Antalya ile ilgili değişik bir projesi vardı.. Dinledim, destek olmaya başladım.. Ardından bir spor dergisi önerisi yaptı Murat Bey bana.. Kafama yattı.. Ya da beni tanıyan dostların tabiriyle, yine kaşındım..
Bir çekirdek ekip kurduk.. Ersin Karaca, Ertan Tanrıkulu, Şafak Kayarlar, Halil Nadar’dan oluşan.. İleri Düzey Yayıncılık’tan Kaan Volkan bize evsahipliği yaptı.. Tünel’de Sinan Çetin’e ait bir ofisi kiralamış Kaan.. Remood adlı bir dergi çıkarıyorlarmış.. Gençlik ve müzik içerikli.. O dergiyle ilgili fikirlerimi paylaşıp, bir yola çıktım Tünel’deki küçük ofiste.. Belki de bir ışığın peşine düşüp..
İpek Yolu’nu okuyun
Uzatmak istemem.. Bu yazıyı yazarken derginin son sayfaları yapılıyordu artık.. Kapağa Felipe’yi koyduk.. Alex’in oğlu Felipe’yi.. İmparator’un Bahçesi var dergide.. Oğuz Çetin’in köşesi.. Sergen Yalçın var dergide.. 10 Numara’yla.. İskender Günen Trabzonspor köşesiyle.. Melih Gümüşbıçak, Melih Şendil var.. Uğur Vardan, Uğur Meleke var.. Yiğiter Uluğ, Mert Aydın var.. Bülent Tuncay, Murat Demiryas var.. Katılımlarıyla beni çok mutlu eden iki sürpriz var.. Hazar Büyüka ve Samet Güzel.. Finallerdeki değişmez dostum Mehmet Demircan var.. Okay Karacan Formula 1’i yazdı.. Sümer Demirciler otomobil dünyasını.. Ben kalkıp Münih’e gittim.. Bu kez fotoğraf çektim.. Finali fotoğrafladım.. Yeni yazarlar var.. Ama daha önemlisi üç kadın yazarımız var.. Vurucu, duygulu, etkili yazılarıyla.. “İpek Yolu’nu okuyun” derim.. Çünkü İpek Şenoğlu yazdı.. Ahu’yu tanırım eskilerden.. Sizler de ekranlardan.. Ahu Özyurt New York’a gitmişken çok güzel bir yazı kaleme aldı.. Burcu Dal’ı insan olarak çok sevdim.. Babasının ünlendiği sporu değil, kendi yolunu çizmiş.. Voleybolu çok içtenlikle yorumladı bizlere..
Ekipte kimler yok ki...
Dergide yeni yazarlarımız da var.. Sanal alemin tanıdığı.. Salih Demirci örneğin.. G.Saraylı Birol Bayramoğlu, Beşiktaşlı Vural Itnü, F.Bahçeli Cengizhan Yeldan.. Ve Ferudun Düzağaç var.. Tayfun Bayındır var.. Mehmet Ayan var.. Cem Arslan var.. Bülent Gürkan var büyük emeğiyle.. Ömer Altay var..
Ben Hürriyet’in çalışanıyım.. Yeniden yapılanan Hürriyet Dünyası için neler yapabileceğimi hem proje danışmanına hem Enis Bey’e anlattım.. Her türlü katılıma hazırım, dedim.. Mehmet Arslan’a dergi projesinden bahsettim.. O da bana özellikle görsellik konusunda ilk sayı için destek oldu.. Çünkü yeni doğan bir bebek dergimiz..
Emir’i çok az gördüm
Medyadan takip ettiğim kadarıyla Alex’in etkinliğinin daha aza indirileceği, Emre’nin gönderileceği, Costa ve Mehmet Topal’ın alınacağı, Soner’in transfer edileceği iddiaları var. Hepsine karşıyım. Neden mi, anlatayım.
Alex varken Alex’i mutlaka kullanmak zorundasınız. Bunun süresini azaltıp taraftara kabul ettirirseniz Alex 3 yıl daha Fenerbahçe’de kalır ve başka bir kulüpte oynamadan, Fenerbahçe formasıyla futbolu bırakır. Böylece Alex’in ayrılma kararı Kocaman için Demokles’in Kılıcı gibi sallanıp durmaz. İki taraf da rahat olur. Yapılacak transferler çok güçlü isimlerden oluşursa Alex’i bazı maçlarda dinlendirirsiniz. Sonradan oyuna sokarsınız. Ama kadroda hep rakibi en çok tedirgin eden isimlerden biri olarak tutarsınız.
Emre. Zor bir oyuncu. Agresif, ters, herkesle kavga eden, herkesi geren biri Emre. Bu yüzden kalmalı. Çağımızın futbolunun nasıl bir oyun olduğunu, Mourinho’yu, Pepe’yi düşünün ne demek istediğimi anlarsınız. Gitmemeli.Costa ve Mehmet Topal. Ne oynadıkları benim için önemli değil. Çünkü o bölgede bu ülkede Emre, Cristian ve Selçuk İnan var. Sen geçen sezon Selçuk İnan’ı bonservisi elindeyken alma, bu sezon onun seviyesinde olmayan isimlerin peşinde koş. Yanlış.
Soner. İyi oyuncu. İyi oyuncu olduğu için Fenerbahçe’de değil, daha alt seviyede takımlarda oynamalı. Stoch, Caner yedek kalıyor Fenerbahçe’de.
İyi oyuncuları yedek tutacağına, Gökay’ı takıma kazandırsın Aykut Kocaman. Kim mi alınmalı? Ben olsam tek ismin peşinden koşardım. Tek ismin.
Emenike. Ondan sonra hedeflerimi büyütür, bütçemi küçük tutarım.
REÇETE
F.BAHÇE Ülker için bu sezon kötü geçti. En büyük rakipleriniz önemli başarılar kazandı. Ama Fenerbahçe dağılıp gitti. “Başkan, yönetim, 3 Temmuz süreci” diyebilir misiniz? Futbol Takımı’nın direnişini, Erkek Voleybol Takımı’nın kupalarını, Kadın Voleybol Takımı’nın Avrupa şampiyonluğunu düşününce. Asla.
Dramatik bir sonla bitti final.. Evinde, kupaya çok yaklaşan Bayern boynu bükük ayrıldı uzay gemisini andıran dev stadından.. Chelsea neden kazandı? Bayern’in kaybetmesinden çok Chelsea’nin nasıl ve neden kazandığını anlamak gerekiyor. 2010’da seyrettiğim en güzel filmlerden biriydi Invictus.. Matt Damon ve Morgan Freeman’ın başrollerini paylaştığı film G.Afrika Rugby Milli Takımı’nın şampiyonluk öyküsünü anlatıyordu.. Aslında birçok filmin ötesinde bir senaryosu yoktu.. Ama ayrıntılar çok güzel işlenmişti.. Sporda, pes etmeyenlerin kazandığını anlatmıştı yönetmen Clint Eastwood..
19 Mayıs gecesi üç kez önemli avantaj yakaladı kupa için Bayern.. Öne geçti bitime 8 dakika kala.. Kazanamadı.. Uzatmada penaltı kaçırdı.. Penaltılarda öne geçme avantajını kullanamadı.. Bir takım bu kadar kaçırırsa diğeri kazanır, diye düşünüyorsunuz doğal olarak.. Atamayana atarlar’dır kısacası futbolda bunun karşılığı.. Oysa karşı tarafı atamamaya zorlamak.. Savunmayı sonuna kadar sabırlı yapmak.. Rakibin kendini en güçlü hissetiği anda tekrar tekrar ayağa kalkarak mücadele etmek.. Chelsea bunu başardı.. Kötü giden Premier Lig serüveninin rahatlığında tek kulvara kanalize etti kendini.. Barça karşısında, “O kupayı istiyorum” dedi bizlere.
Dengeleri değiştiren değişiklik
Ve Bayern.. 26 Mayıs 1999’da 1-0 galipken son iki dakikada yedikleri iki golle kupayı ManU’ya kaptırmışlardı.. O maçta Matthaeus ve Bassler’in oyundan alınması çok eleştirilmişti.. Cumartesi gecesi golü atarak Bayern’i öne geçiren Müller’in çıkarılması dengeleri değiştirdi..
Sadece bu mu? Hayır.. Bayern ‘kazanamazsam seyircimi mutsuz edeceğim’ baskısıyla karşılaştı.. Tıpkı Barça’nın Real’i, Real’in Barça’yı, F.Bahçe’nin G.Saray’ı, G.Saray’ın F.Bahçe’yi, City’nin United’ı kendi evinde yenmesi gibi.. En önemli dezavantajı; avantaja çevirirsen, rakibini seyircisiyle karşı karşıya bırakıyorsan kupaya daha yakın oluyorsun.. Takımını kenetlemek için o atmosferi kullanmayı akıl eden teknik adamların devri artık.. Genç ve akıllı.. Cesur ve dürüst.. Güçlü ve affedici..
İçinden bereket geçen üniversite
CUMA günü Harran Üniversitesi’nde bir seminere katıldım.. Şanlıurfa Bank Asya 1.Lig’e çıkmış, Hayri Ülgen Ağabeyimiz davet etmiş, ülkemizin böyle güzel bir köşesine bir kez daha gitme şansı doğmuş.. Ama en önemlisi bir kez daha üniversiteli öğrencilerle birlikte olma şansı yakalamışım..
Küçük gözüken ama kocaman bir mutluluk. Çok erken buldu golü Fenerbahçe. Çok erken stresten kurtuldu. Alex’in liderliğinde önce rakibin orta sahasını, ardından savunmasını çökerttiler. Bursaspor erken golü yemesine karşın direnen bir takımdı önceki yıllarda. Dünkü finalde pasifliğin ötesindeydi. Kenarda, hakemin her kararına itiraz eden Ertuğrul Sağlam yüzünden kulübe de gergindi. Biraz Batalla çabaladı o kadar.
Tuzağa düştüler
Saha içinde rakibini ezen bir takım varken futbol oynamak kolay değil aslında. Bursaspor buna karşın direnebilirdi. Fenerbahçe’nin yanlış adamına markaj yaptılar. Emre’yi sinirlendirmeye çalıştılar, Trabzonspor’un düştüğü tuzağa düştüler. Asıl tutmaları gereken adam, dinamik futbolda aktif oynayamayan Alex’ti. Evet hala Alex’e karşıyım. Bu Alex’e karşıyım. Alex’in futbolu Fenerbahçe’de bırakması gerektiğini söyledim en kötü oynadığı Süper Final maçları önsinde ve sonrasında. Şimdi diyorum ki, Alex’e karşıyım. Dünkü Alex’in temposuna karşıyım. Yürüyerek adam geçilmiyor Şampiyonlar Ligi önelemesinde. Top bir o yanda bir bu yanda. Her pasınızda rakip böyle korkunç hatalar yapmıyor.
O final senin hakkın
Alex o ortamlarda etkin olmak istiyorsa sezon başını çok ama çok iyi geçirmeli. Ben önceki sezonun ikinci yarısında bana “Özür dileten” Alex’i istiyorum. Dün yürüyerek 3 asist yapıp, 1 gol atan “Fenerbahçe tarihinin en iyi yabancısını” değil. Oyna Alex. Kazandır. Ama gelecek sezon hedef ne lig ne de kupa. Hedef, o senin kimsede olmayan Tanrı vergisi futbol zekanın karşılığını verip Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’nde finale çıkarman. Bu camianın gücünü son 10 ayda daha iyi hissetin sanırım. Artık dostu, düşmanı iyi biliyorsun.
O final senin hakkın. İnanırsan, kaptan olarak bütün takımı buna inandırırsan ne olur biliyor musun? Başkanı’nın bile telaffuz etmekten korktuğu bir başarıya ortak olursun. Lefter’in bile önüne geçersin.
Kazanmak duygusunu tatması. Fenerbahçe taraftarına bu duyguyu çok cömertçe tattırır. Son maçta, son dakikada, son anda kaybetse bile aslında kazanan taraf olduğu duygusunu verir taraftarına. O yüzden güçlüdür bağları. O yüzden yarıştığı her kulvarda en güçlü rakibini seçer kendisine. Hep en yükseği hedefler. Başarılı olsa da olamasa da...
F.Bahçelilik zordur
Fenerbahçelilik bir bağdır. Birlik olmaktır. Bütün olmaktır. İyi günde, kötü günde ter akıtanların arkasında durmaktır. Fenerbehçeli olmak bazen öfke sınırlarını zorlamaktır. Emre olmaktır. Hırçınlaşmaktır. Sinirlendirilmektir. Karta teşvik edilmektir. Yobo olmaktır. Alt yapıda gencecik oyunculara bildiklerini öğretmektir. Alex olmaktır. Varlığıyla da yokluğuyla da rakiplerine dert olmaktır.
Aykut Kocaman olmaktır. Her alanda camiayı ayakta tutmaya soyunmaktır. Fenerbahçelilik zordur. Başka duygularından farklıdır. Çünkü başkalarından farklı olduğunu hissetmektir. Kaybettiğin anda güçlü olmak, ayakta kalmaktır. Fenerbahçelilik bazen sevinçten, bazen üzüntüden, bazen de biber gazından ağlamaktır...
Umut olmaktır
Fenerbahçelilik zor günlerin duygusudur. Tutuklu başkanından, cebinde para olmayan işsizine dek umut olmaktır.
İyi başlıyor Fenerbahçe maça. Tempolu ve atak başlıyor. Galatasaray sakin, soğukkanlı, sert ve savunmada kalmakta ısrarlı.
Galatasaray’ın sabrı Emre’yle başlayan Fenerbahçe’nin hücum organizasyonlarını etkisiz hale getiriyor ilk yarıda. Semih’in Muslera’dan kaptığı topun ağlara gidişi en çok tartışılan an. Karar doğru mu yanlış mı, çözmek zor benim açımdan. Stadın en uzak noktasındayım o an ve yanımda monitör yok.
Dia çok hareketli sağ kanatta. Verilen görevi yerine getiriyor ve sıfıra inerek yaptığı ortayla ilk yarıdaki en önemli tehlikeyi yaratıyor Fenerbahçe adına. Ama gol yok. Şimdilik kazanan Galatasaray.
İkinci yarı baskı arttı
İkinci yarıda onbirler aynı. Baskı daha da artmış durumda. Fenerbahçe oyunun tam anlamıyla hakimi. Galatasaray stresli ama ‘oyunun gri’ bölgelerini de kullanarak olabildiğince zaman geçiriyor. Fenerbahçe sinirleniyor. Hakem Cüneyt Çakır da rahat değil saha içinde. Bu kadar üst düzey bir maç için çok temposuz bir oyun çıkıyor onun düdükleriyle.
Bir başka gergin isim Aykut Kocaman. Terim’e karşı şampiyonluk maçına çıkmak onu hırpalamış biraz. Semih gibi çok ağır ve temposuz bir ismi kullanıyor forvette. Ama son haftaların en etkili ismi Bienvenu’yü almak için oyunun sonunu bekliyor.
İki kırmızı kart var oyunda. İkisi de gereksiz. Görenler de gereksiz görüyor, gösteren de gereksiz gösteriyor. Nasıl oluyor aynı anda ikisi, derseniz. Bu sezon herşey oluyor, o yüzden şaşırmıyoruz.
Trabzonspor için de bir futbol karşılaşmasının daha fazlasıdır Fenerbahçe maçları. İki takım oynuyorsa, üstelik bu maç Trabzon’daysa gerilim üst düzeye çıkar. O gerilimden en az hasarla çıkan avantaj sağlar.
Dün Fenerbahçe sakin başlayan taraftı. İstediklerini sahaya iyi yansıtan taraftı. İki golü bulup, “Maçı kazandık” havasına girdikleri ana kadar rakibine büyük üstünlük kurdu. Sahaya atılan maddeler, oyunun sık sık durması, saha içindeki sertlikler ev sahibine avantaj sağlamaya ve toparlanmak için zaman kazandırmaya başladı. İlk yarının son anlarında Fenerbahçe hem golü yedi, hem de soyunma odasına sinirleri gerilmiş takım olarak gitti.
Fenerbahçe’yi ayakta tutanlar
Selçuk Şahin’in harika oynadığı bu bölümün ardından Cristian’ın sahne aldığı ikinci bölüm başladı. Trabzonspor’un baskısı, Gökhan ve Emre’nin sakatlanması Fenerbahçe’yi yarı sahasına hapsetti. Trabzonspor çok organize olmasa da 10 dakikayı aşan bir baskı kurdu. Volkan, Bekir, en iyi oyunlarından birini oynayan Yobo, Fenerbahçe’yi ayakta tuttu. Dia haftalar sonra ilk onbir başladığı bir lig maçının, yorulana kadar iyilerindendi. Mehmet kadar güçlü değil ama tüm oyunculardan daha çabuk depara kalkıyor. Stoch’un Cristian’a pası bile zekasının ürünü.
Emre’nin üstüne oynamasalar
Ve son bölüm. Artık yeni bir anlayışla ve daha hızlı atağa çıkan bir Fenerbahçe vardı oyunun son bölümünde. Alex’in görevini üstlenen Cristian, topu ağlara gönderip maçı noktalayan oyuncu oldu. Sabırla pas yapan ve rakibine oranla daha sakin kalan tarafın en önemli ismiydi.
Trabzonspor bu maçı kazanabilirdi. Başta Zokora olmak üzere bazı futbolcular, Emre’nin üzerine oynamaya kalkmasalar çok daha iyi başlarlardı maça. Burak dışında kazanmak adına pozitif etki yapan oyuncu yok gibiydi.
İki kupa gelir mi bilmem?
Sporun tüm insanlık üzerindeki, medyanın da spor üzerindeki önemli etkisi düşünüldüğünde TSYD seçimleri daha da öne çıkıyor.
Şimdiki başkan uzun süredir tanıdığım Esat Yılmaer. Aynı zamanda Dünya Spor Yazarları Derneği’nde de genel sekreterlik görevini yürütüyor. Derneğin etkin kullanımı adına zaman zaman çok güzel projeler üretti. Antalya’daki devre arası seminerleri son yılların gündemi en çok meşgul eden konuları oldu.
Yurt dışından bile bu seminerleri izlemek için gelen konuklar oldu. Çeşitli sponsorlarla ülkenin değişik yerlerindeki üniversitelerde paneller düzenlendi. İki yıldır spor ödülleri dağıtılıyor dernek tarafından. Geleneksel hale gelen TSYD basın yarışması Ülker’in de desteğiyle basın emekçilerine katkı oluyor.
Derneğin önemli işlevlerinden biri ülkelerarası bağları güçlendirmek oldu. Yurt dışında ya da yurt içindeki milli maçlardan önce Türk ve yabancı basın mensupları arasında maçlar organize edilmeye çalışıyor. Bu etkinliğin öncüsü Ahmet Çakır. Esat Yılmaer yönetiminin son ve en önemli atağı Antalya’daki Spor Kenti projesi oldu. Bu projeyi, buradaki birkaç satırda geçiştirmek istemiyorum. Ancak içinde Antalya Spor Akademisi, Ajax Futbol Okulu, Antalya Spor Seminerleri, 19 Mayıs etkinlikleri, Gençlik ve Spor Festivali gibi çok önemli unsurları barındıran, çok önemli bir proje.
Esat Yılmaer başkanlığındaki TSYD bu çok önemli işlevin kurucu ortağı oldu. Adını, lojistik desteğini ve beyin gücünü verdi. İşin içine çok sayıda önemli spor adamının çekilmesi için referans teşkil etti.
TSYD seçimlerinde Yılmaer’in rakibi Naci Arkan olacak. Arkan’la çalışmadım ve çok yakından tanımıyorum. Ancak uzun süredir aynı istikrarla, çizgisini sürdürüyor. Genç ve enerjik bir ekibi var.
TSYD çatısı altında yapılması gereken ya da yapılmaması gereken bazı konuları iyi biliyorlar. Bu konuları işleyerek İstanbul Şubesi seçimlerini kazanmışlardı.
Bazı sporlarda geriye gidiyoruz