Paylaş
Ben de üzülerek ve utanarak aynı gruptan olduğumu söyleyebilirim. Yolda gördüğüm yaşlı bir teyzeye cebimdeki paranın yarısını hatta hepsini verebilirim. Ama hep istedim ve kaç defa bir huzur evi ziyaret ettim? Kaç defa yardım kuruluşlarına gücüm oranında destek verdim?
Bir İzmir ziyaretinde, küçük bir kızın önünde bir tartıyla dilendiğini görüp şöyle bir şeyler karalamıştım mesela;
Günlerden bir pazar, güneş başka bir sıcak İzmir’de.
Sahilde dolaştım biraz.
Balık tutanları seyrettim, artık balık olmadığını bile bile körfezde.
Ve ne çok para kazanabileceklerini anlatanları dinledim,
Kordon’daki birahanelerde,
Asla başaramayacakları işlerden.
Küçücük bir kız gördüm tam dışarıya çıkarken birinden.
Tartı başında mahzun, başı tam yukarıya kalkık,
“Ne olur tartıl amca, ne olursun”
Henüz okul yaşı gelmemiş,
Nerden bilsin ki sayıları ben tartılırken,
“Sağ ol” dedim parayı verirken.
Ne ben baktım kaç kiloyum, ne de o zaten...
E madem bu kadar duygusalsın Anlatanadam, diğer on binlerce fakir çocuk için ne yaptın? Aynı duygu yükselmesini yaşadın mı? Üzülerek hayır.
Sadece ben değil, bu memlekette neredeyse hepimiz çok duygusalız. Ama hayatımızın kesiştiği insanlara ve hatta hayvanlara karşı sadece. Başka bir deyişle, tanıdıklarımıza kurban oluruz gerekirse.
- Ben bunu kesemeyeceğim abi, dedi bir tanıdık.
Kuzuyken almış, alışmış. Gözlerine baka baka perişan oluyor. Dertleniyor.
- Başka bir tane mi alsan?, dedim.
- Nerden baksan yedi yüz, sekiz yüz lira para abi, dedi.
- Kesmeyeceksen bakacak mısın buna balkonda?, dedim.
- Abi hayvanın önünde konuşmayalım, vallaha anlıyor baksana, dedi!
Çocukken bize de yaparlardı bunu. Bayramdan önce kesilecek kurbanlıkları alır, bize de besletirlerdi. Sonra da kurban bayramında malumunuz keserlerdi. Bizim neslin bir çoğunun beyninde ‘ana travmalar’ bölümünde bir kaç klasör olarak durur bu konu.
Ben hiç bir zaman kurban bayramlarında eli burnunda gezip, “Ay her yer kurban kokuyor bu günlerde!” diyen bir tip olmadım. Kavurmayı da oldukça severim. Hatta biraz etoburum af edersiniz. İmkanım olsa dönere sarılır uyurum. Gece arada uyanır, ısırırım. Ama işte, yapım gereği, bizzat tanıdığım bir hayvanın kesilmesine dayanamıyorum. Üzüntümden ölüyorum.
Belki de bu yüzden ve tabi ki doğru yerlere ulaştığından emin olduğum için LÖSEV ve KIZILAY’a vekalet veriyorum. En azından çocukluğumdaki gibi isim koyduğum, türlü otla beslediğim, her sabah uyandığımda koşarak ne yapıyor acaba diye baktığım bir hayvanın babam tarafından kesildiğini görmüyorum. Etler konu komşuya da dağıtılmıyor, lösemili çocukların yıl boyunca yedikleri yemeklere protein oluyor, ya da konservelenip ihtiyaç bölgelerine dağıtılıyor.
Bu işi görerek ve kollarını sıvayarak yapan – yaptıranlara sözüm: “Hayvanlara eziyet etmeden, bu işi profesyonellerine bırakın.”
Herkesin inancına saygım var. Kimi insanlar benim etkilendiğim kadar etkilenmiyor ve olaya bu şekilde yaklaşmıyorlar, biliyorum.
Bir kaç sene önce oturduğumuz bir evde, yan komşularımız önce arka bahçelerine bir kaç civciv aldılar. Sonra kangal, Ankara kedisi, tavşan, keklik, bıldırcın, ördek... Bahçe inceden bir ‘İç Anadolu Hayvanat Bahçesi’ şeklini aldı.
Sabahın kör karanlığında öten horoz olmasa, çok da mutluyduk aslında. Tavşanları ve kedi yavrularını seviyor, köpekle oyun oynuyor, tavuklardan da organik yumurta ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk daha ne olsun! Ördek de bahçede keneleri yiyor dediler, saygı duyduk.
Ta ki bir gün, komşularımız, o harika insanlar tavşanları yiyiverdi! Sonra da tavukları yediler, ardından bütün kuşları!
Bahçenin bu durumunu değiştirmek istemişler, yorulmuşlar, pislik temizlemekten sıkılmışlar falan.
O kadar büyük bir şok geçirdik ki ailecek! Gerekçelerini anlarım da, yahu insan Alibaba diye isim verdiği ördeği kesip yer mi? (Mis gibi de koktu şerefsiz!)
Evet, herkese saygı duyuyorum ama bayram süresince kesimden kaçan koç ve boğa haberlerini izlerken hayvanların tarafını tutmaktan kendimi alamıyorum!
Bu vesile ile hepinizin Kurban Bayramı’nı kutlarım.
Paylaş