafayla üreteceğim. Emeğime de hak ettiği etiketi koyacağım!
Baba tarafım bir kaç kuşak önce Bulgaristan’dan göç etmiş. Anne tarafım da Egeli. Adalardan gelmişler. Bu benim hakkımda kime ne anlatıyor? Gelebilecek yorumları duyar gibi olsam da, beni gerçekten tanımadan, kimseye gerçek bir fikir vermediğine eminim. Hiç sallamayın.
*
Misal kütükte Sinoplu olmak, Ankaralı olmak, Burdurlu ya da Yozgatlı olmak insanın yapısını ne kadar değiştirir?
*
Edirneli olup Edirne’de yetişmiş olmaktan bahsetmiyorum. Yanlış anlaşılma olmasın. Baba tarafın Edirneli ama sen hayatın boyunca Erzurum’da yaşamışsın. Benim takıldığım konu bu.
*
Taksici abiye hayatta anlatamazsın mesela. Ankara’da doğdum, Malatya’da okudum, İzmir’de büyüdüm, tekrar Ankara’da tahsil ettim, İstanbul’da yaşıyorum.
Ayağında espadrili, V yakalı t-shirt'ü, kısa kot şortu, türlü boncuktan kolyesi ve kırmızı gözlüğüyle, çok hipster bir fırıncı arkadaştı.
Özenle ve kendi etrafını da süzerek ekmeği ince dilimlere ayırdı. Fırına girdi, elinde bir bardak kırmızı şarap ve zeytinyağı ile çıktı. Şarabı ve şık zeytinyağı şişesini ölçüp biçerek dilimlediği ekmeklerin yanına yerleştirdi. Telefonunu aldı ve resimlerini çekti. Belli ki bir yerde paylaştı.
Çabucak fırının adını Instagram'da arayarak hipster fırıncı arkadaşı bulduk. Önümüzde gerçekleşen bu sanatsal çalışmayı da gördük. Vallaha da etkilendik!
Bizim gruptaki tam buğday kızlar adama aşık bile oldular.
Ben de üzülerek ve utanarak aynı gruptan olduğumu söyleyebilirim. Yolda gördüğüm yaşlı bir teyzeye cebimdeki paranın yarısını hatta hepsini verebilirim. Ama hep istedim ve kaç defa bir huzur evi ziyaret ettim? Kaç defa yardım kuruluşlarına gücüm oranında destek verdim?
Bir İzmir ziyaretinde, küçük bir kızın önünde bir tartıyla dilendiğini görüp şöyle bir şeyler karalamıştım mesela;
Günlerden bir pazar, güneş başka bir sıcak İzmir’de.
Sahilde dolaştım biraz.
Gitmeyi başarabilen ve toz toprakla debelenenmesini sosyal medyada paylaşan, blog yazan mutlu azınlık da “ne işiniz var oralarda, bak ne kadar mesuduz” mesajlarını yaymaya başlayınca, iş ayyuka çıktı. Herkese oturduğu dönen koltuk batmaya başladı.
Mevcut hökümetten memnun olmayanlar, “life staylımıza karışacaklar bir gün biliyorum abi”ciler, Ferrari’sini satanlar veya kuş uçmaz kervan geçmez konutlarındaki dairesini satıp taş ev alabilme umudu taşıyanlar, Secret'çılar, organik beslenenler, beslenmek isteyenler, trafiği bizzat oluşturan ve trafikten şikayet edenler, pazar günleri Bebek'in ne kadar kalabalık olduğundan yakınanlar, kaynatırsın kaynamaz köy tavuğunu hasretle ananlar, domatesin kokusunu özleyenler, bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorumcular, bu şartlarda çocuk yetiştirmek istemeyenler ve gelecekten umutsuzlar yıllarca toplanıp bir kitle oluşturdular: Gidelim buralardan!
Bir kısım henüz sohbet aşamasında. Geyiğini yapıyor, gece yatınca Google Earth açıp hayaller kuruyor, kendine dünyadan yer bakıyor, Vikipedia aracılığıyla yüzeysel bilgiler ediniyor.
Bir kısım daha ciddi, online sitelerden ev bakıyor, “oralara gidip ne yaparım acaba” diye endişelerle uyuya kalıyor.